01 Aralık 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Taş Atan Çocuklar Geriye dönüp baktığımda dehşet verici bulduğum “taş savaşı” çocukluk yıllarımın en gözde oyunların- dan biriydi. Nedendir bilinmez, başka mahallelerin ço- cuklarıyla düşmanlaşmıştık; birbirimize “savaş” ilan eder, uygun bir alanda amansızca kapışırdık. Bizim mahallenin çocukları için en uygun yer şimdi Cihangir Parkı olan o zamanki toprak sahaydı. Savaş çağrı- mıza uyan “düşman” mahalleyi sahanın bir ucundaki mevzilerimizde beklerdik. Cephaneleriyle gelirler, kar- şı uçta yer tutarlar, sonra savaş başlardı. İşaret par- mağıyla başparmak arasına sığabilecek ve “c” biçi- minde kıvrılan orta parmağın üzerine kolayca yerle- şebilecek, genelde yassı çakıl taşlarıydı silahlarımız. Önce hedefimizi belirler, sonra olanca gücümüzle fır- latırdık taşımızı. Tehlikeli bir oyundu, sonunu her geçen dakika ar- tan yaralı sayısı belirlerdi; artık işe yaramaz duruma düşen yaralıların artmasıyla taraflardan biri ya pes edip beyaz bayrak gösterir ya da tabana kuvvet savaş ala- nından kaçardı. Böyle bir savaş sırasında düşmanın attığı bir taşın sağ gözümle şakağım arasında bir ye- re rastlaması sonucunda yere yıkılıp kan içinde kal- dığımda 10 yaşındaydım. Bayılmışım. Gözlerimi İlk Yar- dım Hastanesi’nde açtım. O son savaşımdan kalan ya- ra izini 56 yıldır taşıyorum. Her yüzümü yıkadığımda gözüm o ize takılır, “ne delilikmiş” diye düşünürüm. 1940’ların sonuyla 1950’lerin başları arasında ka- lan yıllarda ben yaştaki çocukları bu tür “kanlı oyun- lara” yönelten neydi? Hangi toplumsal olgulardı? Kav- gasız gürültüsüz yaşayan derli toplu ailelerin ço- cuklarıydık. O televizyonsuz yıllarda bize kötü örnek olacak diziler de yoktu. Vurdulu kırdılı filmler oyna- tan sinemalara da gitmezdik. Nüfusu bir milyonu an- cak bulan, köşe başlarında kapkaççıların pusuda bek- lemediği, insanların birbirlerini gelişigüzel öldürme- diği, gazete sayfalarını her Tanrı’nın günü yeni cinayet haberlerinin kirletmediği uygar bir kentte, o yılların İs- tanbul’unda yaşıyorduk. Uzmanlar, “Çocuklarda şiddet duygusu içgüdüsel olarak vardır ve bu çok doğaldır,” diyorlar. Onlara gö- re, “çocukları bu duygunun olumsuz etkilerinden bi- linçsiz olarak kurtarmaya çalışmak” sağlıklı olmadı- ğı gibi tam tersine, “bunun yapılması çocuğun şid- det duygusunu bir potansiyel olarak içine gömme- sine ve patlamak için fırsat kollamasına neden olabilir.” Bunları neden yazıyorum? Güneydoğu’da gü- venlik güçlerine taş attıkları nedeniyle Terörle Mü- cadele Yasası’na göre tutuklu olarak yargılanan, yaş- ları 13-17 arasında değişen çok sayıda çocuk var. Bunlar, yasanın adından da belli olduğu gibi terörist suçlamasıyla yargılanıyorlar. Düşünüyorum, bizler 40’lı, 50’li yıllarda içgüdüsel olarak içimizde var olan şiddet duygularını dışarı at- mak için yaşıtlarımızla taş savaşlarına tutuşuyorduk. Onlar ise gözlerini şiddet ortamına açmışlar, o or- tamda büyümüşler. Kırk binden fazla cana mal olmuş, hâlâ can alan “düşük yoğunluklu bir savaşın” sürdüğü, on yedi bin “faili meçhul” cinayetin işlendiği bir böl- gede yaşıyorlar. Kentlerinin üzerinde harekâta giden savaş uçak- ları uçuyor, caddelerinden her gün -biz, eski za- manların İstanbullu çocuklarının ancak ulusal bay- ramlardaki geçit törenlerinde gördüğü- savaş taşıt- ları geçiyor. Asker dolu kamyonlar çatışmaya gidi- yorlar. Kimilerinin yakınları ise “karşı tarafta.” Onlarsa çocuk, çatışmalarda, silahlarda, ölümler- de hiçbir payları yok, tek suçları içlerinde gömülü şid- det potansiyelinin onları taşlara yöneltmesi, güven- lik güçlerine taş atmaları; içlerindeki potansiyel şid- dete karşı çıkmamaları, çıkamamaları. Yakalanma- salar, dayak yemeseler, tutuklanmasalar, ağır suç- larla yargılanmasalar belki ertesi gün polis ağabey- leriyle futbol oynayacaklar. Onlar terörün, 30 yıldır süregelen düşük yoğunluklu savaşın asıl mağdurları. Ama ne yazık ki onlara mağ- dur gibi davranılmıyor. İçinde bulundukları tutuklu- luk ortamının bu çocukları yarının ne tür hayatlarına yönlendireceğini düşünmek bile bana korku veriyor. Türkiye, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleş- mesi’ni 19 yıl önce imzalamış. Ne var ki Terörle Mü- cadele Yasası bu sözleşmeyi yok sayıyor, çocuklara “çocuk gibi” davranmanın önünü kesiyor. Ayrıca tüm dünyadaki gibi “suçlu çocuk yoktur”, “suça itilen çocuk vardır” tanımını kabul eden ve “ceza”nın çocuğa uygulanacak en son yaptırım olduğunu öngören Ço- cuk Koruma Kanunu da var hukuk sistemimizde, fa- kat bu da yok sayılıyor. İster Kürt, ister Güneydoğu so- runu diyelim, Cumhurbaşkanı bile sorunu “ülkenin te- mel sorunu” olarak görüyorsa iktidarın ivedi görevi “taş atan çocukların” geleceklerini kurtarmak değil midir? dkavukcuoglu@superonline.com www.denizkavukcuogluyazilari.blogspot.com “Türkiye’de çağdaş şehir- cilik eğitimi ne zaman, nere- de başladı?” Sakõn asõrlõk mimarlõk okul- larõmõzdaki ilk şehircilik dersleri ya da 60’larda ODTÜ’de baş- latõlan öğrenim aklõnõza gelme- sin; çünkü şehircilik, öncelikle bir “kentbilim” eğitimi ola- rak, Ankara Üniversitesi (AÜ) Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde (SBF) 1953’te kurulan “İskân ve Şehircilik Enstitüsü”nde öğretilmeye başlandõ. O yõllardan beri de özellikle kaymakam ve valilerimiz, görev yaptõklarõ ilçe ve illeri “şehir- ciliği bilerek” yönetmenin ka- zanõmlarõnõ yaşõyorlar. Ne var ki aynõ ilçe ve il merkezlerindeki imar yetkileri 80’lerden bu ya- na “belediye”lerde olduğun- dan, günümüzün içler acõsõ kent görünümlerinden de “sorumlu” değiller ama emi- nim ki “üz- gün”ler... Aynõ yetkilerin “bilimsel dene- timden yoksun” ve “keyfiliğe açık” yerel yö- netimlere veril- mesini, şehirciliği hiçe sayarak rant çõkarlarõ doğrultusunda kullanan çoğu belediye başkanõ, uygarlõk tarihimize kim bilir hangi “yüz kızartıcı” tanõmlamayla geçe- cekler... ‘MM’nin 150. yılı... “Mülkiye Mektebi” adõyla kuruluşunun 150. yõlõnõ kutlayan SBF, işte bu sürecin genel de- ğerlendirmesini yapmayõ, “ta- rihsel sorumluluklarının gün- cel yükümlülüğü” olarak gör- dü… Bu amaçla 29 Nisan’da düzenlenen “Türkiye’de Kent- bilim Eğitimi Sempozyu- mu”yla şehircilik öğrenimin- deki birikimlerimizin ve sorun- larõmõzõn bir kez daha ele alõn- masõnõ sağladõ. AÜ Rektörü Prof. Dr. Kemal Görmez ile SBF Dekanõ Prof.Dr. Celal Göle, bir demo- kratik hukuk devletinde şehir- ciliğin, bilim, hukuk ve de- mokrasiyle bütünleşmesi ge- rektiğini vurguladõlar; günü- müzün, “tüm bunları çiğneyen imar politikaları”nõ ise sorgu- ladõlar... Etkinliği düzenleyen “SBF Ernst Reuter İskân ve Şehir- cilik Araştırma ve Uygulama Merkezi”nin Müdürü Prof. Dr. Ayşegül Mengi de yarõm yüzyõlõ aşan geçmişleriyle şehirciliğin “bilimsel” gelişmesi çabalarõna yaptõklarõ katkõlarõ özetledi... Hocaların hocaları Merkezin adõnda anõlarõ ya- şatõlan Ernst Reuter, Hitler fa- şizminden kaçarak Atatürk Cumhuriyetine sõğõnan bilim insanlarõndan... Ülkesine dön- dükten sonra 1948’de Berlin ikiye bölününce, Batõ Berlin’in belediye başkanõ olmuş... Siyasal Bilgiler Okulu’nda 1938-46 yõllarõnda “Şehircilik, Yerel Yönetimler ve Belediye Maliyesi” dersini verirken, ay- nõ okulun öğrencilerinden Prof. Dr. Ruşen Keleş, Prof. Dr. Ce- vat Geray gibi kentbilimi ve ye- rel yönetim sorumluluklarõ ala- nõnda “ulusal onurlarımız” olan bilge hocalarõn da yetişe- ceğini acaba umuyor muydu? Nice kayma- kamlarõmõzõn ve valilerimizin “kente karşı du- yarlı” olmalarõn- da eşsiz katkõlarõ olan bu hocalarõ- mõz, belediyelere “kültürel mira- sa karşı yerel yükümlülük- ler”ini anõmsa- tan “Tarihi Kentler Birli- ği”nin (TKB) Danõşma Kurulu üyeleri... Sempozyumda, şehirciliği- mizin “kentbilim açısından durum”unu irdelerlerken, Prof. Görmez yönetimindeki ilk otu- rumda TKB’nin diğer bilim emektarlarõndan YTÜ Mimarlõk Fak. Dekanõ Prof. Dr. Zekai Görgülü, İTÜ’den Prof. Dr. Handan Türkoğlu, ODTÜ’den de Doç. Dr. Çağatay Keski- nok’la Prof. Dr. Melih Ersoy, eğitim ve uygulamadaki “fark- lılık”larõ ele aldõlar. “Diğer uzmanlıklar”õn ko- nuya bakõşõ için düzenlenen 2. oturumu ise Prof. Dr. Can Ha- mamcı yönetti. İnönü Üniver- sitesi’nden Prof. Dr. Kemal Kartal, Akdeniz Üniversite- si’nden Prof. Dr. Gülser Kayır ve bendeniz, ülkemizdeki şe- hirciliğin toplum, ekonomi, si- yaset ve kent kültürüyle ilişki- lerini irdeledik... İlgili ve katõlõmcõ bir izleyici topluluğuyla gerçekleşen bu et- kinliğin yayõnõ, hem kentleri- mizin uygarca ve bilimsellikten ödün vermeden imar görebil- mesi için kapsamlõ bir yol hari- tasõ; hem de “Mülkiye”mizin kentbilim alanõndaki öncülü- ğünde herkese “ders” niteli- ğinde bir armağan... ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ Mülkiye ve ‘Kentbilim’ HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu@mynet.com ekinci@cumhuriyet.com.tr KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN www.mumtaz-arikan.com HARBİ SEMİH POROY 13 Mayıs 13 MAYIS 2009 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA 15 Gül, bakanlarla yemek yedi. Artan yemekleri kapı önüne gönderselerdi! Uyarı Ahmet Önen: “Ulusal bayramlarımızdan 19 Mayıs yaklaşıyor. Yatağa düşmesin diye Recep’i bahar nezlesine karşı uyarırız!” Kuzu Zekai Buluç: “Türkiye’nin sanayi dinamiklerini ‘babalar gibi satanlar’ şimdi kuzu kuzu Uluslararası Para Fonu’nu bekliyor!” Taktik Erol Barutçugil: “Toplumu, Ergenekon dalgalarıyla sindir; istihdam paketleriyle uyut. İşte iktidarın siyaseti!” YağmurDeniz Tarihi yanılgıların naif adamı YEREL seçim öncesi AKP’nin oyunu yüzde 48 gösterip yüzde 10’luk yanılma payı ile sınıfta çakan kamuoyu yoklamacısı Tarhan Erdem, uzun bir sessizliğin ardından geçenlerde ortaya çıkmış. Atilla Aşut, Erdem’i bir televizyon kanalında bu kez “terör uzmanı” olarak seyretmiş: “Televizyon programında, ayrılıkçı terörist Murat Karayılan’ın dağda ağırladığı özel gazeteci Hasan Cemal’e söylediklerini yorumlayan Erdem, ‘Kürt liderler’ diye nitelediği ayrılıkçı terör örgütü yöneticilerinin açıklamalarını çok önemsediğini belirterek, Türkiye’nin artık bu örgütle bir biçimde masaya oturması gerektiğini söyledi. Tarhan Erdem’in ağzı açık ayran heveslisi kıvamındaki iyimser yorumlarını şaşkınlıkla dinleyen programın sunucusu Ruşen Çakır bile daha fazla dayanamayarak araya girdi ve stüdyo konuğuna, ‘Çok naifsiniz’ demek zorunda kaldı. Naif sözcüğünün, çocuksuluktan safdilliğe uzayan geniş bir anlam yelpazesi olduğunu söylemeye gerek yok. Tarhan Erdem’in naiflikle oportünizm arasında gidip gelen yanılgıları saymakla bitmez! Yaşamı boyunca tarihsel yanılgılara imza atan Tarhan Erdem’i şimdi de ‘terör uzmanı’ sanıp onun aklıyla iş yapmaya kalkışacaklara, ‘kılavuz ve karga’ hikâyesini anımsatmakta yarar var!” Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” İSLAM âleminin son halife adayı Fatih Sultan Recep, hukuka o kadar saygılı, yasalara o kadar önem veriyor ki, Davos’ta fatih olmasaydı herhalde Kanuni Sultan Recep adıyla anılırdı! Zatı şahaneleri birincil savcısı oldukları davanın adını vermeden müjdeyi verdi: “Çoğu gitti azı kaldı!” Medyadaki iktidar yalakası Ergenekon müneccimleri, sekiz-on dalga daha bekliyordu; hesap doğruymuş. Sultan hazretleri “çoğu gitti azı kaldı” buyurduğuna göre bu iş 20. dalgada falan biteceğe benziyor. Bugüne dek 12-13 dalga oldu; geriye yedi-sekiz dalga kaldı demektir. Zatı şahaneleri müjde vermekle kalmadı, çok önemli bir saptamada bulundu: “Adalet terazisinden gözümüzü ayırmadıkça Türkiye’nin yıldızı parlıyor!” Anayasa Mahkemesi’nde sultan hazretlerinin partisini laiklik karşıtı eylemlerin odağı olarak görmeyen tek kişi Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın antik dönemin adalet tanrıçası yerine niye gözleri fal taşı gibi açık köylü kızı Adalet heykelini yaptırdığı şimdi daha iyi anlaşılıyor: Sultan hazretleri, köylü kızı Adalet’in elindeki teraziye gözlerini dikmiş bakarken Adalet kızımız da sultanın gözlerinin içine “bir emriniz var mı” diye saygıyla bakabilsin diye! Adalet için sabahın köründe ev basan polise en büyük destek ondan! Adalet için herkesin tutuklanmasını isteyen savcılara en büyük moral ondan! Adaletin terazisine en büyük göz atış ondan! O hem Fatih Sultan Recep, hem Kanuni Sultan Recep! Adalet için çalışıyor, adalet için yaşıyor, adalet için geziyor, adalet için konuşuyor, adaletle yatıyor, adaletle kalkıyor! Adaletin olmadığı yerde o da yok. Ahaliye diyor ki: “Birbiriyle alakasız gibi görünen sorunların hangi kirli ellerle kördüğüm haline geldiğini görüyorsunuz. Bazı gerçekleri bilmiyorlar. Bildikçe onlar da bu kervana katılacaklar.” Davaya gerek yok, bazı gerçekleri kimler bilmiyor sen ona bak. Tabii ki Sultan hazretlerine biat etmeyenler! Kirli ellerin kördüğümünü bildikçe sultana biat etmeyenler hangi kervana katılacak? Tabii ki adaletli kalkınma ile kurulmakta olan partizan polis devleti kervanına! Kanuni SESSİZ SEDASIZ (!) BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Bodrum ilçesi yakõnlarõnda turis- tik bir yöre. 2/ Eski dilde “pastoral” anlamõnda kullanõ- lan sözcük... Dar, uzun ve hafif bir yarõş kayõğõ. 3/ Ruh... Çadõruşağõ, şeytantersi ağacõ gibi bitkilerden el- de edilen bir tür zamk. 4/ Bizans döneminde, İstanbul’da siyasal suçlularõn kapatõl- dõğõ ünlü zindan... İki tar- la arasõndaki sõnõr. 5/ Zurnaya benzer üflemeli bir çalgõ. 6/ Memelilerde ana ile dölüt arasõnda kan alõp verme işini sağlayan organ... Cömert, yiğit. 7/ Boğa güreşçisi. 8/ Alevi- Bektaşi törenlerine veri- len ad... Leylak rengi, açõk mor. 9/ Kõrõlmõş taş döşenip silindir geçirilerek yapõlan yol. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Gümüşhane’nin Torul ilçesinde, “tabiat parkõ” kap- samõna alõnan 18 krater gölünün ortak adõ. 2/ Evren... Kalsiyum elementinin simgesi. 3/ Yeniden yapmak, tekrar etmek. 4/ Bir zaman birimi... Bahreyn’in baş- kenti. 5/ Aynõ amacõ güden kimseler arasõndaki çekiş- me. 6/ Üstün bir yetkinin gücünü simgeleyen değnek... Karõşõk renkli. 7/ Dingil... Yaptõğõ bir davranõştan piş- manlõk duyan. 8/ Tõrpana balõğõna verilen bir başka ad... Şube, dal. 9/ Oluk ve yiv açmaya yarayan araç. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 M İ R C A N P İ E K O D E B İ L R İ N G A A T A Y D O M A L A N E L E M S A H M İ L A S R A F A T A L E T Y O N O A L A B A Ş A T İ K Ş U A 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Ernst Reuter hatıra pulu.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear