28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Şimdilerde, polisten aldığı bilginin üzerine im- za atana “acar muhabir” diyorlar. İktidar adı- na dağlara tırmanıp “akil adamlık” yapanlara da “yazar”... Gazeteci Nezih Tavlaş, “Foto Muhabiri Ara Güler” kitabında muhabirin ne olduğunu Ara Güler’e anlattırmış: “- Foto muhabiriyle fotoğrafçıyı ayıran ne? - Fotoğrafçıyla foto muhabiri çok farklıdır. - Nedir işte onu soruyorum. - Bak abi foto muhabiri, bomba patladığı za- man bombaya doğru giden adamdır. Halbuki fotoğrafçı bombadan kaçar gider, karısının ya- nına kaçar; ötekisi ölüme kaçar, kendisini teh- likeye atan adamdır, aradaki fark budur. Fo- toğrafçı yoktur; benim için yalnızca foto mu- habiri vardır. Foto muhabiri tarihi makinesiyle yazan adamdır. Bazıları kendine foto muhabi- ri diyor. Foto muhabirliği başka bir şeydir. Fo- to muhabiri gazeteci olan adamdan olur. - Foto muhabirine görev yüklüyorsunuz. - Tabii ki, bir foto muhabirinin işlevi yalnız- ca olayların gidişini izlemek değil, devrinin ya- şamını, sanatını, gelenek ve göreneklerini, in- sanların nelerle uğraştıklarını, sevinçlerini, üzüntülerini gelecek çağlara aktarmaktır. - Siz hayatınız boyunca hep bomba pat- ladığında oraya doğru koşan adam oldunuz. - Evet öyleydim ama herkes o tarafı bilmez. Beni nereden tanır bilir misin? Fotoğraflarım- dan tanır. Çünkü öyle fotoğraf sanatçısı, fo- toğrafçı, ne sanatçısı be! Sanatçı dediğin Be- ethoven’dir, Mozart’tır. Mesela Sirkeci olayı, bomba patladı, ben nereye gittim abi? Bom- banın patladığı yere gittim. Orada resim çek- tim, gazetelerde çıktı. Yanımda yazar vardı, Cumhuriyet’in Yazı İşleri Müdürü ‘Aman abi ben kan göremem’ filan dedi gelmedi mesela. Yazarla foto muhabiri arasındaki fark budur. - Bu sizin tercihiniz olduğu için saygı du- yuyorum, ama elinde fotoğraf makinesi olan herkes foto muhabiri olmak zorunda mı? - Yoo. - Bombaya doğru koşmak zorunda mı, kaçabilir de... - Kaçsın tabii, hayatını kurtarsın, enayi mi? Biz enayiyiz! Kaçsın gitsin sevgilisini öpsün kö- şe başında... - Sizin dönemle bugünkü foto muhabiri al- gısı farklı mı? - Bizim zamanımızda foto muhabirleri de ya- zarlar kadar mühim adamlardı. Bugün çaptan düşmüş heriflerdir. - Sizin zamanınızdan bu yana foto mu- habirliği bir dönüşüm geçirdi yani... - Foto muhabirliği azaldı aslında. Şimdi her- kes bedavadan sanatçı, bu da ancak fotoğraf ile olabilir. Çünkü fotoğraf çekiyor ya! Düğmeye basıyor sanatçı oluyor. Allah bunu gönderdi, iyi ki gönderdi yoksa dünya kurtulmayacaktı. O ka- dar mühim adamlar. Sokakta yürümeye kor- kuyorum bu mühim adamlardan birine çarpa- rım da ayıp olur diye.” Ara Güler Usta’nın dediği gibi, “medya” pi- yasası da mühim muhabirlerden ve yazarlar- dan geçilmiyor. Elini sallasan ellisi... CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 12 EYLÜL 2009 CUMARTESİ 16 KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN HARBİ SEMİH POROY 12 Eylül GÖRÜŞ Prof. Dr. MUSTAFA AYSAN Felaket ve Rantlar Büyük sel felaketinin neden olduğu can ve mal kayıpları için hepimize geçmiş olsun. Yitirilen canları geri getirme olanağımız yoktur; mal za- rarları zaman içinde giderilecektir. 10 Eylül 2009 sabahı maddi zararın boyutları hesaplanmış de- ğildir. Felaketin bir nedeni, olağanüstü yağışlardır; ama şimdiden tahmin edilebilen yüksek zarar boyutlarının çok önemli ekonomik nedenleri var- dır. Bu ekonomik nedenlerin başında yüksek nü- fus artışı ve ülkemiz yörelerinde dengesiz da- ğılımı vardır. “Ekonomik rantlar”la ilgili son iki ya- zımızda bunlardan bazıları ele alınmıştır. İs- tanbul’daki sel felaketini izleyen günlerde şun- ları yeniden düşünmeliyiz: 1. Son 50 yılda nüfusumuzun yüzde 54’ünün 1 milyondan daha kalabalık olan 14 ilimizde, yüzde 18’inin de İstanbul’da toplanmasının dev- letçe özendirilmesi, bu ilimizdeki selin zararla- rını yükseltmiştir. Son 10 yılda ülkemizde nüfus artışının hızlanması ve kalabalık kentlerde yo- ğunlaşması, devletçe desteklenmiştir. 2. Büyük kentlerde (ve özellikle İstanbul’da) dere yataklarında ve çevrelerinde, çoğu ruh- satsız konut yapımına uzun yıllar boyunca kent yönetimlerince göz yumulmuş ve bu ko- nutlar yetersiz altyapılar üzerine kurulmuştur. Son 10 yılda, bu konuda önemli bir değişme ol- mamıştır. 3. İstanbul’da son 10 yılda hızlanan ekono- mik rant oluşumu, imar durumu değişiklikleri, arttırılan kamu ve özel kesim kuruluşlarının ko- nut, alışveriş merkezleri, büyük otel ve öteki ta- şınmaz yatırımlarının çok hızlanması gibi yollarla desteklenmiştir. 4. Kentlerdeki nüfus yoğunlaşması, bu büyük merkezlerdeki ekonomik rantlarla birlikte, üc- retlerin de çok yükselmesine neden olmuştur. Araştırmalara ve yapılan hesaplara göre, “Ta- rım dışında kazanılan ortalama kazançlar, tarım kesimine göre 4-5 kat fazla”dır. Hatta tarım dı- şındaki günlük ücretler tarımdaki ücretlerin yaklaşık 2.5-3 katına yükselmiş ve bu gelişme, doğal olarak, büyük kentlerdeki nüfus yoğun- laşmasını hızlandırmıştır. 5. İstanbul’da binlerce konutun, ilgili hukuk ku- rallarının zorunlu altyapı gereklerini yerine ge- tirmemiş oldukları halde oturma izni aldıklarını, ya da izinsiz olarak içinde yaşanmasına göz yu- mulduğu, görevlilerin sözlerinden anlaşılmak- tadır. Yeniden söylenmesinde zarar yoktur: Büyük kentlere doğru nüfus akımının kamu görevlile- ri tarafından desteklenmemesi bir zorunluluk- tur. Kamu görevlileri, nüfus artışının ve kent- lerdeki nüfus yoğunlaşmasının hızlanmasına ne- den olacak söz ve davranışlardan kaçınmalı- dırlar. Ayrıca, kentlerde oluşan “ekonomik rant- lar”ın yüksekliği, bu kentlerde nüfus yoğunlaş- masının belli başlı nedenidir. Kamu kurumları- nın karar ve davranışları, rant paylaşımı için ka- labalık kentlere nüfus akışını bir yarış haline ge- tirmiştir. Bu kötü gidişin yavaşlatılması ve hatta dur- durulması sağlanamazsa, gelecekte doğal afetlerin büyük kentlerdeki zararları artacaktır. Son sel felaketinin yarattığı zararlar ekonomik bunalımdan çıkmamızı da geciktirecek boyut- tadır. Bu konuda suçu yükleyecek geçmiş so- rumluları aramak yerine, gelecekte büyük kent- lerdeki nüfus yoğunlaşmasını yavaşlatacak önlemleri araştırmalı ve uygulamalıyız. Geçmiş olsun... maaysan@superonline.com Foto Muhabiri Dedikodu Telefon görüşmesinde biri öbürüne, bir başkası için “aşağılık herif”, “hayvan herif”, “yılan herif”, “sinsi herif”, “bok herif” filan demiş. Bildik davanın savcısı da almış bu konuşmaları iddianameye “kanıt” diye koymuş. Bu neyin kanıtı? Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker, onun için Yargıtay Onursal Başkanı Sami Selçuk’un sözlerini anımsatma gereği duydu: “Dedikodu kanıt değildir. İddianamenin dayanakları arasında yer alamaz.” Farz Annem, Turgut Özal hayranı değildi. Anneannem çarşaf giymezdi. Dedem ve babam hacı olmamışlardı. Ben de umreye gitmedim. Desenize, medyadan tasfiyem farz oldu! Aşiret ABD Büyükelçiliği, vize başvurusu için form dolduran Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından “bağlı bulundukları aşiret ismi”ni de yazmalarını istiyor. Yakında aşiretlere bölüneceğiz ya! Şimdiden hazırlık... Trafik Dersi Önce bir haber: “Türkiye-Estonya maçı için Kayseri’ye giden Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul Sabiha Gökçen Havalimanı’nda Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün oğlu Mehmet Emre Gül’ü VIP salonunda bekledi. Başbakan Erdoğan ile birlikte memleketi Kayseri’de maç seyretmek isteyen Mehmet Emre Gül trafikte sıkışınca yolda bulunan bir ‘şahin trafik polisi’nin motosikletinin arkasına binerek herkesin şaşkın bakışları arasında Sabiha Gökçen Havalimanı’na geldi. Başında kaskı olmayan ve kendisini 25 dakikadır bekleyen Başbakan Erdoğan’a yetişmek isteyen Mehmet Emre Gül koşarak VIP salonuna girdi ve Başbakanlık uçağının 5 dakika sonra havalandığı görüldü.” Bu haberi, araçları ile Melih Gökçek’in otoyollarında saatte 50 km’nin üzerinde seyrettikleri için ceza alan onlarca Ankaralıya adıyoruz... DTP Batman Milletvekili Ayla Akat Ata, “Biz ‘Türkiye’de Türkçe resmi dil olmasın’ demiyoruz. Türkiye’de olası 25-26 bölge olacaksa her bölgede kullanılan yerel lehçelerin de kamusal alanlarda kullanılması noktasında talebimiz var” diyor. Öneri ikiletilmiyor, Recep Tayyip Erdoğan vize veriyor, RTÜK de, özel radyo ve televizyonların 24 saat boyunca, Kürtçe dahil farklı dil ve lehçelerde yayın yapabilmeleri için çalışmalara başlıyor. DTP’li Ayla Akat Ata’nın başka önerileri de var: “Her bölgesel yönetimin kendi bölgesinde öncelikli renkleri ve sembolleri olan bayrakların kabul edilmesi... Her yerel yönetime bağlı idari kolluk kuvvetinin olması... 18 yaş altındaki çocuklara kendi dilinde eğitime ilişkin yerel yönetimler özerklik şartının yerine getirilmesi...” gibi örneğin. Görün bakın, sıra onlara da gelecek. Çünkü; AKP-DTP el ele, açılımı açıyorlar... El Ele Mimar Sinan Şaşırdı Bu İşlere! ARİF EKİM Tanrı bilir nasıl geldi, nereden haberdar oldu… Sessiz, Os- manlı’nın en muhteşem dö- neminin mimarbaşı sıfatıyla ağır ağır yürüyerek, Süleyma- niye’nin, Selimiye’nin mimarı olmanın saklamaya çalıştığı haklı mı haklı mağrurluğu ile ve başarının verdiği olgunlukla, delercesine bakarak geldi. Kimseye görünmek istemi- yordu belli ki, ama gördüm onu… Saygıyla eğilip önünde, met- relerce arkasından yürüdüm peşi sıra, bir dâhinin, bir ulu ki- şinin arkasından nasıl yürü- nürse, nasıl yürünmesi gere- kiyorsa, öyle. Öyle ama, çağı- mın insanının aptallıklarından duyduğum mahcubiyetin, dili tutulmuşluğun, acının verdiği kederin yükünü de taşıyarak… Sinan önce taşkın yatakla- rına baktı, suların kabardığı çizgiyi izledi gözleriyle. Belli ki suya da, yarattığı taşkına da alışıktı. Belli ki, Tanrı’nın ya- rattığı bu dünyada konmuş ve insanoğlunun anlamak zo- runda olduğu kuralları çok iyi biliyordu. Belli ki, felaketin su- çunu yaratanda da, yaratıl- mış dünyada da değil, sadece insanın kendi elleriyle yaptık- larında aramaktaydı. Belli ki, mimarbaşı olmanın ağır ve ta- rif edilemez sorumluluğunun verdiği yükün altında ezilme- den, kıtalar aşmış şanından şı- marmadan, ama bütün dikka- tini toplayarak bakıyordu taş- kın yataklarına. Binalar gördü suya batmış, binlerce; kârhaneler, işletme- ler gördü su içinde; araçlar gördü sürüklenmekte; insanlar gördü çamurlu sularda bo- ğulmakta… Köprüler gördü dağılmış, yıkılmış.. Yollar gör- dü geniş mi geniş, parçalanmış veya üzerinden ırmaklar ak- makta.. Bir yerlerden duymuş ol- malı ki, yüksek sesle düşün- celerini dışa vururken, “hani bu çocuklar artık temelin oturacağı zemini fen ile kısa zamanda tespit ederlerdi? Hani, mimar- lık artık hesap kitap işiydi? Hani, bizim yaptıklarımız ya- nında bunların yaptıkları daha kavi, daha büyük, daha mü- kemmel idi? Ne yapmışlar, na- sıl etmişler, bu kepazelik nedir? Kimdir bu mimarlar? Kimdir bunların hocaları? Nerdedir bunların mektepleri? Nerdedir bunların mimarbaşıları? Hen- dese bilmezler mi? Allah’ın koyduğu kurallara uymazlar mı? Kâfir bile yapmaz bu ezi- yeti, bu düşmanlığı, bu zulmü, kuldan da utanmazlar mı” di- yerek kükremeye başladı. O bilge yüzün karardığını, kaşlarının çatıldığını, öfkenin al- nındaki kırışıklıkları dalgalan- dırdığını gördüm. İstanbul’dan Tekirdağ’a, gördükçe olan bi- teni, öfke utanca, kızgınlık küskünlüğe, kükremeler ha- makat ve cehaletin karşısında bilge insanın ürkekliğine bıraktı yerini… Sustu sonunda, sustu ve gördüklerinden yorgun, otu- racak yer aradı kendisine.. Bulamadı önce. Sonra, aklına bir şeyler gelmiş olmalı ki, Bü- yükçekmece’ye yöneldi. Gitti buldu da aradığını: Kendi ese- ri olan, Darüssade’yi Balkan- lar’a, Avrupa’ya bağlayan yol üzerinde vaktiyle inşa ettiği köprü. Oturdu üzerinde bir yere, bakmadan sağlam mı diye sağına soluna, bakmadan altından akıp giden azgın su- ya… Kendinden de, eserinden de emin olmanın huzuru ve ra- hatlığıyla… Torunlarının yaptığı yola ve köprüye çevirdi yüzünü.. Taş- kının nerelere çıkacağını ese- rinde çözmemiş miydi? Suyun, azdı mı, nerelere yayılacağının işaretini görmemiş miydi to- runları? Köprüsünün verdiği mesajı anlamamışlar mıydı? Süs müydü yaptıkları? “Bre dürzüler” diye haykırdı son kez, kendi sesine, hidde- tine de şaşırarak: “Bre melun- lar! Siz zelzele olduğunda da nafile idiniz, şimdi de. Layık de- ğilsiniz bana! Layık değilsiniz yaptıklarıma! Layık değilsiniz okuduğunuz Kuran’a! Yazıklar olsun! Tanrı’nın gazabında ya- nasınız!” Olanı biteni anlayamıyordu, ne olanı biteni ne de liberaliz- min yarattığı insanı!.. Bu in- sanların ruhunun Batı’nın altın buzağısına kurban edildiğini, şeytana teslim edildiğini hav- salası alamazdı. Şeytanın, onun mükemmeli aşan akus- tik düzenlemesiyle inşa ettiği camilerinde okunan ilahileri başkalaştırarak, insanoğlunu esir alabileceğini anlaması im- kânsızdı. İmkânsızdı, böyle- sine bir soysuzlaşma, böyle- sine bir mangıra esir olma… Tıpkı, taşı yeniden yaratarak, taşa can ve ruh vererek dü- zenlediği akustik dururken ca- milerinde o acayip ses dü- zenlerinin kurulmasını anlaya- madığı gibi… Sustu ve o muhteşem ses- sizliğine bürünerek, geldiği gi- bi gitti sonsuzluğun huzur ve sükûnuna. Rüya mıydı, gerçek mi? Mi- mar Sinan ve gördüklerim be- ni de şaşırttı, sarstı. Rüya ve- ya gerçek, ne fark ediyor ki? Yaşananlar utanca buladı yüzümü. Söz, bitti. Akıl, uçtu gitti. Beş asır öncesinden gelip şaşıran, kahreden Mimarbaşı Sinan’ın sözleri kaldı bir tek çınlayıp duran: “Bre dürzü- ler!..” BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Kadõnlarõn ayak bileklerine taktõklarõ bile- zik... Demir elementinin simgesi. 2/ İs- kambilde koz... Litvanya’nõn para birimi. 3/ Tanrõ ile şakalõ, takõlmalõ bir söyleyişle ve konuşur gibi yazõlan tekke edebiyatõ şiir türü. 4/ Güzel, hoş, la- tif... Bir renk. 5/ Ye- mek... Orta Karadeniz yöresinde, sürülerin kõşõ geçirdikleri kuy- tu ve sõcak yerlere ve- rilen ad. 6/ Kaliteli bir kõrmõzõ şarap ve- ren üzüm cinsi... Po- kerde her oyuncu tarafõndan ortaya konan para. 7/ II. Dünya Savaşõ sonlarõnda Japonlar tarafõndan kul- lanõlan intihar uçaklarõna ve bunlarõn pilotlarõna ve- rilen ad. 8/ Bir hekimin ustalõğõ. 9/ Abide... Poker- de, birbirini izleyen değişik renkteki beşli diziye ve- rilen ad. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Kapsüllerinden afyon, tohumlarõndan yağ elde edi- len bitki... Alan ölçüsü birimi hektarõn kõsa yazõlõ- şõ. 2/ Soyundan gelinen kimse... Briçte, oyuncular- dan birinin elinde bir renkten hiçbir kâğõt olmama- sõ. 3/ Susamurundan elde edilen post... Uygun bu- lan, benimseyen. 4/ Vücudun herhangi bir yerini ha- fifçe çizip, üzerine boynuz, bardak ya da şişe otur- tarak kan alma. 5/ Közlenmiş patlõcan, kõyma ve yo- ğurtla yapõlan bir tür meze. 6/ Sõcak bölge orman- larõnda yetişen bir tür sarmaşõk... Elma, armut, ka- yõsõ gibi meyvelerin kurutulmuşu. 7/ Bir cetvel tü- rü... Barõndõrma. 8/ Bir nota... Saban, pulluk ya da traktörün toprakta açtõğõ iz. 9/ Çukur yer... Sigorta- cõlõkta, hurdaya çõkmõş taşõt araçlarõ için kullanõlan sözcük. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Ğ Ü M G Ü M S İ E R İ N A Y E T L E M P İ R A A G K Ü T İ K Ü L E T R E H A V İ L O Ş R U E K P A S A R Z T İ M P A N İ M A K A L A T Y A 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK fhakancelik@mynet.com
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear