26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B AÇI MÜMTAZ SOYSAL İki Okul GERİDE bıraktığımız hafta sonunda Mülkiye, kuruluşunun 150. yılını, Galatasaray da 528. yılını kutladı. Bir kısmı imparatorluğu bir kısmı da Cumhuriyeti kapsayan yıllar boyunca ülke tarihinde önemli roller oynamış bu iki okulun kuruluş yıldönümlerini aşağı yukarı aynı günlerde kutlamak, ilginç düşüncelere yol açan bir rastlantıydı. Her iki okulun da, farklı nitelikte ve derecede olmakla birlikte, bazı bakımlardan aşağı yukarı birbirine benzer işlevleri yerine getirmiş olmalarından ileri gelen bir ilginçlik söz konusu. Şimdi Ankara Üniversitesi’nin Siyasal Bilgiler Fakültesi olarak bilinen Mülkiye, Tanzimat’tan sonraki Islahat döneminin ürünüdür. Mekteb-i Fünun-u Mülkiye, Batılı ölçülere uygun bir yönetim yapısı oluşturmak isteyenlerce ve iyi yetişmiş kamu görevlisi gereksinimini karşılamak amacıyla 1859’da kurulmuştu. Padişahların “mülk”ü sayılan ülkenin iyi yönetilmesi için bu yetişmenin bilime dayanması gerekiyordu. Bu nedenledir ki, okulun adına önce “fünun” sözcüğü, sonra da “şahane” sıfatı eklenmişti, Ama, bu adı kısaltan ve İkinci Meşrutiyet’le birlikte “şahane” sıfatından da vazgeçen, okulun kendisidir. Bu bakımdan, Mülkiye kamu görevlerini, “kul” zihniyetiyle değil, ülkeyi kucaklayıcı bir “sahip” yaklaşımıyla yönetmek için yetiştirilen yurtseverlerin ocağı oldu. Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkmayı düşündüğü Mütareke günlerinde bestelenen ve “Ey vatan! Gözyaşların dinsin, yetiştik çünkü biz” diye başlayan marşın başka bir anlamı olabilir mi? Hayli bina değiştiren kurumun 1936’da başkent Ankara’ya yerleşmesi de, çağdaşlaşma özlemini gözyaşları dinmiş bir vatanda gidermeyi simgelemez mi? Mülkiye İkinci Meşrutiyet’le birlikte “şahane” sıfatını attığı gibi, Galatasaray “Mekteb-i Sultanî”si de cumhuriyet ilanıyla “sultanî” lafını attı. İkinci Bayezıt’ın devşirme içoğlanlarını Mekteb-i Hümayun’a hazırlamak için 1481’de kurduğu Galata Sarayı Mektebi kamu hizmetine bilimsel donanımlı insan yetiştirmenin ilk aşaması olarak düşünülmüştü. Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasıyla bu okul önemini yitirdi ve Beyoğlu’ndaki bina Islahat dönemine kadar çeşitli öğretim kuruluşlarınca kullanıldı. Okulun 1868’de Sultanî adıyla Fransızca ağırlıklı ve gayrımüslimlere de açık bir liseye dönüştürülmesini İkinci Abdülaziz’e tavsiye eden, Sadrazam Âli Paşa ile Hariciye Nâzırı Saffet Paşa’dır. Ama, Mülkiye’de yetişenler gibi Galatasaray’da yetişenler de, padişah ve onun paşaları için değil, kimler için çalışmak gerektiğini öğrenmişlerdi. Öğrenmenin özgürleşme ve güçlenme demek olduğunu biliyorlardı. Batı’ya özenilerek kurulan ilk kurumların ve okulların yoz bir yabancılaşmaya yol açmasından korkuluyordu. Tam tersi oldu; bunlar çağdaş yurtseverliğin önemli birer simgesi durumuna geldiler, hep öyle kalacaklar. mumtazsoysal@gmail.com T ürkiye devasa ve giderek ağõrlaşan bir sorunla karşõ karşõyadõr. “Kürtçülük fitnesi ve PKK sorunu” Türki- ye’nin ayağõnda bir prangadõr. Bun- dan kurtulmadan Türkiye’nin eko- nomik ve sosyal alanlarda ciddi bir atõlõm yap- masõ düşünülemez. Bu sorunun çözümü için si- yasi, diplomatik, ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda alõnmasõ gereken önlemlerin başõnda, Kuzey Irak’ta yuvalanmõş olan PKK unsurlarõ- nõn tasfiyesi gelmektedir. Bu amaç, Türkiye’nin karşõlaştõğõ PKK/Kürtçülük sorununun çözü- münde öncelikli bir önem taşõyor; çünkü ger- çekleştirilemediği takdirde diğer önlemlerden bir sonuç alõnmasõ mümkün değildir. Ne var ki AKP hükümeti, terörle mücadelede terörün tasfiyesi hedefini terk ederek, terör örgütü ile müzakere ve uzlaşõya yönelmiştir. Nitekim, önce “Kürt Açılımı”, sonra “Demokratik Açılım” ve ni- hayet “Milli Birlik Projesi” olarak adlandõrõ- lan, ucu açõk, içeriği ise hâlâ kalõn bir müphemiyet perdesi arkasõnda õsrarla gizlenen bu girişim, esas itibarõyla PKK’yi muhatap almayõ ve uzlaşmayõ öngörüyor. Oysa, değişen küresel ve bölgesel dengeler nedeniyle oluşan koşullar, Türkiye’ye terörle etkin bir mücadele yürütebilmesi için bu- güne kadar rastlanmayan avantajlõ bir konum sağlamõştõr. Bu açõdan, AKP stratejisi şu üç ne- denle son derece hatalõ ve sakõncalõdõr. PKK’ye yönelik strateji temelden yanlış Birinci neden, önceki dönemlerde, PKK’ye karşõ verdiği mücadelede bunaltõcõ ve kõsõtla- yõcõ dõş baskõlarla karşõlaşan Türkiye’nin, ha- len bu alanda daha rahat hareket etmesine im- kân sağlayan bir dünya ve bölge konjonktü- ründen yararlanmasõdõr. Bu yeni siyasi ortamõn oluşmasõnda başta gelen faktörler, ABD’nin Irak’taki askeri varlõğõna son vermek hususun- daki kararõ ve Obama yönetiminin, yaşamsal çõ- karlarõnõn bulunduğu Ortadoğu jeopolitik ekse- ninde istikrar sağlanmasõ için Türkiye’nin des- teğine ihtiyaç duymasõ ve bunu alenen dile ge- tirmesidir. İkinci neden, bölgesel siyasi dinamiklerin, PKK’yi yalnõzlõğa iten, hareket alanõnõ daraltan ve örgütün güç aldõğõ kaynaklarõ kurutan bir doğ- rultuda oluşmasõdõr. Örgüt de bunun farkõndadõr. Ancak, AKP hükümetinin birden uzlaşma ha- vasõna girmesi, PKK’nin direncini güçlendirmiş ve çözülme psikolojisine girmesini önlemiştir. Böylece, müzakereye oturuncaya kadar kuyru- ğu dik tutma inancõ örgüte hâkim olmuştur. AKP hükümeti akla ihanet ediyor Üçüncü neden, Türk Silahlõ Kuvvetleri’nin (TSK), ilk defa olarak, tüm güç ve enerjisini PKK ile mücadeleye hasredebileceği bir durumdan yararlanmasõdõr. Günümüz koşullarõnda, Tür- kiye’nin “dış askeri tehdit algılaması” çarpõ- cõ biçimde değişmiştir. Nitekim, Dõşişleri Bakanõ Davutoğlu’nun bakanlõğõnõn bütçesinin TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda görüşülmesi sõ- rasõnda bu konuda yaptõğõ değerlendirme ay- nen şöyledir: “Bırakın kısa dönemi, orta dönemde dahi, hatta uzun dönemde dahi, Türkiye ile her- hangi bir komşusu arasında büyük ölçekli bir savaş, kriz değil, küçük ölçekli bir tansiyon yükselmesi bile beklenmiyor.” Buna mukabil, Türkiye’yi içerden ve dõşardan kõskaç içine alan PKK terörü, yegâne acil tehdit haline dö- nüşmüştür. Sonuç olarak, TSK bugün tüm güç ve ener- jisini, PKK terörüne odaklamak imkânõna sahiptir. Yukarõdaki değerlendirmemiz şu gerçekleri or- taya koyuyor: Son 25 yõl zarfõnda Türkiye, ge- rek küresel, gerekse bölgesel koşullar açõsõndan PKK ile mücadelede hiçbir zaman bu kadar mü- sait bir ortamdan yararlanmamõştõr. Bölgesel dinamikler, PKK’yi yalnõzlõğa iten ve örgütün güç aldõğõ kaynaklarõ kurutan bir doğ- rultuda oluşmaktadõr. Bunlara ilaveten, TSK, ilk defa tüm gücünü ve enerjisini PKK ile müca- deleye odaklayabileceği bir konumdadõr. Bu du- rumda, AKP hükümetinin, terörü tasfiye stra- tejisini terk ederek, PKK’yi muhatap almasõ ve -dolaylõ veya dolaysõz- terör örgütü ile müzakere sürecine yönelmesi akõl ve mantõkla bağdaştõ- rõlamaz. Oluşan bu zeminde, Türk hükümeti, eğer Ku- zey Irak’taki PKK unsurlarõnõn silah bõrakmak için Türkiye’nin kapõsõnõ çalmasõnõ istiyorsa, o zaman stratejisi, terörle uzlaşmaya değil, terö- rü tasfiyeye odaklanmalõdõr. Kuzey Irak’taki te- rör unsurlarõ üzerinde moral çöküntüsü yarata- cak, onlarõ bozguna uğratacak ve silah bõrak- malarõna yardõmcõ olacak strateji budur. İktida- rõn tutumu ise, hem akla, hem de ulusal çõkarla- ra ihanettir. ‘Çatışma tuzağı’ kavramı Amerikalõ strateji uzmanlarõ tarafõndan “ça- tışma tuzağı” olarak tanõmlanan kavram da, Türkiye’nin terörle mücadele stratejisinin PKK’nin tasfiyesine odaklanmasõnõ zorunlu kõ- lõyor. “Çatışma tuzağı” kavramõnõ geliştiren Pa- ul Collier ve Nicholas Sambanis adlõ Ame- rikalõ akademisyenler, 1945’ten bu yana dünyada cereyan eden 125 değişik çatõşmanõn ayrõntõlõ analizlerini yapmak suretiyle şu iki sonucu sap- tamõşlardõr: (1) Çatõşmanõn bir tarafõn kesin bir mağlubiyetiyle sona erdiği hallerde, gerçekleş- tirilen uzlaşma uzun ömürlü olmaktadõr. (2) Bu- na mukabil, taraflarõn uzlaşma aramalarõ so- nucunda sağlanan barõş ise, çoğu zaman kõsa sü- reli olmakta ve “çatışma tuzağı” süreciyle kar- şõlaşõlmaktadõr. Bu durumda, taraflardan biri bi- raz dinlenip toparlandõktan sonra tekrar çatõş- mayõ başlatmaktadõr. Ve barõş-savaş dönemle- ri açõk uçlu bir süreçte birbirini izlemektedir… AKP’nin uzlaşma stratejisine “çatışma kav- ramı” perspektifinden bakõlacak olursa, bu stra- tejinin Türkiye’yi tüketecek ve parçalayacak bir nitelik taşõdõğõ anlaşõlõr. Bölgedeki Pankürdist ideolojiye bağlõ güç odaklarõ, siyasi bir kimli- ğe dönüşmüş olsa da PKK’den Türkiye’ye kar- şõ sinsi emelleri için yararlanmak isteyecek ve ör- gütü canlõ tutmak için çaba sarf edeceklerdir. Bu- gün Türkiye’nin karşõsõnda, hâlâ Barzani’nin hi- mayesinden yararlanan ve ondan almakta olduğu maddi ve moral destekle, kendi müzakere şart- larõnõ Türk devletine dayatmak isteyen bir PKK varsa, nedeni budur. Yeni askeri-politik konsept ve yapılanma Bu durum, Türkiye’nin Irak’õn kuzeyine ve PKK’ye karşõ yeni bir strateji geliştirmesini zo- runlu kõlõyor. Bu strateji kapsamõnda TSK, sivil zayiata yol açmadan ve bölgenin huzur ve is- tikrarõnõ bozmadan PKK’yi etkisizleştirmeyi ön- gören bir askeri-politik konsept ve askeri kuvvet yapõlanmasõ geliştirmelidir. Amaç, uçar bir- liklerle yapõlacak “cerrahi” nitelikte operas- yonlarla “nokta hedeflerin” sürekli vurularak PKK örgütünün güven duygusunun yok edilmesi ve çözülme psikolojisinin yaratõlarak teslime zorlamak olacaktõr. Bu bağlamda yapõlacak ilk operasyonlardan biri de, ABD tarafõndan uyuşturucu kaçakçõsõ olarak ilan edilip mali var- lõklarõna el koyulan terörist başõlardan Murat Karayılan, Zübeyir Aydar ve Ali Rıza Al- tun’un baskõnla inlerinden kaçõrõlõp Türk ada- letine teslim edilmeleri olmalõdõr. İsrail, Telaviv’den 4200 kilometre uzaklõktaki Entebbe Havaalanõ’na tereyağõndan kõl çeker gi- bi harekât yaparak İsrailli rehineleri kurtarabili- yorsa, NATO’nun ikinci büyük ordusu diye öğün- düğümüz TSK’nin avucunun içi gibi bildiği ya- nõ başõndaki bölgede bu tür operasyonlar yapa- mamasõ kabul edilebilir mi? Sonuç olarak, terörle mücadele alanõnda son 25 yõl zarfõnda hiçbir zaman bugünkü kadar olumlu koşullarla karşõlaşmamõş olan Türkiye, bu durumdan yararlanmalõ ve PKK’yi tasfiyeye odaklanmõş bir strateji izlemelidir. Dõş odaklar tarafõndan AKP iktidarõna dayatõlan PKK ile mü- zakere stratejisi Türkiye’yi selamete değil fela- kete götürür. Yanlõş strateji, yanlõş ilaç gibidir… Öldürür!.. Yanlõş Strateji, Yanlõş İlaç Gibidir... Öldürür!.. Şükrü M. ELEKDAĞ CHP İstanbul Milletvekili Son 25 yõl zarfõnda Türkiye, PKK ile mücadelede hiçbir zaman bu kadar müsait bir konjonktürden yararlanamadõ. Bu nedenle, AKP iktidarõnõn PKK’yi tasfiye stratejisi yerine terör örgütü ile müzakere stratejisine yönelmesi akõl ve mantõkla bağdaşmaz... SAYFA CUMHURİYET 7 ARALIK 2009 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Kadõn Karnemizdeki Kõrõklar... Mevsim ne olursa olsun bazen hep kar yağar ya! Bugünlerde hava kar yağõşlõ seyrediyor. Güven duygu- sunun yerini giderek kuşku alõyor. Yaşama tutunmak gün geçtikçe zorlaşõyor. Korku iklimi hayatõn her alanõna egemen oluyor. Bu ko- şullarda güneşli yaz yağmurlarõ ni- ye yağsõn ki? Cumhuriyet değerleri ve kaza- nõmlarõmõz tartõşmaya açõlmõşken, babalanmalarla, efelenmelerle, pos- ta koymalarla yatõp kalkarken, yapõ- lanlara şaşõrmaktan çevreye şaşõ ba- karken hava parçalõ bulutlu nasõl ol- masõn ki? Evliya sabrõnõn bile yetmediği bir süreçten geçiyoruz. Yol haritasõ arar- ken zorlandõğõmõz, çõkõş kapõlarõnõ gösterirken horlandõğõmõz bir süreç bu. İyisi mi nefes almak için biraz ge- rilere gidelim, derin bir iç çekişle de olsa ayrõ bir duyarlõlõk yaşadõğõmõz onurlu bir tarih sayfasõnõ aralayalõm. 5 Aralõk 1934 biz kadõnlarõn ha- yatõna eşitliğin, seçme ve seçilmenin kazõndõğõ tarihtir. 5 Aralõk 1934 vatanõ vatan yapan kuşağõn kadõna verdiği değerin altõ- nõ, altõn değerinde çizdiği tarihtir. 5 Aralõk 1934 yedi düvele meydan okurken canlarõnõ cömertçe harca- yanlarõn, kan ve can pahasõna çiz- dikleri yol haritasõnda kadõnõ Cum- huriyet projelerinin temeline oturt- tuğu tarihtir. Seçme seçilme hakkı 5 Aralõk 1934 1.5 milyarlõk İslam coğrafyasõnda kadõnõn kaderini de- ğiştirebilen tek laik ülke olan Türki- ye Cumhuriyeti’nin kadõnlarõna ver- diği değeri ilan ettiği tarihtir. Bu anõmsamanõn ardõndan gelelim gü- nümüze. Kadõnõ 1930’lu yõllarda böylesine gönendiren bir ülkenin 2009 yõlõ karnesi ne yazõk ki kõrõklarla dolu. Meclis’teki temsil oranõmõzla, karar mekanizmalarõndaki yerimiz- le, siyasal partiler ve yerel yönetim- lerdeki azõnlõk koridorlarõmõzla gel- diğimiz ve getirildiğimiz yer mey- danda. Bize dayatõlan roller ve biçi- len modeller ortadadõr. 1935 yõlõnda ülkenin büyük ço- ğunluğu eğitimsizken, yõllar süren sa- vaşlar ülke ekonomisini çökertmiş- ken, kadõnõ ön plana çõkaran anlayõş 15 milyon yurttaşõn temsilcisi olarak TBMM’ye 18 kadõn milletvekili so- kar. Bugünse seçmenlerin yüzde 50.73’ü kadõnken, kadõn nüfusu 35.5 milyona ulaşmõşken, TBMM’de 550 koltuğun ancak 50’si kadõnlara aittir. 2009 yõlõnda TBMM’de işgal etti- ğimiz 50 koltuk, oran olarak 1935 Meclisi’nin gerisindedir. Gelişmek- te olan ülkelerde, demokratik düze- ne geçişleri bize göre çok daha yeni olan Doğu Bloku ülkelerinde, Türki cumhuriyetlerde ve Müslüman ül- kelerin çoğunda bu oranlar ülkemi- zin çok ilerisindedir. Diplomasõz 10 gencin 7’sinin kõz olduğu günümüzde, kadõnõn işgücü- ne katõlõmõnõn yüzde 22’ye düştüğü ülkemizde küresel cinsiyet uçurumu, ülkemizi, kadõnlarõna en kötü mua- mele eden ülkeler arasõnda ilk 10’a koymuştur. Kadõn-erkek eşitliği sõ- ralamasõnda 134 ülke arasõnda 129. sõradayõz. Pek çok Avrupa ülkesin- den çok daha önce bize sağlanan hak- lara rağmen, geldiğimiz yer dikkat çe- kicidir, onur kõrõcõdõr, üzücü, sarsõcõ ve düşündürücüdür. Atatürk Türki- yesi’nin eşit ve çağdaş kadõnlarõndan, dört duvar arasõna hapsedilen kadõ- na niye ve nasõl gelindi? Kadõna bi- çilen görev ve dayatõlan rollerde, bu köklü değişime kimler, niçin izin ver- di? Geldiğimiz noktada öncelikle bu adresleri sorgulamak, yargõla- mak ve bazõ adlarõ da büyük harflerle anmak gerekir. Her 4 kadõndan biri fiziksel ve cin- sel şiddet görüyorsa, ocak-kasõm arasõ 135 kadõn kendini yakmõşsa, 47 kadõn silah ya da iple intihar etmiş- se, 50 kadõn “namus” adõ altõnda öl- dürülmüşse bu önemsenmesi gereken bir sorundur. Töre cinayetleri Kadõnla olan meselesini bir türlü çözemeyen, buna niyeti de olmayan toplumumuzun bir başka kanayan ve hayatõ kana bulayan yarasõ da aile içi şiddet ve töre cinayetleridir. Bu ko- nu; zamanõn şifalõ ellerine bõrakõla- cak, yasalarõn insafõna terk edilecek, magazin basõnõna havale edilecek ka- dar hafif bir konu değildir. Bu sorun öncelikle toplumun kadõn ve erkek ayrõmõ olmadan üzerine gitmesi ge- reken bir insanlõk ayõbõ ve bir insan- lõk dramõdõr. Bunun için de öncelik- le toplumun kadõna, erkeğin kadõna, kadõnõn kadõna bakõşõnda köklü de- ğişimler olmalõ, erkek erkeğe mu- habbetin, cemaat kültürünün, kaba- lõğõn ve hoyratlõğõn hüzün dolu fo- toğrafõ ortadan kalkmalõdõr. Her derdin gelip ulaştõğõ son nok- ta kadõnsa, çocuk yaşta evlilik, ço- keşlilik, berdel gelip kadõnõ buluyorsa Van’da yapõlan araştõrmada olduğu gibi “Bir daha dünyaya gelirsem kadın olmak istemem” diyenlerin sayõsõ artar. Yoksulluk kadõnla ne- redeyse özdeş hale gelir. Yoksulluk ve hastalõk iki tren rayõ gibi uzayõp gi- der. Hayatõn pahalõ, canõn ucuz, he- le de kadõn hayatlarõnõn daha da ucuz olduğu ülkemizde töre cezayõ baştan kesince, o çarkõn dişlileri ara- sõnda kadõn, gençliğini, hayallerini, aşklarõnõ, çilesini öğütüp un ufak eder. İmza atmayõ bilmeyen, ama dayak atmayõ iyi bilen erkeklerin elinde, der- manla tanõşmadan, itilip, kakõlõp, savrulan o olur. “İş istiyorum” di- yen kadõna “Evdeki işler yetmiyor mu?” diyen bakanlar var oldukça, dayak izlerinin yüzünde ve ruhunda haritalar çizdiği kadõn sayõsõ artar. Şimdi rakamlarõ üst üste koyalõm. 6 milyon okuryazar olmayan kadõnõ- mõzõ, 6 milyon cinsel ve fiziksel şiddet gören kadõnõmõzõ düşünelim. Bu rakamlarõ belleğimize yazalõm ya da küpe yapõp kulağõmõza takalõm ve hiç çõkarmayalõm! Sorunlarõn az, sorumlularõn çok ol- duğu nice 5 Aralõk’lara… Neşe DOSTER
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear