26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
İş dünyası işsizlik uyarısı yaptı. Uyarı da teğet geçti! YağmurDeniz CMYB C M Y B PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU 0 Pos Bıyıklı, Koca Sakallı, Gür Sesli Adam Onu önce türküleriyle tanımıştım.. sanırım “Kor- kuyorlar, korkacaklar, korksunlar/Geliyoruz, gelece- ğiz, yakındır” dizeleriyle başlayanı ilk devrimci tür- küsüydü. Yirmili yaşlardaydık, devrimci yüreklerimi- ze işleyen gür bir sesti o. Sonra fotoğraflarını gördük gazete ve dergilerde, daha sonra da elinde sazıyla miting alanlarında çıktı karşımıza. Sesiyle uyumsuz denebilecek ölçüde ince bir gövde yapısı vardı. El- lerine, kollarına dikkat etmiştim.. kolları adaleli, par- makları uzundu. Gür, siyah saçları, siyah pos bıyık- ları, koca bir sakalı vardı. Babasını iki yaşındayken yitirmiş, Diyarbakırlı yok- sul bir köylü çocuğuydu. Küçük yaşlardan itibaren atıldığı yaşam savaşında Diyarbakır’ın çevre ka- sabalarını, köylerini dolaşıyor, ne iş bulursa yapı- yordu. 17 yaşındayken yolu İstanbul’a düşmüş, o zamanlar Büyülçekmece’ye bağlı bir köy olan Mi- mar Sinan’daki taş ocaklarından birine işçi yazıl- mıştı. 1949 yılıydı. Ocak kapanınca bir süre lastik fabrikalarında çalışmış, sonra askerlik görevi için Erzurum’a gitmişti. Saz çalmayı askerlik sonrasında kendi kendine öğrenmiş, elinde sazı Anadolu’yu do- laşmaya başlamıştı. Başlarda bir “aşk ozanı”ydı o. Türkülerini yalnızca hayallerinde var olan Güllüşah adındaki bir kadın için yazıp söylüyordu. Ne var ki hayat çoğu zaman beklenmediklere gebedir; 1957 yılında Uşak Şeker Fabrikası’nda çalışırken kentin hapishane müdürü onu bir kızla tanıştırır. Güllüşah’tır kızın adı, evlenirler. Müziğe yetenekli bir kızdır o da.. kocasından saz çalmayı öğrenir, birlikte çalıp söylemeye, hatta 1958 yılında Ankara Radyosu’nda Muzaffer Sarısözen’in Yurttan Sesler programı- na karı koca düzenli çıkmaya başlarlar. Demokrat Parti yıllarıdır. Diyarbakırlı “aşk ozanı” si- yasallaşmaya başlar. Celal Bayar ve Adnan Menderes ile tanışır, kısa zamanda Demokrat Parti mitinglerinin aranan ozanıdır artık. “Evvel Allah, sonra Demokrat Par- ti” gibi -daha sonra pişmanlık duyduğunu söylediği, an- latırken gülüp alay ettiği- “yandaş” türkülerle köylü ka- labalıklarının karşısına çıkar. 27 Mayıs 1960 darbesi ile Demokrat Parti dönemi son bulur. 1961 Anayasası’yla birlikte birçok şey değişmeye başlar; 1962 yılında Türkiye İşçi Partisi (TİP) kurulur ve siyasal yelpazede en köktenci muhalefet odağı ola- rak sol uçta yerini alır. O pos bıyıklı, koca sakallı, gür sesli adam da devrimcileşir, esmeye başlayan dev- rimci rüzgârın seslerinden biri olur. TİP toplantılarında, öğrenci mitinglerinde her zaman sahnededir. “Sorumluyum ben çağımdan/Düz ovamdan dik da- ğımdan/Sömürgeni toprağımdan/sürene dek yaza- cağım…” ya da “Aracının aldığı fark/Gümbür güm- bür işleyen çark/Hırsından çatlayan toprak/Bizim bizim hepsi bizim…” gibi dizeleriyle kitleleri coştururdu. Devrimci rüzgârlar askeri darbeler tarafından kırı- lıp yeni yetişen gençler politikadan arındırıldıkça o pos bıyıklı, koca sakallı, gür sesli adamın sazı da, sözü de pek aranmaz oldu. Toplum hızla değişmişti, de- ğişiyordu.. öyle ki 60’lı, 70’li yıllarda türkülerine mi- ting alanlarında sol yumruklarını havaya kaldırarak eş- lik etmiş kimi “eski devrimcilerin” yüzleri, onun adı anıl- dığında ekşiyor, küçümseyici, alaycı anlatımlar alı- yordu. Bugün Ravel’i, Charlie Parker’i, Hamami- zade İsmail Dede’yi seviyor olmak dünün o pos bı- yıklı, koca sakallı, gür sesli ozanını “iyi hatırlamanın” önünde bir engelmiş gibi. Fakat 1980’lerle birlikte yükselen neo-liberal dal- galar ülkemizin insan malzemesinin büyük bölümü- nü derinden ve olumsuz etkilemiş, köklü değer yı- kımlarına yol açmıştı. Solda derin yaralar açılmış, kan kaybedilmiş, bir bölüm “eski solcu” geçmişinden uta- nır olmuştu. Bunlar, ağızlarını her açtıklarında yeni ege- men düzene ve düzenin sahiplerine yaranabilmek için kendi geçmişlerine amansızca saldırıyorlar, saldırdıkça da aşağılaşıyorlardı. Yeryüzünde benzeri görülmeyen boyutlarda al- çalarak soldan sağa devrilen bu döneklerin tersine Âşık İhsani (Sırlıoğlu) sağdan sola evrilerek dev- rimcileşmiş bir halk ozanıydı. 21 Nisan 2009 günü Di- yarbakır’da öldü ve orada toprağa verildi. 77 yaşın- daydı. Üzerine yıldızlar yağsın. dkavukcuoglu@superonline.com www.denizkavukcuogluyazilari.blogspot.com Kültür ve Turizm Bakanõ Er- tuğrul Günay’õn iki serzenişi ay- nõ günlere rastladõ. Biri Ergene- kon’un herkesi kaygõlandõran “dalga”larõ; diğeri de merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nun Ta- ceddin Dergâhı’na defnedil- mesi... Günay’õn birincisine çekince- leri sürmanşetlere çõkarken, ikin- cisine “hayır” demesi, kõsa ha- berlerde kaldõ... Oysa Ergene- kon’daki “siyasal” izlenimlerden duyulan “rahatsızlıklar” ile Ta- ceddin Dergâhõ’nõn “tarihsel kimliği” arasõnda derin bağlar var. Birincisi laik, demokratik cum- huriyete bağlõlõklarõyla tanõnan insanlarõmõzõn “örselenme”le- rinden kaynaklanõyor. İkincisi de aynõ bağlõlõğõ simgeleyen “İs- tiklal Marşı”mõzõn yazarõ ve ulusal şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un anõlarõnõ barõndõrõyor. Bu nedenle Ergenekon’daki “özensiz”liği kabullenemeyen herkesin, İstiklal Marşõmõzõn doğduğu mekânlara “umar- sız”lõğõ da sorgulamasõ gerekiyor. Günay’õn aynõ özensizliğe ve umarsõzlõğa “aldırmayan” par- tiden olmasõ ise “çekince”lerinin önemini ortadan kaldõrmõyor... Ulusal sorumsuzluk Yazõcõoğlu’nun Taceddin Der- gâhõ’na defnedilmesi, hiç hak et- mediği halde “tartışmalı bir mezar”da sonsuz dinlencesine çekilmesine neden oldu. BBP li- deri için özgün bir mezar çok da- ha anlamlõ olabilirdi. Bunun ye- rine, aslõnda tüm ulusun “ta- rihsel miras”õ niteliğindeki kut- sal bir mekâna defnedilmesiyle yaratõlan “yersiz gerginlik”, merhumun saygõnlõğõna da hak- sõzlõk değil midir? Bu nedenle Bakanlar Kuru- lu’nun, bir siyasetçimizin Ta- ceddin Dergâhõ’na gömülmesini Kültür ve Turizm Bakanõ’nõn “karşı görüş”üne rağmen onay- lamasõ, “ulusal sorumluluk- lar”õ açõsõndan talihsizliktir. Öncelikle bu heyet, herhangi bir komisyon ya da komite değil; adõ üzerinde “kurul”dur. İçle- rinden biri, üstelik temsil ettiği “kurumsal” yükümlülüğüyle “hayır” diyorsa diğerlerinin du- rup düşünmeleri gerekmez mi? Üstelik “yurtdışına çıktığında vekili imzalar” gibi bir “çö- züm”ün konuşulmasõ, ülke yö- netimi açõsõndan daha da “ha- zin”... Ayrõca, “ulusal tarih ve kül- tür değerlerimizin dokunul- mazlığını korumak”, sadece Kültür Bakanõ’nõn görevi olabi- lir mi? Başbakan ve tüm “kurul” üyelerinin bu ülkeyi yönetmek- ten sorumlu “yurttaş”larõmõz olarak, Mehmet Akif Ersoy’un “siyaset üstü” saygõnlõğõnõ gö- zetmeleri gerekmez miydi?.. Kanuni’den armağan Hacettepe Üniversitesi yer- leşkesindeki tarihi ev, Kurtuluş Savaşõ yõllarõnda milli mücade- leye katõlmak için İstanbul’dan Ankara’ya gelen M.Akif’e tah- sis edilmişti. Ulusal şairimiz, aralarõnda İstiklal Marşõmõzõn da bulunduğu birçok şiirini bu- rada yazdõğõ için 1949’da “mü- ze”ye dönüştürüldü. Evin geçmişi ise Kanuni’nin Hacı Bayram-ı Veli için yap- tõrdõğõ “dergâh”a dayanõyor. Abdülmecit, türbe, çeşme, hazire ve “Taceddin-i Veli Camisi”ni ekletiyor... Dergâh evini, işte bu caminin imamõ Tevfik Hoca (Çiftdoğan) şairimize vererek, M.Akif’i kiralõk evden kurtarõ- yor... İlk TBMM’nin “Burdur Mil- letvekili” olan M.Akif’in, unutma- mak için kimi dizeleri geceleri mum õşõğõnda evin duvarõna yazdõğõ söylenir. Şimdi her ça- lõndõğõnda ayağa kal- karak eşlik ettiğimiz dizeler de aynõ des- tansõ yõllara “siyaset ayrımı yapmadan duyduğumuz saygı” ve bağlõlõğõn göster- gesi değil midir? Çanakkale Şehitleri şiirindeki “Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker..” dizelerinden, sağcõmõz da solcumuz da aynõ derecede etkilenmiyor mu? Sözün kõsasõ, 1936’da ölen M.Akif’in bile mezarõ Edirne- kapı Şehitliği’ndeyken, “ku- şaktan kuşağa aktarılacak anı- lar”õmõzõn müzesini siyasileş- tirmek, “ulusal mirasımız”a duyarsõzlõğõn talihsiz bir örne- ğidir. Tarihsel değerlerimize göste- rilen bu umarsõzlõk “ulusal duy- guları rencide eden” Ergenekon dalgalarõna hâlâ gülümseyebi- lenlerdeki “kültürel çökün- tü”nün de kaynağõdõr. Çünkü kimliklerini yitiren toplumlar, onurlarõnõ koruma bilincinden de yoksun kalõrlar... KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN www.mumtaz-arikan.com (ÇÖPLÜK ÇOCUKLARI) TAYYAR ÖZKAN www.junkidz.com HARBİ SEMİH POROY 26 Nisan ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ ‘TaceddinDergâhõ’mõz... 26 NİSAN 2009 PAZAR CUMHURİYET SAYFA 17 Gölge Necati Cebe: “Yargıyı yıpratmayalım, diyen Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’e: Gölge etme başka ihsan istemez!” Koleksiyon İlhami Hakverdioğlu: “Halk işsizlikten kırılsın, açlıktan ölsün ama yeter ki uçak koleksiyonumuz eksiksiz olsun!” Kask Aydın Türkaydın: “1 Mayıs’ta polis kasklarında yine numara olmayacakmış. Desene yine kim vurduya gideceğiz!” Ağaçlar tespih çekerken! KISSADAN hisselik fıkra Yaşar Şengel’den: Vakti zamanında hocanın biri memleketin birinde çıktığı bir gezi sırasında bir handa konaklamış. Fakat han o kadar eskiymiş ki nereye bassa bina çökecek gibiymiş. Geceleri gıcırtılardan gözüne uyku girmeyen Hoca, hanın sahibine “Birader, neredeyse tavan başıma yıkılacak, niye bu hanı onartmıyorsun; eğer onartmazsan” derken hancı sözün nereye varacağını anlamış “Hoca efendi boş yere telaşlanma. Sağdan, soldan, yandan, tavandan gelen sesler hanın çürüklüğünden değil. Sen dini bütün adamsın bilirsin, ağaçlar Allah’a tespih çekiyorlar. İşte o duyduğun sesler, tavandaki ağaçların tespih çekerken çıkardıkları seslerdir” diye yanıt vermiş. Hoca bakmış ki hancı laf altında kalmıyor “Haklısın, işte bu sırada ben de tavanın secdeye kapanmasından korkuyorum” demiş. Kıssadan hisse: “Ülkemizde işsizlik sürekli artarken, işyerleri kapanırken, binlerce işçi sokağa atılırken, emekli geçim sıkıntısı içindeyken, yeni iş alanları yaratılamazken kimileri ‘teğet geçiyor, sonu göründü, mevsimseldir’ gibi yaklaşırken reel ekonomi secde etmese bari!” Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” CUMHURİYET gazetesini 12 Eylül döneminde darbecilerin önünde iki büklüm olmakla suçlayan Radikal yazarı kılığındaki politikacı eskisi Hasan Celal Güzel’e hem televizyon ekranından sözlü olarak hem de bu köşeden yazılı olarak bir çağrıda bulunmuştum: “Seni, Cumhuriyet gazetesi hakkındaki iddianı kanıtlamaya çağırıyorum, İspatlamazsan şerefsizsin!” Süre bitti. Yazar kılıklı H. C. Güzel’den ses çıkmadı. 12 Eylül’ün yarı askeri döneminde devletin bir numaralı “sivil” bürokratı olarak cuntacı başı Kenan Evren’in karşısında “hazır ol”da durduğunu televizyon programında kendisine anımsattığım için bana “şerefsiz, alçak” diyen ve günümüzde “demokrasi kahramanı” olarak ortalıkta dolaşan H. C. Güzel’in ne olduğu sanırım ortaya çıktı! Bugün başımıza “demokrasi kahramanı” kesilen ve Ergenekon müneccimliğine soyunan bu şahıs siyasi cinayetlerle 12 Eylül’e sürüklendiğimiz yıllarda “polise yardımcı olan ülkücüler”i vatansever olarak tanımlıyordu. Süleyman Demirel’in başbakanlığında 1977 yılında kurulan İkinci Milliyetçi Cephe Hükümeti’nde başbakan danışmanı ve İçişleri Bakanı Korkut Özal’ın müsteşar yardımcısıydı. Polisle iç içeydi! 12 Eylül darbesinden bir süre önce yayımlanan gizli genelgeyle “Devlet Güvenlik Koordinatörü” oldu ve emekli generallerden oluşan “güvenlik koordinasyon ekibi”ni kurdu. Başbakanlık müsteşar vekili olarak 12 Eylül’den bir gün önce darbeden haberdar olduğunu kendisi açıkladı! 12 Eylül askeri döneminde vekâleten baktığı başbakanlık müsteşarlığından alındı; 12 Eylül yarı askeri döneminde başbakan olan Turgut Özal tarafından aynı göreve bu kez asaleten atandı. H. C. Güzel’in Özal biraderlerle tanışıklığı Malatya Lisesi’nde öğrenciyken terzi Sait Çekmegil’den birlikte aldıkları nurlu dikiş derslerinden kaynaklanıyordu! İşte sen busun H. C. Güzel. Özel Harp Dairesi’ne bağlı Toplumla İlişkiler Başkanlığı’nın Avrupa’daki çalışmalarını; ara rejimlerde asılsız ihbarla tutuklanan ve işkenceden geçirilen aydınları, ihbar mektuplarıyla görevinden edilen bürokratları; trafik kazalarında ölen gazetecileri; yakılan tiyatro salonlarını da daha sonra konuşuruz! Sen, şimdilik bu kadarıyla idare et! Güzel’e bak! SESSİZ SEDASIZ (!) ekinci@cumhuriyet.com.tr Mehmet Akif Ersoy evi geçen yıl onarılırken... BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ 1960’larda Bre- zilya’dan tüm dün- yaya yayõlan bir dans ve müzik. 2/ Havanla sahra topu arasõnda bir top çe- şidi... Eşitliğe uy- gun olan. 3/ Bir meyve... Eski Yu- nan kentlerinde pa- zaryeri. 4/ Tümör... “Çõkõş” anlamõnda kullanõlan spor terimi. 5/ Akõm şiddeti birimi kilo- amperin kõsa yazõlõşõ... Nikel elementinin sim- gesi. 6/ Kurumuş tütün yapraklarõ destesi... Eski dilde ayak. 7/ Büyük ve zehirli bir örümcek... Ya- salara aykõrõ davranõş. 8/ Tahtadan yapõlmõş ne- fesli bir çalgõ... Araba üzerine gerilerek içine saman ya da tahõl doldurulan bü- yük kõl çuval. 9/ I. Dünya Savaşõ’ndan sonra Avrupa’da moda olan bir dans. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Ağaç testi... Damõzlõk erkek koyun. 2/ Gereğinden çok yemek yiyen... Bakõrdan yapõlmõş nefesli bir çalgõ. 3/ “Yi- ğit yiğide yâd olmaz / İyilerde ham --- olmaz” (Kara- caoğlan)... Açõk kestane renginde olan. 4/ Nazi partisi- nin askeri polis örgütü... Kerestesi sert ve kokulu bir ağaç. 5/ Satrançta bir taş... Galyum elementinin simgesi. 6/ Or- ta Afrika’da büyükbaş hayvanlarda görülen uyku has- talõğõ... Bir spor kulübümüzün kõsa yazõlõşõ. 7/ Japonya’ya özgü bir halk dansõ... Üzerinde film çevrilen stüdyo düz- lüğü. 8/ Dinsel bir sözü sürekli yineleme... Yaprak tü- tünle yapõlmõş sigara. 9/ Karõşõk renkli... Atmaca, doğan. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 A L A Ş İ Y A E R A K U N P A N K O S İ M E C E U S U L O R U K T N O T İ R B A L A S T P F A İ S T İ D A A F E T E F E S K A R A İ N M A 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear