24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 29 ARALIK 2009 SALI 6 HABERLER BİLİM ve SİYASET ORHAN BURSALI Polis ve Ordu - 3 ‘Eczacõlardan öç alõyorlar’Haber Merkezi - Başbakan Erdo- ğan’õn eski danõşmanõ Cüneyd Zap- su’nun ağabeyi Aziz Zapsu’nun or- tağõ olduğu For You mağazalarõnda “Drugstore” yazõsõnõn asõlmasõyla or- taya çõkan ilaç tartõşmasõ, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’õn önceki günkü açõklamalarõyla yeniden gün- deme geldi. Başbakan Erdoğan’õn ABD’nin 53 eyaletinden yalnõzca 19’unda uygulanan ve her yõl binler- ce kişinin ilaç zehirlenmesi nede- niyle yaşamõnõ yitirmesine yol açan market eczane uygulamasõnõn Türki- ye’de yaşama geçirileceğini açõkla- masõ, tepki çekti. CHP İstanbul Mil- letvekili, Prof. Dr. Sacid Yıldız, 4 Aralõk’ta eczacõlarõn bir günlük ke- penk kapatma eylemi nedeniyle ce- zalandõrõldõğõnõ, eylemi yapan ecza- cõlardan “öç alma” duygusu ile ilaç- larõn marketlerde de satõlmasõnõn gündeme konulduğunu söyledi. CHP İstanbul Milletvekili, Sağlõk, Aile, Çalõşma ve Sosyal İşler Komis- yonu üyesi Prof. Dr. Sacid Yıldız, uy- gulama ile eczacõlarõn tamamen dev- re dõşõ bõrakõlmak istendiğini belirtti. Yõldõz, “İlaçlar marketlerde satı- lırsa denetimi de eczacı dışında olacak. Örneğin marketten bir ağ- rı kesici alan karaciğer hastası, o ağ- rı kesicinin kanamayı arttıran özel- liğini bilmediği için olumsuz etki- lenecek, sağlık sorunları artacak, bu da hükümete daha çok yük getire- cek. Ayrıca uygulama ilaç reklamını da arttıracak ki bu çok tehlikelidir” dedi. ‘Yük yurttaşın sırtına’ İstanbul Eczacõ Odasõ Başkanõ Se- mih Güngör ise uygulamanõn ulus- lararasõ ilaç firmalarõnõ ve sermaye gruplarõnõn yararõnõ gözettiğini sa- vundu. Güngör “Marketlerden alı- nan ilaçların geri ödenmesi Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafın- dan yapılmayacak, yurttaşlar ilaç- ların ödemesini ceplerinden yapa- caklar” dedi. Güngör şöyle konuştu: “Eczacıların 4 Aralık’taki ey- lemlerinin ardından SGK 3 yıllık sözleşmeyi tek taraflı iptal etti, ec- zacılarla tek tek sözleşme yapmak istedi. Örgütlü mücadeleyi orta- dan kaldırmak istemesinin gerekçesi de ortaya çıktı. Ülkemizde yapılmak istenen hızla artan ilaç tüketimi harcamalarında, tasarrufu yurtta- şın sırtından yapmaktır. Uygula- manın hayata geçmesi ile hastalar müşteri konumuna gelecek.” İstanbul Tabip Odasõ Genel Sekre- teri Dr. Hüseyin Demirdizen ise Türkiye’nin de ABD’ye benzetilme- ye çalõşõldõğõnõ belirterek “İlaçların reklamı yapılacak ve yurttaşlar reklamların etkisiyle bilinçsizce ilaç alacak” dedi. Tüm Eczacõ İşverenler Sendikasõ (TEİS) Genel Başkanõ Nurten Say- dan, tüm dünyanõn terk etmeye ça- lõştõğõ bir sistemin Türkiye’de uygu- lanmak istenmesinin çok iyi düşü- nülmesi gerektiğini ifade etti. Saydan, Erdoğan’õn “İlaç konusunda rekabet alanını geliştireceğiz” açõklamasõna da değinerek, Türkiye’de ilaç fiyatla- rõnõn ve eczanelere verilen kâr oran- larõnõn Sağlõk Bakanlõğõ’nca belir- lendiğini, bu nedenle ilacõn rekabetsiz bir ürün olduğunu kaydetti. Avrupa’nõn bazõ ülkelerinde ve ABD’de reçetesiz satõlabilen ilaçlar “tezgâh üstü ilaçlar” (Over the counter-OTC) olarak biliniyor. Bu ilaçlar marketlerde özel standlarda, eczacõ ya da teknikerlerce satõlõyor. Dünyadaki OTC pazarõnõn da 100 milyar dolar olduğu belirtiliyor. ABD’de her yõl yaklaşõk 7 bin kişinin ilaç zehirlenmesi nedeniyle yaşamõnõ yitirdiği belirtilirken, Avustralya’da ilacõnõ market eczanelerden alan hastalarõn yüzde 65’inin tedavi olamadõğõ için tekrar sağlõk kurumlarõna başvurmak zorunda kaldõğõ kaydedildi. ABD’deki sistemde OTC ilaçlar geri ödeme listesinde yer almõyor, ilaçlarõn reklam ve tanõtõmlarõ da rahatlõkla yapõlabiliyor. A B V E A B D ’ D E D U R U M N E D İ R ? ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) - YÖK Başkanõ Prof. Dr. Yusuf Ziya Öz- can, Türkiye’de vakõflar dõşõnda da özel üniversite kurulmasõ için 2010’da çalõş- ma yapõlacağõnõ belirterek “Bu olduğu takdirde vakıf üniversitelerinin bir bölümü özel üniversite statüsüne ge- çecektir. Çünkü maalesef bazı vakıf üniversiteleri bu işi para için yapı- yor” dedi. Özcan, dün öğle yemeğinde basõn mensuplarõyla bir araya gelerek 2010’da kurulun gündemine gelecek çalõşmalar hakkõnda bilgi verdi. Prof. Özcan, mesle- ki eğitimin önemini anlatmak ve geliş- mesini sağlamak için yeni yõlda Türkiye genelinde bazõ görüşmeler yapacağõnõ belirtti. Sanayi odalarõ ile meslek odalarõ- nõn yanõ sõra TÜSİAD ve MÜSİAD gibi sanayi derneklerini de ziyaret etmek iste- diğini ifade eden Özcan, Koç ve Sabancõ gibi büyük sanayi yatõrõmcõlarõyla da gö- rüşeceğini ifade etti. ‘Türkiye 200 üniversiteyi kaldırır’ Türkiye’nin vakõf ve devlet üniversite- leri ile birlikte toplam 200 üniversiteyi kaldõracak düzeyde olduğunu ifade eden Özcan, “Üniversiteye talep olduğu için üniversiteler açılıyor. Türkiye 15-20 yıl içinde toplam 200 üniversite açılır diye tahmin ediyorum” diye konuştu. YÖK’te 2010’da özel üniversite kurul- masõ yönünde bir çalõşma yapõlacağõnõn sinyalini veren Özcan, “Ben özel üni- versiteler açılsın istiyorum. Bunun için anayasada değişiklik yapılması gereki- yor. Bu olduğu takdirde vakıf üniver- sitelerinin bir bölümü özel üniversite statüsüne geçecektir. Çünkü maalesef bazı vakıf üniversiteleri bu işi para için yapıyor” ifadesini kullandõ. Özcan, bu konuda anayasa değişikliği yapõlmasõ gerektiğini kaydetti. Y Ö K B A Ş K A N I Özcan,özel üniversiteiçin düğmeyebasõyor ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) - Eğitim-İş, Gazi Üniversitesi’nde rektö- rün de aralarõnda bulunduğu üst düzey yöneticilere döner sermayeden yüzde 400’e varan oranda “katkı payı” veril- mesine ilişkin düzenlemenin iptali iste- miyle idare mahkemesine dava açtõ. Dava dilekçesinde, üniversite idarecile- rine yönelik yüzde 400’e varan fahiş oranlarõn, emeklerin karşõlõğõ olmaktan çok haksõz kazanç sağlayõcõ nitelikte ol- duğu vurgulanarak, artõşa olanak veren düzenlemenin iptali istendi. Ankara Nöbetçi İdare Mahkemesi’ne verilen dava dilekçesinde, Gazi Üniver- sitesi Döner Sermaye İşletmesi Dağõtõm Esaslarõ Yönergesi’nde yapõlan değişik- likle Performans Değerlendirme Kurulu üyelerine çalõşma karşõlõğõ mesai dõşõn- da, kurul başkanõna (rektör) yüzde 400, başkan yardõmcõlarõna yüzde 270, üye- lere yüzde 40 oranõnda katkõ payõ öde- neceğine ilişkin hükmün yürütmesinin durdurulmasõ ve iptali istendi. Yüksek Öğretim Yasasõ uyarõnca, yö- neticilere ödenebilecek döner sermaye payõ için yüzde 10 sõnõrlamasõ bulundu- ğu anõmsatõlan dilekçede şöyle denildi: “Somut olayda, 2547 sayılı kanun döner sermayeye katkı olmaksızın alınabilecek katkı payı ödeme oranı- nı yüzde 10 olarak sınırlandırmış ol- masına rağmen davalı idare, düzen- leyici işlem ile kanunda öngörülen oranın katbekat üstünde ödeme ora- nı belirlemiştir. Davalı idarece öngö- rülen yüzde 400, yüzde 270, yüzde 40’lık fahiş oranlar, ödeme yapılan- ların faaliyetlerinin, emeklerinin karşılığı olmaktan çok haksız ka- zanç sağlayıcı niteliktedir. Belirle- nen bu oranlar Performans Değer- lendirme Kurulu üyeliğini ek bir ge- lir kapısına dönüştürmekten öteye geçmemektedir. Dava konusu dü- zenlemelerinde hukuka uyarlılık bu- lunmamaktadır.” Cumhuriyet’in yaşayan en eski öğretmeni Arslanerer: Eğitimin kalitesi hızla düşüyor İstanbul Haber Servisi - Cum- huriyet döneminin yaşayan en eski öğretmeni Ali Arslan Ars- lanerer (97), eğitim kalitesinin çok düştüğünü belirterek, “Şim- diki üniversite mezunları, ne ya- zık ki benim çalıştığım yıllar- daki ortaokul mezunları ka- dar dahi bilgiye sahip değiller- dir” dedi. Özellikle eğitim ens- titülerinin kapatõlmasõyla öğret- menlik mesleği için kalifiye ele- man yetiştirmenin zorlaştõğõnõ belirten eğitimci Arslanerer, sõnõf geçme sisteminin kolaylaştõrõl- masõnõn eğitimi kalitesizleşme sürecindeki temel nedenlerden biri olduğunu söyledi. Ali Arslan Arslanerer, Darüş- şafaka Lisesi’nden 1931 yõlõnda mezun oldu, Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Pedagoji Bölümü’nü 1933 yõlõnda bitirerek aynõ yõl öğ- retmenliğe başladõ ve 36 yõl bo- yunca da çeşitli illerde öğret- menlik, müfettişlik ve il milli eğitim müdürlüklerinde görev aldõ. “O zamanlar Cumhuriyet yeni yeni oturuyordu. Memle- ketin yetişmiş insanlara ihtiya- cı vardı. Bu nedenle hepimiz yo- ğun bir çalışma içindeydik” di- yen Arslanerer, öğretmenliğin, yalnõzca bir meslek olarak değil, aynõ zamanda bir yaşam biçimi olarak algõlanmasõ gerektiğini ifade etti. Arslanerer, şunlarõ söyledi: “Şimdiki eğitimin kalitesi maalesef çok düştü. Bizler bir sınıf geçmek için imtihana gir- diğimizde geçmişteki sınıfların derslerinden de sorumlu olur- duk. Bu da geçmişte öğrendik- lerimizi her yıl tekrar etmemi- zi sağlıyordu. Diğer yandan bir eğitim ve öğretim aracı ol- ması gereken televizyon ve rad- yodaki spikerler maalesef Türkçeyi doğru konuşamıyor- lar. Topluma örnek olması ge- rekenlerin yanlış kelime kulla- nımı ve şiveleri, Türkçeyi bir hayli bozuyor. Eğitimcilerin buna dikkat etmesi gerekir. Öğretmenler, Atatürk devrim- lerinin takipçisi ve savunucu- sudur. Öğretmenler bu bilinçle görev yapmalıdır.” GÜ’de üst düzey yöneticilere verilen ‘katkõ payõ’ndaki yüzde 400’lük artõşõn iptali istendi Eğitim-İş’ten zamma dava Sağlõkçevreleri,Türkiye’debaşlatõlmayaçalõşõlanmarketeczaneuygulamasõnõndünyadaterkedildiğinibelirttiler Cumhuriyet döneminin yaşayan en eski öğretmeni Ali Arslan Arslanerer eşi Fikret Arslanerer ile birlikte. (Fotoğraf: SERKAN YILDIZ) TERÖR VE TOPLUM / MEHMET FARAÇ mfarac@cumhuriyet.com.tr - www.mehmetfarac.com “Ergenekon” ve “Kafes” derken sıra “suikast” iddialarına kadar geldi!.. Tüm bu aşamada önce emekli subayların yönettiği ADD’ye girildi. O günlerde kiralık bir kalem Atatürkçülüğü “terorizm”le ilintilendirecek kadar zavallılaşmıştı. Sonra görevdeki subayların önce cepleri ve çantaları arandı, ardından da evlerine girildi!... Savcılar ve polisler askeri lojmanların kapılarına dayandığında bu işlerin orada bitmeyeceği belliydi! Ve en sonunda karargâha kadar ulaşıldı!.. Hem de devletleri devlet yapan kozmik sırların bulunduğu merkezlere kadar... Oysa CHP lideri Deniz Baykal’ın da önceki gün dışavurduğu gibi, son günlerdeki “suikast” iddialarının derin bir “tezgâh” olduğuna ilişkin kuşkular giderek güçleniyor! Ne demişti Baykal: “Özel Kuvvetler’e haber verip sizin aradığınız muhbir şimdi Arınç’la bir araya geldi, ona bilgi veriyor diyorlar. Buluşup Arınç’ın adresini veriyorlar. Sonra da Arınç’a suikast yapacaklar diye emniyete ihbar ediyorlar!..” Çok ilginç... “Reşadiye saldırısını da asker yaptı” iğrençliğinin palazlandığı, ordunun “demokratikleşme” adı altında taarruz altında tutulduğu, polisin, askeri silahlarla donatılmasının tartışıldığı bir süreçte, üstelik ülkeyi “laiklik karşıtlarının odağı” bir partinin yönettiği sırada devletin kozmik kilidi kırıldı!.. Acaba Seferberlik Bölge Başkanlığı’nda arama yapanlar aşağıdaki satırların da yeraldığı belgenin orijinalini bulmuşlar mıdır? “... Silahlarımızı, cephanelerimizi, bütün müdafaa vasıtalarımızı elimizden almaya çalıştılar. Sonra kumandanlarımıza ve subaylarımıza tecavüz ve taarruza başladılar. Askerlik izzetinefsini yok etmeye gayret ettiler. Ordumuzu tamamen lağvederek milleti, bağımsızlığını muhafaza için muhtaç olduğu dayanak noktasından mahrum etmeye teşebbüs ettiler. Bir taraftan da müdafaasız, ordusuz bıraktıklarını zannettikleri milletin de izzetinefsine, her türlü haklarına ve mukaddesatına taarruzla milleti alçaklığa, boyun eğmeye alıştırmak planını takip ettiler ve ediyorlar. Herhalde ordu, düşmanlarımızın birinci taarruz hedefi oldu. Orduyu imha etmek için mutlaka subayını mahvetmek, aşağılamak lazımdır. Buna da teşebbüs ettiler. Bundan sonra milleti koyun sürüsü gibi boğazlamakta engeller ve müşkülat kalmaz.” Büyük Önder Atatürk, yukarıdaki konuşmayı 31 Temmuz 1920’de Afyonkarahisar Kolordu Dairesi’nde subaylara hitaben yapmış! Gerçi o konuşmayı yaparken İngilizlerden yakınıyormuş ama olsun!.. Ben “dahili ve harici bedhahlar”ı da göz önünde bulundurarak anımsatmak istedim!.. Kozmik Büronun Kilidi!.. İstanbul Emniyet Müdürü’ne Sorular!.. İrfan Erkan 20 Aralık Pazar sabahı, eşi Binnaz ve çocukları Zilan ve Destina’yla birlikte Fatih’teki bir yakınına kahvaltıya gitmek için otomobiliyle yola çıktı. Tam Unkapanı Köprüsü üzerindeyken, yarış yapan Mercedes’in sürücüsü Bayram Yıldırım karşı şeride geçerek Erkan ailesinin içinde olduğu otomobile vurdu. Aile bireyleri paramparça olan otomobilde kanlar içinde kaldı. İşte burada sahiplilerle sahipsizlerin çelişkisi insanlığın süzgecinden geçti ve sonrasında yaşananlarla birlikte utanç verici bir tabloya dönüştü! Yıldırım’ın sahipleri olay yerine geldi ve ne hikmetse çocuklarını ta Ümraniye’deki bir sağlık merkezine götürerek tedavi, daha doğrusu koruma altına aldılar! Erkan ailesi ise kaderleriyle baş başa kaldı. Anne ile babanın durumu çok kötüydü. Aile bireylerinin her biri farklı hastanelere taşındı. Araçta can çekişen İrfan Erkan sahipsiz olduğu için kazadan tam dört saat sonra, ne tuhaftır ki Kadıköy’deki Haydarpaşa Numune Hastanesi’ne götürüldü! Talihsiz adam ne yazık ki kan kaybından yaşamını yitirdi. Anne Binnaz Erkan günlerdir yoğun bakımda ve durumu çok kritik. Doktorlar yaşama şansı vermiyor! Hastanede tedavileri süren Zilan ve Destina ise babalarının öldüğünden habersiz ağlıyor. İşte mutlu bir ailenin pazar gezmesini kan ve ölüme götüren süreç, bundan sonra tam bir bürokratik rezalete dönüştü! Sırtını siyasi odaklara dayayan Yıldırım’ın baskısından olsa gerek, trafik cinayetinin örtbas edilmesi için yoğun çaba harcanıyor! İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın şu soruları yanıtlarsa hem babalarını kaybetmiş iki çocuğun sahipsiz olmadığını gösterecek, hem de ekonomik ve siyasi güçlerini hukukun üstünde sayan zavallılara ders vermiş olacak: Bölgeye ulaşan trafik polisleri, İrfan Erkan’ın neden 30 kilometre uzaklıktaki Haydarpaşa Numune Hastanesi yerine çok yakınlardaki Çapa, Haseki ya da Taksim İlk Yardım Hastanesi’ne götürülmesini sağlamadılar? TV görüntülerinden de anlaşılacağı üzere ambulansa yürüyerek binen Yıldırım’ın kaldırıldığı Ümraniye’deki Hisar Intercontinental Hospital’ın Yıldırım ailesiyle ilişkisi var mıdır?... Hastanedeki odasında mağdurların avukatı dahil herkesle sohbet eden Yıldırım’ın ifadesi, niçin ancak kazanın 6. günü alınmak istendi? 411 No’lu odada yatan Yıldırım’ın ifade vermeyecek kadar rahatsız olduğunu ve “yoğun bakımda” tutulduğuna ilişkin hastane doktorlarınca düzenlenen raporlar yerine Adli Tıp niye devreye sokulmadı? Yıldırım’a alkol testinin kazadan 8 saat sonra yapıldığı doğru mu?.. Bu kanunsuzluğa kim göz yumdu? Bu yakınmalarla ilgili acaba Sağlık Bakanlığı ile İstanbul Tabip Odası da harekete geçecek mi?.. Olayın üzerinden 8 gün geçmesine karşın polisin bu trafik cinayetiyle ilgili bir tek yazıyı savcılığa ulaştırmaması ne anlama geliyor? Avukatların tüm çırpınışına karşın trafik cinayetinin kanıtı olabilecek mobese kayıtları 8 gündür niçin savcılığa verilmiyor? Bayram Yıldırım’ın müteahhit olan babasının İSKİ ve AKP ile ilişkileri ve bunun yanı sıra bir tarikatla bağlantıları olduğu ve bu nedenle korunup kollandığı doğru mu?.. Mağdur ailenin avukatı Aydın Mollaoğlu’nun, “Kaza sırasında alkollü oldu belirlenen zanlı derhal savcının önüne çıkarılmalıdır” şeklindeki çığlığını devletin hangi birimi dikkate alacak? Son soru İstanbul’u yöneten vicdan sahibi herkese; bu şehirde zengin çocuklarının yarış yaparak trafik cinayeti işleme ve masum yuvaları dağıtma özgürlüğü mü var? Erkan ailesi Bayram Yıldırım obursali@cumhuriyet.com.tr İktidarın akılverenleri diyor ki; “Yeni bir ordu kurulmalıdır”. Bu, sıradan bir adam da değildir, karısı milletvekilidir; geçmişi karanlık dönemlerin MHP’sine uzanıyorsa da, bugün Fethullahçı gazetenin gözde yazarıdır! Liberallerle ve eski solcularla al takke ver külah içindedir, görüşleri önemsenir. Zaten ordunun yerine başka bir ordu kurulması görüşü, AKP ve Fethullahçı iktidar çevresinde / yazarlarında yaygındır. Yani, yeni ordu, salt eski ülkücünün kendi görüşleri değil; bu kişi ortak görüşü dile getirme cesaretini gösterdi! Zaten, iktidarın yargısal / medya uygulamalarına baktığımızda da, neredeyse ordunun mümkünse feshedilip, yerine AKP - Fethullahçı bir ordunun kurulması isteğinin izlerini görür gibiyiz... TSK, her açıdan ve her bakımdan yerle bir ediliyor... Bu amaçla kurulan, kurdurulan bir gazete, bu görevi açıkça üstlendi. Bu gazete, CIA- Fethullah’ın TSK programına öyle bir sadakatle bağlıdır ki, Erdoğan’da minik bir politik-geçici uzlaşma belirtisi bile görse, hemen Başbakan’a balans ayarı çekiyor: “Paşaların Başbakanı!” Dünkü yazıda, TSK’nin, kuruluş kaynakları, geleneği, laik Cumhuriyet tarafgirliği vb bakımlarından, AKP-Fethullah iktidarınınn orta ve uzun vadeli programına uyum göstermesinin mümkün olmadığını belirtmiştik. Ancak görüyoruz ki, kısa vadede bile TSK’ye tahammülleri yok! Her bahane ile, belki de komplolar kurarak, TSK’yi tam teslim alma hedeflerine doğru ilerliyorlar! Şimdi gelelim, Almanya örneğine. TSK’ye karşı, iktidar koalisyonunun bu müthiş güvensizliği, Meclis’e sevk edilen “Silah Yasası”nda, askeri silah alım satımında Emniyet Genel Müdürlüğü’nün ve bakanlığın devreye sokulması, açıkça, polisin askeri silahlarla donatılmasını gündeme getirdi. Bazı gazeteler buna “Polordu” yakıştırmasını bile yaptı! AKP iktidarı polis mevcudunu her yıl 10-15 biner arttırarak 211 bine yükseltti! İktidar, sürekli kalıcıymış gibi, uzun vadeli programlarını yapıyor. Toplumsal yaşam ve ülkeyi yönetim biçimi konularında güçlü ideolojik bir görüşü olan partiler / iktidarlar için en önemli konu, askeri gücü tam denetim altına almak, güçlü bir polis kuvvetine kumanda etmektir. Çünkü AKP / Fethullah gibi ideolojik odaklar, düzeni pek çok açıdan değiştirme savı taşır. Her türlü otoriter rejimin sorunu, bu amaçlarını gerçekleştirmek için, sadık bir ordu ve polisin varlığıdır. Almanya’da Hitler de orduya güvenmedi ve iktidarının geleceğini orduya emanet etmedi. Hitler’in SA’ları (Sturm Abteilung - Saldırı / Hücum Birlikleri) ve SS’leri (Schutzstaffel - Koruyucu Tim) vardı. Hitler Almanyası’nın tarihini iyi bilen dostum Celal Şengör’e göre SA’lar, Nazi Partisi’nin (NSDAP - National Sosyalist Alman İşçi Partisi) mitinglerini korumak ve karşı partilerin mitinglerini dağıtmak amacıyla kurulan özel polis güçleriydi. SA’ların başındaki Ernst Röhm ve başlangıçta Hitler’in amacı, iktidara gelince Alman ordusunu feshetmek ve yerine SA’ları geçirmekti. Alman ordusunun mareşalları ve generalleri ise Hitler iktidara gelince, uzlaşma ve biat etme koşulu olarak, SA’ların dağıtılmasını istediler. Hitler SA’ların dağıtılması kararını aldı. 1934’te, SA’ların yönetici kadrosu öldürüldü, Röhm dahil. Ancak Hitler, hiçbir zaman orduya tam güvenmedi, orduda subaylar göreve başlarken Almanya’nın üzerine değil, Hitler’in üzerine yemin etmelerine rağmen! Hitler, SA’ların içinden de, önce kişisel güvenliğini korumak için SS’i kurmuştu. Arkasından SS’ler parti içinde polis görevini ve zamanla Alman ordusunun da tüm denetimlerini üstlendiler. Katliam, soykırım birlikleri olarak görev yaptılar... Şüphesiz, AKP’nin Hitler partisine özendiği gibi saçma bir sav ileri sürüyor değilim. AKP’nin en çok yapabileceği, İran’a benzer bir yönetim biçimi ve toplumsal düzen kurmaya yeltenmektir. Bu niyetin gerçekleşmesine bile olanak tanımam! Hem de hiç! Ama niyet ve yeltenmek ise her zaman başkadır... İnsanoğlu neleri düşlemez! Üç gündür irdelediğimiz konu, iktidar ve ortaklarının niyeti ve bu niyete yönelik dışa vuran düşünceleri ve girişimleridir! AKP ve ortaklarının TSK’yi tam çökertme ve biat ettirmeye yönelik eylemlerinin yanı sıra iktidarın “Polordu”sunu gündeme getiren Silah Yasası girişimi, bu niyetlere giderek daha büyük gerçeklik kazandırıyor!
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear