26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B 17 MAYIS 2009 PAZAR CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR 15 ESİNTİLER ZEYNEP ORAL Niçin Yürüyoruz? kultur@cumhuriyet.com.tr Yarın sabah (18 Mayıs) saat 11:00’de Galatasaray’da bu- luşacak tiyatrocular, Taksime yürüyecekler… Tiyatrocular dediğime bakmayın. Tiyatronun her alanında çalışanlar… Yazar, oyuncu, yönetmen, tasarımcı, çevirmen, eleştirmen, yönetici, müzisyen, teknisyen… Amatör ve pro- fesyonel topluluklar… Gülriz Sururi, birkaç gün önce bu sayfalarda çok açık seçik, en net bir biçimde, neden böyle bir yürüyüş düzen- lediklerini anlatıyordu: Özlemi duyulan hukuk devleti için… Düşünce ve ifade özgürlüğü için… Demokrasi için, laiklik için, insan hakları ve eğitim hakla- rı için… Kul değil yurttaş olduğumuz için… Çağdaş eğitim her gün darbe yediği için… Bilimin ışığının karartıldığını görebildiğimiz için… Ama nedense kimileri bu en açık seçik, en anlaşılır söz- leri anlamamakta ısrarlı! Tiyatrocuların bu çağrısını yaygınlaştırmaya çalıştığım- dan beri, bir de bakıyorum, müthiş bir saldırı taktiğidir baş- lamış, dolu dizgin ilerliyor. Bu tiyatrocular darbe isteyenlermiş, Ergenekoncuy- muş, postalcı tiyatrocuymuş… Bunlar “Türk militarizminin savunucusuymuş!” Koca koca adamlar bunları söyleyip, bunları yazıyor! İnanılır gibi değil ama gerçek! Bunları söy- leyenler, yazanlar geri zekâlı mı? Okuduklarını, duydukla- rını kavramaktan aciz mi??? Yürüyüşe ben de katılacağım. 40 yıldır tiyatro tutkusu- nu, tiyatro sevgisini ve saygısını millete musallat etme ça- bası kontenjanından katılacağım. … Hemen belirteyim; darbeci, postalcı, ne Türk ne Kürt, ne Rus ne Amerikan herhangi bir militarizmin savunucusu ol- madığım için katılacağım yürüyüşe… Ve bu “etiketleri” bol keseden herkesin üzerine yapıştırmaya çalışanlardan hiç ama hiç korkmadığım için katılacağım! (Eyvah, hakkımda kim ne der kaygısından azade olmak iyi bir şey!) Ama en çok en çok, sorguladığım için ve sorgulama hak- kıma sahip çıktığım için katılacağım yürüyüşe… Eleştiri hak- kımı elimde tutabilmek için… Sadece yakınanlar ordusu ola- rak kalmak istemediğim için… Tepkimi ortaya koyabilmek için… Bu ülke benim, benim de söz hakkım var diyebilmek için…. Tiyatro sanatını, tüm öteki sanatlardan farklı kılan özel- liği, hiç kuşkusuz insandan insana dolaysız olarak ger- çekleşmesi.. yani seyirci önünde var edilmesi. Seyirci ol- mazsa tiyatro da olmaz! Bu kez tiyatrocular “Sadece seyirci kalmayın” diyor. Ya- ni tiyatronun özüyle, sözüyle birliğe çağırıyor. “Yargı siyasallaşıyor, seyirci kalmayın!”… “Onlar- Bizler diye kutuplaştırılıyoruz, seyirci kalmayın!” Seyirci kalmamak için; çocuklarım, torunlarım, peki bunlar olurken sen neredeydin diye hesap sorduklarında yanıt verebilmek için yarın yürüyor olacağım. Çok gençken inanırdım ki, ileride, zamanla militarizm, ma- çoizm, ırkçılık, köktendincilik, etnikçilik, saldırgan milliyet- çilik, ileride yok olmasa bile en azından gerileyecek… Ya- nılmışım. Bunların hepsi gemi azıya alıp arttı, yoğunlaştı, ya- yıldı! Bunlara karşı koymam gerektiği inancımı yitirmediğim için de yarın yürüyor olacağım. Geri zekâlılar hâlâ anlamadılarsa yineleyeyim: Darbe istediğim için ya da orduyu çağırmak için değil! Evrensel çağdaş değerlerin özlemiyle yanıp tu- tuştuğum için… Şu Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceğine da- ir hâlâ umutlarım olduğu için yarın yürüyeceğim. Sessiz yürüyüş, Taksim’de, Atatürk anıtına konulacak çelenk ve saygı duruşuyla sona erecek. Bilginize… zeynep@zeyneporal.com faks: 0 212 257 16 50 Kimin cebindeydi kurşun asker?.. Kendisini, Andersen’in öyküsündeki askere benzeten bir Fransõzõn mõ? Babam yenilerini alõr 1841 yõlõnõn bir bahar gününde, “Ramses” ad- lõ gemi, Ege Denizi’nden giriş yapar Çanakkale Boğazõ’na.Geminingüvertesinde,sabahõnilkõşõk- larõnõn aydõnlattõğõ manzarayõ hayranlõkla izleyen bir yolcu, günümüzde birçok insanõn Kõz Kule- si’nde yaşandõğõnõ sandõğõ bir aşkõ anõmsar: “Le- ander kendisini sevgilisi Hero’dan ayıran, iki kentin arasındaki bu boğazı fırtınalı havada yüzerek geçiyordu. Fırtınada aşkın ışığıyla ya- nan lamba söner, fırtınada yanan kalpler buzlara döner.” Tek bacaklı kurşun asker Otuz altõ yaşõndaki bu yolcu, İngiliz şair Lord Byron’un, kendinden otuz yõl önce Çanakkale’ye geldiğini ve efsaneyi gerçekleştirmek için Lean- der gibi Boğaz’õ yüzerek geçtiğini de bilmekte- dir. Genç adamõn gözüne, gemi Çanakkale li- manõna doğru yanaşõrken askerler takõlõr: “Ken- tin kalesinde yan yana dizilen toplar bizi se- lamlamıyor. Avrupai üniformaları ve başla- rında kırmızı fesleriyle askerler kalenin maz- gallarından, topların arasından bakıyorlar.” Gemide, bir Türkle şiir üzerine sohbet eden yol- cu, yetmiş dört yõl sonra, yani 1915’te Çanakka- le’ye gelmiş olsaydõ, üniformalarõnõ anlatacağõ as- kerlerin sayõsõ da artardõ! Çanakkale Savaşõ’nõn ilk haftalarõnda, hiç de bilinmeyen bir tutuklama olayõ yaşanõr İstanbul’da. Polisler, İstiklal Cad- desi’nde,Avrupa’dangetirilenmallarõnbulunduğu bir mağazayõ basarak, satõlmakta olan bir eşya- nõn tümüne Fransõz yapõmõ olduğu gerekçesiy- le el koyarlar. Tutuklananlar kurşun askerler- dir! ÇanakkaleSavaşõ’nõkurşunaskerlerlean- latõrken, bir şiir okuyalõm Oktay Ri- fat’tan: Uçaklar gelecekmiş / Korkum yok benim / Kâğõt gemilerim / Kurşun askerlerim hazõr / Hem bunlar bo- zulursa / Babam yenilerini alõr. Kâğõt gemi ve kurşun asker!… Aca- ba diyorum, Oktay Rifat bu dizeleri ya- zarken, çocukluğunda masallarõnõ okuduğu HansChristianAndersen’inetkisindekal- mõş olmasõn!?. Çocuk askerleri ma- sayadizerkenbirtanesinintekbacaklõ olduğunu görür. Kalõba en son dö- külenbuasker,kurşunyetmediğiiçintek bacaklõ gelir dünyaya. Masanõn üstündeki karton şatonun içinde, tek ayağõ üstüne dans eden balerin takõlõr kurşun askerin gözüne. Bir- den mutlu olur bizimki. Neden olmasõn ki, o gü- zel kõzõn da tek ayağõ vardõr! Gece el ayak çe- kildiğinde tüm oyuncaklar neşe içinde oynama- ya başlarlar. Saat on ikiyi vurunca da, bir kutu- nun içindeki yaylõ kukla fõrlayõverir dõşarõ. Tek ba- caklõ kurşun askeri “Sana ait olmayan şeylere göz koyma” diye uyaran kötü ruhlu kukla, kur- şun askerin aldõrmazlõğõ karşõsõnda savurur teh- didini: “Sabahı bekle, görürsün gününü.” Sa- bah olunca uyanan çocuk, kurşun askeri pence- renin kenarõna koyar. İşte o an, kurşun asker, kuv- vetliceesenbirrüzgârtarafõndansokağadüşürülür. İki taşõn arasõna tepe üstü sõkõşmõş bir şekilde, ba- şõna gelenin kötü ruhlu kuklanõn işi olduğunu düşünür yağmur altõnda õslanõrken. Sokak ço- cuklarõ bulduklarõ kurşun askeri bir kâğõt ge- minin içine koyup, yolun kõyõsõndan ak- makta olan yağmur suyuna bõrakõrlar. Za- vallõ tek bacaklõ kurşun asker, dimdik dur- duğu kâğõt geminin içine bir yeraltõ bo- rusuna girer. Farelere karşõ korkusuzca savaştõktan sonra denize ulaşõr. Ne var ki, kâğõtgemisiiyiceyõprandõğõndan,su- lara gömülmekten kurtulamaz. Bir süre yutulduğu balõğõn midesin- de bekler. Gün õşõğõna kavuş- tuğunda, balõğõn karnõnõ bõçakla kesen kadõn gibi şaşkõndõr! Armağan olarak ge- tirildiği çocuğun evine geri dönmüştür. Sõcak yu- vasõndadõr yeniden. Daha da önemlisi, tek ayak- lõ balerine kavuşmuştur. Sevgilisiyle bakõşõrken, çocuk birden eline alõr ve ateşe atar kurşun askeri. Erirken bile dimdik ayakta durmakta ve gözleri- ni kendisi gibi tek bacaklõ olan balerinden ayõr- mamaktadõr…Kapõaçõlõrverüzgârbalerinideatar ateşe. Ertesi sabah, sobayõ temizleyen hizmetçi, kurşundan yapõlma küçük bir kalp bulur küllerin arasõnda!.. Andersen’in öyküsünü anõmsatmamõn nedeni, ÇanakkaleSavaşõ’nakatõlankurşunaskerdir!..Her yağmur sonrasõ, savaşan askerlerin gömülü olan eşyalarõ çõkar toprak üstüne. Kül tablasõ, cõmbõz, cep aynasõ, tõrnak makasõ, çakõ gibi eşyalarõn bir kõsmõ Eceabat’taki “Çamburnu İdare ve Ta- nıtımMerkeziMüzesi”ndesergilenmektedir.Söz konusu eşyalar arasõnda bir de “Heykelcik” vardõr. Bu adõ taşõyor olsa da, savaş alanõnda bu- lunan, o yõllarda yapõlan bir kurşun askerdir! Yetmiş dört yıl sonra... Kimin cebindeydi kurşun asker?.. Ken- disini, Andersen’in öyküsündeki askere benzeten bir Fransõzõn mõ? Öyle ya, o da bir kâğõt gemiye bindirilmiş ve tek bacaklõ kurşun asker gibi bir bilinmeze doğru sü- rükleniyordu. Siperlerin içi de fare kay- nõyordu üstelik!.. Yoksa, savaşa giden ba- basõnõncebinebirçocukmukoymuştukur- şun askeri? Küçük yüreğiyle uğur getireceği- ne inanmõştõ… Masaldaki asker geri dönmüyor muydu evine? Belki de, bir aşkõn simgesidir kur- şun asker? Masalõn sonu gibi kavuşmayõ, kalp- lerinin bir olmasõnõ umut eden bir sevgili vermiştir onu, ateşe giden nişanlõsõna? Bu sorularõn yanõ- tõnõ bilemeyiz elbette. Tõpkõ, otuz altõ yaşõndaki HansChristianAndersen’in,gemiyle1841yõlõnda Çanakkale Boğazõ’ndan geçerken, yazdõğõ öy- küden etkilenen bir askerin, yetmiş dört yõl son- ra, baktõğõ topraklara savaşmak üzere cebinde kur- şun askerle geleceğini bilemeyeceği gibi!.. Kavanozdiplidünyayada‘Akvaryum’ UĞUR HÜKÜM CANNES - 62. Cannes Film Festivali 2. gününe adõ katõ- lõmcõ yönetmenler arasõnda ikin- cil çemberde geçen İngiliz si- nemacõ Andrea Arnold’un “Fish Tank / Akvaryum”u ile açtõ. Her zaman olduğu gibi şenliğin düzenlendiği Festival Sarayõ’nõn en büyük gösterim salonu, 2500 kişilik Grand Théa- ter Lumiere saat 8.30’da başla- yacak gösteri için saat 7.45’ten itibaren hõzla dolmaya başladõ. İsyan, taşkınlık, şiddet... Yaşam sanki bir “Akvar- yum”. Nefes nefese bir İngiliz “Neo-Neo Realizm” örneği da- ha. Ken Loach - Mike Leigh ekolünün yeni temsilcilerinden 1961 doğumlu Andrea Ar- nold’un resmi yarõşma filmi “Fish Tank”in kahramanõ da yönetmeni gibi bir kadõn. 15 ya- şõndaki genç Mia’nõn kanõnda, zaten kendisi toplumun sõnõrla- rõnda yaşayan annesinin deyi- şiyle “malice / kötülük” var. Aslõnda 15’lik zeki ve çekici kü- çük kadõn herkesten daha öte ya- şadõklarõnõn bilincinde. İsyanõ- nõ ancak taşkõnlõk, şiddet ve küfürle ifade edebiliyor. Önce- likle şefkate ihtiyacõ var. An- nesinin güzel huylu yeni dostu onun gönlündeki hem baba, hem sevgili boşluğunu beklen- medik bir biçimde doldurmaya başlõyor. Örtülü sefaletin kol gezdiği, her mahalle köşesinde bir polis arabasõnõn devriye bek- lediği bir banliyö sitesinde ömür tüketmeye mahkûm veyahut da reşit olmayan sorunlu çocukla- rõn toplandõğõ õslahevlerine gi- decek. Yani akvaryum metaforlu (eğretilemeli) dünyasõndan doğ- rudan hapishaneye taşõnacak. Halbuki onun hayali ayakta ölü- mü bekleyen göçerlere ait yaş- lõ bir atla mutlak özgürlüğe ka- vuşmak. Sinemaseverlerin “Wasp” (2003 - kõsa metraj) ve- ya “Red Road” (ilk uzun met- rajõ 2006) isimli eserlerinden ha- tõrlayabileceği Arnold’un 5. fil- minde, muhazakâr Margaret Thatcher’in önünü açtõğõ libe- ral Tony Blair’in pekiştirdiği “Hür” İngiliz toplumunda dip- te kalan çoğunluğa hiç umut õşõ- ğõ yok. ‘Beynine kara çarşaflar’ Kavanoz dipli dünyanõn en azõn- dan umutlarla beslenen, her yoldan kapağõ yurtdõşõna atmaya çalõşan, kendi olanaklarõ çapõnda yeraltõn- da zengin bir kültürel, sosyal evren yaratmaya çalõşan bir avuç İranlõ gencin gerçek hikâyesini anlatan bir film de, festivalin paralel bölüm- lerinden “Un Certain Regard / Be- lirli Bir Görüş”ün açõlõşõnõ yaptõ. Türkiye’de “Sarhoş Atlar Zama- nı” başlõklõ filmiyle yakõndan ta- nõnan İranlõ Kürt sinemacõ Bahman Ghobadi’nin (1969) 4. uzun met- rajlõ filmi “No One Knows Abo- ut Persian Cats / İran Kedileri- ni Kimse Bilmez”i, İran’da fark- lõ müzik yapmakla uğraşan genç müzisyenler etrafõnda “beynine kara çarşaflar” giydirilmeye ça- lõşõlan bir sistemin açmazõnõ vur- guluyor. Herkes bir biçimde yolu- nu bulsa da filmden İngiliz dünya- sõndan daha umutlu çõkamõyoruz. Herkes kendi fanusunda esir. Andrea Arnold ‘Fish Tank / Akvaryum’da isyanını taşkınlık, şiddet ve küfürle ifade edebilen, 15 yaşında, zeki ve çekici bir genç kızın öyküsünü anlatıyor. Fotoğraf: GÜROL KUTLU Dame de Sion Edebiyat Ödülü’nü ilki Gürsel Korat’a verildi Kültür Servisi - Özel Notre Dame de Si- on Fransõz Lisesi’nin Fransa ve frankofon ülkelerle Türkiye arasõndaki kültürel alõş- verişe ve sanatsal etkinliklere katkõda bu- lunmak amacõyla bu yõl ilk kez düzenledi- ği ‘Notre Dame de Sion Edebiyat Ödü- lü’ne “Kalenderiye” adlõ romanõyla Gür- sel Korat değer görüldü. ‘Notre Dame de Sion Mansiyon Ödülü’ne de “Şehper, Dehlizdeki Kuş” adlõ romanõyla Ayşegül Çelik değer görüldü. Fransõz Sarayõ’nda dü- zenlenen törenin şeref konuğu edebiyat ustasõ Yaşar Kemal idi. Ödülünü Notre Da- me de Sion Edebiyat Ödülü Seçici Kurul Başkanõ Tomris Alpay’õn elinden alan Korat, teşekkür konuşmasõnda neden ilk de- fa bir edebiyat ödülünü kabul ettiğini şu söz- lerle açõkladõ: “Ben yarışmalara karşıyım. Ama böyle bir ödülü reddetmek kabalık olurdu”. Notre Dame de Sion Lisesi’nin Notre Dame de Sionlular Derneği ile birlikte yürüttüğü tasarõnõn seçici kurulu; Tomris Alpay, Dr. Yazgülü Aldoğan, Dr. Nükhet Güz, Mayda Saris, Doç. Dr. Füsun Türk- men, Feyza Zaim, Özlem Yüzak, Saadet Özen ve R. Ebru Erbaş’tan oluşuyor. Akbank Sanat’õn giriş katõ yeniden hizmete girdi Kültür Servisi - Akbank Sanat, her katõnda dü- zenlenen farklõ etkinliklerle sanat camiasõnõ bir ara- ya getirdi. Yenilenen giriş katõyla eskisi gibi altõ katta hizmet vermeye başlayan Akbank Sanat’ta, konuklara 2009 yõlõndaki sanat programõndan ör- nekler sunuldu. Düzenlenen programda, eşza- manlõ olarak her katta cazdan modern dansa, kla- sik müzik dinletilerinden atölye çalõşmalarõna kadar uzanan bir yelpazede farklõ etkinlikler baş- ladõ. Etkinliklerde Zeynep Tanbay Dans Proje- si, Burçin Büke gibi sanatçõlar beğenilen perfor- manslarõyla yer aldõ. Çağdaş sanata dair film gös- terimlerinin ve atölye çalõşmalarõnõn da gerçek- leştirildiği programda iki farklõ sergi düzenlendi. Giriş katta Ali Akay’õn küratörlüğünü yaptõğõ, Ay- şe Erkmen, Seza Paker, Leyla Gediz, Brice Dellsperger, Trisha Donnelly, Wang Du’nun ya- põtlarõnõn sergilendiği “Hep Aynı Şarkı” sergisinin açõlõşõ yapõlõrken, birinci katta Lynn MacRitchie ve Denizhan Özer’in küratörlüğünü yaptõğõ, Ale- xey Moskvin, Lütfi Özden, Lynn MacRitchie ve Denizhan Özer’in çalõşmalarõnõn yer aldõğõ kar- ma sergi “Altın Şehir” davetliler tarafõndan ilgiyle karşõlandõ.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear