28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 2 EYLÜL 2009 ÇARŞAMBA 8 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Hayret ve Gayret BÖYLE toplum görülmemiştir. Birileri “açılım” diye bir söz attı ortalığa, bütün top- lum, politikacılarıyla, yazarları, hatta bilim adamla- rıyla, aklını fikrini buna harcamakta. Adından başlayıp her şeyi konuşuluyor ama, “açılım”ın kendisi yok or- talıkta. Kimin niçin açılım istediği bile bilinmiyor. Ara- nan, galiba bu toplumu en iyi bölme formülü. Daha tuhafı şu: Toplumu asıl rahatlatacak, yü- celtecek ve söz konusu sorunla birlikte bir yığın baş- ka sorununu da çözecek asıl doğru formül üzerin- de duran, soru soran, kafa yoran yok: Güneydoğu’yu, hatta Doğu’yu kalkındırma! Evet, ayaklandırma değil, kalkındırma. Her yanıyla, en başta ekonomisi, istihdam sorunu, toprak reformu, eğitim seferberliğiyle. Oysa, tartışı- lan, merak edilen, çözülmeye çalışılan siyasal ve hu- kuksal sorunların bu “kalkındırma” ya da “planla kal- kınma” denen konuyla ilgisini, ilişkisini, bağlantısı- nı aklından bile geçirmiyor kimse. Böyle toplum olur mu? Dünyanın en güzel, en önemli, aynı zamanda da en kritik toprakları üzerinde yaşayan bir toplumun onu ilgilendiren önemli sorunlara böylesine sınırlı, tuhaf, çelişkili bir zihin yapısıyla bakması olacak şey midir? Herhalde “olur” diyenler çıkar: Yaşanan krizi simit, çiçek ve oyuncak satımını teşvik edici reklam kam- panyaları başlatarak çözmeye kalkışan bir toplum- da her türlü saçmalığın olabileceğine inananlar el- bet çıkacaktır. Galiba en sık rastlanan ulusal ve ortak kusurumuz, sorunları çözmeye en olmayacak ters uçtan baş- lamaktır. Örneğin, başkaları kriz çözmek için yatırı- mı, üretimi teşvik ederken, simit, çiçek, oyuncak gö- rüntüsüyle tüketimi teşvik. Yani Özalcılığa yeniden dönüş; “tüketim üretimi kamçılar, istihdam artar, durgunluk biter, kriz çözü- lür” düşüncesi. Oysa, ülkenin bütünü için olduğu gibi, güneydo- ğusu ve kuzeydoğusu için de kamu yatırımcılığını, kamu girişimciliğini ve işletmeciliğini yeniden baş- latmanın tam zamanıdır şimdi. Hayvancılığı, süt sa- nayiini, et kombinalarını diriltmenin, metalurjiye da- yalı yeni sanayiler kurmanın tam zamanıdır şimdi. Para? Parayı devlet basar. Kurumuş tulumbayı çalıştır- mak için biraz para akıtmayı, dolayısıyla sınırlı ve sı- kı denetimli düşük enflasyonu göze alabilen, bu yön- temle alınacak sonucun başlangıçtaki endişeleri gi- dereceğine inanan, paranın basımı gibi, kullanımı- nı, yatırımını planlara bağlayan, yöneten bir devlet. Çözümler, devleti böyle yönetecek bir iktidarın ya- ratılmasına bağlıdır. Etnik hakların gayya kuyusunda çözüm aramak ye- rine, sorunların bu yanına kafa yormak, yani AKP ik- tidarının bunu yapmayacağını, yapamayacağını bi- lerek başka türlü bir iktidarın yaratılması için şimdi- den gayret göstermeye başlamak çok daha akıl kâ- rı değil midir? mumtazsoysal@gmail.com PENCERE Fes ve Türban... Mine G. Kırıkkanat gazetedeki köşesine Aziz Paulus’ un İncil’de yer alan öğütlerinden aktar- malar yapmış; ‘aziz’ in bir tümcesi şöyle: “- Ey kadınlar, kocalarınıza Tanrı’ya itaat eder gibi itaat edin...” (Vatan, 6 Şubat 2008) Fazla lafa gerek var mı?.. Erkek egemenliği binlerce yıldan beri sürege- len bir olgu... Üç dinde geçerli tesettür ise yalnız kadınlara öz- gü bir şey değil... Eskiden evde bile fes giyilirdi... Başı açık erkek görmek olanağı yoktu... Giyim-kuşam düzeninin, erkek egemenliğiyle birlikte, dinsel kökenlerini de tarihsel açıdan doğal saymak gerekir... Çünkü eskiden devlet düzeni dinle özdeşti; bir arada yaşamanın koşulları, İslamın (ya da Hıris- tiyanlığın veya Museviliğin) dışında düşünüle- mezdi... Bugünkü Türkiye’de ‘türbancı‘ kadın değildir... Erkektir... Erkek egemen toplumuz... Bu nedenle yaşadığımız türban kavgası, seçim sandığında, AKP’ye yarayacaktır... Bugün Cumhurbaşkanı Gül ile Başbakan RTE fesle dolaşmıyorlar.. Fes için ne düşünüyorlar?.. İbret dersi olsun diye vaktiyle (23 Nisan 1965) bu köşede “Fes Tartışmaları“ başlığıyla yayım- lanmış yazımdan kimi bölümleri aktarayım... “Meclis 23 Nisan 1920’de ilk oturumunu yap- mış, altı gün sonra 29 Nisan’da Bursa mebusu Operatör Emin Bey ile Sinop mebusu Şevket Bey bir önerge veriyorlar...” Diyorlar ki: “- Uzun harp senelerinin tevlit eylediği birçok buhran arasında bir de fes buhranı çıktı... ...yalnız Avusturya’dan ithal ettiğimiz feslerin se- nede altın tutarı 5 milyon lirayı bulmaktaydı... Di- ğer yabancı memleketlerden ithal olunan fesle- rin bedelini de eklersek her yıl 7-8 milyon liralık bir servetin dışarı gittiği görülür ki bunun kâğıt pa- ra olarak karşılığı 40 milyon lira demektir...” Peki, ne yapmalı?.. “-... Sultan İkinci Mahmut zamanında adalı Rumları takliden serpuş olmak üzere kabul edil- miş fesin bir milli serpuş mahiyetinde bulunma- dığı nazarı itibara alınarak, ekseri Şark ve Müslü- man milletlerin öteden beri bir serpuş olarak ta- şıdıkları ve şu son günlerde herkesin seve seve giymeye başladığı kalpağın bir milli serpuş olarak kabul ve ilanını teklif ederiz...” “Takrir (önerge) Meclis’te okunduğunda alkış sesleri duyulmuş, fakat büyük bir çoğunluk ‘Ha- yır, hayır, olamaz!’ diye bağırmıştır. Tunalı Hilmi Bey (Bolu) - Fes, Türk’ün ruhun- da yerleşmiştir... Haşim Bey (Çorum) - Esbabını arz edeyim efen- dim! Fas, Tunus İslam ahalisi bütün fes giyiyor- lar. Hakikat böyledir efendim. Tunus, Cezayir aha- lisi Araptır. Bunlar hep Müslümandır... (Gürültü- ler) Olmaz efendim, katiyen istemem... Mustafa Taki Efendi (Sıvas) - Efendiler fes ger- çi yeni bir şeydir, fakat bugün İslam âlemi için fes bir alameti farikadır... İslam milletlerine mahsus olan kıyafet, bilhassa Osmanlılar için hususi olan kıyafet bu festir. (Alkışlar, evet sesleri) Sonuç: Başkan - Takrir nazarı itibara alınmıyor... ( ‘Yaşasın fes’ sesleri)” Bilmem ki yukardaki Meclis tutanaklarına yo- rum gerekiyor mu?.. Ülke düşman işgali altındayken bile Meclis “fes mi kalpak mı“ tartışması yapabiliyormuş... Bugünkü durum ise türban üzerine... 1920’den bu yana, aradan geçen sürede, er- keklerimiz fesi başlarından attılar; elbet bir gün kadınlarımız da çarşafı, başörtüsünü, türbanı ta- rihe gömecekler... (7 Şubat 2008 tarihli yazısı) K ürt Açılımı’nın ABD kö- kenli olduğu kesindir. Bu açılımın içinin nasıl doldu- rulacağına ilişkin unsurlar Washington’da oluşturul- muş ve Başbakan Erdoğan’ın 5 Kasım 2007’de Washington’da Başkan Bush’la yaptığı görüşme sırasında Türk tarafına ‘Siyasi Çözüm’ başlığı altında dayatıl- mıştır. Anõmsanacağõ üzere Başbakan Erdo- ğan’õn Washington ziyareti, Türk-ABD ilişkilerinin aşõrõ gergin olduğu bir döneme rastlamõştõ. ABD’nin, hem işgali altõndaki kuzey Irak bölgesinde üslenen PKK terö- ristlerine karşõ bir önlem almaktan kaçõna- rak uluslararasõ sorumluluğunu yerine ge- tirmemesi, hem de Türk Silahlõ Kuvvetle- ri’nin terör örgütüne karşõ operasyon yap- masõnõ engellemesi Türk kamuoyunda bir öfke seline yol açmõştõ. Peş peşe şehit ce- nazelerinin kaldõrõldõğõ bu gergin ortamda TSK bir şey yapamamanõn çaresizliğiyle kõvranõyor, AKP Hükümeti ise kamuoyu- nun ezici baskõsõ altõnda bunalõyordu. Bu şartlarda 21 Ekim 2007 gecesi Dağlõca bas- kõnõnõn vuku bulmasõ, Türk- ABD ilişkile- rini kopma noktasõna getirdi. Türk halkõnõn patlayan öfkesini teskin etmek için Bush yö- netimi bir şeyler yapmak ihtiyacõnõ duydu. Bahse konu Bush-Erdoğan görüşmesin- de, Başkan Bush PKK’yi ortak düşman ilan etti ve Türk Hava Kuvvetleri’ne (THK) “gerçek zamanlı” istihbarat sağlamak su- retiyle Kuzey Irak’taki terör unsurlarõyla mücadelesinde Türkiye’ye destek verile- ceğini açõkladõ. Ancak, bu destek son derece sõnõrlõydõ. Hava operasyonlarõ, ABD’nin ön izniyle ve sadece onun göstereceği hedef- lere karşõ düzenlenecek, kara harekâtõ ya- põlmayacaktõ. Kuzey Irak’taki PKK un- surlarõnõn tümüyle tasfiyesi hedeflenmi- yordu. PKK ile müzakerenin dayatılması Bu izne karşõlõk Başbakan Erdoğan’a da- yatõlan Siyasi Çözüm’ün birinci ayağı, AKP Hükümeti’nin, Kürt/PKK soru- nunun siyasi yöntemlerle çözülmesi için gerekli önlemleri (genel af dahil) alma- sını ve PKK ile müzakereye oturması- nı öngörüyordu. Bu bağlamda, ABD, PKK’yi müzakereye zorlayacak zemin ve şartlarõ oluşturacaktõ. Bunlarõn başõnda, PKK’nin direncinin kõrõlarak müzakereye yatkõn bir hale getirilmesi için THK’ye ör- güt hedeflerini vurma imkânõnõn sağlanmasõ geliyordu. ABD ayrõca, Barzani’yi, PKK’yi bir terör örgütü olarak ilan etmeye, örgütün lojistik ikmal yollarõnõ kesmeye, hareket ser- bestisini kõsõtlamaya, siyasi bürolarõ ile kamplarõnõ kapatmaya ve teröre karşõ mü- cadelede Türkiye ile işbirliğinde bulunmaya ikna edecekti. Projenin ikinci ayağı ise Türkiye’nin, Bölgesel Kürt Yönetimi’ni (BKY) kabullenmesini, Barzani’yi resmi muhatap olarak almasını, BKY’ye bir tehdit oluşturacak şekilde İran ve Suri- ye ile bir ittifaka girmemesini ve BKY ile yakın bir iletişim ve ekonomik işbirliği içinde olmasını öngörüyordu. ABD’li komutanlar Başbakan’ı yalanladı ABD resmi makamlarõnca yapõlan resmi açõklamalarla ortaya çõkan bu hususlar 2008 yõlõ başlarõnda kõsmen Türk medyasõna da yansõyarak hararetli tartõşmalara yol açtõ. Ni- tekim, “Hava operasyonları karşılığında ABD’ye ne verildi” sorusuna muhatap olan Başbakan Erdoğan’õn verdiği yanõt şöy- leydi: “Bu değerlendirmeler hiç şık değil, çok çirkin çok alçakça. Türkiye Cum- huriyeti Başbakanı böyle bir işbirliğine gidecek kadar şerefsiz değildir. ABD’ye karşı Türkiye’nin bir borcu yok ki…” Ancak, ABD’li komutanlar Başbakan Erdoğan’ı yalanladılar. TSK tarafõndan 21-29 Şubat 2008’de yapõlan Güneş Ha- rekâtı üzerine Korgeneral Odierno (ha- len Irak’taki ABD kuvvetlerine komutan- lõk yapõyor) 4 Mart’ta Pentagon’da dü- zenlediği basõn toplantõsõnda, TSK’ye ka- ra harekâtõnõn yasaklanmõş olmasõna rağ- men, Güneş Harekâtı’na şu nedenle izin verildiğini açõkladõ: “Kuzey Irak’ta PKK’nin yarattığı sorunun çözümünün askeri olmadığına inanıyorum. Ama, PKK’yi Türkiye ile müzakereye oturt- mak için baskı altında tutmak zorunda- yız. Harekâta bunun için izin verdik.” Ertesi gün de Merkezi Kuvvetler Komu- tanõ Oramiral William Fallon, ABD Temsilciler Meclisi Silahlı Kuvvetler Komitesi’nde şu açõklamayõ yaptõ: “PKK sorununa çözümün bir uzlaşmadan ve PKK’nin bazı taleplerinin karşılanma- sından geçtiğine inanıyoruz. Bu neden- le Türkiye ve PKK’ye yardım ediyor ve iki tarafı da soruna siyasi bir çözüm bul- maya hararetle teşvik ediyoruz.” Bu açıklamalar, Başbakan Erdo- ğan’ın, Bush’la yaptığı 5 Kasım 2007 gö- rüşmesinde “Kürt/PKK” sorununun çö- zümü için AKP Hükümeti’nin PKK ile müzakereye oturmayı kabul ettiğini or- taya koyan kesin bir kanıt oluşturuyor. Bu durumda, Kürt Açılımı’na “Bu Ame- rikan projesidir diyenler, bunu ispatlaya- mazlarsa alçaktõrlar, namussuzdurlar” diyen Başbakan’ın aldattığı Türk kamuoyun- dan özür dilemesi gerekmiyor mu? Bağımsız Kürt devleti Bush yönetiminin Barzani ile sıkı bir dayanışma içine girmesinin nedeni, Irak’ın parçalanması durumunda ku- rulacak bağımsız Kürt devletine yerle- şerek burayı bir askeri üsse dönüştürme ve Ortadoğu stratejisinin önemli bir da- yanak noktası yapma hesabından kay- naklanıyordu. Irak’taki mezhepsel ve et- nik fay hatlarının uçurumlaştığını ve ABD kuvvetlerinin geri çekilmesiyle parçalanmanın kaçınılmaz olacağının farkında olan Obama yönetimi de aynı planı benimsemiştir. Ancak, ABD bu sinsi amacõnõ gereçleş- tirirken, AKP Hükümeti’ni Kürt/PKK ko- nusunda bir ölçüde rahatlatarak Türki- ye’nin tepkilerini kontrol altõnda tutmak is- temektedir. İşte bu nedenle Siyasi Çözüm sürecine ivme kazandõrmak isteyen ABD, halen bu konuda Barzani’nin ayak sürümesiyle karşõlaşõyor. Barzani, ABD’ye, “Türkiye, PKK unsurlarını dağdan indirmek için gerekli önlemleri almadan, ben hiçbir şey yapmam” diyor. Oysa, Ankara, şimdiye ka- dar, önce Barzani’nin PKK ile mücadele- de bazõ önlemler almasõnõn Türk kamuo- yundan ve muhalefetten gelebilecek dirence karşõ elini güçlendireceğini ve genel af ve anadilde eğitim alanlarõnda adõmlar atma- sõnõ kolaylaştõracağõnõ umut etmişti. Nite- kim, 2008’de Bağdat’a giden zamanõn Dõşişleri Bakanõ Ali Babacan, Irak Dõşiş- leri Bakanõ Hoşyar Zebari’ye Barzani’ye iletilmek üzere şunlarõ içeren bir talep lis- tesi vermişti: (1) PKK’nin terör örgütü ola- rak ilan edilmesi. (2) PKK üslerinin ve kamplarõnõn kapatõlmasõ. (3) PKK’nin ha- reket ve eylem kabiliyetinin önlenmesi, lo- jistik desteğinin kesilmesi. (4) PKK’nin li- der kadrosunun yakalanõp Türkiye’ye tes- lim edilmesi. Ancak, AKP Hükümeti’nin yalvar yakar olarak peşinden koşmasõna rağmen Barza- ni, aradan bir yõldan fazla zaman geçmesi- ne rağmen bu talepleri yerine getirmedi. Bu durumda, Barzani’ye söz geçiremeyen ABD, sürecin işletilmesi için Türkiye’ye baskı yapıyor. Bu bakõmdan, her ne kadar Orgeneral İlker Başbuğ’un Zafer Bayramõ mesajõ Kürt Açılımı’na kõrmõzõ çizgiler çek- mişse de, bu, çizgilerin zorlanmayacağõnõ garanti etmez. Sonuç olarak, PKK ve “etnik bazda Kürt bölücülüğü” sorunlarõ, Türkiye’nin ulusal ve toprak bütünlüğüne yönelen ağõr bir tehdittir ve bunlardan kurtulmadan Tür- kiye’nin ekonomik ve sosyal alanlarda ciddi bir atõlõm yapmasõ mümkün değildir… Ancak, AKP hükümeti, bu konuda bir ulu- sal stratejiyi mümkün olan en geniş siya- si tabanõn desteğiyle oluşturma cesaretini ve yeteneğini gösteremediğinden, sorunun ABD kontrolündeki bir süreçte çözüm- lenmesini kabul etmiştir. Vebali çok ağõr olan bu hatalõ yoldan der- hal dönülmelidir. Bize göre sorunun hal- li, ancak, PKK örgütünün koşulsuz silah bırakması ve üniter devlet yapısı içinde, etnik temele dayanmayan geniş bir de- mokratikleşme ve kamu yatırımlarının öncülük edeceği ekonomik-sosyal kal- kınma atılımlarını içeren bir ulusal en- tegrasyon projesinin yaşama geçirilme- si ile mümkündür. Kürt Açõlõmõ’nõn ABD Kökenli Olduğu Kesindir Şükrü M. ELEKDAĞ CHP İstanbul Milletvekili ABD’li askeri yetkililerin resmi açõklamalarõ, Başbakan Erdoğan’õn, ABD tarafõndan kotarõlan bir plan uyarõnca, Kürt/PKK sorununun, Türkiye ile terör örgütü arasõnda müzakere yoluyla çözülmesini kabul ettiğinin kesin kanõtõnõ oluşturuyor. Hukuk ve Yargõ Üzerine Tehditler S on günlerde gündemde geniş olarak yer alan “yargı üzerine tehdit- ler” konusunu, “hukukta so- run yok, yargıda var” gibi al- gõlamak ya da aktarmak, yar- gõ üzerinde oynananlarõn hu- kuk üzerinde de oynandõğõnõ söylememek büyük eksiklik olur, özü ve asõl tehdidi ka- çõrõr. Tehdit unsurlarõnõ, iktidar, siyaset, din, çõkar, sermaye gi- bi çeşitli başlõklar altõnda top- lamak mümkün. Bunlar za- man zaman, mevcut siyasal yönetimle özdeşleştirilerek anõlõyor ve parçacõ yaklaşõm- larla yorumlanõyor. “Benden ya da bana karşı” basitliği içindeki “karşıtlıkla anla- tım” da polemikle birlikte kolaycõlõğõ getiriyor. Özünde adalet, bağõmsõz- lõk, özgürlük ve insan olan, “demokrasinin olmazsa ol- mazı” yargõyõ, “hukuk”, öz olarak da “anayasa huku- ku” şekillendirir. Temel sorun burada, sistemin hukuksal ya- põsõnda başlar. Uygulamadan kaynaklanan sorunlar ya da yaklaşõm bunun üzerine ekle- nir. Hukuka egemen olma- dan yargõya egemen oluna- maz; hukuk şekillendirilmeden yargõ da şekillendirilemez. Kuralsõzlõk ise keyfiliği geti- rir. Örneğin, sõk yazõldõğõ gibi, Hâkimler ve Savcõlar Yüksek Kurulu üyeleri arasõnda “ada- let bakanı” ve “müsteşar” ol- masaydõ, atama işlemleri ob- jektif “ilkesel” kurallara bağ- lansaydõ yargõç ve savcõlarõn atama kararnamelerindeki “pazarlık” tartõşmalarõ ya- şanmazdõ. Yargõçlarõn teftişleri “adalet bakanlığı müfettiş- leri”nce yapõlmasaydõ, “ba- ğımsızlıkları” üzerine kuş- kular ileri sürülmezdi. Bunlar sadece tartõşõlan örneklerden ikisi… Tehdit unsurlarõ ve ajanlarõ örneklere göre değişir. Yukarõdaki iki örnekte de hu- kuk devre dõşõ değil ki... Bu örnekler bir yana, sav- cõsõyla, savunmasõyla, yargõ- cõyla tüm yargõ, pozitif hukuk kurallarõna bağlõ çalõşmõyor mu? Son dönemde yoğunlaşan soruşturma, iddianame ve usul ihlalleri de aynõ kurallara gö- re tartõşõlmõyor mu? Yargõç, anayasa, yasa ve hukuka uy- gun olarak vicdani kanaatine göre karar vermiyor mu? Bir üstyapõ öğesi olan hu- kuk, kimler tarafõndan (hangi güçler tarafõndan) yönlendiri- lip şekillendirilirse onlarõn ve doğal olarak onlarõ yönlendi- ren üretim tarzõnõn amacõna hizmet eder. O zaman yargõyõ tehdit edenler, bağõmsõzlõğõnõ iste- meyenler ya da sözde bağõm- sõzlõğõ savunanlar da aynõ ege- menler olur. Egemen olanõn (kapitalizm, emperyalizm, em- peryalist entegrasyon, ulus- lararasõ sermaye, çokuluslu güçler, neo-liberalizm, küresel güçler vb adõ ne olursa olsun) şekillendirdiği özel çizgilerle yaratõlan hukuk; medeni dü- zeni de, sosyal, kültürel, ma- li, ekonomik ve siyasal yapõ- yõ da, sağlõk, eğitim, adalet, iş ve ceza hukukunu da, vergi düzenini ve gelir dağõlõmõnõ da, örgütlenmeyi de, devletin yapõsõnõ da belirler. Temel hak ve özgürlükler de hukuk yoluyla sõnõrlandõrõlõr. Ege- menler, kendi hukuksal iliş- kilerini ve yönetim biçimini yaratõrken din ve çeşitli siya- si araçlarõ da kullanarak ken- di çizgileri içinde bağõmsõz ve demokrat olur; insan haklarõ- nõ ve özgürlükleri kimileri için öne çõkarõp kimileri için geriye atar. Birilerinin, hukukla istediği gibi oynamasõna, eşitsizliği ve adaletsizliği getirmesine, hukuk felsefesinden uzakla- şarak kanun devletini getir- mesine sessiz kalmak, huku- kun temel uygulayõcõsõ yargõ- nõn da aynõ yönde biçimlen- mesini kabul etmek anlamõna gelir. Hukukun, hak ve adaleti sağlamadõğõ, ayrõmcõlõğa yol açtõğõ, özgürlüğü biçtiği, ulus- lararasõ güçlerce yönlendiril- diği hatta yazõldõğõ, uluslar- arasõ egemen sisteme bağõm- lõlõğõ dayattõğõ yerde yargõ- nõn adaleti beklenemez. Hu- kukun yaratõcõsõ “sahip”, yar- gõnõn da sahibi olmak ister, ba- ğõmsõz yargõyõ her yönden zorlar. Hatta, “kötü hukuka” rağ- men birazcõk adalet savunu- luyorsa, yargõya özel baskõ başlatõlõr. Hukuk, güç odaklarõnca ku- şatõlarak “cadı kazanı” gibi kaynatõlacak, yargõ da bundan nasibini almayacak… Hayali bile olmaz. Yargõ ve onun asli unsurla- rõ olan savcõ, avukat ve yargõç üzerinde ileri geri, yerli yersiz tartõşmalar yapõlõrken hangi vesayet nedeni öne çõkarsa çõksõn, bunlarõn özünde, belli ekonomik çõkarlar doğrultu- sunda yönlendirilen hukuk ol- duğu, uluslararasõ sermaye- nin hukuk yoluyla toplum üzerindeki yönlendirme ve sömürü oyunu olduğu, asõl yapõlmak istenenin çõkarcõ “egemen”in amacõna hizmet (kul, biat) düzeni olduğu ve bu sömürü düzeninin hukuk ve yargõ yoluyla meşrulaştõrõl- mak istendiği unutulmamalõ. Amacõn, denetimi, ekono- mik ve siyasal bağõmsõzlõk, öz- gürlük, demokratik toplum ve adalet uğruna ve ulus adõna elinde tutan “bağımsız yargı” yerine, söz ve karar sahibi çõ- kar gruplarõnõn yargõsõnõ oluş- turmak olduğu unutulmamalõ. Siyasal ve ekonomik ba- ğõmsõzlõk üzerinde küresel ve neo-liberal etkilerin önünü açan, ayrõmcõlõğõ ve sömürü- yü perdeleyen bir hukuk ve yargõ istendiği unutulmamalõ. “Şarabımızı vermek için üzüm gibi ezil”menin meş- ruiyetini sağlamak uğruna hu- kuk ve yargõ üzerinde oynan- dõğõ unutulmamalõ. Hukuk ve yargõnõn da “siyaset”i olduğu unutulmamalõ. Yargõ bağõmsõzlõğõ ve hu- kuk, yapõsal bütünlük içinde savunulmazsa, sadece satõr aralarõnda kalõr ve aynõ za- manda toplumu, kendi çõkar- larõ, ama asõl olarak emper- yalizmin politikalarõ doğrul- tusunda yönlendirmek ve bi- çimlendirmek isteyenlere mas- ke olur. Ali Rıza AYDIN YARSAV Genel Sekreteri
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear