23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 11 OCAK 2010 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Büyük Yanlış ÖYLESİNE büyük bir yanlış ki, onda ısrar etmek, ülkenin geleceğini karartmak demektir. Bu sütunda defalarca yazıldı: “Şu etnik kimlik konusunu öne çıkarmayın, kaşımayın; hele insan hakları, özgürlük, demokrasi adına, ilericilik, çağdaşlık, Avrupalılık uğruna o konuyu yapay bir soruna çevirerek içinden çıkılmaz bataklara saplanmak ve bu cumhuriyeti zayıflatmak isteyenlerin tuzağına düşmek anlamına gelir; dıştan alkışlayanların teşviklerine kulak asmayın” dendi. Dinlenmedi ve “Kürt açılımı”yla başlayıp “Roman açılımı”na kadar gelindi. Üstelik, asıl sorunların ekonomik ve sosyal özüne ilişkin hiçbir şey yapmaksızın, en ters tarafından, yani büyük marifetmiş gibi, ad değiştirmekten başlayarak. Bu toplumun tarihinde “Artık gâvura gâvur denmeyecek” türünden komiklikler yaşandığı halde. Ne acıklı rastlantı: “Çingenelere Çingene denmeyecek, Roman denecek” denmesinin üzerinden iki gün bile geçmemişken, Manisa’nın Selendi’sindeki olaylar yaşandı ve alınan önlemlerle bu “Roman” açılımının da bir “hikâye” olduğu açıkça ortaya çıktı. Radyolarda çigan müzikleri çalınırken... Bir kez daha yinelemek gerekiyor: Türkiye gibi bir ülkenin sorunlarını çözmeyi yanlış bir hikâyeye dönüşmekten korumanın birinci koşulu, sorunlara tam bir akılcılık zemininde bilimsel yaklaşmaktır. Önce tarih bilimiyle başlayarak. Ama tarihi bir roman ya da hikâye okur gibi değil, doğruları öğrenerek, derinliğine düşünerek, dersler çıkararak ve edinilen bilginin bilincine vararak. Osmanlı’nın “çokuluslu”luğunu bir noktadan sonra sürdürmenin olanağı var mıydı? Mustafa Kemal’in öncülüğüyle istiladan ve paylaşımdan kurtarılan bir ülkenin halkını “insanca” yönetmek için “laik ulus” kavramından başka bir kavramla yola çıkılabilir miydi? Cumhuriyetin temel felsefesini kavramadan dıştan üfürülen sözde çağdaş dualara “amin” demekle ve kimi Batılıların istedikleri gibi Kemalizmi karalamakla hangi kucaklara yeniden oturulacağını anlamak için Osmanlı’nın yakın tarihinde bir yığın örnek yok mu? Yalnız halk yığınlarını aldatarak ülke yönetimine geçen siyasilerin değil, cumhuriyetçi aydınlanmayı karartmaktan başka işlev bilmeyen sözde “aydın”ların da akıllarını başlarına devşirme zamanı çoktan geldi de geçiyor bile. Yeryüzünün en stratejik, en kritik ve aynı zamanda en güzel, en anlamlı “üç yol ağzı”nda oturan insanların en azından “mekânsal” ve “tarihsel” bir bilgeliğe erişmiş olması gerekmez mi? O bilgelik cumhuriyetin kuruluş felsefesi dışında mı aranmalı? mumtazsoysal@gmail.com E ge Cansen “Cumhu- riyet Bir Demokrasi Projesidir” başlõğõnõ taşõyan yazõsõnda şöyle diyor: “İlk defa farkına vardım ki, bi- linçli olarak tasarlanmamış olsa bile 87 yıl önce kurulan Cumhu- riyet aslında muhteşem bir de- mokrasi projesidir.” (Hürriyet 2 Ocak 2010) Hemen ertesi gün Başyazar Ok- tay Ekşi, Cansen’in bu yazõsõnõ ele aldõ ve: “...1946’dan beri kâh batarak kâh çıkarak yaşatmakta olduğumuz ‘demokrasi projesinin belki de bilinçsizce’ başlatılmış bir sürecin ürünü gibi gösteril- mesine karşıyız” dedi ve “Ata- türkçü düşünce’nin Türkiye’yi hep “demokrasiye” yönlendiren ilkelere dayandõğõnõ belirtti. (3 Ocak 2010) Bu düşün alõşverişini vesile sa- yarak, Atatürk’ün “Cumhuriyet projesinin”, aslõnda bilinçli olarak tasarlanmõş bir “demokrasi proje- si” olduğunun kanõtlarõnõ ortaya koymakta yarar var. Osmanlõ Devleti gerileme döne- minde, toparlanmak için kimi ön- lemler almak zorunda kalmõştõr. Pozitif bilime dayalõ Tõbbiye, Mül- kiye, Harbiye gibi kõsõtlõ da olsa mo- dern okullarõn açõlmasõ, bu gerek- sinmeden doğmuştur. Ancak Sanayi Devrimi’ni, Röne- sans ve Reformu yapan, Aydõn- lanma devrimini gerçekleştiren Av- rupa’yõ birkaç tane çağdaş okul açarak yakalamak olanaksõzdõ. Jön Türkler, hiçbir zaman “yeni bir devlet”, hele bir “Cumhuriyet” kurma düşüncesini taşõmadõlar, Cumhuriyet kavramõnõn yanõndan bile geçmediler. Bütün gayret, na- sõl olur da Osmanlõ Devleti kurtu- labilir üzerine yoğunlaşmõştõ. Atatürk’ü Jön Türkler’den ayõran niteliği ondaki “Cumhuriyet” dü- şüncesidir. Ondaki devrim ve Cum- huriyet düşüncesi, daha Harp Oku- lu ve Harp Akademisi’ndeki öğ- rencilik dönemlerinde doğdu. Fran- sõzcayõ tam öğrenince Atatürk, Montesqieu ve J.J. Rousseau gi- bi Aydõnlanma düşünürlerini kay- naklarõndan okuyarak Aydõnlanma düşüncesinin ve Fransõz Devri- mi’nin fikri temellerine ulaşmõştõ. Ali Fuat Cebesoy “Sınıf Arka- daşım Atatürk” adlõ eserinde, Ata- türk’ün henüz 21 yaşõnda, 1902 yõlõnda Harp Akademisi’nin birin- ci sõnõfõndayken “Cumhuriyet” fi- kirleri taşõdõğõnõ, 1905’te atandõğõ ilk görev olan Şam’a gitmeden önce ar- kadaşlarõyla yaptõğõ bir toplantõda “Asıl dava, yıkılmak üzere bulu- nan bir imparatorluktan önce bir Türk devleti çıkarmaktır” dediğini belirtiyor. (1) Yeni Türk devleti Temmuz 1919’da Erzurum Kon- gresi öncesi günlerinde Mustafa Ke- mal, yanõnda yer almõş olan Kuvayõ Milliyeci Bitlis Valisi Mazhar Mü- fit Kansu’nun not defterine: “Zaferden sonra şekli hükümet Cumhuriyet olacaktır” diye yaz- dõrdõ. (2) Henüz Erzurum Kongresi bile ya- põlmamõş. Henüz Sõvas Kongresi yok, Meclis kurulmamõş, vatan top- raklarõ işgal ediliyor. Kimsenin gele- cekten umudu yok… İşte böyle bir or- tamda Mustafa Kemal, ileride Cum- huriyetin kurulacağõnõ müjdeliyordu. Erzurum ve Sõvas kongreleri ve Amasya Bildirgesi dikkatle incele- nirse, Türkiye Cumhuriyeti’ni oluş- turan ilkelerin ilk kez oralarda orta- ya atõldõğõ anlaşõlõr. Çünkü gerek Amasya Bildirgesi, gerek Erzurum ve Sõvas kongrelerinin temeli, şu cüm- le ile özetleniyordu. “Kuvayı Milliye’yi amil ve ira- de-i milliyeyi hâkim kılmak esas- tır.” (Kuvayõ Milliye’yi gerçekleş- tirmek ve milli iradeyi egemen kõl- mak esastõr.) 23 Nisan 1920’de Ankara’da top- lanan Millet Meclisi, bütün yetkile- ri kendinde toplayan bir “ihtilal ve milli mücadele meclisi” idi. 1921 Anayasasõ, “Egemenlik ka- yıtsız şartsız milletindir. Halkın kendi mukadderatını (yazgısını) kendisinin tayin etmek hakkıdır. Kanun yapmak ve icra etmek sa- lahiyetleri milli camiayı (toplulu- ğu) temsil eden TBMM’de topla- nıp tecelli etmiştir” der. Anayasa Profesörü Ali Fuat Baş- gil’in de belirttiği gibi “1921 Ana- yasası, reisi cumhursuz bir cum- huriyet kurmuştur.” 9 Eylül 1922 zaferinden sonra ilk adõm, 1 Kasõm 1922’de saltanatõn kaldõrõlõşõdõr. Bundan sonraki adõm 29 Ekim 1923 Cumhuriyetin ilanõdõr. Böyle- ce, 1919 Temmuz’unda Erzurum’da Mustafa Kemal’in Mazhar Müfit Kansu’ya not ettirdiği en önemli nokta gerçekleşiyordu. Cumhuriyetin ilanõndan dört ay sonra 3 Mart 1924’te Halifelik ile Şe- riye ve Evkaf Vekâleti’nin kaldı- rılışı ve Eğitim Birliği yasalarõnõn kabul edilmesi çok büyük devrim- lerdi. Bu yasalar, kurulan cumhuri- yetin niteliklerini apaçõk belirtiyor, din devleti yerine laik ve çağdaş bir cumhuriyetin kuruluşunu ortaya ko- yuyordu. Atatürk’e göre “milli egemen- lik” bir ulusun kendi yazgõsõna biz- zat egemen olmasõdõr. Atatürk’ün ba- ğõmsõzlõktan ve cumhuriyetten de anladõğõ budur. Milli Egemenlik Cumhuriyetçilik ise “devlet yö- netiminde milli egemenliği, milli iradeyi ve özgür seçimi kabul eden ilkedir.” Atatürk Cumhuriyet yönetimin- den geniş olarak “demokrasiyi” an- lõyordu. Bu konuda şunlarõ söylüyor: “Cumhuriyet rejimi demek, de- mokrasi sistemi ile devlet şekli de- mektir. Biz cumhuriyeti kurduk; o, on yaşını doldururken demok- rasinin bütün gereklerini sırası geldikçe uygulamaya koymalıdır.” Atatürk’ün cumhuriyetle, de- mokrasiyi düşünüp anladõğõnõ gös- teren önemli belge Medeni Bilgiler kitabõdõr. Bu kitap ilk kez Prof. Afet İnan tarafõndan “Vatandaş İçin Medeni Bilgiler” adõyla 1930 yõ- lõnda yayõmlandõ, ortaokul ve lise- lerde ders kitabõ olarak okutulmaya başlandõ. Bu kitabõn büyük bir bö- lümünün bizzat Mustafa Kemal ta- rafõndan yazõldõğõ belgelenmiştir. Afet İnan, Atatürk’ün ölümünün 25. ve daha sonra 30. yõlõnda Ata- türk’ün bu konudaki el yazõlarõnõ “Medeni Bilgiler ve M. Kemal Atatürk’ün Bu Konudaki Elya- zıları” adõyla yayõmlamõştõr. Afet İnan şöyle diyor: “Bu kitaplar benim ismimle çıkmış olmasına rağmen, Ata- türk’ün fikirlerinden ve telkinle- rinden mülhem (esinlenmiş) ve üs- lubun tamamen kendisine ait ol- duğunu tarihi hakikatleri (ger- çekleri) belirtmek bakımından bana düşen bir ödev telakki edi- yorum” der. Mustafa Kemal bu kitapta vuru- cu olarak şöyle diyor : “Binaenaleyh (bundan dolayı) demokrasi prensibinin en asri (çağdaş) ve mantıki tatbikini (uy- gulamasını) temin eden hükümet şekli cumhuriyettir.” (3) Cumhuriyet-Demokrasi Atatürk’ün Cumhuriyet anlayõşõ hakkõnda yabancõ yazarlar ne di- yorlar? Onu da kõsaca özetleyelim: Lord Kinros kitabõnda, 1930 ya- zõ boyunca “Mustafa Kemal Ata- türk’ün sofrasında muhalefet par- tisi düşüncesi tartışılıyordu”, “Mustafa Kemal kendisini Roma Sezar’ı August’a benzetiyordu. O da Roma’nın cumhuriyet olduğu dönemde Senato’dan kendisine tam yetki almış, ancak öldükten sonra Roma’daki cumhuriyet unu- tulup gitmişti, yerine geçenler im- paratorluklarını ilan etmişlerdi. Atatürk Türkiye’de böyle bir şeyin olmasını istemiyordu, ilke olarak diktatörlüğü yermekteydi.” Kinros ilave ediyor: “Asıl diledi- ği şey, ölümünden sonra ayakta durabilecek ve ülkesinin yararına olacak, Batı biçiminde bir de- mokrasi gibi gelişecek bir sistem yaratabilmekti.” (4) Bernard Lewis’e göre; “bu ko- nularda her ne düşünülürse dü- şünülsün, şu kadarı tartışma gö- türmez bir gerçektir ki, Kemalist devrim Türk halkına, tarihin en karanlık anında, yeni bir hayat ve umut getirmiş, enerjisini ve öz- saygısını yenilemiş ve onları sade- ce bağımsızlık yolunda değil, çok daha nadir ve çok daha değerli olan özgürlük yolunda sapsağlam yerleşmiştir.” (5) Dilimize Prof. Ergun Özbu- dun tarafõndan kazandõrõlan “Si- yasi Partiler” adlõ yapõtõnda ünlü siyaset Bilimci M. Duverger, Tek Parti ve Demokrasi bölümünde bu konularõ irdeliyor. Duverger, “Tek partilerin ge- nellikle totaliter partiler oldu- ğunu, ancak gerek felsefeleri ge- rek yapıları bakımından bu yar- gının her ülke için geçerli olma- dığını” söylüyor. Demokrasi söylemi Duverger’e göre Atatürk’ün ya- rattõğõ anayasada “Egemenlik ka- yıtsız şartsız ulusundur” ilke- siyle faşist rejimlerde her gün rast- lanan otorite söyleminin yerini Kemalist Türkiye’de “demokrasi söylemi” almõştõr. Bu da, tam ola- rak siyasal demokrasinin ilkeleri- ni içermektedir. “Atatürk’ün liderliğindeki tek particilik, tekelciliğe dayanarak liberal demokrasiyi tıkamamış- tır. Hatta Mustafa Kemal sahip olduğu güçten rahatsızlık duy- muştur. Çeşitli fırsatlarla bu te- kele son vermeye çalışmıştır.” Duverger’e göre “bu olgu tek başına bile derin bir anlam taşı- maktadır”. Hitler Almanyasõ’nda ya da Mussolini İtalyasõ’nda böy- le bir şey düşünülemezdi. (6) Görülüyor ki “Atatürk demok- ratik bir kültür oluşturmak, de- mokratik kurumları kurmak ve geleceğin sivil toplumunun te- mellerini atmak için büyük çaba göstermiştir”. Atatürk’ün yazdõğõ Medeni Bil- giler kitabõ çok önemlidir. Tarih- te henüz demokrasinin adõnõ bile duymamõş, demokrasinin koşulla- rõna sahip olmayan bir topluma; de- mokrasiyi, özgürlükleri öğretmek ve benimsetmek için kitap yazmõş bir diktatör var mõdõr? 1) Ali Fuat Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk, Temel Yayõnlarõ, 2000, s. 130. 2) Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne kadar Atatürk’le Beraber, Ankara, TTK. 1986. s. 131. 3) Afet İnan, Medeni Bilgiler, İstanbul, 1931 s. 53-55; ayrõca Medeni Bilgiler, Örgün Yayõnevi, 2003. s. 10-11, (Kitaba Atatürk’ün el yazõlarõ konulmuştur.) 4) Lord Kinros, Atatürk, Altõn Kitap- larõ 1994 s. 519. 5) B. Lewis, Modern Türkiye’nin Do- ğuşu, (Son Geliştirilmiş Baskõ), Arkadaş Yayõnlarõ, 2008 s. 392 6) Maurice Duverger, Siyasi Partiler, Bilgi 1974, s. 360-364 Atatürk, Cumhuriyet ve Demokrasi Alev COŞKUN Atatürk, Cumhuriyet yönetim sisteminden geniş anlamda demokrasiyi anlõyordu. Kendi el yazõsõyla şöyle yazmõştõr: “Binaenaleyh (bundan dolayõ) demokrasi prensibinin en asri (çağdaş) ve mantõki tatbikini (uygulamasõnõ) temin eden (sağlayan) hükümet şekli cumhuriyettir.” M eclis TV’de MEB’nin 2010 bütçesi görüşülürken söz alan vekillerimizi ve Mil- li Eğitim Bakanõ’nõ içim burkularak dinledim. İktidar partisinden bir ve- kil konuşmasõna şöyle başladõ: “Değerli milletvekilleri, milli eğitim davası, Türkiye’nin kal- kınmasının, ilerlemesinin, geliş- mesinin, demokratikleşmenin, kı- saca çağdaş medeniyet seviyesinin üstüne çıkmış bir millet olmasının ana davasıdır. Bu söyledikleri- miz, dedenin yetiştiği müfredat içinde torunun da aynı şartlarda yetişmesiyle sağlanamazdı. 1420 sene önce Hazreti Ali, ‘Çocuklarõ- nõzõ sizin zamanõnõza göre değil, kendi zamanõna göre yetiştirin’ düs- turuyla da bir işaret de vermişti za- ten. Biz, bunu biliyorduk, bunun için işe müfredatı değiştirerek başladık.” Bu vekilimize göre, eski “müf- redat kökleşmiş bir zihniyetin ese- riydi, bu zihniyet 1900’lü yıllardan bu yana eğitime hâkimdi. Temelini Newton’un ifadeleştirdiği, Robes- pierre’in bir nevi ‘akla tapõnma’ şek- linde sistemleştirdiği, Ludwig Büch- ner’den de yapılan tercümelerle bi- ze yansıyan Fransız Jakobeniz- mine bağlı, baskıcı, biçimlendiri- ci, buyrukçu, sadece sebep ve so- nuç üzerinde duran, ara renkler- den asla hoşlanmayan ve ara renk- lere imkân vermeyen bir sistem”di. Bakanlõk, dünyadaki başarõlõ örnek- leri inceleyerek ve “bakanlığın de- rin kültüründen” yararlanarak “ye- ni müfredat” yapmõştõ. Dahasõ, “tıpkı Büyük Yunus’un, Hazreti Mevlânâ’nın, Şeyh Galip’in ve ni- celerinin dillendirdiği gibi insanı kâinatın merkezine koyan milli ve evrensel değerleri mezceden bir müfredat ortaya” çõkarõlmõştõ; “çünkü ‘Ak Parti’, yeni şeyler söy- lemek için iktidar” olmuştu; “yeni şeyler” söylemeliydi. Vekilimiz, yüzyõllar öncesinden örneklerle epey- ce “yeni şeyler” söylüyordu. Cum- huriyetin ilk yõllarõnda “aklı ve bi- limi temel alan” eğitim sistemini, “akla tapınma” olarak eleştirirken “1420 sene önce Hazreti Ali, ‘Ço- cuklarõnõzõ sizin zamanõnõza göre değil, kendi zamanõna göre yetiştirin’ düsturu”nu yeterince düşünmediğini de ağzõyla açõklõğa kavuşturmuş oluyordu. Sayõn vekilimiz öteden beri Dil Devrimiyle kazanõlan sözcüklerden hoşlanmaz; bu nedenle konu ne olursa olsun sözü buraya getirir, bütçe görüşmelerinde de böyle yap- tõ. Bu nedenle yenileşen dile öfkesini yansõtan sözleri üstünde durmaya ge- rek yok. Ancak bu vekilin, başka ve- killerin, özellikle Başbakan’õn ve öteki bakanlarõn yedi sekiz yõldõr dil- lerine dolanan içi boş bir kalõp var. Sayõn vekil, “Türkiye modern eği- time 1848’de başladı. O günden bu yana bugün kullanılmakta olan 460 bin civarında dersliğimiz var. Bu dersliklerin yüzde 33’ü -dikkat ediniz, 460 bin dersliğin yüzde 33’ü- şu yedi sene içinde yapıl- mıştır. (…) Yani Karacaoğlan’ın ‘Kim var idi biz burada yoğ iken’ de- diği mısraı insanın aklına geliyor haklı olarak” diyor. Karşõlaştõrma- ya bakar mõsõnõz? Başbakan’õn da sõklõkla şiirler okuyarak, “Neredennn nereye geldik” sözlerini anõmsatõr biçim- de, 2010 bütçe görüşmeleri sõra- sõnda Milli Eğitim Bakanõ, “Eği- time Yüzde Yüz Destek Kam- panyası çerçevesinde yapılan derslik sayısı itibarıyla tüm Cumhuriyet tarihimiz boyunca yapılan dersliklerin üçte 1’i dö- nemimizde yapılmıştır” diye övü- nüyor. İktidarõn ve yandaşlarõnõn bu karşõlaştõrmalarõ gerçekten gülünç boyutlara varmõştõr. Savaştan çõkan ve “on yılda on beş milyon genç” yaratan ülkemizin nüfusu hõzla artmõş; 1970’li yõllarda yaklaşõk kõrk, 2000’lerde yaklaşõk 75 milyon olmuştur. Keşke Cumhuri- yetin ilk yõllarõndan bu yana eğitim sistemini, bilimsel ve sanatsal veri- leri baskõn kõlarak “akla tapınma” boyutuna ulaştõrabilseydik. O zaman “Çocuklarınızı sizin zamanınıza göre değil, kendi zamanına göre yetiştirin” diyen Hz. Ali’yi, “Benim manevi mirasım akıl ve bilimdir” diyen Atatürk’ü doğru anlardõk. O zaman Atatürk’ün bu ulusa en büyük armağanõ olan TBMM kürsüsünde, başõnda bulunduğu bakanlõğõn işle- vini içselleştiren, eğitim ve öğretim programlarõnõ içeren ve çoğul olan “müfredat”a “müfredatlar” de- meyen; Türk Devrimi deneyiminin eğitim ayağõnõ, “baskıcı, biçimlen- dirici, buyrukçu, sadece sebep ve sonuç üzerinde duran, ara renk- lerden asla hoşlanmayan ve ara renklere imkân vermeyen bir sis- tem” olarak görmeyen, eğitimbilimin verileriyle değerlendiren vekiller görürdük. O zaman Atatürk’ün eğitim birli- ği ve laik öğretim ilkesini yok et- meyen, Türk Devrimiyle hesaplaş- mayõ “marifet” sanmayan iktidar- larla yürürdük. O zaman ortak dili- miz Türkçenin müziğini ilkin MEB’nin ağzõndan dinlerdik. Yazõk! Türkçe, yõllardõr MEB’nin ağzõnda bozuluyor ve kimi vekillerimiz bu- nunla övünüyor! Çok yazõk! ‘Milli’ Eğitimin Ağzõ Sevgi ÖZEL 1 974 Kõbrõs Barõş harekâtõndan sonraki sü- reçte Yunanistan hem Ege’de, hem Kõb- rõs’ta Türkiye ile çõkabilecek savaş ihti- maline karşõ gayet sistematik bir silahlanma sü- recine girmiştir. 1980’lere kadar Güney Kõbrõs’ta daha çok ekonomik toparlanmanõn ön plana çõk- tõğõ görülmekte, özellikle 1981’de AB’ye tam üye olup aynõ yõl ekim ayõndaki PASOK iktidarõ ile birlikte bu kere hem Rum kesiminin hem Yu- nanistan’õn Türkiye’ye karşõ silahlanma süreci- nin hõzlandõğõ görülmektedir. Buna mukabil Tür- kiye’deki Yunanistan’õn askeri gücü hakkõnda bu süreç içindeki intiba genellikle Türkiye’nin askeri açõdan çok daha üstün olduğu düşünce- si ile süregelmektedir. Türkiye ile çõkacak bir savaşta hava kuvvet- leri ve deniz kuvvetlerinin büyük önem taşõya- cağõ doğru tespitiyle, muhtemelen kõsa sürecek, büyük güçler tarafõndan durdurulacak bir çatõş- ma ortamõ için Yunanistan özellikle ilk vuruş gü- cü kapasitesini, buna mukabil Türkiye’den ge- lebilecek ani bir saldõrõya karşõ da radar ağlarõ- nõ modernize etme yoluna gitmõştir. Özellikle Yunanistan ile Güney Kõbrõs Rum kesimi arasõnda 1993 yõlõnda imzalanan askeri doktrin anlaşmasõndan sonra silahlanma strate- jileri her iki devletin Türkiye’ye karşõ ortak stra- tejisi olarak gelişmeye başlamõştõr. Ege’de ha- tõrõ sayõlõr bir silahlanmaya giden Yunanistan’õ Türkiye’ye karşõ bir maceraya, bugüne kadar Kõbrõs’taki Türk askeri varlõğõ engel olmuştur de- mek yanlõş olmaz. Son dönemdeki rakamlara göre Yunanis- tan’õn ilan ettiği savunmaya harcadõğõ giderin gayri safi milli hasõlaya oranõ yüzde 2.8 olarak istatistiklerde ilan edilmektedir. Aslõnda bu ra- kam yüzde 5.6’dõr. Brüksel bile çok sonralarõ bu durumu, yanlõş bilgiyi fark etmiştir. Bir ülke neden silahlanõr? Silahlanma türü ne- lerdir? Yunanistan için tehdit algõlamalarõ ne- relerden olabilir? Bu sorularõn yanõtõnõ ararken Arnavutluk ve Makedonya gibi askeri açõdan Yu- nanistan’la kõyas edilemeyecek zayõflõkta ülke- lerle yine AB üyesi komşusu Bulgaristan’õn bir tehdit oluşturacaklarõ söylenemez. O halde bu si- lahlanmanõn Tükiye’ye karşõ olduğu açõktõr. Bu bir tehdit algõlamasõ olabilir. Özellikle 1996’dan beri ‘casus belli’nin ilanõ, tehdit algõlamasõ faktörü olabilir. Ancak Yunan silahlanmasõna baktõğõnõzda tamamen saldõrõ, yok edici silah- lanmanõn süregeldiğini görebilirsiniz. Keza Kõbrõs’ta Rum Milli Muhafõz Ordusu, gücünün üstünde silahlanmõştõr. Bugün gelinen noktada Ege’de hava radar ağ- larõnõ son derece modern bir hale getirdikten son- ra komşumuz uçaklar kadar füze savunma ve sal- dõrõ sistemlerine büyük ağõrlõk vermiş ve bugün bir hava kuvvetleri için son derece modern ve güçlü bir ateş gücü seviyesine ulaşabilmiştir. Bir hava savaşõ, karşõ tarafa ikiye bir üstün- lüğünüz olmadõkça çõlgõnlõktõr. Şu sõrada Yunan hava kuvvetleri özellikle son scalp füze tesli- matõndan sonra Türkiye’ye oranla üstünlüğü ele geçirmõş gözükse de şu sõradaki geçerli en bü- yük tehlike Yunan Hava Kuvvetleri’nin ilk ateş gücü üstünlüğüdür. Yukarõdaki senaryo- muzda bir hava savaşõnõn kõsa süreceği tahmi- nimiz ortamõnda hem savunma ağõ hem Yunan saldõrõ gücü, radarlarõnõzõ ani bir saldõrõda aşa- bilecek olan bir kapasite örneğin İstanbul veya Batõ Anadolu’daki stratejik noktalarõõmõz için ar- tõk büyük tehdittir. 1999 Helsinki sürecinden beri Türkiye’nin AB tam üyelik adaylõğõ sürecinde tüm stratejisini, beklentisini ve dõş siyasetini Türkiye’nin bu yol- da ilerlerken Yunanistan ve Güney Kõbrõs Rum kesimi lehine vereceği ödünlere göre kuran Yu- nan diplomasisinin, gelecekte doğabilecek Türk- Yunan krizlerinde diplomasinin arkasõndaki askeri güç kartõnõ artõk çok daha dik tutacağõ aşi- kârdõr. Türkiye’de hâlâ daha hõzlõ “üflesek bo- ğulurlar” şeklinde tasfir edilen Yunanistan’õn askeri açõdan hiç de artõk kolay yutulur lokma olmadõğõ bilincine varmamõz isabetli olacaktõr. Komşunun askeri gücüne dikkat! Doç. Dr. Enis TULÇA
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear