26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
11 MART 2009 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA 17 CMYB C M Y B PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Bilinçaltı Irkçılık Ulusal atletimiz Alemitu Bekele Degfa, İtal- ya’nın Torino kentinde düzenlenen 30. Avrupa Sa- lon Atletizm Şampiyonası’nda 8 Mart 2009 tari- hinde 3 bin metrede 08:46.50’lik derecesiyle bi- rinci olarak altın madalya aldı. Bu derecesiyle at- letimiz, 2001 yılından beri Ayşen Barak’a ait olan Türkiye rekorunu da kırmış oldu. 9 Mart tarihli gazetelere göz attım, yazılı basın bu önemli spor başarısını küçücük haberlerle okur- larına duyurmuşlardı. Aynı gün internet gazetelerinde de haber fark- lı boyutlarda yer almış, okurlar kısa yorumlarıyla habere ilişkin düşüncelerini belirtmişlerdi. Birkaçına göz atalım: “Elbette gurur duyuyoruz ama neden hep dev- şirme sporcularla yola devam ediyoruz, bu atle- timizi bütün dünya seyrediyor, biz zenci miyiz. Böy- le arada sırada başarılı sonuçlar alınca, dünya da bizi siyah ırk olarak hatırlıyor.” (M.T. – Hürriyet) “Elden gelen öğün olmaz, o da zamanında gel- mez. Alemitu Bekele Degfa bizim milli atletimiz öy- le mi? Nerde bizim sporcularımız?” (D.E. – Hür- riyet) “İlk değil; Süreyya Ayhan 1500 metrede Avrupa şampiyonu olmamış mıydı?” (T.C. – Milliyet) “Yabancı kökenli vatandaşların şampiyon olmaları bizi pek de gururlandırmıyor. Şampiyon çıkacak- sa bizden biri olmalı ki gururlanalım göğsümüzü gere gere.” (B.C. – Sabah) Sanırım bu örnekler “sokaktaki adamın” nasıl dü- şündüğünü gösteriyor. Birinin “devşirmelik” ile so- runu var, devşirme sporcu üstelik kara derili olun- ca sorun endişeye, korkuya dönüşüyor. Biri, ne- rede bizim sporcularımız, diye soruyor. Öyle ya “elin Habeş’i” hiç “bizim” olabilir mi? Bir diğeri Sü- reyya Ayhan’ın 2002 Avrupa Atletizm Şampiyo- nası’ndaki birinciliğini vurgulayarak Bekele’nin ba- şarısını göreceleştirmeye çalışıyor. Oysa ne ilgi- si var; biri açık pist 1500 metre, öbürü ise kapa- lı salon 3 bin metre şampiyonu! Bir diğeri de “gu- rurlanmak” için “bizden birinin” çıkmasını bekli- yor. Bu okurlardan hiçbiri bilinçli “ırkçı” değil; fakat tümünün de bilinçaltına her an ırkçılığa dönüşe- bilecek bir “kan milliyetçiliği” yerleşmiş. Biz, bi- zim, bizden gibi sözcükler bu kan milliyetçiliğinin dışavurumundan başka bir şey değil. Anadolu’nun ezelden beri bir “kavimler kapısı” olduğunun farkında değiller. İbrahim Müteferri- ka’dan Mimar Sinan’a, Sokullu Mehmet Pa- şa’dan Mahmut Nedim Paşa’ya kadar kültür, si- yaset ve sosyal tarihimizin “devşirmeler” ile do- lu olduğunu göremiyorlar. Etiyopya kökenli Alemitu Bekele Degfa, 1999’dan beri Türkiye’de yaşıyor, Türkçe konu- şuyor, Türkiye için koşuyor, üzerinde Ulusal Ta- kım formasını taşıyor, ülkemize altın madalya ka- zandırıyor. Cebinde de Türkiye pasaportunu ta- şıyor, çünkü o da başarılı sporcumuz Süreyya Ay- han gibi Türk vatandaşı. Ne var ki “kan milliyetçiliği” beyinleri dumura uğ- ratıyor, gözleri kör ediyor. Fransa’da, İngiltere’de, İsveç’te ve daha birçok ülkede “olağan” olan bir durum, burada olağan dışı bir durum olarak de- ğerlendiriliyor. Oysa kara derili bir futbolcu, Marco (Mehmet) Aurelio Ulusal Futbol Takımımızda top koşturu- yor, yine bir kara derili atletimiz, Elvan Abeyle- gesse 2004 yılında 5000 metrede dünya rekoru kırıyor, 2008 Pekin Olimpiyatları’nda Türkiye’ye 10 bin metrede gümüş madalya kazandırıyor. Başkalarını bilemem ama ben derilerinin renk- lerinden de, kökenlerinden de bağımsız olarak Tür- kiye’ye prestij kazandıran tüm başarılı sporcu yurt- taşlarımla övünüyorum. dkavukcuoglu@superonline.com www.denizkavukcuogluyazilari.blogspot.com Bizim kuşağõn “asistan”larõ olan araştõrma görevlilerinin eylemleri, kamuoyunda yete- rince izlenemiyor… Çünkü medyamõz, olaylarõ “top- lumsal önem”ine göre değil, “toplumun merakı”na göre ele almayõ sürdürüyor. Öyle olunca da bilim dünyamõzõn genç emekçilerine yapõlan haksõzlõklar, seçim söylemle- rinin kurbanõ oluyor. Eğer geçen haftaki “üni- versitede sabaha kadar ça- lışma” eylemi olmasaydõ, bel- ki de hiç haberimiz olmaya- caktõ. Oysa İÜ Araştırma Görevlileri Temsilciler Ku- rulu adõna açõklama yapan Cemil Ozansü’nün şu sözle- ri, Türkiye’de yaşanan “te- dirgin” siyasal süreç göz önüne alõnõrsa, birinci sayfa- dan “sürmanşetlik” değil midir? “Rektörlerin dahi yetki- leri askıya alınıyor. Aka- demik personelin iş güven- cesi Ankara’nın mutlak de- netimine giriyor. Bu durum 12 Eylül’ün üniversite sis- temini yıkıcı ve dağıtıcı mü- dahalesi kadar tehlikeli. Bi- rilerinin üniversiteleri fet- hetme emelleri, kanunları tanımadan hayata geçiril- mek isteniyor...” (Cumhu- riyet-6 Mart 2009) Peki neden?.. Bu sesleniş ne anlama ge- liyor? ‘Bilime darbe’nin kurumu 12 Eylül 1980 rejimi, ülke- nin sömürgeleştirilmesini he- defleyen 24 Ocak 1980 eko- nomik kararlarõnõn “demok- ratik ve bilimsel direniş”le karşõlaşõlmadan uygulanabil- mesi içindi. Bu nedenle “dar- be”sini de öncelikle toplum- sal ve akademik kurumlara in- dirdi. Çünkü “özerk üniversite” yerine “uydu üniversite” is- teniyordu. YÖK işte bu hedefin ürünü değil midir? Yükseköğre- nimde “eşgüdüm” adõna sa- dece “güdüm”ün öne çõktõğõ bir baskõ ve denetim gücü yaratõlmõştõr. 80 sonrasõnõn tüm iktidarlarõ da bu gücü benimsemiş olmalõ ki YÖK yöneticileri değişse bile YÖK “düzen”i sürmüştür. Son yõllarda, üniversitelere yönelik “dinci” niyetlere kar- şõ “bilimin laik doğası”ndan gelen “direniş”te de iktidarõn tepkisi YÖK’e değil, “yöne- ticilerine”ydi. Nitekim yeni YÖK Başkanõ’na ve son rek- tör tercihlerine bakõlõrsa, ga- liba sõra Ozansü’nün belirtti- ği “kıyım”a geldi.. Üstelik bunun, “birileri- nin üniversiteleri fethetme- leri”ne hazõrlõk olduğunu söy- leyen araştõrma görevlileri- miz, basõn açõklamalarõnda özetle diyorlar ki: “YÖK, hukuk dışı bir ‘yü- rütme kurulu kararõ’ ile yasal haklarımızı ve rektörlük yetkilerini geçersiz kılıyor. Atamalar için, yeniden ilan, sınav ve kadroların Anka- ra’dan belirlenmesiyle, ni- san ayında çok sayıda araş- tırma görevlisi işsiz kala- cak...” ‘Genç umutlarımız’ Araştõrma görevlileri, özel- likle öğrenciler ile hocalarõn “kuşak farkı”ndan doğabilen kimi kopukluklarõ ortadan kaldõran konumlarõyla da yük- seköğrenimin yaşamsal hiz- metlerini üstlenirler; aynõ ho- calarõnõn yardõmcõsõ olmakla kalmazlar, öğrencilerin de derslerle ilgili sorunlarõnõ pay- laştõklarõ “arkadaş”larõ olur- lar. Nitekim eğitim tarihimizde ün yapan nice akademisyen, “asistanları”yla sürdürdük- leri çalõşmalarõnõ anlatõrken onlarõ “sağ kolum” diye anar- lar... Bütün bunlarõn ötesinde, yarõnõn yeni öğretim görevli- leri de üniversitelerdeki genç ve heyecanlõ araştõrma gö- revlilerimizdir… Bilim dün- yamõzõn geleceği onlardõr... Umutlarõnõ kõrmak, gele- ceklerini karartmak, onca zor- lu eğitim süreçlerinin ardõndan işsiz kalmalarõna neden ol- mak, sõradan bir işyerinde herhangi bir çalõşanõn bile elinden alõnamayacak hakla- rõnõ ortadan kaldõrmak... Na- sõl bir anlayõştõr? Bu denli acõmasõz, insanlõk duygularõ körelmiş ve sevgi yoksunu bir yaklaşõm, adõ YÖK bile olsa, sonuçta eğit- menlerin yönettiği bir kuruma asla yakõşmõyor... ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ Asistanlarõmõzõ Duyuyor musunuz? HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu@mynet.com ekinci@cumhuriyet.com.tr KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@mynet.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN www.mumtaz-arikan.com HARBİ SEMİH POROY 11 Mart Deniz Feneri’ne gizlilik kararı verildi. Fenerin ampulüne dokunan yanar! Teknoloji Engin Balım: “Miting meydanları şipşak doldurulur, seçimler için 6 milyon yeni seçmen yaratılır!” Kebap İstemi Sel: “Recep, ‘Valimi kimseye yedirtmem’ diyerek mutfak kültürümüze katkı yaptı: Vali Kebabı!” Standart Soner Önal: “Avrupa standardında medya isteyen Recep’in yürüttüğü politikalar acaba hangi standartta!” YağmurDeniz Demokrasinin püskülüdür Üskül İNSAN bir kere dönmeye başladı mı, sonu gelmez; topaç olur, fırıldak olur, fırdöndü olur, döndükçe döner. İslam âleminin son halife adayı Fatih Sultan Recep, Mersin’e gelecek diye iki yıl önce sultanın sinirlenip “Ananı da al git” dediği çiftçi Mustafa Kemal Öncel’i polisler gözaltına aldı. Mersin’deki bir polis şefi, sultanı kızdıran çiftçinin “tedbir amacı”yla karakola çekildiğini açıkladı. Mersinli çiftçi, “Polisler beni, ‘emir kuluyuz’ diyerek aldı” dedi. Ama eski solcu yeni İslamcı, kendini anayasa uzmanı ve insan hakları savunucusu olarak tanımlayan AKP Mersin Milletvekili Zafer Üskül şöyle dedi: “Çiftçi bunalmış. Polislerin oturduğu kahveye geliyor. Sohbet ediyorlar; ‘Olay olmasın, ben gazetecilerle muhatap olmak istemiyorum’ diyor. Polisler ‘Gidip çay içelim’ deyince çay, kahve içip tavla oynuyorlar.” Belli ki Üskül, vekili olduğu yurttaşla konuşma gereği duymamış. Anlaşılan Üskül, demokrasinin vazgeçilmez püskülü olmanın haklı gururunu yaşıyor. Helal olsun püsküllü demokrasinin Üskül’üne. Nazi Almanya’sında da bu işler aynen böyle oluyordu. Adolf Hitler’in adamları bir gün olsun, toplama kamplarındaki insanlarla konuşma gereği duymamıştı; duymak istedikleri bilgileri toplama kampı yöneticisinden alıyorlardı! Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” İSLAM âleminin son halife adayı Fatih Sultan Recep hazretlerinin büyük lütuf göstererek savcılığını üstlendiği Ergenekon dalgalarında, asılsız iddialar bitpazarına düştü. İktidar yalakası medya, çoğu yasadışı yollardan hazırlanmış bu iddialarla besleniyor. Kirli propaganda teknikleriyle halk kandırılmaya çalışılıyor. Yurtseverlere yönelik bir psikolojik savaş yürütülüyor. Gazetemizin Ankara temsilcisi Mustafa Balbay, Ergenekon dalgasından gözaltına alındıktan sekiz ay sonra tutuklanınca iktidar yalakası medya, savcılık sorgusuna dayanarak Mustafa’nın suçunu şöyle açıkladı: Genelkurmay Başkanlığı’nın Suriye ve İran’a yönelik gizli bilgilerini İsrail gizli servisine servis etmek! Bunun adına casusluk denir. Casusluk vatan hainliği demektir. Türk basın tarihinde, hatta o kadar eskilere gitmeden yakın geçmişte bunun örnekleri vardır! Ergenekon savcısı Zekeriya Öz de casusluk iddiasındaysa, Balbay’ın birkaç yıl önce yayımlanmış “İran Dosyası” ve “Suriye Dosyası” kitaplarında yazdıklarından başka hangi “gizli bilgiler”i İsrail’e servis yaptığını kanıtlayacaktır mutlaka. Balbay gibi yurtsever bir gazeteciye atılmak istenen casusluk suçu, yalaka medyanın özenle propagandasını yaptığı şekilde ayrılıkçı terörle mücadele etmiş emekli generallere yönelik ayrılıkçı terör örgütünü yönetme suçuyla ne denli örtüşüyor farkında mısınız? Bir yandan Ergenekon dalgalarının asılsız iddiaları bitpazarında satılırken öte yanda ise Deniz Feneri dolandırıcılığının Türkiye’de henüz başlamamış soruşturmasına gizlilik kararı ve yayın yasağı geliyor. Deniz Feneri dolandırıcılığı Almanya’da kesin hükme bağlanmışken; yarım yılda Ankara’ya anca gelebilen dosya henüz Türkçeye tercüme edilememişken; bağış dolandırıcılarının ve dolandırıcılarla işbirliği yapanların kimliği belliyken koy yayın yasağını gitsin. “Çıt” çıkaranı gerekirse alırsın içeri! Hatta Deniz Feneri aleyhine laf edenleri Ergenekon’la ilişkilendirebilirsin bile! O kadar da değil demeyin; partisinin yaptığı fotoğraf hilesi kepazeliğini “muhalif medya”ya yükleyip “Oynadığınız o fotoğraflarla bir yere varamayacaksınız” diyen bir sultanın savcılığında her şey olabilir! İlişki SESSİZ SEDASIZ (!) BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Artvin ilin- de, boğa gü- reşlerinin dü- z e n l e n d i ğ i festivaliyle ta- nõnmõş bir yayla. 2/ Or- han Hançer- lioğlu’nun bir r o m a n õ . . . Anadolu’nun bazõ yörele- rinde tohuma veri- len ad. 3/ Muğ- la’nõn Ortaca ilçesi- ne bağlõ turistik bir belde... Eski ve bi- linmeyen bir tarihi anlatmakta kullanõ- lan deyim sözü. 4/ Şarkõ, türkü... Sey- rek dokunmuş bir tür kumaş. 5/ Rüş- vet verenle alan arasõnda aracõlõk eden kişi... “Dikburun” da denilen bir cins köpekbalõğõ. 6/ Bir ile iki yaş arasõndaki koyun. 7/ Bir renk... Küçük çubuklarla oynanan bir oyun. 8/ İskam- bilde bir kâğõt... Gazete ve dergilerde baskõ sa- yõsõ. 9/ Düdenden daha geniş olan çukurluklara verilen ad... Kars’õn doğusundaki ünlü eskiçağ kenti. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Gümüşhane ilinde bir yayla. 2/ Akdeniz Böl- gesi’nde bir akarsu... Şarap mahzeni. 3/ Sat- rançta bir taş... Meslek... Suudi Arabistan’õn pla- ka imi. 4/ Açõk yeşil ve pembe renkli bir süs ta- şõ. 5/ Bayõndõr, mamur... Eski dilde kõş. 6/ Se- vimsiz ve mõzmõz kimseler için kullanõlan bir sözcük. 7/ Yanarken güzel koktuğu için tütsü olarak kullanõlan bir ağaç... Bir yükün yukarõya kaldõrõlmasõnõ sağlayan araç. 8/ Arkadaş, dost... Judo ve karatedeki en üst derecelere verilen ad. 9/ Burun hastalõklarõnõ konu alan hekimlik dalõ. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 B A L T A Z A R E L A K E L E M Z A R A N E M A D R A G O N İ N İ M O T E L T R A R A A S I M A L A M A E V E T İ A B A R A A L A K A D A R 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear