26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 15 HAZİRAN 2009 PAZARTESİ 10 DIŞ BASIN dishab@cumhuriyet.com.tr DEĞİŞEN DÜNYADAN HÜSEYİN BAŞ Aç Dünya BM Gıda ve Tarım Örgütü FAO tarafından sürek- li olarak yayımlanan bilimsel raporlar, gezegenin aç- lık ve az beslenme sorununa çare üretilmediğini or- taya koymaktadır. Dahası sorun giderek daha da be- ter hale gelmektedir. Güneyin azgelişmiş ülkelerin- de yaşayan milyarlarca insan ve çocuk düpedüz aç ya da açlığın sınırında yaşamaya çalışmaktadır. Ama açlık ve yetersiz beslenme piyasa ekonomisi- nin egemen olduğu zengin ülkelerin de yabancısı de- ğil. Birleşik Devletler’de 5 yaşın altında 3.5 milyon ço- cuk az beslenme sorunuyla karşı karşıya. Zengin Fransa’da açlığın sınırında yaşamaya çalışan 8 mil- yona yakın yoksul ve evsiz barksız var. BM beslenme hakkı özel raportörü İsviçreli bilim adamı ve ünlü ‘Utanç İmparatorluğu’nun yazarı Je- an Ziegler’e göre gezegenimiz bugünkü nüfusun iki katı, 12 milyar insanın karnını doyuracak kapasite- de. Oysa günümüz dünyasında 850 milyonu aşkın insan giderek artan sürekli açlık ve az beslenme so- runuyla yaşamaktadır. Bu kabul edilemez bir skan- daldır. Açlığın önde gelen nedenleri arasında ise yok- sul ülkelerin dış borçları, fiyatları artan tarım ürünle- ri, zengin ülkelerin yetersiz yardımları ve yardım ta- ahhütlerini yerine getirmeyen davranışları yer al- maktadır. BM’nin bir başka özel raportörü Olivier de Schut- ter’e göre açlık denilen büyük sorunun temel ne- denleri gerektiği gibi irdelenmemektedir. Özellikle de az beslenme olgusunun ve krizinin yapısal neden- lerine değinilmekten kaçınılmaktadır. Örneğin biyo- yakıtın olumsuzlukları es geçilmekte, bu tür üretime ayrılan geniş tarım alanlarının yerel küçük işletmelere vereceği zararlara değinilmekten kaçınılmaktadır. Je- an Ziegler biyoyakıtın açların dünyası için bir lüks ol- duğunu öne sürmekte ve şu uyarının kulaklara kü- pe olmasına çalışmaktadır: “Bir depo biyoyakıt için 350 kilogram mısır gerekmektedir. Bu bir Afrikalı aç çocuğun bir yıllık gıdasıdır! Endüstrileşmiş ülkelerin yönetimleri onca çekin- dikleri terorizm ve kitlesel göçleri daha yumurtada iken boğmak istiyorlarsa açlığın pençesinde yaşamaya ça- lışan ülkelere yardım etmeli, yanlış tarım ve gıda po- litikalarıyla onların durumunu daha beter hale getir- mekten özenle kaçınmalıdırlar.” Zira yakın gelecek- te yine bir gıda krizi var. Açlık sorunu, tıpkı küresel ısınma, çevrenin, doğanın talan edilmesi gibi bütünüyle insandan kaynaklan- maktadır. Oysa yeterli beslenme, eğitim, sağlık hiz- metleri, temiz su vazgeçilmez insan hakları arasın- da yer almaktadır. Bu açıdan yaklaşıldığında Jean Zi- egler’in şu sözleri apayrı bir anlam kazanmaktadır: “Açlıktan ölen her insan katledilmiş bir insandır.” Ama açlığın merkezinde, yine de çok sayıda ne- denin yanında, yoksulluk yer almaktadır. Örneğin dün- yanın en büyük demokrasisi olarak ünlenen Hindis- tan’da 240 milyon Hintli günde yarım Avro ile yaşa- maktadır. BM Dünya Beslenme Programı’na (PAM) göre açlık AIDS, salgın hastalıklar ve tüberkülozdan ölenlerin toplam sayısından fazla insanın ölümüne yol açmaktadır. Yine aynı kaynağa göre açlık ve az bes- lenmeden çocuklar dahil günde 25 bin insan öl- mektedir. Açlık her altı saniyede bir olmak üzere gün- de on dört bin çocuğun ölümüne neden olmaktadır. Sürekli açlık çeken insanların sayılarının, tahıl fiyat- larının da artmasıyla 2009’da 1 milyarı geçeceği he- saplanmıştır. Biraz da bu yüzden çok sayıda ülke, yoksullarının sayılarının ortaya çıkmasını, anlaşılır ne- denlerle istememektedir. Gelişmekte olan 163 ülkenin sadece 57’si yoksullarının sayılarını saptamışlardır. 1990’dan günümüze 92 ülke ise bu yönde bir çalış- madan uzak durmayı yeğlemişlerdir. Örneğin Türki- ye’de yoksulların sayısı bilinmekte midir? Jean Ziegler’e göre dünyanın karşı karşıya oldu- ğu açlık sorunu, IMF ve Dünya Bankası’nın uzun yıl- lar boyunca çok sayıda ülkeye dayattığı liberalleşme, özelleştirme ve büyük sermayenin kârlarının maksi- malizasyonuna dönük politikalardan kaynaklan- maktadır. “Kapitalist dünya düzeni salt öldürücü de- ğil, aynı zamanda bütünüyle saçmadır. Zira insanla- rı gereksiz yere öldürmektedir!” Aşağıdaki verilere gö- re salt sermayenin palazlanmasına dönük politika- lar gezegende yarattığı inanılması güç ve utanılası eşitsizlikleri de beraberinde getirmiştir. Yoksulluğun temelinde bu olgu mevcuttur. Ve yoksulluk salt ge- lişmekte olan ülkelere özgü değildir. Zengin ülkele- rin de açları, yoksulları vardır. BM Üniversitesi’nin ko- nuyla ilgili olarak 2000 yılında gerçekleştirdiği araş- tırmanın sonuçları bugün de geçerliliğini korumak- tadır: “Gezegendeki yetişkinlerin en zengin yüzde 2’si dünyanın tüm zenginliklerinin yarısından fazlasının sa- hibidir. En zengin yetişkinlerin yüzde 1’i gezegenin tüm zenginliklerinin yüzde 40’ını elinde tutmaktadır. Top- lam sayıları sadece 37 milyon olan dünyanın en zen- ginlerinin ortalama gelirleri en az 400 bin Avro gibi ür- künç düzeylerdedir. Buna karşılık dünyanın yetişkin nüfusunun yarısından azı ise tüm zenginliklerin yüz- de 1’iyle yetinmektedir. Zengin ülkeler dünyanın tüm zenginliklerinden yüzde 90’la aslan payını alırken, ör- neğin yoksul Afrika insanının payına söz konusu zen- ginliklerin yüzde 1’i düşmekte, milyarı aşkın insan gün- de bir dolar, 5 litre temiz suyla aç-susuz yaşamakta, liberal piyasanın egemenliğindeki dünyada zengin- lerin sayıları arttıkça da, buna koşut olarak yoksulla- rın ve açların, açlıktan ölenlerin sayıları da kaçınılmaz biçimde artmaktadır. Piyasa ekonomisinin yırtıcıları- nın talan boyutlarına ulaşan soygunları sürdükçe in- sanların açlıktan ölmeleri de sürecektir. İnsandan kay- naklanan bu vahim sorunun çözüme ulaştırılması da yine öncelikle insanlara düşmektedir.” M erkez sağdakiler, Avrupa Parlamentosu seçimleri sonuçlarõnõ kutlamadan önce katõlõm oranõ sayõlarõna baksalar iyi olur. 30 yõldõr yapõlan doğrudan seçimlerdeki en düşük oran bu. AB liderlerinin emelleriyle seçmenlerinin ilgisizliğini, hiçbir şey yüzde 43’ün altõndaki katõlõm oranõ kadar iyi resmedemezdi. Görevi bõrakmaya hazõrlanan AP Başkanõ Hans-Gert Pöttering, Avrupalõlarõn kendi parlamentolarõnõ istediklerinde ne kadar õsrar etse de bu istekleri sandõğa gitmelerini sağlayacak kadar değildi. Eğer Lizbon Antlaşmasõ yõl sonuna kadar onaylanõrsa, hem daha sağcõ hem de daha Avrupa karşõtõ bir parlamentoyu yetkilendirecek. Atõlõm yapanlar milliyetçiler ve aleni yabancõ düşmanlarõ oldu. Hollanda’da ikinci olan, İslam karşõtõ kampanyanõn sahibi Geert Wilders veya Macaristan’õn 22 sandalyesinden 3’ünü alan Çingene karşõtõ parti Jobbik gibi. AB karşõtlarõ Danimarka, Finlandiya, Avusturya ve Çek Cumhuriyeti’nde daha fazla sandalye kazandõ. Bu, çekimserlerin çokluğunun başka bir sonucuydu. Böylece bir Avrupa parlamentosunda temsil edilmesi gereken en son kişilere kürsü sağlandõ; neo-faşistlere ve õrkçõlara. Solun hataları Merkez sol, bir dizi sebeple duvara tosladõ. Avrupa Reformu Merkezi’nin belirttiği gibi, kapitalizmin krizde olduğu savõnõ koz olarak kullanmayõ başaramadõ. Fransa Cumhurbaşkanõ Nicolas Sarkozy ve Almanya Başbakanõ Angela Merkel, çoğu zaman (solcu -ç.n) İngiltere Başbakanõ Gordon Brown’dan daha müdahaleci olarak sosyal demokrasiye meydan bõrakmadõ. Mali kriz durumunda seçmenler, görevdeki hükümeti korumaya yöneldiler ve Brown’un, Fransõz ve Alman meslektaşlarõnõn doğallõkla yaptõklarõ gibi, bu ağacõn meyvesini toplayamamasõ, onun başarõsõzlõğõnõn bir ölçütüdür. Fakat merkez sol suçu kendisinde de aramalõ. İspanya’da AB’ye sõnõrlõ bir ilgi gösteren Jose Luis Rodriguez Zapatero’yu başbakan yaptõ. Fransa’da sol 7 yõldõr devam eden düşüşle birlikte erimekte. Şimdi Europe Ecologie lideri olan, eski 1968 Mayõsõ öğrenci lideri Daniel Cohn-Bendit’in neredeyse Sosyalist Parti lideri Martine Aubry kadar oy almasõ; ilkinin aydõnlõğõnõ, ikincisinin ise bozulmuşluğunu gösteren ciltlerce yazõya bedel. Fransõz solu yeniden toplanmalõ, Cohn- Bendit ile ittifak iyi bir başlangõç olur. Merkez sağdaki Avrupa Halk Partisi’nin başarõsõ, ikinci dönemi için Jose Manuel Barroso’yu AB Komisyonu Başkanlõğõ’na başlõca aday yapõyor. Ama Avrupa Halk Partisi’nin hâkimiyeti aynõ zamanda, daha çok Polonyalõ ve Çek AB karşõtlarõyla müttefik olan Muhafazakâr Parti lideri David Cameron’õn başbakan olmasõ halinde İngiltere’nin yalnõzlaşmasõnõ da getirecek. Şimdiki sonuçlardan beklendiği gibi İrlanda’daki ikinci referandumda kabul edilmesi halinde, Merkel ve Sarkozy, Lizbon Anlaşmasõ’nõ yürürlüğe koyacaklar. İngiltere ise bir kez daha ters yönde hareket ediyor olacak. İngilizceden çeviren: Engin Esen (Guardian gazetesi başyazısı, İngiltere, 9 Haziran 2009) Atõlõm yapanlar milliyetçiler ve aleni yabancõ düşmanlarõ oldu. Bu, çekimserlerin çokluğunun başka bir sonucuydu. Böylece bir Avrupa parlamentosunda temsil edilmesi gereken en son kişilere kürsü sağlandõ; neo-faşistlere ve õrkçõlara. eçimlerden sonra AvrupaS eçmenlerin ilgisizliğini, hiçbir şey yüzde 43’ün altındaki katılım oranı kadar iyi resmedemezdi Obama göklerde geziyor CHARLES KRAUTHAMMER B aşkan Barack Obama’nõn ilk Avrupa gezisinde, kavgalarõn yukarõsõnda, Amerika ve dünya arasõnda arabuluculuk yapan bir “filozof-kral” gibi davrandõğõnõ gördüm. Şimdi “Müslüman dünyasına” yaptõğõ hac yolculuğundan dönen Obama hakkõnda sol bile aynõ görüşte. Newsweek dergisinden Evan Thomas, Obama’nõn kendisini gururla sõnõrlarõ aşmõş, üstün kişi olarak algõlamasõna yönelik, “Obama ülkenin yukarısında, dünyanın yukarısında duruyor. Bir çeşit Tanrı gibi” yorumunu getirdi. Obama kendisini ilahi gördüğünden değil. (O kendini sadece mesih ya da en kötüsü havari olarak görüyor.) Ama o kendini önemsiz ölümlülerin, önemsiz ülkenin yukarõsõna koyarak, semalardan altõndaki karanlõk ovalarda, sadece kendisinin görebildiği ortak insancõllõğa körleşmiş, cahil ordularõn çarpõşmasõnõ sevecenlikle izliyor. Dünyayõ dolaşarak anlayõşõn müjdesini ve tanrõsal sabrõ getiriyor. Hepimiz birbirimize karşõ günah işledik. Bunun ötesine geçmeli, nezaket ve anlayõşõn güneşli topraklarõna doğru yürümeliyiz. O size kõlavuzluk edecek. Böylece: A) İran’a; bir tarafta ABD’nin bir İran hükümetini devirmek için çalõştõğõnõ, diğer tarafta İran’õn ABD askerlerine ve sivillerine rehin alma ve şiddet eylemlerinde bulunduğunu söyledi. İkimiz de günah işledik; geçmişi gömelim ve yeniden başlayalõm. B) Dini hoşgörü konusunda Lübnan ve Mõsõr’daki Hõristiyanlara hafiften atõfta bulunurken, “Sünni ve Şiiler arasındaki bölünmelerin trajik şiddete yol açtığına” hayõflandõ. (Buradaki edilgen dile dikkat.) Daha sonra Batõ’nõn türban takmaya yönelik düzenlemelerinin dini hoşgörüsüzlüğünü (etkin bir şekilde) eleştirdi. Ve ABD’nin Müslümanlarõn zekât vermesini zorlaştõrdõğõnõ söyledi. C) Obama Müslümanlara, kadõnlarõn eğitimden yoksun bõrakõlmasõnõn ülkeyi yoksulluğa sürükleyeceği konusunda dikkatli bir öğüt verdi. Elbette bunu, “Kadınların eşitliği yalnızca İslamın konusu değil” diyerek dengeledi ve buna “Amerikan yaşamının pek çok alanında kadınların eşitliğine yönelik mücadele sürüyor” şeklinde örnek verdi. Evet doğru. Bir tarafta bazõ Amerikan üniversitelerinde kadõnlarõn beyzbol takõmõna yetersiz mali kaynak sağlanõrken, diğer tarafta Suudi kadõnlarõ bileklerini gösterdi diye sokakta dayak yiyor, okula giden Afgan kõz çocuklarõnõn yüzlerine asit atõlõyor ve İranlõ kadõnlar zina yüzünden taşlanarak öldürülüyor. Hepimizin kusurlarõ, ulusal zaaflarõ var. Yargõlamak kime düşer? Doğru-yanlış hesabı İşte bu, Obama’nõn kültürler arasõ tarafsõzlõğõnõn sorunu. En basit gözleme, profesör inceliğinin cilasõnõ veriyor. Elbette tüm insan ilişkilerinde yanlõşlar ve doğrular vardõr. Bizim türümüz günahkâr. Ancak bu, doğrular ve yanlõşlarõn hepsinin aynõ ağõrlõkta olacağõ anlamõna gelmez. CIA’nõn 56 yõl önce bir komploya karõşmõş olmasõ, İran’daki 30 yõllõk eşkõya rejimin rehin almalarõnõ, boğaz kesmelerini, terör saldõrõlarõnõ, sebepsiz katliamlarõnõ dengelemez. Doğru. Fransa türbanõ bazõ kamu alanlarõnda yasaklõyor. Bunun bir nedeni de Müslüman kadõnlarõnõ, mahallelerindeki aşõrõ dinci çetelerin türbana girme baskõsõndan hukuk gücüyle korumak. Ancak laikliğe yönelik bu sert olmayan tercihi (aynõsõ Müslüman Türkiye’de de görülüyor), Müslüman topraklarda azõnlõklarõn yaşadõğõ şiddetle ya da Sünni ve Şiilerin birbirlerine ağza alõnmaz zalimlikleriyle karşõlaştõrmak ayõp kaçõyor. Dini özgürlükler konusunda bile Obama kendi ülkesinde hata bulma dürtüsüne karşõ koyamadõ. “Örneğin ABD’de bağış verme kuralları Müslümanların dini yükümlülüklerini yerine getirmeyi zorlaştırdı” diyerek yabancõ bir kitleye Müslümanlara karşõ ayrõmcõlõk yapõldõğõ izlenimini verdi. Oysa dinden bağõmsõz olarak bağõşlara yönelik tek sõnõrlama terorizme mali kaynak sağlayan derneklere yönelik. Tüm felsefesine karşõn filozof-kral fazla protesto ediyor. Hiç kuşkusuz Obama bu ahlaki eşdeğerlik ve kendini kamçõlama özürleriyle tarihi bir yücelik gösterdiğini düşünüyor. Aksine. Obama ucuz tenezzül, alkõş almak için yakõşõksõz bir açlõk ve siyasi etki için tarihi çarpõtma niyetini ortaya koyuyor. Tarihi çarpõtmak gerçeği söylemek değil, tatlõ yalanlar söylemektir. Yanlõş bir eşitlik yaratmak ahlaki liderlik değil, ahlaktan el çekmektir. Ülkenin, tarihin yukarõlarõnda gezinmek üstünlüğün işareti değil, birinin ülkesine yönelik rahatsõz edici duygu tezadõnõ gösterir. İngilizceden çeviren: Elçin Poyrazlar (Washington Post, ABD, 12 Haziran 2009). CIA’nõn 56 yõl önce bir komploya karõşmõş olmasõ, İran’daki 30 yõllõk eşkõya rejimin rehin almalarõnõ, boğaz kesmelerini, terör saldõrõlarõnõ, sebepsiz katliamlarõnõ dengelemez. Doğru. Fransa türbanõ bazõ kamu alanlarõnda yasaklõyor. Bunun bir nedeni de Müslüman kadõnlarõnõ, mahallelerindeki aşõrõ dinci çetelerin türbana girme baskõsõndan hukuk gücüyle korumak. Ancak laikliğe yönelik bu sert olmayan tercihi (aynõsõ Müslüman Türkiye’de de görülüyor), Müslüman topraklarda azõnlõklarõn yaşadõğõ şiddetle ya da Sünni ve Şiilerin birbirlerine karşõ ağza alõnmaz zalimlikleriyle karşõlaştõrmak ayõp kaçõyor. Cohn-Bendit, Fransız solu için umut olabilir mi?
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear