Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 11 OCAK 2010 PAZARTESİ
2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
AÇI
MÜMTAZ SOYSAL
Büyük Yanlış
ÖYLESİNE büyük bir yanlış ki, onda ısrar
etmek, ülkenin geleceğini karartmak demektir.
Bu sütunda defalarca yazıldı: “Şu etnik kimlik
konusunu öne çıkarmayın, kaşımayın; hele
insan hakları, özgürlük, demokrasi adına,
ilericilik, çağdaşlık, Avrupalılık uğruna o konuyu
yapay bir soruna çevirerek içinden çıkılmaz
bataklara saplanmak ve bu cumhuriyeti
zayıflatmak isteyenlerin tuzağına düşmek
anlamına gelir; dıştan alkışlayanların teşviklerine
kulak asmayın” dendi.
Dinlenmedi ve “Kürt açılımı”yla başlayıp
“Roman açılımı”na kadar gelindi. Üstelik, asıl
sorunların ekonomik ve sosyal özüne ilişkin
hiçbir şey yapmaksızın, en ters tarafından, yani
büyük marifetmiş gibi, ad değiştirmekten
başlayarak. Bu toplumun tarihinde “Artık
gâvura gâvur denmeyecek” türünden
komiklikler yaşandığı halde.
Ne acıklı rastlantı: “Çingenelere Çingene
denmeyecek, Roman denecek” denmesinin
üzerinden iki gün bile geçmemişken,
Manisa’nın Selendi’sindeki olaylar yaşandı ve
alınan önlemlerle bu “Roman” açılımının da bir
“hikâye” olduğu açıkça ortaya çıktı.
Radyolarda çigan müzikleri çalınırken...
Bir kez daha yinelemek gerekiyor: Türkiye
gibi bir ülkenin sorunlarını çözmeyi yanlış
bir hikâyeye dönüşmekten korumanın birinci
koşulu, sorunlara tam bir akılcılık zemininde
bilimsel yaklaşmaktır.
Önce tarih bilimiyle başlayarak. Ama tarihi bir
roman ya da hikâye okur gibi değil, doğruları
öğrenerek, derinliğine düşünerek, dersler
çıkararak ve edinilen bilginin bilincine vararak.
Osmanlı’nın “çokuluslu”luğunu bir noktadan
sonra sürdürmenin olanağı var mıydı? Mustafa
Kemal’in öncülüğüyle istiladan ve paylaşımdan
kurtarılan bir ülkenin halkını “insanca”
yönetmek için “laik ulus” kavramından başka
bir kavramla yola çıkılabilir miydi?
Cumhuriyetin temel felsefesini kavramadan
dıştan üfürülen sözde çağdaş dualara “amin”
demekle ve kimi Batılıların istedikleri gibi
Kemalizmi karalamakla hangi kucaklara
yeniden oturulacağını anlamak için Osmanlı’nın
yakın tarihinde bir yığın örnek yok mu?
Yalnız halk yığınlarını aldatarak ülke
yönetimine geçen siyasilerin değil,
cumhuriyetçi aydınlanmayı karartmaktan başka
işlev bilmeyen sözde “aydın”ların da akıllarını
başlarına devşirme zamanı çoktan geldi de
geçiyor bile. Yeryüzünün en stratejik, en kritik
ve aynı zamanda en güzel, en anlamlı “üç yol
ağzı”nda oturan insanların en azından
“mekânsal” ve “tarihsel” bir bilgeliğe erişmiş
olması gerekmez mi?
O bilgelik cumhuriyetin kuruluş felsefesi
dışında mı aranmalı?
mumtazsoysal@gmail.com
E
ge Cansen “Cumhu-
riyet Bir Demokrasi
Projesidir” başlõğõnõ
taşõyan yazõsõnda şöyle
diyor:
“İlk defa farkına vardım ki, bi-
linçli olarak tasarlanmamış olsa
bile 87 yıl önce kurulan Cumhu-
riyet aslında muhteşem bir de-
mokrasi projesidir.” (Hürriyet 2
Ocak 2010)
Hemen ertesi gün Başyazar Ok-
tay Ekşi, Cansen’in bu yazõsõnõ
ele aldõ ve: “...1946’dan beri kâh
batarak kâh çıkarak yaşatmakta
olduğumuz ‘demokrasi projesinin
belki de bilinçsizce’ başlatılmış
bir sürecin ürünü gibi gösteril-
mesine karşıyız” dedi ve “Ata-
türkçü düşünce’nin Türkiye’yi
hep “demokrasiye” yönlendiren
ilkelere dayandõğõnõ belirtti. (3 Ocak
2010)
Bu düşün alõşverişini vesile sa-
yarak, Atatürk’ün “Cumhuriyet
projesinin”, aslõnda bilinçli olarak
tasarlanmõş bir “demokrasi proje-
si” olduğunun kanõtlarõnõ ortaya
koymakta yarar var.
Osmanlõ Devleti gerileme döne-
minde, toparlanmak için kimi ön-
lemler almak zorunda kalmõştõr.
Pozitif bilime dayalõ Tõbbiye, Mül-
kiye, Harbiye gibi kõsõtlõ da olsa mo-
dern okullarõn açõlmasõ, bu gerek-
sinmeden doğmuştur.
Ancak Sanayi Devrimi’ni, Röne-
sans ve Reformu yapan, Aydõn-
lanma devrimini gerçekleştiren Av-
rupa’yõ birkaç tane çağdaş okul
açarak yakalamak olanaksõzdõ.
Jön Türkler, hiçbir zaman “yeni
bir devlet”, hele bir “Cumhuriyet”
kurma düşüncesini taşõmadõlar,
Cumhuriyet kavramõnõn yanõndan
bile geçmediler. Bütün gayret, na-
sõl olur da Osmanlõ Devleti kurtu-
labilir üzerine yoğunlaşmõştõ.
Atatürk’ü Jön Türkler’den ayõran
niteliği ondaki “Cumhuriyet” dü-
şüncesidir. Ondaki devrim ve Cum-
huriyet düşüncesi, daha Harp Oku-
lu ve Harp Akademisi’ndeki öğ-
rencilik dönemlerinde doğdu. Fran-
sõzcayõ tam öğrenince Atatürk,
Montesqieu ve J.J. Rousseau gi-
bi Aydõnlanma düşünürlerini kay-
naklarõndan okuyarak Aydõnlanma
düşüncesinin ve Fransõz Devri-
mi’nin fikri temellerine ulaşmõştõ.
Ali Fuat Cebesoy “Sınıf Arka-
daşım Atatürk” adlõ eserinde, Ata-
türk’ün henüz 21 yaşõnda, 1902
yõlõnda Harp Akademisi’nin birin-
ci sõnõfõndayken “Cumhuriyet” fi-
kirleri taşõdõğõnõ, 1905’te atandõğõ ilk
görev olan Şam’a gitmeden önce ar-
kadaşlarõyla yaptõğõ bir toplantõda
“Asıl dava, yıkılmak üzere bulu-
nan bir imparatorluktan önce
bir Türk devleti çıkarmaktır”
dediğini belirtiyor. (1)
Yeni Türk devleti
Temmuz 1919’da Erzurum Kon-
gresi öncesi günlerinde Mustafa Ke-
mal, yanõnda yer almõş olan Kuvayõ
Milliyeci Bitlis Valisi Mazhar Mü-
fit Kansu’nun not defterine:
“Zaferden sonra şekli hükümet
Cumhuriyet olacaktır” diye yaz-
dõrdõ. (2)
Henüz Erzurum Kongresi bile ya-
põlmamõş. Henüz Sõvas Kongresi
yok, Meclis kurulmamõş, vatan top-
raklarõ işgal ediliyor. Kimsenin gele-
cekten umudu yok… İşte böyle bir or-
tamda Mustafa Kemal, ileride Cum-
huriyetin kurulacağõnõ müjdeliyordu.
Erzurum ve Sõvas kongreleri ve
Amasya Bildirgesi dikkatle incele-
nirse, Türkiye Cumhuriyeti’ni oluş-
turan ilkelerin ilk kez oralarda orta-
ya atõldõğõ anlaşõlõr. Çünkü gerek
Amasya Bildirgesi, gerek Erzurum ve
Sõvas kongrelerinin temeli, şu cüm-
le ile özetleniyordu.
“Kuvayı Milliye’yi amil ve ira-
de-i milliyeyi hâkim kılmak esas-
tır.” (Kuvayõ Milliye’yi gerçekleş-
tirmek ve milli iradeyi egemen kõl-
mak esastõr.)
23 Nisan 1920’de Ankara’da top-
lanan Millet Meclisi, bütün yetkile-
ri kendinde toplayan bir “ihtilal ve
milli mücadele meclisi” idi.
1921 Anayasasõ, “Egemenlik ka-
yıtsız şartsız milletindir. Halkın
kendi mukadderatını (yazgısını)
kendisinin tayin etmek hakkıdır.
Kanun yapmak ve icra etmek sa-
lahiyetleri milli camiayı (toplulu-
ğu) temsil eden TBMM’de topla-
nıp tecelli etmiştir” der.
Anayasa Profesörü Ali Fuat Baş-
gil’in de belirttiği gibi “1921 Ana-
yasası, reisi cumhursuz bir cum-
huriyet kurmuştur.”
9 Eylül 1922 zaferinden sonra ilk
adõm, 1 Kasõm 1922’de saltanatõn
kaldõrõlõşõdõr.
Bundan sonraki adõm 29 Ekim
1923 Cumhuriyetin ilanõdõr. Böyle-
ce, 1919 Temmuz’unda Erzurum’da
Mustafa Kemal’in Mazhar Müfit
Kansu’ya not ettirdiği en önemli
nokta gerçekleşiyordu.
Cumhuriyetin ilanõndan dört ay
sonra 3 Mart 1924’te Halifelik ile Şe-
riye ve Evkaf Vekâleti’nin kaldı-
rılışı ve Eğitim Birliği yasalarõnõn
kabul edilmesi çok büyük devrim-
lerdi. Bu yasalar, kurulan cumhuri-
yetin niteliklerini apaçõk belirtiyor,
din devleti yerine laik ve çağdaş bir
cumhuriyetin kuruluşunu ortaya ko-
yuyordu.
Atatürk’e göre “milli egemen-
lik” bir ulusun kendi yazgõsõna biz-
zat egemen olmasõdõr. Atatürk’ün ba-
ğõmsõzlõktan ve cumhuriyetten de
anladõğõ budur.
Milli Egemenlik
Cumhuriyetçilik ise “devlet yö-
netiminde milli egemenliği, milli
iradeyi ve özgür seçimi kabul eden
ilkedir.”
Atatürk Cumhuriyet yönetimin-
den geniş olarak “demokrasiyi” an-
lõyordu. Bu konuda şunlarõ söylüyor:
“Cumhuriyet rejimi demek, de-
mokrasi sistemi ile devlet şekli de-
mektir. Biz cumhuriyeti kurduk;
o, on yaşını doldururken demok-
rasinin bütün gereklerini sırası
geldikçe uygulamaya koymalıdır.”
Atatürk’ün cumhuriyetle, de-
mokrasiyi düşünüp anladõğõnõ gös-
teren önemli belge Medeni Bilgiler
kitabõdõr. Bu kitap ilk kez Prof. Afet
İnan tarafõndan “Vatandaş İçin
Medeni Bilgiler” adõyla 1930 yõ-
lõnda yayõmlandõ, ortaokul ve lise-
lerde ders kitabõ olarak okutulmaya
başlandõ. Bu kitabõn büyük bir bö-
lümünün bizzat Mustafa Kemal ta-
rafõndan yazõldõğõ belgelenmiştir.
Afet İnan, Atatürk’ün ölümünün
25. ve daha sonra 30. yõlõnda Ata-
türk’ün bu konudaki el yazõlarõnõ
“Medeni Bilgiler ve M. Kemal
Atatürk’ün Bu Konudaki Elya-
zıları” adõyla yayõmlamõştõr.
Afet İnan şöyle diyor:
“Bu kitaplar benim ismimle
çıkmış olmasına rağmen, Ata-
türk’ün fikirlerinden ve telkinle-
rinden mülhem (esinlenmiş) ve üs-
lubun tamamen kendisine ait ol-
duğunu tarihi hakikatleri (ger-
çekleri) belirtmek bakımından
bana düşen bir ödev telakki edi-
yorum” der.
Mustafa Kemal bu kitapta vuru-
cu olarak şöyle diyor :
“Binaenaleyh (bundan dolayı)
demokrasi prensibinin en asri
(çağdaş) ve mantıki tatbikini (uy-
gulamasını) temin eden hükümet
şekli cumhuriyettir.” (3)
Cumhuriyet-Demokrasi
Atatürk’ün Cumhuriyet anlayõşõ
hakkõnda yabancõ yazarlar ne di-
yorlar? Onu da kõsaca özetleyelim:
Lord Kinros kitabõnda, 1930 ya-
zõ boyunca “Mustafa Kemal Ata-
türk’ün sofrasında muhalefet par-
tisi düşüncesi tartışılıyordu”,
“Mustafa Kemal kendisini Roma
Sezar’ı August’a benzetiyordu. O
da Roma’nın cumhuriyet olduğu
dönemde Senato’dan kendisine
tam yetki almış, ancak öldükten
sonra Roma’daki cumhuriyet unu-
tulup gitmişti, yerine geçenler im-
paratorluklarını ilan etmişlerdi.
Atatürk Türkiye’de böyle bir şeyin
olmasını istemiyordu, ilke olarak
diktatörlüğü yermekteydi.”
Kinros ilave ediyor: “Asıl diledi-
ği şey, ölümünden sonra ayakta
durabilecek ve ülkesinin yararına
olacak, Batı biçiminde bir de-
mokrasi gibi gelişecek bir sistem
yaratabilmekti.” (4)
Bernard Lewis’e göre; “bu ko-
nularda her ne düşünülürse dü-
şünülsün, şu kadarı tartışma gö-
türmez bir gerçektir ki, Kemalist
devrim Türk halkına, tarihin en
karanlık anında, yeni bir hayat ve
umut getirmiş, enerjisini ve öz-
saygısını yenilemiş ve onları sade-
ce bağımsızlık yolunda değil, çok
daha nadir ve çok daha değerli
olan özgürlük yolunda sapsağlam
yerleşmiştir.” (5)
Dilimize Prof. Ergun Özbu-
dun tarafõndan kazandõrõlan “Si-
yasi Partiler” adlõ yapõtõnda ünlü
siyaset Bilimci M. Duverger, Tek
Parti ve Demokrasi bölümünde
bu konularõ irdeliyor.
Duverger, “Tek partilerin ge-
nellikle totaliter partiler oldu-
ğunu, ancak gerek felsefeleri ge-
rek yapıları bakımından bu yar-
gının her ülke için geçerli olma-
dığını” söylüyor.
Demokrasi söylemi
Duverger’e göre Atatürk’ün ya-
rattõğõ anayasada “Egemenlik ka-
yıtsız şartsız ulusundur” ilke-
siyle faşist rejimlerde her gün rast-
lanan otorite söyleminin yerini
Kemalist Türkiye’de “demokrasi
söylemi” almõştõr. Bu da, tam ola-
rak siyasal demokrasinin ilkeleri-
ni içermektedir.
“Atatürk’ün liderliğindeki tek
particilik, tekelciliğe dayanarak
liberal demokrasiyi tıkamamış-
tır. Hatta Mustafa Kemal sahip
olduğu güçten rahatsızlık duy-
muştur. Çeşitli fırsatlarla bu te-
kele son vermeye çalışmıştır.”
Duverger’e göre “bu olgu tek
başına bile derin bir anlam taşı-
maktadır”. Hitler Almanyasõ’nda
ya da Mussolini İtalyasõ’nda böy-
le bir şey düşünülemezdi. (6)
Görülüyor ki “Atatürk demok-
ratik bir kültür oluşturmak, de-
mokratik kurumları kurmak ve
geleceğin sivil toplumunun te-
mellerini atmak için büyük çaba
göstermiştir”.
Atatürk’ün yazdõğõ Medeni Bil-
giler kitabõ çok önemlidir. Tarih-
te henüz demokrasinin adõnõ bile
duymamõş, demokrasinin koşulla-
rõna sahip olmayan bir topluma; de-
mokrasiyi, özgürlükleri öğretmek
ve benimsetmek için kitap yazmõş
bir diktatör var mõdõr?
1) Ali Fuat Cebesoy, Sınıf Arkadaşım
Atatürk, Temel Yayõnlarõ, 2000, s. 130.
2) Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan
Ölümüne kadar Atatürk’le Beraber,
Ankara, TTK. 1986. s. 131.
3) Afet İnan, Medeni Bilgiler, İstanbul,
1931 s. 53-55; ayrõca Medeni Bilgiler,
Örgün Yayõnevi, 2003. s. 10-11, (Kitaba
Atatürk’ün el yazõlarõ konulmuştur.)
4) Lord Kinros, Atatürk, Altõn Kitap-
larõ 1994 s. 519.
5) B. Lewis, Modern Türkiye’nin Do-
ğuşu, (Son Geliştirilmiş Baskõ), Arkadaş
Yayõnlarõ, 2008 s. 392
6) Maurice Duverger, Siyasi Partiler,
Bilgi 1974, s. 360-364
Atatürk, Cumhuriyet ve Demokrasi
Alev COŞKUN
Atatürk, Cumhuriyet yönetim sisteminden geniş anlamda demokrasiyi anlõyordu. Kendi el
yazõsõyla şöyle yazmõştõr: “Binaenaleyh (bundan dolayõ) demokrasi prensibinin en asri (çağdaş)
ve mantõki tatbikini (uygulamasõnõ) temin eden (sağlayan) hükümet şekli cumhuriyettir.”
M
eclis TV’de MEB’nin 2010
bütçesi görüşülürken söz
alan vekillerimizi ve Mil-
li Eğitim Bakanõ’nõ içim burkularak
dinledim. İktidar partisinden bir ve-
kil konuşmasõna şöyle başladõ:
“Değerli milletvekilleri, milli
eğitim davası, Türkiye’nin kal-
kınmasının, ilerlemesinin, geliş-
mesinin, demokratikleşmenin, kı-
saca çağdaş medeniyet seviyesinin
üstüne çıkmış bir millet olmasının
ana davasıdır. Bu söyledikleri-
miz, dedenin yetiştiği müfredat
içinde torunun da aynı şartlarda
yetişmesiyle sağlanamazdı. 1420
sene önce Hazreti Ali, ‘Çocuklarõ-
nõzõ sizin zamanõnõza göre değil,
kendi zamanõna göre yetiştirin’ düs-
turuyla da bir işaret de vermişti za-
ten. Biz, bunu biliyorduk, bunun
için işe müfredatı değiştirerek
başladık.”
Bu vekilimize göre, eski “müf-
redat kökleşmiş bir zihniyetin ese-
riydi, bu zihniyet 1900’lü yıllardan
bu yana eğitime hâkimdi. Temelini
Newton’un ifadeleştirdiği, Robes-
pierre’in bir nevi ‘akla tapõnma’ şek-
linde sistemleştirdiği, Ludwig Büch-
ner’den de yapılan tercümelerle bi-
ze yansıyan Fransız Jakobeniz-
mine bağlı, baskıcı, biçimlendiri-
ci, buyrukçu, sadece sebep ve so-
nuç üzerinde duran, ara renkler-
den asla hoşlanmayan ve ara renk-
lere imkân vermeyen bir sistem”di.
Bakanlõk, dünyadaki başarõlõ örnek-
leri inceleyerek ve “bakanlığın de-
rin kültüründen” yararlanarak “ye-
ni müfredat” yapmõştõ. Dahasõ,
“tıpkı Büyük Yunus’un, Hazreti
Mevlânâ’nın, Şeyh Galip’in ve ni-
celerinin dillendirdiği gibi insanı
kâinatın merkezine koyan milli ve
evrensel değerleri mezceden bir
müfredat ortaya” çõkarõlmõştõ;
“çünkü ‘Ak Parti’, yeni şeyler söy-
lemek için iktidar” olmuştu; “yeni
şeyler” söylemeliydi. Vekilimiz,
yüzyõllar öncesinden örneklerle epey-
ce “yeni şeyler” söylüyordu. Cum-
huriyetin ilk yõllarõnda “aklı ve bi-
limi temel alan” eğitim sistemini,
“akla tapınma” olarak eleştirirken
“1420 sene önce Hazreti Ali, ‘Ço-
cuklarõnõzõ sizin zamanõnõza göre
değil, kendi zamanõna göre yetiştirin’
düsturu”nu yeterince düşünmediğini
de ağzõyla açõklõğa kavuşturmuş
oluyordu.
Sayõn vekilimiz öteden beri Dil
Devrimiyle kazanõlan sözcüklerden
hoşlanmaz; bu nedenle konu ne
olursa olsun sözü buraya getirir,
bütçe görüşmelerinde de böyle yap-
tõ. Bu nedenle yenileşen dile öfkesini
yansõtan sözleri üstünde durmaya ge-
rek yok. Ancak bu vekilin, başka ve-
killerin, özellikle Başbakan’õn ve
öteki bakanlarõn yedi sekiz yõldõr dil-
lerine dolanan içi boş bir kalõp var.
Sayõn vekil, “Türkiye modern eği-
time 1848’de başladı. O günden bu
yana bugün kullanılmakta olan
460 bin civarında dersliğimiz var.
Bu dersliklerin yüzde 33’ü -dikkat
ediniz, 460 bin dersliğin yüzde
33’ü- şu yedi sene içinde yapıl-
mıştır. (…) Yani Karacaoğlan’ın
‘Kim var idi biz burada yoğ iken’ de-
diği mısraı insanın aklına geliyor
haklı olarak” diyor. Karşõlaştõrma-
ya bakar mõsõnõz?
Başbakan’õn da sõklõkla şiirler
okuyarak, “Neredennn nereye
geldik” sözlerini anõmsatõr biçim-
de, 2010 bütçe görüşmeleri sõra-
sõnda Milli Eğitim Bakanõ, “Eği-
time Yüzde Yüz Destek Kam-
panyası çerçevesinde yapılan
derslik sayısı itibarıyla tüm
Cumhuriyet tarihimiz boyunca
yapılan dersliklerin üçte 1’i dö-
nemimizde yapılmıştır” diye övü-
nüyor. İktidarõn ve yandaşlarõnõn bu
karşõlaştõrmalarõ gerçekten gülünç
boyutlara varmõştõr.
Savaştan çõkan ve “on yılda on
beş milyon genç” yaratan ülkemizin
nüfusu hõzla artmõş; 1970’li yõllarda
yaklaşõk kõrk, 2000’lerde yaklaşõk 75
milyon olmuştur. Keşke Cumhuri-
yetin ilk yõllarõndan bu yana eğitim
sistemini, bilimsel ve sanatsal veri-
leri baskõn kõlarak “akla tapınma”
boyutuna ulaştõrabilseydik. O zaman
“Çocuklarınızı sizin zamanınıza
göre değil, kendi zamanına göre
yetiştirin” diyen Hz. Ali’yi, “Benim
manevi mirasım akıl ve bilimdir”
diyen Atatürk’ü doğru anlardõk. O
zaman Atatürk’ün bu ulusa en büyük
armağanõ olan TBMM kürsüsünde,
başõnda bulunduğu bakanlõğõn işle-
vini içselleştiren, eğitim ve öğretim
programlarõnõ içeren ve çoğul olan
“müfredat”a “müfredatlar” de-
meyen; Türk Devrimi deneyiminin
eğitim ayağõnõ, “baskıcı, biçimlen-
dirici, buyrukçu, sadece sebep ve
sonuç üzerinde duran, ara renk-
lerden asla hoşlanmayan ve ara
renklere imkân vermeyen bir sis-
tem” olarak görmeyen, eğitimbilimin
verileriyle değerlendiren vekiller
görürdük.
O zaman Atatürk’ün eğitim birli-
ği ve laik öğretim ilkesini yok et-
meyen, Türk Devrimiyle hesaplaş-
mayõ “marifet” sanmayan iktidar-
larla yürürdük. O zaman ortak dili-
miz Türkçenin müziğini ilkin
MEB’nin ağzõndan dinlerdik. Yazõk!
Türkçe, yõllardõr MEB’nin ağzõnda
bozuluyor ve kimi vekillerimiz bu-
nunla övünüyor! Çok yazõk!
‘Milli’ Eğitimin Ağzõ
Sevgi ÖZEL
1
974 Kõbrõs Barõş harekâtõndan sonraki sü-
reçte Yunanistan hem Ege’de, hem Kõb-
rõs’ta Türkiye ile çõkabilecek savaş ihti-
maline karşõ gayet sistematik bir silahlanma sü-
recine girmiştir. 1980’lere kadar Güney Kõbrõs’ta
daha çok ekonomik toparlanmanõn ön plana çõk-
tõğõ görülmekte, özellikle 1981’de AB’ye tam üye
olup aynõ yõl ekim ayõndaki PASOK iktidarõ ile
birlikte bu kere hem Rum kesiminin hem Yu-
nanistan’õn Türkiye’ye karşõ silahlanma süreci-
nin hõzlandõğõ görülmektedir. Buna mukabil Tür-
kiye’deki Yunanistan’õn askeri gücü hakkõnda
bu süreç içindeki intiba genellikle Türkiye’nin
askeri açõdan çok daha üstün olduğu düşünce-
si ile süregelmektedir.
Türkiye ile çõkacak bir savaşta hava kuvvet-
leri ve deniz kuvvetlerinin büyük önem taşõya-
cağõ doğru tespitiyle, muhtemelen kõsa sürecek,
büyük güçler tarafõndan durdurulacak bir çatõş-
ma ortamõ için Yunanistan özellikle ilk vuruş gü-
cü kapasitesini, buna mukabil Türkiye’den ge-
lebilecek ani bir saldõrõya karşõ da radar ağlarõ-
nõ modernize etme yoluna gitmõştir.
Özellikle Yunanistan ile Güney Kõbrõs Rum
kesimi arasõnda 1993 yõlõnda imzalanan askeri
doktrin anlaşmasõndan sonra silahlanma strate-
jileri her iki devletin Türkiye’ye karşõ ortak stra-
tejisi olarak gelişmeye başlamõştõr. Ege’de ha-
tõrõ sayõlõr bir silahlanmaya giden Yunanistan’õ
Türkiye’ye karşõ bir maceraya, bugüne kadar
Kõbrõs’taki Türk askeri varlõğõ engel olmuştur de-
mek yanlõş olmaz.
Son dönemdeki rakamlara göre Yunanis-
tan’õn ilan ettiği savunmaya harcadõğõ giderin
gayri safi milli hasõlaya oranõ yüzde 2.8 olarak
istatistiklerde ilan edilmektedir. Aslõnda bu ra-
kam yüzde 5.6’dõr. Brüksel bile çok sonralarõ
bu durumu, yanlõş bilgiyi fark etmiştir.
Bir ülke neden silahlanõr? Silahlanma türü ne-
lerdir? Yunanistan için tehdit algõlamalarõ ne-
relerden olabilir? Bu sorularõn yanõtõnõ ararken
Arnavutluk ve Makedonya gibi askeri açõdan Yu-
nanistan’la kõyas edilemeyecek zayõflõkta ülke-
lerle yine AB üyesi komşusu Bulgaristan’õn bir
tehdit oluşturacaklarõ söylenemez. O halde bu si-
lahlanmanõn Tükiye’ye karşõ olduğu açõktõr. Bu
bir tehdit algõlamasõ olabilir. Özellikle 1996’dan
beri ‘casus belli’nin ilanõ, tehdit algõlamasõ
faktörü olabilir. Ancak Yunan silahlanmasõna
baktõğõnõzda tamamen saldõrõ, yok edici silah-
lanmanõn süregeldiğini görebilirsiniz. Keza
Kõbrõs’ta Rum Milli Muhafõz Ordusu, gücünün
üstünde silahlanmõştõr.
Bugün gelinen noktada Ege’de hava radar ağ-
larõnõ son derece modern bir hale getirdikten son-
ra komşumuz uçaklar kadar füze savunma ve sal-
dõrõ sistemlerine büyük ağõrlõk vermiş ve bugün
bir hava kuvvetleri için son derece modern ve
güçlü bir ateş gücü seviyesine ulaşabilmiştir.
Bir hava savaşõ, karşõ tarafa ikiye bir üstün-
lüğünüz olmadõkça çõlgõnlõktõr. Şu sõrada Yunan
hava kuvvetleri özellikle son scalp füze tesli-
matõndan sonra Türkiye’ye oranla üstünlüğü ele
geçirmõş gözükse de şu sõradaki geçerli en bü-
yük tehlike Yunan Hava Kuvvetleri’nin ilk
ateş gücü üstünlüğüdür. Yukarõdaki senaryo-
muzda bir hava savaşõnõn kõsa süreceği tahmi-
nimiz ortamõnda hem savunma ağõ hem Yunan
saldõrõ gücü, radarlarõnõzõ ani bir saldõrõda aşa-
bilecek olan bir kapasite örneğin İstanbul veya
Batõ Anadolu’daki stratejik noktalarõõmõz için ar-
tõk büyük tehdittir.
1999 Helsinki sürecinden beri Türkiye’nin AB
tam üyelik adaylõğõ sürecinde tüm stratejisini,
beklentisini ve dõş siyasetini Türkiye’nin bu yol-
da ilerlerken Yunanistan ve Güney Kõbrõs Rum
kesimi lehine vereceği ödünlere göre kuran Yu-
nan diplomasisinin, gelecekte doğabilecek Türk-
Yunan krizlerinde diplomasinin arkasõndaki
askeri güç kartõnõ artõk çok daha dik tutacağõ aşi-
kârdõr. Türkiye’de hâlâ daha hõzlõ “üflesek bo-
ğulurlar” şeklinde tasfir edilen Yunanistan’õn
askeri açõdan hiç de artõk kolay yutulur lokma
olmadõğõ bilincine varmamõz isabetli olacaktõr.
Komşunun askeri gücüne dikkat!
Doç. Dr. Enis TULÇA