28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Dalgalar, Dalgakıranlar ve İzmir İstanbul’un Anadolu yakasında oturduğumuz ço- cukluk yıllarımda dalgaların benim için “büyük” öne- mi vardı. Moda’dan Mühürdar’a inip Kadıköy iske- lesine doğru yürürken gözlerim hep denizde olurdu. Kimi günler deniz coşar, kabarır, yükselerek karaya vuran dalgalar hışırtılı sesler çıkartarak kayalarda pat- lar, sonra ardında beyaz köpükler bırakarak geri çe- kilirdi. Dalgaların çekilmesinin kısa bir süre için ol- duğunu bilirdim; dalga çekilir, güç toplar, bu kez ço- ğalarak, daha da yükselerek, bir şeyden, bir şeyler- den öç almak istercesine öfkeyle, hışımla geri dönerdi. Her geri dönüş yeni bir patlama demekti. Böyle lodoslu günlerde umutlanır, iskeleye yak- laştıkça içimi bir heyecan kaplardı. Bakardım, eğer iskelenin önündeki alanda olağanüstü bir kalabalık birikmişse derin bir “oh” çekerdim. Kalabalık, “aşırı lodos nedeniyle vapur seferlerinin tatil edildiği” an- lamına gelirdi ki, bu da o gün “zorunlu” olarak oku- lun asılacağı, iskelede arkadaşlarla bir grup oluştu- rup soluğun bir pastanede, bir “tilt” ya da “langırt” salonunda alınacağı demekti. İstanbul’un o köprü- süz yıllarında dalgalar, Anadolu yakasında oturan, ama okulları Avrupa yakasında bulunan öğrencilerin “okul mu, sokak mı” ikilemindeki kesimi için hınzır- ca bir umuttu. Ne var ki bu “umut” her zaman gerçeğe dönüş- mezdi. Şehir Hatları vapurlarının deneyimli, yürekli kaptanları yolcuları karşıya taşımak için ve bizlerde oluşan düş kırıklığının hiç farkında olmaksızın mes- leki becerilerini ortaya koyarlar, ulaşım gecikmeli de olsa sağlanırdı. Lodosun şiddetle estiği, denizin hı- şımla kabardığı günlerde kaptanlar için yolun en risk- li bölümü geminin manevra yaptığı iskele önüyle Ka- dıköy-Haydarpaşa arasında kalan bölümdü. Va- pur, kaptanının becerisiyle bu yolu aşıp Haydarpa- şa dalgakıranının korumalı bölgesine girdi mi sular birden dinginleşiverirdi. Biz bu uzun dalgakırandan “umutkıran” olarak söz ederdik aramızda. Öğrencilik dönemini geride bıraktığım yıllarda dalgakıranları sever oldum. Hangi kıyı kentine, kıyı kö- yüne gidersem gideyim, gözlerim önce bir dalgakı- ran arar. Karayla bağlantısı olan yerlerde en keyif al- dığım şeylerden biri de dalgakırana çıkmak, üzerin- de dolaşmak, ucundaki fenerin dibinde oturup de- nizi seyretmektir. Hele hava biraz da lodosluysa, dal- gaların köpüklü kırılışlarını izlemek bana büyük zevk verir; belki ıslanacakmışım, olsun varsın. 14. İzmir Kitap Fuarı nedeniyle bir haftadır İz- mir’deyim. Geçen cumartesi başlayan ve önümüz- deki pazar akşamına kadar sürecek olan fuar çocuk, genç, yaşlı, erkek, kadın on binlerce İzmirliyle dolup taşıyor. İzmir, doğası, yapısı, insanlarıyla kendine özgü bir kenttir. Ege’nin 5000 yıllık aydınlığı insanlarının yü- züne yansır. Bu kentin genç kızlarının, kadınlarının gü- zelliğinde, erkeklerinin yakışıklılığında, çocuklarının acarlığında, yaşlılarının dinçliğinde hiç kuşkusuz bu aydınlığın önemli payı vardır. İzmir’de beynin ışıltısı insanın yüzüne yansır. Dün sabah Pasaport’ta bir kahvede oturup dem- li bir çay eşliğinde “boyoz” yer, karşımdaki dalgakı- ranları, deniz fenerlerinin altında oturanları seyrederken aklıma geldi yukarıda yazdıklarım. Sonra, “Bu ken- tin bizzat kendisi bir dalgakıran” diye bir tümce düş- tü dilime. O sırada önümden genç bir çift geçiyor- du, kollarını birbirlerinin beline dolamışlardı, oğlan kı- zı öpüverdi birden, kız işveli edalı kikirdedi hafifçe. “Varsın, sana ‘gâvur’ desinler güzel kent, sen hep böy- le kal” diye mırıldandım. Sonra Recep Tayyip Bey’in AKP örgütüne “İzmir’i isterim” buyruğu geldi aklıma, güldüm. Beklediğim gibi olmuş, İzmir karanlığa teslim olmamıştı. İzmir’in aydınlık beyinli, aydınlık yürekli insanları oylarını ay- dınlıktan yana kullanmışlardı. İzmir, kabarmaya, yükselmeye, aydınlığı karartmaya çalışan koyu dal- gaların karşısına bir dalgakıran gibi dikilmişti. Aynı za- manda dalga dalga gelen Ergenekon hoyratlığına da. Başta Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Aziz Ko- caoğlu olmak üzere İzmir dalgakıranını taş üstüne taş koyarak yükselten herkesi, tüm aydınlık yüzlü İz- mirlileri kutluyorum. dkavukcuoglu@superonline.com www.denizkavukcuogluyazilari.blogspot.com Önce şunu anõmsatmalõyõm, yurttaşõmõz Hrant Dink katle- dildiğinde “Hepimiz Ermeni- yiz” denmesinin, “Anado- lu’daki anlamı”nõ şöyle açõk- lamõştõk; “Bizler bu coğrafya- daki binyıllara uzanan ortak yaşanmışlıkların mirasçısıyız. Bunu yadsıyan ırkçılığa ve siyasal ayrımcılığa yine hep birlikte direnmeliyiz...” Nitekim her “soykırım” da- yatmasõnda da hep şunlarõ vur- guladõk: “Anadolu’daki hem- şeriliklerin, komşulukların ve birlikte yaratılan kültür zen- ginliğinin göz ardı edildiği bir siyasal tarih anlayışıyla, ‘õrkçõ Taşnak politikalarõ’nı tüm Ermenilere mal ederek, geçmiş değerlendirilemez...” Şimdiki Karabağ tartõşmasõ için de aynõ “tarihsel gerçek- lik”le şunu söylemek gerekiyor ki, “Tüm yönleriyle bir Azeri yurdu olan Karabağ’da, Er- menistan’ı yö- netenlerce sür- dürülen işgal de 1915’lerdeki ırkçı çatışmala- rı yaratan Taş- nak politikası- dır; kabul edile- mez...” Bu nedenle Obama’yla gün- celleşen “Türki- ye-Ermenistan sınırının açıl- ması” tartõşma- larõnda, “Kara- bağ sorununun çözümü” de aslõnda sadece iki kelimedir: “İşgal kalkmalı- dır...” Azeri Toprakları Karabağ, Azerbaycan’õn şar- kõlarõna, şiirlerine çağlar boyu konu olan “Kura” ve “Aras” nehirleri arasõnda, “Gökçe Göl”le (Göğgöl) bezenmiş dağ- lõk bir bölgedir. Her iki nehir de Anadolu’dan doğarak Karabağ’õ kuzeyden ve güneyden kucakladõktan son- ra Hazar Denizi’ne “birleşe- rek” kavuşurlar. Ağdam, Fu- zuli, Kubatlı, Cebrail, Hoca- vend, Şuşa, Hankendi, Laçin, Hanlar, Akdere, Askeran... gibi kentler Karabağ’õn güzel- leridir ve birçok Azeri ailesinin de soyadlarõ olmuştur. Örneğin Kars’õn sevilen dok- torlarõndan rahmetli Cengiz As- keran’õ anmadan geçemeye- ceğim. Benzer şekilde yine Kars’taki Karabağ Oteli Azer- baycanlõ turistlerin “öz yuva- ları” gibidir. Hemen tüm Aze- ri gecelerinde müziğin “Kara- bağ Şikestesi”yle başlamasõ, “mahnı”larda (şarkõ) ve “mu- gamat”larda (segâh) Karabağ ezgilerinin herkesi etkilemesi, Azeri kültürünün “sınırlar aşan” varlõğõnõ kanõtlar... Ünlü Azeri bestekâr Üzeyir Hacıbeyli’nin kuşaktan kuşağa sahnelenen operetinde de yaşlõ zengin Meşhedi İbad, Kara- bağ’õn pamuk tüccarlarõna ben- zemek için “papağını yan ya- tırarak giyer”di... Karabağ kentleri de Azeri mimarlarõn eserleriyle bezelidir. Örneğin Şuşa, ünlü kalesi ve kervansaraylarõyla öylesine “Azeri”dir ki Mimar Kerbela- yı Sefih’in Gövher Ağa Mes- cidi aynõ kültürel kimliğin gör- kemli kanõtlarõndandõr. Bu ne- denle Şuşa’nõn bile “Ermeni kenti”ne dönüştürülmesine yü- rekleri yanan ozanlardan Ze- limhan Yakup, adõnõ “Şair Çığlığı” koyduğu şiirinde diyor ki: “Şuşanõ verdiler!” - deyende kardaş, Işõktan zülmete, dumana düştüm. Suallar, cavaplar yordu beynimi, Min defe güman- dan gümana düş- tüm...” Bir başka şair Ha- lil Rıza Ulutürk de şöyle yazmõş: “Bu gece rüyama girmişdi Şuşa, Cabbar ağlayõr- dõ, Han ağlayõrdõ. Dönmüştü kana- dõ kõrõlmõş kuşa, Karabağ başabaş kan ağla- yõrdõ...” ‘Sömürgeci Niyet’ler Karabağ’õn Ermenistan’a ka- tõlmasõ, bölgeyi 1826’da işgal eden Çarlõk Rusyasõ’yla başlar; “Karabağ, Anadolu’nun, İran’ın ve Azerbaycan’ın ka- pısıdır” diyerek Karabağ Han- lõğõ’nõ deviren Çar, “büyük Ermenistan” için on binlerce Ermeni’yi zorla bu bölgeye yer- leştirir. 1917 devriminden son- ra ise “Dağlık Karabağ Sovyet Sosyalist Özerk Bölgesi” ku- rulur ve 1990’larõn başlarõnda da Ermenistan ordusu yine Rusya desteğiyle bölgeye girince, şim- diki “işgal” de başlamõş olur... İşte bu haksõzlõğõn gideril- mesinde Türkiye’nin Azer- baycan’a verdiği ve sürdürül- mesi gereken destek, sadece “kardeş”liğin değil, insanlõğõn da beklentisidir. “Sömürgeci Batı”nõn kendine bağlõ “daha büyük Ermenistan” niyetiyle desteklediği haksõz işgal artõk sona ermelidir... ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ Karabağ’da ‘Sorun’ Yok Haksõz ‘İşgal’ Var! HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu@mynet.com ekinci@cumhuriyet.com.tr KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN www.mumtaz-arikan.com HARBİ SEMİH POROY 22 Nisan 22 NİSAN 2009 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA 17 Danıştay ve Ergenekon davası birleştiriliyor: Dangenekon! Adolf Ahmet Arpad: “Şu sıra sadece Gerhard’ın 65. değil Adolf’un da 120. yaş günü; yeni kutlama partileri bekliyoruz!” Toprak Necati Cebe: “İstanbul Büyükşehir Belediyesi, ballı ihaleyi deniz fenercisine vermiş. Ne demeli; gözlerini toprak doyursun!” Bandana Aydın Türkaydın: “Türkan Saylan’ın bandanasına laf edenlerin aynı nedenle bandana takmasını diliyorum.” YağmurDeniz Dönme Holding, New York borsasında! ERGENEKON müneccimleri fena halde tırstı ama aralarında top çevirip paslaşarak zaman kazanmaya çalışıyorlar. Ahmet’in kızı amcası Mehmet’e sorup yazıyor. Ahmet, aziz biraderi Oral’ın yazdıklarını kendine manşet yapıyor. Hasan, kıymetli dostu Ahmet’in yazılarını köşesine taşıyıp altına imzasını atıyor. Oral soruyor, kader arkadaşı Ali gönlünce yanıtlıyor. Ali anlatıyor, kankası Murat bir güzel alkışlıyor. Salih çiziyor, tombişi Emre katılarak gülüyor. Oya çalıyor, kız kardeşi Gülay zil takıp oynuyor. Şahin atıyor, değerli arkadaşı Kürşat anında tutuyor. Cengiz sallıyor, yakın komşusu Avni sıkıca bağlıyor. Aydın redakte ediyor küçük biraderi Umur itina ile yorumluyor Tam anlamıyla al gülüm, ver gülüm... Kendileri pişirip kendileri yiyor! Şeriatçı takımı ki ticaret işini çok iyi bilirdi; soldan dönmeler vallahi de billahi de değme yobaza taş çıkartırcasına tam bir şirket gibi çalışıyor. Bir holding kursalar, örneğin- mesela “Dönme Holding” birkaç yıla kalmaz hisse senetleri New York borsasında alınıp satılır hale gelebilir! Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” ERGENEKON dalgası iddianamesinin ikinci cildinin1.144’üncü sayfasından özetle: “Terör örgütü üyesi olmaktan tutuklu bir sanığa ait tekerçalar üzerinde yapılan inceleme sonunda elde edilen belgeye göre Nikola Tesla isimli şüpheli sahsın adının geçtiği Amerika Birleşik Devletleri Yüksek Frekans Aktif Aurora Araştırma Programı ile nükleer, kimyasal ve biyolojik silahlar hakkında teknik detay bilgiler içerdiği görülmüştür.” Meydan Larousse Büyük Lügat ve Ansiklopedisi’nin on dokuzuncu cildinin 222. sayfasından özetle: “Elektrik mühendisi ve mucidi Nikola Tesla 1857’de Hırvatistan’da doğdu, 1943’te New York’ta öldü. Graz Üniversitesi’nde okudu, 1881’de Budapeşte’de elektrik mühendisi olarak iş hayatına atıldı. 1887’de New York’a yerleşerek alternatör yapım şirketi kurdu. Elektroteknik ve yüksek frekans tekniği alanında önemli buluşları vardır. İlk döner alanlı asenkron motoru yaptı; çok fazlı akımları, komütatörleri, yıldız montajı icat etti. 1889’da yüksek frekanslı akımları incelemeye başladı, hertz dalgalı ilk sanayi jeneratörlerinde kullanılan karşılıklı indüklemeyle iki devrenin bağlanmasını tasarladı.” Ergenekon iddianamesindeki şüpheli şahıs Nikola Tesla ile dünya bilim tarihinde Amerikalı Thomas Alva Edison’un rakibi olarak anılan Hırvat mucit Nikola Tesla (toprağı bol olsun) aynı kişidir. Ve siz şimdi bu satırları okurken eğer gülüyorsanız veya yüzünüzde acı bir gülümseme belirdiyse derhal kendinize geliniz ve en kısa sürede en yakın polis merkezine giderek kendinizi ihbar ediniz, “Ben darbe destekçiliğine meyilli bir demokrasi düşmanıyım” deyiniz. Siyasi iktidarın emrindeki polis size kirli bilgi ve belgelerle gereken siyasi propagandayı yapacak güçtedir! Darbe ve askeri cunta yıllarının öyküsüdür. Polis, öğrencilerin evini basar. Gençler duvardaki Karl Marks’ın fotoğrafını indirmeye zaman bulamamıştır. Polis gençlerden birine “Kim ulan bu” diye sorar. Gencin yanıtı “Dedem” olur ama polisten de okkalı bir tokat yemekten kurtulamaz: “Böyle ak sakallı, nur yüzlü bir ihtiyarın torunu olarak komünistlik yapmaya utanmıyor musun ulan!” Nikola Tesla mı dediniz! Nikola Tesla SESSİZ SEDASIZ (!) Şuşa’da Azeri Mescidi BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Kõbrõs’a özgü bir cins peynir... Tavlada “üç” sa- yõsõ. 2/ Bir tümce- yi oluşturan bi- rimlerden her bi- ri... Yağõ alõnmõş sütten yapõlan bir peynir. 3/ Kapla- macõlõkta kullanõ- lan ince tahta. 4/ Kuran’õ güzel, yüksek sesle ve usulünce okuma. 5/ Bir sanat ya- põtõnõn ilk taslağõ... Bir tür tuzlu turta. 6/ Rad- yum elementinin sim- gesi... Eskiden uzay boş- luğunu doldurduğu var- sayõlan esnek madde. 7/ Un elerken dökülmeme- si için yere serilen örtü... Düşünce. 8/ Gündüz ya- põlan sinema ya da tiyatro gösterisi... Belirti. 9/ En- donezya’nõn plaka imi... Eskişehir’in bir ilçesi. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Tuzsuz taze peynir, nişasta, pirinç unu ve şeker- le yapõlan bir tatlõ. 2/ Madenleri yontmada kullanõ- lan çelik araç... Zatürree. 3/ Kapõ ve pencerelerin üst eşiği... Hitit. 4/ Taşlarõ yontmak için kullanõlan bir tür çekiç. 5/ Mersin ilinin eski adõ... Büyük tepsi. 6/ Moliére’in “Hastalõk Hastasõ” adlõ oyunundan Ah- met Vefik Paşa’nõn yaptõğõ uyarlama... Hayvanla- ra vurulan damga. 7/ Tercüme. 8/ Bir nota... “Kader kedere --- oldu / Ağladõm gözüm yaş oldu” (Âşõk Veysel)... Fizikte kullanõlan bir güç birimi. 9/ Seç- kin... Mantar katmanõ çok gelişen bir tür meşe. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 T A L A Z A N İ O Ğ U L R U A M P A L İ K A R Y A K U Ş A K R N A T A N A N A S R E T R O A Ç I I R A L İ R Z N E K T A R İ N K O R İ N E K 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear