28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B PERİHAN ERGUN 24 Kasım Öğretmenler Günü, 12 Eylül’ün Milli Eğitim Bakanı Hasan Sağlam Paşayla müsteşarı Mustafa Kemal Atatürk gönüllüsü Kuleli Askeri Lisesi edebiyat öğretmeni Albay Osman Feyzoğlu’nun öğretmenlere verilen değer nedeniyle bir armağanıdır. Bazı haber ve yazılarda 24 Kasım, Harf Devrimi günü diye dile getirildiyse de Gazi Mustafa Kemal yazı devrimini 9 Ağustos 1928 günü Sarayburnu’nda kara tahta önünde Arap harflerinin yerini alması gereken Latin harflerini örnekleyerek topluma sunmuştur. 1 Kasım 1928’de de Türk Harflerinin Kabulü ve Uygulaması Hakkında 1353 Sayılı Yasa TBMM’de kabul edilerek yürürlüğe kondu. Devamla 1 Eylül 1929’da da okullardan Arapça ve Farsça dersleri kaldırıldı. Ulu Önderimizin okul ve öğretmeni kutsal sayarak verdiği değeri onun özdeyişlerinden seçmelerle vermek istiyorum: “Halk ve köylüler bana her yerde iş programını şu iki kelimeyle belirttiler: YoI ve okul...” (1924) “Bir ulus irfan ordusuyla donanmadıkça savaş meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin o zaferlerin yaşayacak sonuçlarına ulaşamaz. Ordularımızın kazandığı zafer, sizin ve sizin ordularınızın zaferi için sadece zemin hazırladı. Gerçek zaferi siz kazanacak, siz devam ettireceksiniz ve kesinlikle de başaracaksınız. Ben ve sarsılmaz imanla bütün arkadaşlarım sizi izleyeceğiz. Bu yolda sizin karşılaşacağınız engelleri kaldıracağız!” (1922) “Ulusları kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Öğretmenden, öğreticiden yoksun bir ulus, henüz bir ulus adını almayı hak edemez. Dünyanın her tarafında öğretmenler, insan topluluğunun en fedakâr ve saygıdeğer unsurlarıdır...” (1923) Okula verdiği önemi de şu sözlerle belirtir: “Evet; ulusumuzun siyasi, toplumsal yaşamında, fikri terbiyesinde de rehberimiz ilim ve fen olacaktır. Okul sayesinde, okulun vereceği ilim ve fen’in rehberliğindedir ki Türk ulusu, Türk sanatı, Türk ekonomisi, Türk şiir ve edebiyatı bütün güzellikleriyle gelişir!” Bu seçileri Cumhuriyetin ilanından önce ve sonra Milli Eğitim’e verdiği önemi belirttiği söylemlerinden ve özellikle kuruluş çalışmaları sırasında Adana Kız Öğretmen Okulu’nu ziyaretinde öğretmen adaylarına öğütlerinden aldım. Kesinlikle 3 Mart 1924’te kabul edilen tekke ve zaviyelerin, hilafetin kaldırılması kanunlarının en önünde Tevhid-i Tedrisat (Öğretim Birliği) yasası çağdaş ve aydınlık Türkiye’nin temelinin harcı olmuştur. Bizden önceki kuşak ve bizim kuşağımız bu aydınlanmanın ışınlarıyla donandık. Yaşamımda ailemi de aşan öğretileriyle benim -eğer güzel yanım varsa- ilkokul öğretmenim, rahmet ve borçlulukla hep andığım Nuriye Çakaloz’un emeğiyledir. Bu değerli öğretmenim bizden sonra Kızılçullu Köy Enstitüsü’nde öğretim üyesi ve idareci olmuştu. Enstitülerin kapanışı onun en büyük kederi ölümcül hastalığının da nedeniydi. Bu kalkınmaların önderleri, bakanları Mustafa Necati’yi, Hasan Âli Yücel’i, Köy Enstitülerinin mimarı Baba Tonguç’u son dönemlerin Milli Eğitim bakanları ilgiyle, içtenlikle okuyup öğrenselerdi öğretmenin vazgeçilemez bir değer olduğunu bilir, yıllardır kadrolu atama bekleyen 327 bin genci ve okulları eğitimden uzak tutmazlardı. Bu yanlışların yeni kuşakları yükseköğrenimden ve kültürlü olmaktan vazgeçirdiğini, toplumun büyük acılı depremler yaşadığını da bilirlerdi. Tıpkı OECD ülkelerinde öğretmenin aylık gelirinin 4 bin dolar olduğunu da görmezden gelip, Türk öğretmeninin aylık ya da ücretlerini açlık sınırının altında tutarak, onları muhtaç duruma getirdikleri, böylece yeni kuşakları ilim ve fen’den uzaklaştırdıkları gibi... 25 Kasım günü Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu’nun (KESK) öncülüğünde iki milyon memurun bir günlük iş bırakma eylemi, duyarlı vatandaşlarımızın da katkılarıyla çok başarılı oldu. Bunun kısaca geçiştirilecek nitelikte olmadığının bilinciyle yer darlığından konuya tümüyle girememekle birlikte, bu çok başarılı ve etkin eylemi AKP hükümetinin anayasanın 90’ıncı maddesine, IL0’nun 151 sayılı hükümlerine göre değerlendirmesini ummak istiyorum. ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com (ÇÖPLÜK ÇOCUKLARI) TAYYAR ÖZKAN www.junkidz.com HARBİ SEMİH POROY OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ k_urgenc yahoo.com Öğretmenler Günü Ertesi Kamu Görevlilerinin Hak Arayışının Önemi HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu@mynet.com BULUT BEBEK NURAY ÇİFTÇİ bulutbebek@hotmail.com 1 ARALIK 2009 SALI CUMHURİYET SAYFA 15 Recep, hayatında küfür etmemiş. Pinokyo da yalan söylememişti! Kurban Ali Karan: “Kurban Bayramı’nda cahiliye dönemi: Hayvanlar sokaklarda, insanlar karayollarında kurban ediliyor!” Hak İsmail Kılınç: “Kamu çalışanları uyarı grevi yapıp halkın günlük yaşamını ıstıraba dönüştürme hakkına sahip değildir; bu hak hükümete aittir!” Tosuncuk Zekai Buluç: “Yeni Osmanlıcılıktan, postmodern mandacı nur topu gibi tosuncuklar doğacaktır inşallah!” YağmurDeniz Yargının ‘ideolojik’ kararı DURMUŞ bir saatin günde iki kez doğru zamanı göstermesi gibi civan padişahı Fatih Sultan Recep de 40 yılda bir doğru söyledi, YÖK’ün imam hatip lisesi mezunlarını her fakülteye sokmak için yaptığı katakulliyi iptal eden Danıştay kararı için “ideolojik” dedi. Danıştay’ın kararı nasıl “ideolojik” oluyor? Laiklik karşıtı eylemlerin odağı haline geldiği Anayasa Mahkemesi tarafından tescillenmiş bir iktidarının başındaki için bu karar başka ne olabilir ki! Tabii ki ideolojik olacak... Aslında bu bir itiraf! Demokrasiyi amacına ulaşmak için araç (tramvay) olarak kullanan İslamcılar, cumhuriyetin temel ilkelerini gözeten her yüksek yargı kararını, eleştirdi ve eleştiriyor. Şimdi de cumhuriyetin temel ilkelerini “rejim”le bağdaşmayan “ideoloji” olarak tanımlıyorlar! Bir yandan da cumhuriyetin temel değerlerini savunan ülkenin gururu aydınların Silivri Toplama Kampı’na gönderildiği bir “rejim”de savcıların iddialarını “yargı kararı” gibi halka yutturmaya çalışıyorlar; dedikodular üzerinden yargısız infaz yapıyorlar! Laik cumhuriyetin, hukuk devletinin sanki cenaze namazını kılıyorlar. Ama unuttukları bir durum var; “cenabet” iken kılınan hiçbir namaz kabul olunmaz! Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” 40 küsur yıl önce, Cağaloğlu’nda Pembe Konak’ın kapısından içeri girmeyi başaran gazeteciliğe hevesli gençler, doğruca Spor Servisi’ne Abdülkadir Yücelman’ın yanına gönderilirdi. Gazeteci olmak için Abdül Abi’nin rahleyi tedrisinden geçmek gerekirdi. Ben de onlardan biriydim. 1970’li yılların başında günlerden bir gün Abdül Abi beni, şimdi Lütfi Kırdar Kongre Merkezi adına alan Harbiye’deki Spor ve Sergi Sarayı’nda düzenlenen uluslararası bir turnuvada görevlendirdi. Gece maçı izleyecek ve maçtan sonra gazeteye gelip haberi yazacaktım. Hemen anladım; maç saatinden iki saat önce yola çıkacak, Eminönü, Karaköy, Kabataş, Taksim üzerinden yürüyerek Spor Sergi’ye gidecektim. Cepte para varsa, otobüse de binebilirdim. Ya gazeteye dönüş? Öyle ya haberi bir an önce yazmak için bir an önce gazetede olmalıydım. Yani, maç çıkışı gazetenin arabası beni alacak mıydı? Abdül Abi “araba” lafını duyunca bir hışım konuşmaya başladı: “Ben senin yaşındayken, Spor Sergi’de maçtan çıkınca tramvayın arkasından koşardım. Belediye otobüsü senin neyine yetmiyor! Unutma, maç bittikten yarım saat, en fazla kırk dakika sonra gazetede olacaksın; haberini de yolda gelirken kafanda yazıp bitireceksin.” İstersen belediye otobüsünün peşinden koşma... İstersen koşarken haberini kafanda yazıp bitirme... İstersen, gazeteye gelip daktilonun başına oturduğunda, on dakika içinde haberini yazıp verme! Abdül Abi’nin rahleyi tedrisinden geçmek kolay değildi. Ama geçtikten sonra da gazetecilikte sırtımızın yere gelmesi zordu. Bugün eğer sayısız yazar, genel yayın yönetmeni, yazı işleri müdürü, servis şefi Abdül Abi’nin rahleyi tedrisinden geçmişse boşuna değil. Birkaç yıl içinde Spor’dan İstihbarat Servisi’ne geçmiştim. İstihbarat şefimiz Selahattin Güler (gazeteye gelirken Ahırkapı’da otomobilinin üzerine halk otobüsü devrildi ve foto muhabiri arkadaşımız Ali Alakuş’la birlikte yaşamını yitirdi), gazeteciliği “telefon”a benzetirdi. “Emekli olan gazeteci fişi çekilmiş telefon gibidir, bir işe yaramaz” derdi. Abdül Abi, son anına dek gazeteci kaldı. Yaşam destek ünitesinde bile direndi. Gazeteci doğdu... Gazeteci öldü... Abdül Abi SESSİZ SEDASIZ (!) GÖRÜŞ BEDRİ BAYKAM Bayram, Balbay ve Nigar... Kurban Bayramı’nda yazıldı bu makale... Eskiden bayramların havası çok tatlıydı. Neden mi? Çünkü dini duygular temiz ve güzeldi. Din, içimizde iyi günlerde ulvi bir saklı güç kaynağı, umutsuz anımızda bizi besleyecek bir manevi servetti. Rahmetli aile büyüklerimizin kıldıkları namazlar, zekât veren tüm akrabalar etrafta güzel sahneler oluşturuyordu. Din, dokunulmazlığı olan bir hazineydi ve kimse onu kendine güç elde etme malzemesi yapma peşinde değildi. Açıkçası neyi özlüyorum biliyor musunuz? Dinin politikaya, felsefeye, sanata, uygar yaşam tarzlarına alternatif ilan edilip günlük kavgalara malzeme edilmediği, görkemini ve gizemini “mahfuz” tuttuğu günleri... Önüne gelenin siyasi cinayetlerini, kadın düşmanlığını, yolsuzluklarını, cehaletini, hak yeme rezilliklerini, “hayat ihalesi”ne fesat karıştırma reflekslerini, yalanlarını dolanlarını din kılıfına sarmalayamadığı, buna cüret etmeyi aklından bile geçirmediği günleri özledim... Bu adamlar, en büyük zararı Atatürkçülüğe veremediler, dine verdiler. Halkımızın diniyle olan o güzel, laik ve sevgi dolu özel ilişkisine saldırdılar... Geçen hafta pazartesi günü sevgili Ümit Zileli ile beraber Silivri’ye “Dava”ya gittik. Kafka’nın “Dava”sını bile gölgede bırakan o ünlü davaya... Cumhuriyet, Balbay’ın savunmalarını, o kendine has esprileriyle beraber en güzel şekilde aktardı. Ama eklemek istediklerim var; Balbay o gün orada öyle bir manevi işkence gördü ki, ben dinlerken zor dayandım. Bir tahminim var (şaka değil): Galiba Sayın Savcılar, Balbay’ın Cumhuriyet Ankara Şefi olarak çalıştığı dönemi “12 Eylül misali ara rejim” günleri sanıyorlar. Çünkü aksi takdirde o soruları yöneltmezlerdi Balbay’a: “Neden İlhan Selçuk’la CHP üstüne konuştunuz, neden Ankara’da lokantalarda akademisyen veya gazeteci veya televizyoncularla, sendikacılarla buluştunuz?” , “Neden CHP’nin kapılarını açması gerektiği konusunu konuştunuz?” İşte bunları dinlerken o sonuca vardım. Savcılarımız “normal” bir siyasi dönem hakkında hiç bu soruları sorarlar mı? Neredeyse ayağa kalkıp bunu hatırlatacaktım Yüce Mahkemeye.. sonra birden içime bir kurt düştü, “Acaba biliyorlar mıdır?” diye, sonra kafam tam karıştı, sustum. Balbay neler demedi ki! “Alpaslan Işıklı veya Ahmet Necdet Sezer’le görüşmüşüm, kim bunlar, terörist mi?”, “Bana neden mesleğimi iyi yaptığım burada soruluyor, niye bol tasvirli not tuttuğum; ÇÜNKÜ BEN GAZETECİYİM. KİTAP YAZARIM! Siz hiç ‘gazeteci-terörist’ diye bir şey duydunuz mu? Burada bana karşı yapılan, notlarım üzerinden ‘böl, parçala, soru üret’ taktiğidir!” Balbay’ın avukatları da mükemmeldi. Örneğin malum konu edilen “günlükler”in bilgisayar verilerine göre Windows değil, Mac’le yazıldığını, Balbay’ın Mac bilgisayarı olmadığını, yine verilere göre mesela 26 Şubat 2007 tarihinde aynı gün, aynı saatte hiçbir normal insanın yapamayacağı şekilde bir saniye arayla 6 dosya oluşturulduğunu ve daha onca çelişkiyi hatırlattılar... Mahkeme bu bilgileri en iyi şekilde değerlendirecektir. Orada “sanık” statüsündeki arkadaşlarımızla on metre kadar yaklaşıp hasret giderebildik. Balbay’la, Tuncay Özkan’la, Dr. Gürbüz Çapan’la, diğer hepsiyle... Moralleri görebildiğimiz kadarıyla iyiydi, karşılıklı espriler yaptık, gönül bağlarımızı tazeledik. En kısa zamanda şuçsuzlukları tescil olarak aramızda olacaklarından şüphem yok. Yine bu bayram günlerinde, dini bir siyasal- sosyal baskı ve şiddet aracına dönüştüren bir ülkenin, İran’ın ateist-laik kadın liderlerinden Nigar Azizmuradi, Kumkapı’da özgürlüğü elinden alınmış şekilde İran’a iade edilme tehlikesi ile karşı karşıya bekliyordu. BM’nin ve Dışişleri’nin bu konuda alacakları karar son derece hayati bir “ölüm- kalım” meselesi. Çünkü yobaz ülkelerde muhaliflere reva görülen şiddet ve idam cezaları malumumuz... Her birimiz onun yerinde olabilirdik... Onun düşünceleri nedeniyle ortaçağ cezalarına düşmemesi, hepimizin sorumluluğundadır. Umarım bir gün Azizmuradi ve Balbay, hak ettikleri özgür bir ortamda, bu kasvetli kasım sonunu gülümseyerek hatırlayıp, bir dost masasında şarap içebilecekleri bir güzel yemek paylaşırlar! Tabii kâbus bitince, bizler yine dinin güzelliklerini görebildiğimiz masum günlere dönebildikten sonra... bedri.baykam@gmail.com www.bedribaykam.com BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Kestane ya da fõndõk çubuklarõyla örülen iki kulplu se- pet. 2/ Dövülmüş et, bulgur ve soğan- la yapõlan õzgara köfte... Doğu ve Güneydoğu Anado- lu’da konar-göçer- lerin kõl çadõrlarõn- dan oluşan yayla yerleşmesi. 3/ “Gü- zel, güzeldir” örne- ğinde olduğu gibi, aynõ içeriği aynõ anlamdaki tür- lü sözcüklerle anlatma. 4/ Tarla sõnõrõ... Afrika’da büyükbaş hayvanlarda gö- rülen uyku hastalõğõ. 5/ İzmir’in Kemalpaşa ilçe- sinin eski adõ... İslamlõktan önce Kâbe’de duran üç puttan biri. 6/ Mersin ilinin eski adõ... Radyum ele- mentinin simgesi. 7/ “Biz kimseye --- tutmayõz / Kamu âlem birdir bize” (Yunus Emre)... Trabzon ilinde bir yayla. 8/ Yat limanõ. 9/ Birinin ardõndan gelip onun yerine geçen kim- se... Kuyruksokumu. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Üzerinde ikiden fazla fõndõk bulunan dal. 2/ Düşünülenin tersini söyleyerek yapõlan ince alay... Kinaye. 3/ Adõya- man’õn bir ilçesi... Bir müzik parçasõnõn son bölümü. 4/ Bil- gisayarda üzeri tõklanan küçük simgelere verilen ad... Bir nota. 5/ Dolambaçlõ, eğri büğrü, çapraşõk. 6/ Kõrmõzõ mer- cimekle yapõlan bir tür çorba. 7/ Altay Türklerinde şarkõ, türkü... Sõğõrlarda görülen bulaşõcõ bir hastalõk. 8/ “Geceyse ay hemen tazeler ---’leri” (Cemal Süreya). 9/ Tantal ele- mentinin simgesi... Sac üstünde pişen yufkayõ çevirmeye yarayan yassõ araç. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 S E L A D O N K İ B İ S F O T A N E M İ L E N Ç C B A N A L K A R O Z Ö Z H A B U A N D O R İ L O Ü M İ T E D A A M O R S T A B İ L İ Z E 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear