25 Aralık 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B GÖRÜŞ OKTAY SÖNMEZ Denizci Yazar Halkımız ve Deniz Türkiye’nin haritasına bir göz atan başka ülke in- sanlarının, halkımızı doğuştan deniz sevdalısı, işi, aşı, aşkı, ekmeği deniz olmalı diye düşünmesi, en azından bu güzel kıyıların insanlarını doğma büyüme denizci, gemi adamı, denizin ne tür bir zenginlik ol- duğunun bilincinde bir toplum olarak algılaması çok olağan bir düşünce olmalı. Ne var ki gerçek hiç de öyle değil. Ülkemizin sahip olduğu toplam gemi to- najının görünür şekilde gelişmesi, denizden edini- len kazançların büyümesi, özellikle gemi yapımcı- lığında bu işin asları olan ülkelerin tersaneleri ile boy ölçüşecek boyutlarda ilerlemiş olmamıza karşın, hal- kımızın denizle olan kişisel ilişkisi, bundan süzüle- rek gelen ve biriken bir zenginlik yani genel bir de- yimle uluslararası ölçülerde bir “Deniz Kültürü” yi- ne de pek gelişmemiş ve insanımızın yaşamına yer- leşmemiştir. Çünkü insanımızda bunu oluşturacak denizle ilgili bir altyapı yoktur, oluşamamıştır. Ede- biyat, müzik ve diğer sanatlar alanında ülkemizde denizden bir esinti, bir yansıma bile yoktur. Bu bağlamda paradoksal bir görünüme de de- ğinmemek elde değil. Antik çağların Anadolu- su’nda katmanlar halindeki nice uygarlıklar birbiri üze- rine kurulup tarihteki yerlerini alırlarken bu görkemli yarımadanın kıyıları daha o zaman işlevleri bakı- mından günümüzdeki Singapur, New York, Londra, Cenova, Hong Kong vs. önemindeki limanlarla çoktan donatılmıştı. Binyılların stratejik ve ekonomik önemleri ile yaşamış o limanları, hâlâ insanı o gün- lere doğru gizemli yolculuklara çıkaran batık men- direkleri Ege’nin, Akdeniz’in o kristal tanrısal mavi- si sularına batmış halde bugün bile gidip görebili- yoruz. Rıhtımlar, agoralar, çarşılar, tapınaklar... “O limanlara uğramayan gemilere gemi, o rıhtımlarda yü- rümemiş gemiciye gemici de denilmezdi...” Gel zaman git zaman bunları yaratmış olan in- sanları sanki birden yok olmuşçasına Anadolu’nun denizle olan ilişkisi, sanki uzak bir masal gibi tari- hin katmanlarına gömüldü. Bugünlere sadece hü- zün ve yalnızlık duyguları çağrıştıran batık mendi- rekler, antrepolar, depolar, amfora fırınları, tapınak sütunları, liman yakınlarındaki agoralarının kalıntı ve yıkıntıları kaldı. Gün geldi zengin Anadolu’nun, insanını denize yö- nelmeye zorlamayan bereketi hukukumuzu bile et- kiledi. Evde ne de olsa misafir (gidici) olan kız ev- lada leb-i derya (bir kıyısı deniz) olan arsaların ve- rildiği, denize arkalarını dönmüş dağlara, ovalara ba- kan iç bölgelerdeki tarlaların, mülklerin ise sadece erkek evlada miras bırakıldığı dönemler oldu. Ana- dolu insanı yüzyıllar boyu denize sırtı dönük yaşa- dı ve bu bağlamda denizden kaynaklanan uluslar- arası ölçülerde bir deniz kültürü ve gelenekleri bi- rikip yerleşemedi. Bugün hâlâ denizlerimizde av- lanan ve soframıza gelen balıkların ismini bile bil- meyenlerimiz yok değil. İstavrit ile palamudu bir- birlerinden ayırt edemeyenlerimiz var. Gemilerde kul- lanılan terimler, kumandalar ve balık isimleri hemen hepsi İtalyanca, İspanyolcadan alınmadır. Hâlâ bir besin zenginliği olan denizlerimizin kirlilikten ölmekte iken bile bize sunduğunu nimetleri reddedercesi- ne halkımız kilosu sadece 2/3 lira olan hamsiyi alıp yemez ama yarım kilo kıymaya yakına yakına 10 li- ra ödemeyi sürdürür. Denizin bu kadar içinde de- nizden böylesine uzak yaşıyor olmayı anlamak mümkün değil. Yüzyılların payitahtı, limanları, demiryolları işgal altındaki yoksul ve yorgun Anadolu’yu tüm ezilen uluslara örnek olmuş Kurtuluş Savaşı’nın mucize ko- mutanı ve beraberindeki kahramanların yarattığı cumhuriyet döneminde “Denizciliğimizi ulusal bir ül- kü olarak düşünmeliyiz...” işareti ile deniz ve onun- la ilgili her şeyin insanımızın yaşamına girişi başla- mıştır. Modern bir donanmamız, çağdaş bir deniz gücümüz, dünya istatistiklerinde her bakımdan ge- lişmesini sürdüren bir deniz ticaret filomuz var. Bun- ların önümüzdeki yıllarda yaratacağı kültür birikimi bir ulusal değer olarak gelişecek, çocuklarımız ma- halle aralarında futbol oynar gibi yelken kullanacak, denizi, denizciyi yazanların kitapları vitrinleri süs- leyecektir. Hedef denizlerde uluslararası ölçülerde yapacağımız şeylerin artık bir “Deniz Kültürü”ne dönüşmesidir. MERİÇ VELİDEDEOĞLU Başlıktaki her iki sözcük de Türkçe değil. Yerlerine “Türk- çe”leri bulunmalı mı? Bulunmalı, diye düşünüyo- rum. İlki çocuklara öteki de bü- yüklere, yaşanacak keyifleri anımsatan bu sözcükler, şu sı- rada büyük yük taşıyorlar. Ergenekon “düzmece”sinin “gerçek” yüzünü vurgulayan bir değerlendirme olarak, Er- genekon yerine kullanılıyor basında. Bu “varyete”nin son su- numlarından birinde, “gad- darlık”, “acımasızlık” da eklendi gösteriye. Birinci Ordu Komutanlı- ğı’ndan emekli Orgeneral Hur- şit Tolon’un hastalığı tutuklu- luk süresinde iyice artınca, şubat başında “tahliye” edil- mişti. Bu karara “varyete”nin des- tekleyicisi ve R.T. Erdoğan’ın yandaşı basın, kıyametler ko- pararak karşı çıktı. “Savcı” ro- lündeki “öz” oyuncu da “iptal” başvurusu yaptı. “İnsan gibi insan” olanların aklına gelemeyecek bu tutum üzerine İlhan Selçuk: “Meğer ne kadar gaddar imişler (...) Suçlu olup olmadıkları belli olmayan insanların eza ve ce- fa çekmeleri, sağlıklarını yitir- meleri, sakat kalmaları ve öl- meleri karşısında adeta zevk duyuyorlar...” diyerek haklı is- yanını dile getirdi. (13.2.2009) Gerçekten toplum içinde ta- nınan, saygın bir yeri olan, topluma hizmetler vermiş, Or- general Hurşit Tolon gibi 70’ine dayanmış, üstelik hasta birine, engizisyonun tutumu bir ba- kıma “insanlaşırdı”. Bu yönde en ünlü örnek Galileo’nun yargılanmasıdır. Kısaca anımsayalım. Çalışmalarını hep Floran- sa’da sürdürdü Galileo. 1632 yılının Eylül ayının başında, kentin engizisyon rahibi ziya- retine gelir. Öyle gece yarısı, engizisyon polisleriyle birlikte değil, öğleden sonra çay saa- tinde. Bilgine, Vatikan’dan bir mek- tup getirmiştir. Mektupta, en- gizisyonda yargılanacağı bil- dirilmekte ve ekim ayında Ro- ma’da bulunması istenmek- tedir. Ne var ki, Galileo’nun has- talığı artar, yatağa düşer. De- ğil “ekim”de, kasım, aralık, ocak ayında bile gidemez Ro- ma’ya. Sonunda sabrı tükenen en- gizisyon, şubat ayında kesin olarak gelmesini buyurur. Ama bir konu onları düşün- dürmektedir. Galileo bu yol- culuğun ağır koşullarına da- yanabilir mi? Sorun, yolculuğun “tahtıre- van” ile, en rahat koşullarda yapılması sağlanarak çözü- lür. Ancak 23 günde Roma’ya varır Galileo. Engizisyonda yargılanacak olanlar Roma’ya varır varmaz tutuklanır, tutukevine (hapis- hane) konulur. Galile ise tutuklanmaz. Flo- ransa’nın da bağlı olduğu Tos- kana eyaletinin elçiliğinde kal- masına izin verilir. Sorgula- manın ne zaman başlayacağını bilmemek de bir “işkence”dir kuşkusuz. Ama her türlü ge- reksinmesinin örneğin, Ro- ma’nın ünlü Trinita bahçele- rinde gezmesinin bile sağlan- dığı bu bekleyiş süreci, Gali- leo’nun kendisini toparlama- sına da olanak sağlar. Öte yanda Papa Urban bu davayı çok önemsemekte ve adım adım izlemektedir. Ama ne bu ilgi ne de bulunduğu orunun (mevki) ona, “Ben bu davanın savcısıyım!” deme ay- rıcalığını vermediğinin de ay- rımındadır... Bir bakıma buna gerek de yoktur. Engizisyonun başsav- cısı Carlo Sinceri, Papa’nın “öz” adamıdır. Başsavcı, Ur- ban’ın bu davayı açtırmasının “nedeni”ni çok iyi bilmektedir. Papa’nın gerek tutumu, ge- rekse ölçüsüzce harcamaları huzursuzluk yaratmış, Vati- kan’ın iktidarını zor duruma dü- şürmüştü. “Geleceğini” az da olsa sallantıda gören Papa Urban, iktidarını sağlamlaş- tırmak için gereken çözümü inananların “inanç”ını kullan- makta bulur. Kilisenin en önemli dogma- sının, “dünyanın hareketsiz” oluşunun “yanlış” olduğunu bilimsel yolla ortaya koyan Galileo’yu sahneye çıkarıp kurtların önüne atar. Başsavcı Sinceri, “17 yıl” önce Galileo’ya bu konuda yapılan bir “uyar” pusulasını bulup çıkarır. Ve bunu işleme koyar. Dava büyük bir yankı uyan- dırır. Papa’nın isteği de budur. Sonuç bilinir; Galileo mah- kûm edilir; tövbe ederek kur- tulur. Sömürü sömürüdür; 1603’te de 2009’da da. “Araç” olarak “din”in kullanılması hâlâ “re- vaç”tadır. Özellikle Müslüman halkın sömürülmesinde. Yöntemler mi? Kuşkusuz çok gelişti; küreselleşti, daha bir “gaddar”laştı... ‘Lunapark’ ve ‘Varyete’... m.velidedeoglu@hotmail.com KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@mynet.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN www.mumtaz-arikan.com20 Şubat OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ k_urgenc@yahoo.com HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu@mynet.com 20 ŞUBAT 2009 CUMA CUMHURİYET SAYFA 17 Erdoğan’dan İsrail Başbakanı’na hitap önerisi: Ol meret! Kazık Erbil Tuşalp: “Vakti gelince eşek ölecek; televizyon, gazete, altınlar, paralar, pırlantalar, villalar gibi eserleri bağlayacak sağlam kazığa gerek kalmayacak!” Sevigen A.Tarık Emre: “Her milletvekili gibi iş yapan Mehmet Sevigen keşke AKP’li olsaydı, kim bilir ne işler çevirirdi!” Ürün Tekin M. Ormancıoğlu: “Ilımlı Erdoğan eken radikal Erdoğan biçer!” YağmurDeniz Mehmet Ali Şahin’in mantığı ESKİ köy imamı olup da Fatih Sultan Recep’in vezirliğine yükselen Mehmet Ali Şahin, Ergenekon dalgalarındaki gizli bilgilerin şüpheli ve sanıkların avukatları tarafından iktidar yalakası medyaya servis edildiğini buyurmuş. Bu ne biçim bir mantıktır! Bu mantığa göre iktidar yalakası medyanın hedef gösterdiği insanların özel hayatlarına ilişkin en mahrem bilgileri, asılsız iddiaları bu kişiler henüz gözaltına alınmadan çok önce avukatları medyaya sızdırıyor. Gözaltına alınan kişilerin polis ve savcılık sorgusunu daha mürekkebi kurumadan avukatları medyaya servis yapıyor. Üstelik avukatlar, müvekkillerinin özel hayatını yok sayarak yaptıkları bu “servis”le, savundukları insanları kamuoyu önünde küçük düşürüyor, zor durumda bırakıyor, asılsız ithamlarla suçlamakta sakınca görmüyor. Gözaltındaki ya da cezaevindeki insanlar da böyle bir “hizmet” karşılığında avukatlarına vekâlet ücreti ödüyor! Sultan hazretlerinin eski köy imamı vezirinin mantığına göre aynen böyle oluyor! Fakat bu mantık, dünyanın yabancı olduğu bir düşünce sistematiği değil. Adolf Hitler, Alman parlamentosunu faşist tosuncuklarına kundaklattıktan sonra yangını muhalefetin üstüne yıkmayı planlarken, tıpkısının aynısı Mehmet Ali Şahin gibi düşünüyordu. Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” KÜÇÜK dağları da büyük dağları da yaratan iktidar için her alanda işler giderek sarpa sarıyor. Ergenekon dalgası tıslamış durumda; ömür boyu hapis cezasına çarptırılması istenen “terörist”ler mahkeme tarafından serbest bırakılıyor. Ekonomi karaya toslamış durumda; dolar almış başını gidiyor, işsizlik ayyuka çıkıyor, iflaslar durmuyor, işadamları ağlıyor, esnaf kendini yakıyor. Dış politikadaki kabadayılık foslamış durumda; emperyalizmin eşbaşkanlığına İslamcı terör örgütünün avukatlığı ekleniyor. Fatih Sultan Recep acayip kızmış durumda; seçim meydanlarından her an okkalı bir küfür savurması bekleniyor. Sultanın belediyelerdeki adamları pısmış durumda; yolsuzluk belgeleri ortalıkta dolaşıyor. Sultanın has adamları sinmiş durumda; pırlantalar, gemicikler, deniz fenercikler el yakıyor. Acil çıkış gerekiyor. Umut, iktidar yalakası medyadaki müneccimlerin yazdığı şekilde Ergenekon dalgasında bir medya patronunun gözaltına alınıp polis merkezinde sorgulanmasıydı fakat nedense planlandığı gibi olmadı. İşte tam da bu noktada, acil çıkış yolu gözümüzün önünde! Malum Nokta dergisinin araştırmacı gazetecisi değerli yazarı Alper Görmüş’ün “Darbe Günlükleri” ne güne duruyor: Ay Işığı. Sarı Kız. O günden bugüne haftalık Nokta dergisi misyonunu tamamlayıp kapandı, yerini aynı ekibin yeni taraftar transferleriyle günlük bir gazete aldı ve olaylar dört koldan geliştirildi. Dolayısıyla günlükler, gelişen olaylar ışığında güncelleştirilebilir: Sarı Gelin, Sarı Öküz, Sarı Kanarya. Ergenekon dalgasında ilk emekli generaller gözaltına alındığında, tutuklandığında “Darbe Günlükleri”nin müellifi Alper Görmüş’ün yüzünde nasıl güller açmıştı anımsayın. Verdiği adreslerdeki generaller, amiraller gözaltına alınmayınca da nasıl karalar bağlamıştı. İktidar için işlerin sarpa sardığı şu günlerde, milletin dikkatini başka yöne çekmenin en güzel ve kolay yolu hazırda bekleyen “Darbe Günlükleri” gibi geliyor. Şu sıra büyük bir gözaltı dalgası iyi olur valla! Darbe Günlükleri SESSİZ SEDASIZ (!) BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SA- ĞA: 1/ Küçük testi. 2/ “Yılanyastı- ğı, filkulağı” gibi adlar da verilen bir süs bitkisi... Atõn başõna geçirilen dizgin ve süs- ler. 3/ Uzun ve yõrtmaçlõ bir tür etek. 4/ İlenme, beddua... Bir nota... Batõ Avrupa’da bir õrmak. 5/ Güney- doğu Anadolu’da, da- ha çok kadõnlarõn çe- şitli yerlerine yaptõr- dõklarõ bir tür dövme... Taşlõk yer. 6/ Uzak... Antalya yöresine öz- gü, kaburga ve pirin- çle yapõlan bir yemek. 7/ Biralõk bir arpa cin- si... Bir renk. 8/ Özellikle diş hekimliğinde kullanõlan “benzelyum klorür”e verilen ad. 9/ Osmanlõ toprak düzeninde yõllõk geliri yüz bin akçeyi aşan dirlik... Ya- põ, heykel gibi şeylerin taslak durumundaki küçük ör- neği. YUKARIDAN AŞAĞIYA 1/ Taze ve olgun incir. 2/ Siper, hendek... Sõğõrõn öd kesesinden çõkan ve sarõlõk hastalõğõnõ iyi ettiğine ina- nõlan taş. 3/ Eşi ölmüş ya da eşinden boşanmõş kim- se... Çapraz çubuklarla yapõlan ve pencerelere takõlan siper. 4/ Çõkar yol, çare... Yumurtadan yeni çõkmõş civcivin ağzõnõn kõyõsõnda bulunan ve sonradan kay- bolan sarõ renk. 5/ Saçõn küçük tutamlarõnõn değişik renklerde boyanmasõ... Osmanlõlar döneminde Roma kentine verilen ad. 6/ Polislerin kullandõğõ sopa... Al- datma işi, hile... Radyum elementinin simgesi. 7/ İki ya da daha fazla şeyi birbirine uygun duruma getir- mek. 8/ Sulu yiyeceklerin konulduğu derince çanak... Saçõn õslanmamasõ için kullanõlan başlõk. 9/ Savaşta ölen yeniçerilerin erkek çocuklarõna verilen ad. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 M A R T O L O S A L E S A V A K H A M S İ A B A J B A R O A L O B E Z İ T E A N E T S O M O N G R İ L B A H T A K A R A Y O O T O M A N U R 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear