24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
C umartesi günü TÜYAP 28. İs- tanbul Kitap Fuarı’ndaydõm. Rüzgâr ve yağmura aldõrõş et- meden yola çõkmõştõm, bir saat sonra da kitap- larõn karşõsõndaydõm. Fuar, Cumhuriyet Ki- tapları’nõn sloganõ “Akın Var Fuara Akın”õ kanõtlarcasõna okur akõnõyla karşõ kar- şõyaydõ. Kapanõşa ka- dar yayõnevi stantlarõ- nõ, Sanat Fuarı galeri- lerini gezdim. Bilgi Ya- yınevi, Cumhuriyet Ki- tapları, Can, Cem, Do- ğan Kitap ve başka ya- yõnevleri ile Rahmi Koç Müzesi Yalvaç Ural Oyuncak Sergisi’ni özellikle gördüm. Dost ve arkadaşlarla, okur- larla sohbet ettim. “Kültürlerarası di- yalogda çeviri” tema- sõnõn bir yansõmasõ olan fuarõn ‘Onur Yazarı’ Cevat Çapan’õn yanõ sõra Ataol Behramoğlu, Erdoğan Alkan’õn yer aldõğõ “Şiir Çevirisi ve Şair Çevirmenler” pa- nelini izledim. Bu paneli izlememin bir nedeni de insanõ en iyi anlatan bilim insan- larõndan Freud’un, “Daha fazlasını öğren- mek istiyorsanız şair- leri okuyunuz” sözüne olan güvenim ile çok değer verdiğim şair dostlarõmõn konuşmacõ olmasõydõ. Şiir nasıl çevrilir Önce Cevat Çapan konuştu. Çeviri konu- sunda süregelen tartõş- malara değindi. “Şiir çevrilmez” diyenlerle “Asıl çevrilebilen şiir, şiirdir” diyenlerin ol- duğunu dile getirdi. Şii- rin çevrilip çevrilmeye- ceği, nasõl çevrileceği üzerinde durdu. Çeviride yayõmlandõ- ğõ dile bağlõ kalõnmalõ mõ, kalõnmamalõ mõ ko- nusunu irdeledi. “Şiir çevirisi kadın gibidir; güzeli sadık olmaz, sa- dığı güzel olmaz” sö- zünün kadõnlara hakaret anlamõ içerdiğini, bu- nun kabul edilemez ol- duğunu vurguladõ. “Bu- rada benzetme yanlış- tır” dedi. “Çevirinin de sonunda şiir olma- sı çevirinin başarısını gösterir. Bunun aslı- na bağlı (sadık) olup olmamakla ilgisi yok” diye konuştu. Oysa bazõlarõna göre “Şiir çevirmek suç” oluşturuyor, “Ben bu suçu yıllardır işliyo- rum” dedi. Çapan, şair sözcük- lerle uğraşõyor, “bir res- sam gibi çalışıyor, mü- zikal kulağı da olan çevirmen kendi dilinde karşılığını da bularak, şiire ses özelliği de ve- rir. Bazı üniversiteler- de çeviri bir bilim da- lı kabul edilerek, adına da ‘Çeviribilim’ den- miş, oysa işin içinde yaratıcılık da olduğu için buna ‘Çeviri Sana- tõ’ demek daha doğru olur” diye sözlerini ta- mamladõ. Ataol Behramoğlu da çevirinin çağdaş ede- biyatõmõzda 1940’lõ yõl- larda başladõğõnõ belirt- ti, Cevat Çapan’õ da “Çevirinin öncüsü” olarak tanõmladõ. Çeviribilim’in “Çe- viri üzerine düşün- mek” demek olduğu- nu, oysa yapõlan işin, yani çevirmenin yaptõ- ğõ işin sanatçõlõk, yara- tõcõlõk olduğunu vurgu- ladõ. “Ben içimden gel- diği gibi çeviriyorum” diye ekledi. Behramoğlu, yabancõ dil bilip de şiir çevirisi yapmayan şairleri ‘bi- raz da bencillik’ diye niteledi, “Nâzım Hik- met ve Attilâ İlhan keşke şiir de çevirmiş olsalardı, şiirimize bu yönden de katkıları olurdu” diye konuştu. Ataol Behramoğlu, çeviride dil yapõsõnõn aktarõlmasõnõn zor, ama ses örgüsünün yakalan- masõyla şiire uygun bir ses verilmesinin daha kolay olduğunu, uyak- sõz bir şiirin çevirisi- nin de daha kolaylõkla yapõlabileceğini anlattõ. Şair, çevirmen Erdo- ğan Alkan da şiirin şa- ir tarafõndan çevrilmesi gerekliliği üzerinde du- rarak, “Şair olmayan çevirmen olursa, şiir- le duygusal bağlantı kuramaz, ama şair o kadar birlikte olur ki, onunla özdeşleşir” de- di. Dinleyicilerin de so- rularla, açõklamalarla katkõda bulunduğu pa- nelden, “Melih Cevdet Anday Şiir Ödülü” tö- reni yapõlacak Karade- niz Salonu’na geçtim. Bilineceği gibi, 2006’da küçük İsken- der, 2007’de Özdemir İnce, 2008’de Ahmet Erhan ve 2009’da Ni- hat Behram’a verilen ödül, Ören Belediyesi- TYS işbirliğiyle ger- çekleştiriliyor. Aydınlık için Bu yõlki ödülün sahi- bi Nihat Behram, ödül plaketini önce Ören Be- lediye Başkanõ Kâzım Turan’õ temsilen ge- len belediye meclis üyesi ile seçici kurul başkanõ Doğan Hız- lan’õn elinden ayrõ ay- rõ aldõ ve şöyle dedi: “Seçkin yazar ve şa- irlerden oluşan Me- lih Cevdet Anday Şiir Ödülü Jürisi, bana ödül gibi görev verdi; ben bu görevi ödül gi- bi aldım. Görevimin, aydınlık için savaş- mak olduğu bilinciy- le…” Evet, ben de onca rüzgâra ve yağmura (ve de uzaklõğa) karşõn, fua- ra akõn akõn gelen okur- larõn bu zorluğa kat- lanma nedenlerini tõpkõ Nihat Behram’õn dile getirdiği gibi ‘aydın- lık için savaşmak’ amacõ diye okuyorum. Tõpkõ Melih Cevdet Anday’õn “Okumak değişmektir. Okumak değiştirmektir. Oku- mayan çürür” sözleri- ni anõmsayarak değer- lendiriyorum. Pazar günü, kapan- madan siz de yollara düşseniz iyi olur, ‘Bü- tün renkleriyle’ kitap- larõ görmek ve aydõnlõk günlere kavuşmak için… Daha fazlasõnõ öğrenmek, değişmek ve değiştirmek için… CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 4 KASIM 2009 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Karadeniz’in Öfkesi ÖĞRENİYORUZ Kİ, sahil yolunun Rize’deki Fındıklı ilçesine bağlı Aksu Mahallesi’nden geçirilmesine karşı açılan sekiz yıllık dava sonuçlanmış ve yolu oradan geçiren yönetim kararı iptal edilmiş! Olay, ülkedeki düzen bozukluğunu herkesin yüzüne vurur niteliktedir. “İş işten geçmiş” diyerek boş vermektense, benzer başka birçok olay gibi bunun da ortaya koyduğu dersler üzerine eğilmek, en azından sorumluların yüzlerini kızartmak bakımından yararlı olabilir. Birinci ders, geniş kapsamlı bir ulusal ulaşım planlamasının yokluğundan doğan büyük yanlışın dersidir. Yazıla yazıla mürekkepler tükendi, dillerde tüyler bitti: Koskoca Karadeniz’in sağladığı ulaşım olanakları dururken, Samsun’dan Hopa’ya kadar bütün o kıyı boyunca halkı denizden koparan böyle pahalı bir yol yapmaya kalkışmak kadar büyük yanlış olamazdı. Çok kişiye ayrıntı gibi gelecek tek bir nokta bile bu yanlışın gerisindeki hesapsızlığı belirtmeye yeter: Görenler bilir, sert fırtınaların yıkımını önlemek için, o kıyı hep küçük dalgakıranlarla korunma altına alınmış. Bu iş o kadar sık aralıklarla yapılmış ki, o dalgakıranlarda kullanılan büyük kayalarla bütün o kıyı kentlerini ve kasabalarını geniş barınaklarla rahatça donatabilir ve deniz ulaşımını rahatlatabilirdiniz... Samsun limanının dış mendirekleri boş gemileri açıkta beklemekten kurtaracak kadar genişletilseydi, geçen günkü fırtına 82 metrelik bir şilebi döve döve kıyıya vurabilir miydi? Herhalde Karadeniz, otomotiv sanayiini hesapsızca kollayarak ülkeyi yanlışlara sürükleyenleri cezalandırarak eninde sonunda doğru yolun ne olduğunu gösterecektir. Doğru yol, kıyıyı kullanışlı limanlarla donatıp deniz taşımacılığını geliştirmek ve sıradağların arkasından geçirilmiş bir hızlı ulaşım ağını kuzeye uzanan dikmelerle bu limanlara bağlamaktan başka türlü olamaz. İkinci ders, yargının ve özellikle yönetim yargısının yavaşlığından ileri geliyor. Fındıklı halkının avukatları yol yanlışlığını düzeltmek için 2001’de idare mahkemelerinde hak aramışlar; ama sahil yoluna olanak sağlayan imar kararının “şehircilik ilkelerine, planlama esaslarına, kamu yararına ve mevzuata uyarlı bulunmadığı” tam sekiz yıl sonra, ancak şimdi karara bağlanmış. “Yürütmeyi durdurma” kararıyla ve yargının hızlandırılmasıyla bu ve buna benzer başka bir yığın terslik önlenemez miydi? Artık “olan olmuş” deyip hep yapıldığı gibi “iş işten geçti” deyip sonuca katlanmak mı? Yoksa, yıkımı, masrafı ve yeni sıkıntıları göze alıp “ders olsun” diye güzergâhı değiştirmek mi? La Fontaine’in ünlü “peynir” masalında Tilki’nin Karga’ya dediği gibi bazı derslerin öğreticilik değeri, uğranılan zararın bedelinden çok daha yüksektir. mumtazsoysal@gmail.com PENCERE Irak Bir Ders Kitabı!.. Aklı evvel bir dost sordu: - Irak’ta hiç Arap yaşamıyor mu?.. - Ne demek istiyorsun?.. - Bütün haberlerde Arap lafı yok, Sünni ile Şiilerden söz açılıyor... Irak bizim için bir ders kitabı gibi... Komşumuzda Arap yok.. Müslüman yok.. Mezhep var.. Dün bu köşede yayımlanan yazıda şu tümce yer alıyordu: “Bir ümmet toplumu laikleşmeden uluslaşamaz...” İşte Irak örneği!.. Irak’ta yaşayan Şii Arap değil mi?.. Ya Sünni?.. Şii de Arap, Sünni de... İkisi de Müslüman!.. Ama laiklikten yoksunluk, işgalde bile Müslümanı körleştiriyor, Arap ulusu oluşacak yerde mezhep ayrımcılığı ağır basıyor... Angloamerikan Hıristiyanı tarafından işgal edilmiş bir ülkede yaşanan facia Müslümanın Müslümanla boğazlaşmasına yol açıyor... Oysa ulusal bilinç gelişseydi, Sünni-Şii kavgası yerine milli birlik ve beraberlik düşmana karşı direnişin itici gücünü yaratacaktı... Evet, burnumuzun dibinde yaşanan olayın öyküsü okulda belletilecek bir ders kitabı gibi... Belli ki Irak’ta Arap yok.. Sünni var.. Şii var.. Oysa Avrupa’da İngiliz, Fransız, Alman, İtalyan, vesaire var... Mezhep savaşları Avrupa’nın tarihinde solmuş yapraklar... Ümmet toplumu ise İslam dünyasında ağır basıyor... Peki, Batı‘da tarihe gömülmüş ümmet toplumunu Türkiye’de hortlatmak için Amerikancı emperyalist güçlerle iktidar partisi AKP’nin işbirliği ne anlama geliyor?.. Dışa bağımlı dincilik Türkiye’de ulusalcılığı püskürtüp iktidara geçtikten sonra Sünni mezhebine dayalı tarikatçılık ve cemaatçilik aldı başını gidiyor; bunlar devlet ve belediyelerde de egemenleşince bütün para musluklarını ellerine geçirdiler... Bush yönetiminin “Ilımlı İslam Devleti Modeli” adı verilen tasarımı, AKP’yi iktidara geçirdi... Irak’ı parçalayanlar, Türkiye’de benzeri yöntemleri uyguluyorlar... Ulusal bilinç tu kaka!.. Dünkü yazımın başlığı “Na To Kafa, Na To Mermeri” idi... Düzeltme’den dediler ki: - Nato bitişik yazılır... Boş verdim, hecelerin ayrı ayrı vurgusu aklımızın başımıza gelmesine belki yardımcı olabilir diye düşündüm... Irak burnumuzun dibinde tarihsel, siyasal ya da toplumsal bir ders kitabı gibi... Cumhuriyet’in köşe yazarları her gün bu ders kitabından sayfaları bizim topluma yansıtıyorlar, sunuyorlar... Gerçekler “2 kere 2 dört” gibi açık seçik... Peki, her şey bu kadar açık seçikken başımızdaki ümmetçi iktidara karşı ulusal güçlerimiz birleşemeyecekler mi?.. (4 Ocak 2007) A KP seçimlerin birinci partisi olduğunda dünya medyasõ Türkiye’de seçimleri “İs- lamcı parti kazandı” diye duyurmuştu. AKP’nin buna itirazõ olmadõ. “İslamcı parti değiliz, böyle yazmayın” demediler. Türkiye’de partinin adõnõn tüm siyasal partiler için geleneksel- leştirildiği üzere AKP olarak kõsaltõlmasõna ise itiraz ettiler. Kendilerine “AK” denilmesini istiyorlardõ. Ülke içinde zorlama ile “AK Par- ti”, ülke dõşõnda ise İslamcõ olarak anõlan par- ti Türkiye’nin biriken temel sorunlarõnõ çö- zemediği gibi, şimdilerde açõlõm üzerine açõ- lõm yaparak yeni sorunlarla yüzleşmek zo- runda bõrakõyor. Dünya medyası Türkiye dõş ülkelerde İslamcõ olarak anõlan bir siyasal parti ile yönetildiği günlere de- mokrasisini ileri bir düzeye taşõdõğõ için mi geldi? Yoksa demokrasiyi kurumsallaştõra- mayõşõn sõkõntõlarõ ve özellikle çok partili si- yasal yaşamla giderek yerleşen oy karşõlõğõ si- yaset (clientelism) ile mi geldi? Laik olarak anõlan Cumhuriyetin dõş ülkelerde “İslam Cumhuriyeti” biçimine dönüştürülüşü, AKP’ye yakõştõrõlan ve parti ile özdeşleştiri- len bu sõfatõ nedeniyle değil midir? Dünya medyasõ şimdilerde AKP’nin yüzünü Doğu’ya döndüğünü yazõyor. Batõ AKP için bir amaç değildi. Tõpkõ Batõ’nõn yüzyõllara ya- yõlan mücadeleler sonunda ulaştõğõ demok- rasisinin de amaç olmadõğõ gibi. Dõş ilişkiler AKP için “kazan, kazan” formülüne otur- tulmuştu. Birliğe dahil olan diğer ülkelerden farklõ bir statüye oturttuğu Türkiye üzerinden elde ettiği çõkarlarõ ile AB kendi payõna ka- zançlõdõr. Türkiye cephesinde de AKP kazançlõdõr. Kendi ideolojisi doğrultusunda hayli yol al- mõş, devlette kadrolaşmõştõr. Demokrasi ve Cumhuriyetin güç kaybettiği ve ülkenin iç ve dõş çõkarlarõ adõna kaygõlarõn arttõğõ bir ger- çektir. Bugün Türkiye için yalnõz ülke için- de değil, ülke dõşõnda da kaygõlar giderek art- maktadõr. Cumhuriyetin kemiriliyor oluşu, de- mokrasinin kurum ve işleyişine de yansõ- maktadõr. Hâlâ fırsat var Türkiye ile AB ilişkilerinin sağlõklõ bir düz- leme oturtulmadõğõ, diğer aday ülkelere uy- gulanan “karşılıklılık” esasõnõn Türkiye için niçin işletilmediğinin sorgusunu yapmak için hâlâ fõrsat var. Türkiye’nin tek yönlü taviz- leri ile sürdürülen ince dokulu bağõn kopar- tõlma noktasõna doğru çekiştirilmesindeki baş aktörün AKP oluşunun, iktidara geldiği süreçte kopartõlan AB’ye üyelik yaygaralarõnõn yerini, “girmesek de olur” noktasõna taşõn- masõnõn da sorgusunun yapõlmasõ gerektiği gi- bi. 29 Ekim günü Cumhuriyet gazetesinin “Neyi kutluyoruz?” başlõklõ düşündürücü so- rusu bulmaca ile buluşsa da, sorunun yanõtõ- nõ bulmak için bulmaca çözmek gerekmiyor. Türkiye AKP ile gidebileceği yoldan gidiyor. AKP içinde yer alan kadrolarõn önemli bir bö- lümü konjonktür dönüştüğünde bu partiyi terk edeceklerdir. Ancak duvarlarõ oluşturan bu önemli par- ça yönlendirici değil, yönlendirilendir. AKP’nin kolonlarõ Cumhuriyet değerleri ile ters düşen kadrolarla oluşturulmuştur. Cum- huriyetin coşku yerine kaygõyla kutlanõyor olu- şu AKP ve politikalarõ ile okunmalõdõr. De- mokrasi ve AB üyeliği vaadi ile gelmiş olan AKP’nin Türkiye’yi sürüklediği yer derin kay- gõdõr. İslamcõ partinin yüzünü Doğu’ya dön- müş olmasõnõ hayretle karşõlayan dõş çevre- lere de önerimiz gelinen sonucu kendi koy- duklarõ teşhis ile okumalarõdõr: “İslamcı parti.” Türkiye için talihsizlik Bugünleri önceki yazõlarla okumalõ diyo- rum: “Tarihin yazılışına tanık olmak ayrı, yazılmış tarihi okumak ayrıdır. Gelecek ku- şakların bu süreci değerlendirirken AKP iktidarını Türkiye’nin talihsiz süreci ola- rak değerlendireceklerini öngörmek için kâhin olmak gerekmiyor. Zor iş sosyolog- lara düşecektir. Ülkenin karanlığa sürük- lendiği endişesiyle, sürekli aydınlık için her gece bir dakika karanlık eylemi yaptığı günleri fazla uzak olmayan toplumun, her geçen gün yeni karartma başlıkları açan bir iktidara kendisini teslim edişini açıkla- makta zorlanacaklardır. İktidar meşru mu? Geliş şekline bakın- ca, hukuken evet, sosyolojik olarak hayır. Ya kalış şekli?.. Meşruluklar hukuk üze- rinden değil, sonuçlar üzerinden yaratılı- yor. Rıza iknaya değil, baskıya dayalı. Hak arayan, rejime ters görünümlere kar- şı çıkanlar azarlanarak paylanıyor. Hu- kuka tutunarak gelip, hukuka karşın kal- mak, demokrasiye karşıt tutumları de- mokrasiye dayanarak sergileme gibi tu- tarsızlıklar zinciri içinde rejimin güvencesi olan hukuk, demokrasi gibi kavramların içleri boşaltılıyor. Söylenenlerle yaşanan- lar farklı. AKP’nin karşı olduğu bilinen de- ğerlere karşı sahiplenici tutumu inandırı- cı değil. İçeride sahiplenerek başkalaştır- ma, laik kurumlara kendi anlayışlarını şı- rıngalama stratejisini izleyen iktidarın, dış politikada izlediği teslimiyetçi tutumuna strateji denilemeyeceği için ancak trajedi denilebilir. Medeniyetler ayrışması Türkiye içeride AKP’nin açtığı tartışma başlıkları ve istikrar diye diye sürüklendiği ekonomik krizle boğuşurken dış politika- da yaşanan krizler dikkatlerden kaçıyor. Laik Cumhuriyet bir uygarlaşma proje- siydi; ılımlı İslam Cumhuriyeti yaftası vu- rulmuş Türkiye, AKP marifetiyle AB’nin başkalaştırma projesine teslim edilmiştir. Medeniyetler ittifakı adı altında, medeni- yetler ayrışması yaşanmaktadır. Dış poli- tikada yapılan yanlışlara dur demek için hâlâ bir şans vardır. Hatalarda ısrar edi- lirse, bir süre sonra bu şans da yitirilmiş olacaktır.” Bu alõntõ, “AKP’nin Dış Politi- ka Trajedisi” başlõklõ yazõmdan. Bugünün dõş politikasõna başka isim aramaya gerek var mõ? Cumhuriyet gazetemizin bulmacasõna ya- nõtõmõz: AKP gidecek, Cumhuriyet gelecek. Bugünkü kaygõlõ kutlamalarõmõz Cumhuri- yeti sahiplendiğimizin göstergesi. AKP gi- dince coşkulu kutlamalarla Cumhuriyeti di- rilteceğiz. ‘İslamcõParti’nin‘Doğu’Açõlõmõ!.. Prof. Dr. Tülay ÖZÜERMANCHP PM Üyesi / Siyaset Bilimci 29 Ekim günü Cumhuriyet gazetesinin “Neyi kutluyoruz?” başlõklõ düşündürücü sorusu bulmaca ile buluşsa da, sorunun yanõtõnõ bulmak için bulmaca çözmek gerekmiyor. Türkiye AKP ile gidebileceği yoldan gidiyor. AKP içinde yer alan kadrolarõn önemli bir bölümü konjonktür dönüştüğünde bu partiyi terk edeceklerdir. ‘Bütün Renkleriyle’ Kitap Fuarõ... Hikmet ALTINKAYNAK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear