Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 2 EYLÜL 2009 ÇARŞAMBA
8 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
AÇI
MÜMTAZ SOYSAL
Hayret ve Gayret
BÖYLE toplum görülmemiştir.
Birileri “açılım” diye bir söz attı ortalığa, bütün top-
lum, politikacılarıyla, yazarları, hatta bilim adamla-
rıyla, aklını fikrini buna harcamakta. Adından başlayıp
her şeyi konuşuluyor ama, “açılım”ın kendisi yok or-
talıkta. Kimin niçin açılım istediği bile bilinmiyor. Ara-
nan, galiba bu toplumu en iyi bölme formülü.
Daha tuhafı şu: Toplumu asıl rahatlatacak, yü-
celtecek ve söz konusu sorunla birlikte bir yığın baş-
ka sorununu da çözecek asıl doğru formül üzerin-
de duran, soru soran, kafa yoran yok: Güneydoğu’yu,
hatta Doğu’yu kalkındırma!
Evet, ayaklandırma değil, kalkındırma.
Her yanıyla, en başta ekonomisi, istihdam sorunu,
toprak reformu, eğitim seferberliğiyle. Oysa, tartışı-
lan, merak edilen, çözülmeye çalışılan siyasal ve hu-
kuksal sorunların bu “kalkındırma” ya da “planla kal-
kınma” denen konuyla ilgisini, ilişkisini, bağlantısı-
nı aklından bile geçirmiyor kimse.
Böyle toplum olur mu?
Dünyanın en güzel, en önemli, aynı zamanda da
en kritik toprakları üzerinde yaşayan bir toplumun onu
ilgilendiren önemli sorunlara böylesine sınırlı, tuhaf,
çelişkili bir zihin yapısıyla bakması olacak şey midir?
Herhalde “olur” diyenler çıkar: Yaşanan krizi simit,
çiçek ve oyuncak satımını teşvik edici reklam kam-
panyaları başlatarak çözmeye kalkışan bir toplum-
da her türlü saçmalığın olabileceğine inananlar el-
bet çıkacaktır.
Galiba en sık rastlanan ulusal ve ortak kusurumuz,
sorunları çözmeye en olmayacak ters uçtan baş-
lamaktır. Örneğin, başkaları kriz çözmek için yatırı-
mı, üretimi teşvik ederken, simit, çiçek, oyuncak gö-
rüntüsüyle tüketimi teşvik.
Yani Özalcılığa yeniden dönüş; “tüketim üretimi
kamçılar, istihdam artar, durgunluk biter, kriz çözü-
lür” düşüncesi.
Oysa, ülkenin bütünü için olduğu gibi, güneydo-
ğusu ve kuzeydoğusu için de kamu yatırımcılığını,
kamu girişimciliğini ve işletmeciliğini yeniden baş-
latmanın tam zamanıdır şimdi. Hayvancılığı, süt sa-
nayiini, et kombinalarını diriltmenin, metalurjiye da-
yalı yeni sanayiler kurmanın tam zamanıdır şimdi.
Para?
Parayı devlet basar. Kurumuş tulumbayı çalıştır-
mak için biraz para akıtmayı, dolayısıyla sınırlı ve sı-
kı denetimli düşük enflasyonu göze alabilen, bu yön-
temle alınacak sonucun başlangıçtaki endişeleri gi-
dereceğine inanan, paranın basımı gibi, kullanımı-
nı, yatırımını planlara bağlayan, yöneten bir devlet.
Çözümler, devleti böyle yönetecek bir iktidarın ya-
ratılmasına bağlıdır.
Etnik hakların gayya kuyusunda çözüm aramak ye-
rine, sorunların bu yanına kafa yormak, yani AKP ik-
tidarının bunu yapmayacağını, yapamayacağını bi-
lerek başka türlü bir iktidarın yaratılması için şimdi-
den gayret göstermeye başlamak çok daha akıl kâ-
rı değil midir?
mumtazsoysal@gmail.com
PENCERE
Fes ve Türban...
Mine G. Kırıkkanat gazetedeki köşesine Aziz
Paulus’ un İncil’de yer alan öğütlerinden aktar-
malar yapmış; ‘aziz’ in bir tümcesi şöyle:
“- Ey kadınlar, kocalarınıza Tanrı’ya itaat eder
gibi itaat edin...” (Vatan, 6 Şubat 2008)
Fazla lafa gerek var mı?..
Erkek egemenliği binlerce yıldan beri sürege-
len bir olgu...
Üç dinde geçerli tesettür ise yalnız kadınlara öz-
gü bir şey değil...
Eskiden evde bile fes giyilirdi...
Başı açık erkek görmek olanağı yoktu...
Giyim-kuşam düzeninin, erkek egemenliğiyle
birlikte, dinsel kökenlerini de tarihsel açıdan
doğal saymak gerekir...
Çünkü eskiden devlet düzeni dinle özdeşti; bir
arada yaşamanın koşulları, İslamın (ya da Hıris-
tiyanlığın veya Museviliğin) dışında düşünüle-
mezdi...
Bugünkü Türkiye’de ‘türbancı‘ kadın değildir...
Erkektir...
Erkek egemen toplumuz...
Bu nedenle yaşadığımız türban kavgası, seçim
sandığında, AKP’ye yarayacaktır...
Bugün Cumhurbaşkanı Gül ile Başbakan RTE
fesle dolaşmıyorlar..
Fes için ne düşünüyorlar?..
İbret dersi olsun diye vaktiyle (23 Nisan 1965)
bu köşede “Fes Tartışmaları“ başlığıyla yayım-
lanmış yazımdan kimi bölümleri aktarayım...
“Meclis 23 Nisan 1920’de ilk oturumunu yap-
mış, altı gün sonra 29 Nisan’da Bursa mebusu
Operatör Emin Bey ile Sinop mebusu Şevket Bey
bir önerge veriyorlar...”
Diyorlar ki:
“- Uzun harp senelerinin tevlit eylediği birçok
buhran arasında bir de fes buhranı çıktı...
...yalnız Avusturya’dan ithal ettiğimiz feslerin se-
nede altın tutarı 5 milyon lirayı bulmaktaydı... Di-
ğer yabancı memleketlerden ithal olunan fesle-
rin bedelini de eklersek her yıl 7-8 milyon liralık
bir servetin dışarı gittiği görülür ki bunun kâğıt pa-
ra olarak karşılığı 40 milyon lira demektir...”
Peki, ne yapmalı?..
“-... Sultan İkinci Mahmut zamanında adalı
Rumları takliden serpuş olmak üzere kabul edil-
miş fesin bir milli serpuş mahiyetinde bulunma-
dığı nazarı itibara alınarak, ekseri Şark ve Müslü-
man milletlerin öteden beri bir serpuş olarak ta-
şıdıkları ve şu son günlerde herkesin seve seve
giymeye başladığı kalpağın bir milli serpuş olarak
kabul ve ilanını teklif ederiz...”
“Takrir (önerge) Meclis’te okunduğunda alkış
sesleri duyulmuş, fakat büyük bir çoğunluk ‘Ha-
yır, hayır, olamaz!’ diye bağırmıştır.
Tunalı Hilmi Bey (Bolu) - Fes, Türk’ün ruhun-
da yerleşmiştir...
Haşim Bey (Çorum) - Esbabını arz edeyim efen-
dim! Fas, Tunus İslam ahalisi bütün fes giyiyor-
lar. Hakikat böyledir efendim. Tunus, Cezayir aha-
lisi Araptır. Bunlar hep Müslümandır... (Gürültü-
ler) Olmaz efendim, katiyen istemem...
Mustafa Taki Efendi (Sıvas) - Efendiler fes ger-
çi yeni bir şeydir, fakat bugün İslam âlemi için fes
bir alameti farikadır... İslam milletlerine mahsus
olan kıyafet, bilhassa Osmanlılar için hususi olan
kıyafet bu festir. (Alkışlar, evet sesleri)
Sonuç:
Başkan - Takrir nazarı itibara alınmıyor...
( ‘Yaşasın fes’ sesleri)”
Bilmem ki yukardaki Meclis tutanaklarına yo-
rum gerekiyor mu?..
Ülke düşman işgali altındayken bile Meclis “fes
mi kalpak mı“ tartışması yapabiliyormuş...
Bugünkü durum ise türban üzerine...
1920’den bu yana, aradan geçen sürede, er-
keklerimiz fesi başlarından attılar; elbet bir gün
kadınlarımız da çarşafı, başörtüsünü, türbanı ta-
rihe gömecekler...
(7 Şubat 2008 tarihli yazısı)
K
ürt Açılımı’nın ABD kö-
kenli olduğu kesindir. Bu
açılımın içinin nasıl doldu-
rulacağına ilişkin unsurlar
Washington’da oluşturul-
muş ve Başbakan Erdoğan’ın 5 Kasım
2007’de Washington’da Başkan Bush’la
yaptığı görüşme sırasında Türk tarafına
‘Siyasi Çözüm’ başlığı altında dayatıl-
mıştır.
Anõmsanacağõ üzere Başbakan Erdo-
ğan’õn Washington ziyareti, Türk-ABD
ilişkilerinin aşõrõ gergin olduğu bir döneme
rastlamõştõ. ABD’nin, hem işgali altõndaki
kuzey Irak bölgesinde üslenen PKK terö-
ristlerine karşõ bir önlem almaktan kaçõna-
rak uluslararasõ sorumluluğunu yerine ge-
tirmemesi, hem de Türk Silahlõ Kuvvetle-
ri’nin terör örgütüne karşõ operasyon yap-
masõnõ engellemesi Türk kamuoyunda bir
öfke seline yol açmõştõ. Peş peşe şehit ce-
nazelerinin kaldõrõldõğõ bu gergin ortamda
TSK bir şey yapamamanõn çaresizliğiyle
kõvranõyor, AKP Hükümeti ise kamuoyu-
nun ezici baskõsõ altõnda bunalõyordu. Bu
şartlarda 21 Ekim 2007 gecesi Dağlõca bas-
kõnõnõn vuku bulmasõ, Türk- ABD ilişkile-
rini kopma noktasõna getirdi. Türk halkõnõn
patlayan öfkesini teskin etmek için Bush yö-
netimi bir şeyler yapmak ihtiyacõnõ duydu.
Bahse konu Bush-Erdoğan görüşmesin-
de, Başkan Bush PKK’yi ortak düşman ilan
etti ve Türk Hava Kuvvetleri’ne (THK)
“gerçek zamanlı” istihbarat sağlamak su-
retiyle Kuzey Irak’taki terör unsurlarõyla
mücadelesinde Türkiye’ye destek verile-
ceğini açõkladõ. Ancak, bu destek son derece
sõnõrlõydõ. Hava operasyonlarõ, ABD’nin ön
izniyle ve sadece onun göstereceği hedef-
lere karşõ düzenlenecek, kara harekâtõ ya-
põlmayacaktõ. Kuzey Irak’taki PKK un-
surlarõnõn tümüyle tasfiyesi hedeflenmi-
yordu.
PKK ile müzakerenin dayatılması
Bu izne karşõlõk Başbakan Erdoğan’a da-
yatõlan Siyasi Çözüm’ün birinci ayağı,
AKP Hükümeti’nin, Kürt/PKK soru-
nunun siyasi yöntemlerle çözülmesi için
gerekli önlemleri (genel af dahil) alma-
sını ve PKK ile müzakereye oturması-
nı öngörüyordu. Bu bağlamda, ABD,
PKK’yi müzakereye zorlayacak zemin ve
şartlarõ oluşturacaktõ. Bunlarõn başõnda,
PKK’nin direncinin kõrõlarak müzakereye
yatkõn bir hale getirilmesi için THK’ye ör-
güt hedeflerini vurma imkânõnõn sağlanmasõ
geliyordu. ABD ayrõca, Barzani’yi, PKK’yi
bir terör örgütü olarak ilan etmeye, örgütün
lojistik ikmal yollarõnõ kesmeye, hareket ser-
bestisini kõsõtlamaya, siyasi bürolarõ ile
kamplarõnõ kapatmaya ve teröre karşõ mü-
cadelede Türkiye ile işbirliğinde bulunmaya
ikna edecekti. Projenin ikinci ayağı ise
Türkiye’nin, Bölgesel Kürt Yönetimi’ni
(BKY) kabullenmesini, Barzani’yi resmi
muhatap olarak almasını, BKY’ye bir
tehdit oluşturacak şekilde İran ve Suri-
ye ile bir ittifaka girmemesini ve BKY ile
yakın bir iletişim ve ekonomik işbirliği
içinde olmasını öngörüyordu.
ABD’li komutanlar Başbakan’ı
yalanladı
ABD resmi makamlarõnca yapõlan resmi
açõklamalarla ortaya çõkan bu hususlar 2008
yõlõ başlarõnda kõsmen Türk medyasõna da
yansõyarak hararetli tartõşmalara yol açtõ. Ni-
tekim, “Hava operasyonları karşılığında
ABD’ye ne verildi” sorusuna muhatap
olan Başbakan Erdoğan’õn verdiği yanõt şöy-
leydi: “Bu değerlendirmeler hiç şık değil,
çok çirkin çok alçakça. Türkiye Cum-
huriyeti Başbakanı böyle bir işbirliğine
gidecek kadar şerefsiz değildir. ABD’ye
karşı Türkiye’nin bir borcu yok ki…”
Ancak, ABD’li komutanlar Başbakan
Erdoğan’ı yalanladılar. TSK tarafõndan
21-29 Şubat 2008’de yapõlan Güneş Ha-
rekâtı üzerine Korgeneral Odierno (ha-
len Irak’taki ABD kuvvetlerine komutan-
lõk yapõyor) 4 Mart’ta Pentagon’da dü-
zenlediği basõn toplantõsõnda, TSK’ye ka-
ra harekâtõnõn yasaklanmõş olmasõna rağ-
men, Güneş Harekâtı’na şu nedenle izin
verildiğini açõkladõ: “Kuzey Irak’ta
PKK’nin yarattığı sorunun çözümünün
askeri olmadığına inanıyorum. Ama,
PKK’yi Türkiye ile müzakereye oturt-
mak için baskı altında tutmak zorunda-
yız. Harekâta bunun için izin verdik.”
Ertesi gün de Merkezi Kuvvetler Komu-
tanõ Oramiral William Fallon, ABD
Temsilciler Meclisi Silahlı Kuvvetler
Komitesi’nde şu açõklamayõ yaptõ: “PKK
sorununa çözümün bir uzlaşmadan ve
PKK’nin bazı taleplerinin karşılanma-
sından geçtiğine inanıyoruz. Bu neden-
le Türkiye ve PKK’ye yardım ediyor ve
iki tarafı da soruna siyasi bir çözüm bul-
maya hararetle teşvik ediyoruz.”
Bu açıklamalar, Başbakan Erdo-
ğan’ın, Bush’la yaptığı 5 Kasım 2007 gö-
rüşmesinde “Kürt/PKK” sorununun çö-
zümü için AKP Hükümeti’nin PKK ile
müzakereye oturmayı kabul ettiğini or-
taya koyan kesin bir kanıt oluşturuyor.
Bu durumda, Kürt Açılımı’na “Bu Ame-
rikan projesidir diyenler, bunu ispatlaya-
mazlarsa alçaktõrlar, namussuzdurlar” diyen
Başbakan’ın aldattığı Türk kamuoyun-
dan özür dilemesi gerekmiyor mu?
Bağımsız Kürt devleti
Bush yönetiminin Barzani ile sıkı bir
dayanışma içine girmesinin nedeni,
Irak’ın parçalanması durumunda ku-
rulacak bağımsız Kürt devletine yerle-
şerek burayı bir askeri üsse dönüştürme
ve Ortadoğu stratejisinin önemli bir da-
yanak noktası yapma hesabından kay-
naklanıyordu. Irak’taki mezhepsel ve et-
nik fay hatlarının uçurumlaştığını ve
ABD kuvvetlerinin geri çekilmesiyle
parçalanmanın kaçınılmaz olacağının
farkında olan Obama yönetimi de aynı
planı benimsemiştir.
Ancak, ABD bu sinsi amacõnõ gereçleş-
tirirken, AKP Hükümeti’ni Kürt/PKK ko-
nusunda bir ölçüde rahatlatarak Türki-
ye’nin tepkilerini kontrol altõnda tutmak is-
temektedir.
İşte bu nedenle Siyasi Çözüm sürecine
ivme kazandõrmak isteyen ABD, halen bu
konuda Barzani’nin ayak sürümesiyle
karşõlaşõyor. Barzani, ABD’ye, “Türkiye,
PKK unsurlarını dağdan indirmek için
gerekli önlemleri almadan, ben hiçbir şey
yapmam” diyor. Oysa, Ankara, şimdiye ka-
dar, önce Barzani’nin PKK ile mücadele-
de bazõ önlemler almasõnõn Türk kamuo-
yundan ve muhalefetten gelebilecek dirence
karşõ elini güçlendireceğini ve genel af ve
anadilde eğitim alanlarõnda adõmlar atma-
sõnõ kolaylaştõracağõnõ umut etmişti. Nite-
kim, 2008’de Bağdat’a giden zamanõn
Dõşişleri Bakanõ Ali Babacan, Irak Dõşiş-
leri Bakanõ Hoşyar Zebari’ye Barzani’ye
iletilmek üzere şunlarõ içeren bir talep lis-
tesi vermişti: (1) PKK’nin terör örgütü ola-
rak ilan edilmesi. (2) PKK üslerinin ve
kamplarõnõn kapatõlmasõ. (3) PKK’nin ha-
reket ve eylem kabiliyetinin önlenmesi, lo-
jistik desteğinin kesilmesi. (4) PKK’nin li-
der kadrosunun yakalanõp Türkiye’ye tes-
lim edilmesi.
Ancak, AKP Hükümeti’nin yalvar yakar
olarak peşinden koşmasõna rağmen Barza-
ni, aradan bir yõldan fazla zaman geçmesi-
ne rağmen bu talepleri yerine getirmedi. Bu
durumda, Barzani’ye söz geçiremeyen
ABD, sürecin işletilmesi için Türkiye’ye
baskı yapıyor. Bu bakõmdan, her ne kadar
Orgeneral İlker Başbuğ’un Zafer Bayramõ
mesajõ Kürt Açılımı’na kõrmõzõ çizgiler çek-
mişse de, bu, çizgilerin zorlanmayacağõnõ
garanti etmez.
Sonuç olarak, PKK ve “etnik bazda
Kürt bölücülüğü” sorunlarõ, Türkiye’nin
ulusal ve toprak bütünlüğüne yönelen ağõr
bir tehdittir ve bunlardan kurtulmadan Tür-
kiye’nin ekonomik ve sosyal alanlarda
ciddi bir atõlõm yapmasõ mümkün değildir…
Ancak, AKP hükümeti, bu konuda bir ulu-
sal stratejiyi mümkün olan en geniş siya-
si tabanõn desteğiyle oluşturma cesaretini ve
yeteneğini gösteremediğinden, sorunun
ABD kontrolündeki bir süreçte çözüm-
lenmesini kabul etmiştir.
Vebali çok ağõr olan bu hatalõ yoldan der-
hal dönülmelidir. Bize göre sorunun hal-
li, ancak, PKK örgütünün koşulsuz silah
bırakması ve üniter devlet yapısı içinde,
etnik temele dayanmayan geniş bir de-
mokratikleşme ve kamu yatırımlarının
öncülük edeceği ekonomik-sosyal kal-
kınma atılımlarını içeren bir ulusal en-
tegrasyon projesinin yaşama geçirilme-
si ile mümkündür.
Kürt Açõlõmõ’nõn ABD Kökenli Olduğu Kesindir
Şükrü M. ELEKDAĞ CHP İstanbul Milletvekili
ABD’li askeri yetkililerin resmi açõklamalarõ, Başbakan Erdoğan’õn, ABD
tarafõndan kotarõlan bir plan uyarõnca, Kürt/PKK sorununun, Türkiye ile
terör örgütü arasõnda müzakere yoluyla çözülmesini kabul ettiğinin kesin
kanõtõnõ oluşturuyor.
Hukuk ve Yargõ Üzerine Tehditler
S
on günlerde gündemde
geniş olarak yer alan
“yargı üzerine tehdit-
ler” konusunu, “hukukta so-
run yok, yargıda var” gibi al-
gõlamak ya da aktarmak, yar-
gõ üzerinde oynananlarõn hu-
kuk üzerinde de oynandõğõnõ
söylememek büyük eksiklik
olur, özü ve asõl tehdidi ka-
çõrõr.
Tehdit unsurlarõnõ, iktidar,
siyaset, din, çõkar, sermaye gi-
bi çeşitli başlõklar altõnda top-
lamak mümkün. Bunlar za-
man zaman, mevcut siyasal
yönetimle özdeşleştirilerek
anõlõyor ve parçacõ yaklaşõm-
larla yorumlanõyor. “Benden
ya da bana karşı” basitliği
içindeki “karşıtlıkla anla-
tım” da polemikle birlikte
kolaycõlõğõ getiriyor.
Özünde adalet, bağõmsõz-
lõk, özgürlük ve insan olan,
“demokrasinin olmazsa ol-
mazı” yargõyõ, “hukuk”, öz
olarak da “anayasa huku-
ku” şekillendirir. Temel sorun
burada, sistemin hukuksal ya-
põsõnda başlar. Uygulamadan
kaynaklanan sorunlar ya da
yaklaşõm bunun üzerine ekle-
nir. Hukuka egemen olma-
dan yargõya egemen oluna-
maz; hukuk şekillendirilmeden
yargõ da şekillendirilemez.
Kuralsõzlõk ise keyfiliği geti-
rir.
Örneğin, sõk yazõldõğõ gibi,
Hâkimler ve Savcõlar Yüksek
Kurulu üyeleri arasõnda “ada-
let bakanı” ve “müsteşar” ol-
masaydõ, atama işlemleri ob-
jektif “ilkesel” kurallara bağ-
lansaydõ yargõç ve savcõlarõn
atama kararnamelerindeki
“pazarlık” tartõşmalarõ ya-
şanmazdõ. Yargõçlarõn teftişleri
“adalet bakanlığı müfettiş-
leri”nce yapõlmasaydõ, “ba-
ğımsızlıkları” üzerine kuş-
kular ileri sürülmezdi. Bunlar
sadece tartõşõlan örneklerden
ikisi… Tehdit unsurlarõ ve
ajanlarõ örneklere göre değişir.
Yukarõdaki iki örnekte de hu-
kuk devre dõşõ değil ki...
Bu örnekler bir yana, sav-
cõsõyla, savunmasõyla, yargõ-
cõyla tüm yargõ, pozitif hukuk
kurallarõna bağlõ çalõşmõyor
mu? Son dönemde yoğunlaşan
soruşturma, iddianame ve usul
ihlalleri de aynõ kurallara gö-
re tartõşõlmõyor mu? Yargõç,
anayasa, yasa ve hukuka uy-
gun olarak vicdani kanaatine
göre karar vermiyor mu?
Bir üstyapõ öğesi olan hu-
kuk, kimler tarafõndan (hangi
güçler tarafõndan) yönlendiri-
lip şekillendirilirse onlarõn ve
doğal olarak onlarõ yönlendi-
ren üretim tarzõnõn amacõna
hizmet eder.
O zaman yargõyõ tehdit
edenler, bağõmsõzlõğõnõ iste-
meyenler ya da sözde bağõm-
sõzlõğõ savunanlar da aynõ ege-
menler olur. Egemen olanõn
(kapitalizm, emperyalizm, em-
peryalist entegrasyon, ulus-
lararasõ sermaye, çokuluslu
güçler, neo-liberalizm, küresel
güçler vb adõ ne olursa olsun)
şekillendirdiği özel çizgilerle
yaratõlan hukuk; medeni dü-
zeni de, sosyal, kültürel, ma-
li, ekonomik ve siyasal yapõ-
yõ da, sağlõk, eğitim, adalet, iş
ve ceza hukukunu da, vergi
düzenini ve gelir dağõlõmõnõ
da, örgütlenmeyi de, devletin
yapõsõnõ da belirler. Temel
hak ve özgürlükler de hukuk
yoluyla sõnõrlandõrõlõr. Ege-
menler, kendi hukuksal iliş-
kilerini ve yönetim biçimini
yaratõrken din ve çeşitli siya-
si araçlarõ da kullanarak ken-
di çizgileri içinde bağõmsõz ve
demokrat olur; insan haklarõ-
nõ ve özgürlükleri kimileri
için öne çõkarõp kimileri için
geriye atar.
Birilerinin, hukukla istediği
gibi oynamasõna, eşitsizliği
ve adaletsizliği getirmesine,
hukuk felsefesinden uzakla-
şarak kanun devletini getir-
mesine sessiz kalmak, huku-
kun temel uygulayõcõsõ yargõ-
nõn da aynõ yönde biçimlen-
mesini kabul etmek anlamõna
gelir.
Hukukun, hak ve adaleti
sağlamadõğõ, ayrõmcõlõğa yol
açtõğõ, özgürlüğü biçtiği, ulus-
lararasõ güçlerce yönlendiril-
diği hatta yazõldõğõ, uluslar-
arasõ egemen sisteme bağõm-
lõlõğõ dayattõğõ yerde yargõ-
nõn adaleti beklenemez. Hu-
kukun yaratõcõsõ “sahip”, yar-
gõnõn da sahibi olmak ister, ba-
ğõmsõz yargõyõ her yönden
zorlar.
Hatta, “kötü hukuka” rağ-
men birazcõk adalet savunu-
luyorsa, yargõya özel baskõ
başlatõlõr.
Hukuk, güç odaklarõnca ku-
şatõlarak “cadı kazanı” gibi
kaynatõlacak, yargõ da bundan
nasibini almayacak… Hayali
bile olmaz.
Yargõ ve onun asli unsurla-
rõ olan savcõ, avukat ve yargõç
üzerinde ileri geri, yerli yersiz
tartõşmalar yapõlõrken hangi
vesayet nedeni öne çõkarsa
çõksõn, bunlarõn özünde, belli
ekonomik çõkarlar doğrultu-
sunda yönlendirilen hukuk ol-
duğu, uluslararasõ sermaye-
nin hukuk yoluyla toplum
üzerindeki yönlendirme ve
sömürü oyunu olduğu, asõl
yapõlmak istenenin çõkarcõ
“egemen”in amacõna hizmet
(kul, biat) düzeni olduğu ve bu
sömürü düzeninin hukuk ve
yargõ yoluyla meşrulaştõrõl-
mak istendiği unutulmamalõ.
Amacõn, denetimi, ekono-
mik ve siyasal bağõmsõzlõk, öz-
gürlük, demokratik toplum ve
adalet uğruna ve ulus adõna
elinde tutan “bağımsız yargı”
yerine, söz ve karar sahibi çõ-
kar gruplarõnõn yargõsõnõ oluş-
turmak olduğu unutulmamalõ.
Siyasal ve ekonomik ba-
ğõmsõzlõk üzerinde küresel ve
neo-liberal etkilerin önünü
açan, ayrõmcõlõğõ ve sömürü-
yü perdeleyen bir hukuk ve
yargõ istendiği unutulmamalõ.
“Şarabımızı vermek için
üzüm gibi ezil”menin meş-
ruiyetini sağlamak uğruna hu-
kuk ve yargõ üzerinde oynan-
dõğõ unutulmamalõ. Hukuk ve
yargõnõn da “siyaset”i olduğu
unutulmamalõ.
Yargõ bağõmsõzlõğõ ve hu-
kuk, yapõsal bütünlük içinde
savunulmazsa, sadece satõr
aralarõnda kalõr ve aynõ za-
manda toplumu, kendi çõkar-
larõ, ama asõl olarak emper-
yalizmin politikalarõ doğrul-
tusunda yönlendirmek ve bi-
çimlendirmek isteyenlere mas-
ke olur.
Ali Rıza AYDIN YARSAV Genel Sekreteri