26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
ESKİLERİN, “tekrarda fayda vardır” sözünü anımsatarak Öztin Akgüç’ün iki yıl önce Cumhuriyet’te yayımlanan yazısından bir bölümü tekrar gündeme getirmek istiyor Ömer Gemici. Tekrarda gerçekten yarar var: “Bir ülkede dalalet ve gaflet içerisinde politikacılar olabilir; satılık, kiralık kalemler bulunabilir, gözünü mevki hırsı bürümüş, ödün vererek bir yerlere gelme çabasında olan yeteneksiz, liyakatsiz bürokratlar köşe başlarını tutmuş olabilir, yabancılarla işbirliği yaparak, onların sözcülüğüne soyunmuş işadamları da gözlenebilir. Bunlar doğal ve olağan da karşılanabilir. Olağan olmayan, tehlike arz eden, tehlikeli olan, toplumun gaflet, dalalet, en azından kayıtsızlık içerisinde olmasıdır. Bir toplum, mezarını kazıcılara şakşak tutmaz, onlara yardımcı olmaz, çevresinde dönen oyunlara bigane kalamaz. Aymazlığın da bir sınırı olmalıdır, aymazlık sağduyuyu kirletmemelidir. Eğitim yetersiz olabilir, dezenformasyon yaygın olabilir, lakin bir toplum sağduyusunu, bağımsız, hür yaşama, varlığını koruma içgüdüsünü yitirmemelidir. Etrafındaki bu kadar olaya karşı uyanmayan, aymayan, geleceğini görmeyen bir toplum, bölünmeye de, yoksulluğa da, bağımsızlığını yitirmeye de müstahaktır. Belayı hak etmektedir.” CMYB C M Y B PERİHAN ERGUN Bu yazımda 6 Ekim günlerin- deki unutulamayan izlenim ve anılarımı gereksinim duyarak özetlemeye çalışacağım. Anadolu’nun kurtuluşundan sonra 6 Ekim 1923’te çoğunlu- ğu İngiliz olan müttefiklerin iş- galinden İstanbul’un kurtulduğu gündür. Bu yıl 86’ncısına ulaşa- bildiğimiz 6 Ekim’ler öğrencilik yaşamımın en mutlu törenleri ve İstanbul’umuzun değerini öğ- rendiğimiz söylemlerdi. Bu yıl Kurtuluş coşkusu yeri- ni emekçilerin ve az gelirlilerin karabasanı olan IMF ile Dünya Bankası’nın geniş toplantılarına bıraktı. Bayram günümüzdeki açış konuşmasını hitabetin bü- tün hünerleriyle Sayın Başbakan yaptı. Sonuna kadar izlediğim iki saate yaklaşan söylevi sıcak ve içtenlikliydi. Konukseverlikle son sözlerini dünya kentleri için- de bulunmaz güzelliklere sahip olan İstanbul’u iyice gezerek görmelerini salık vererek bitirdi. Kendisini dinlerken ilk kez tep- kileri kabul edişini de duyarak hoşlandımsa da eşsiz İstan- bul’un Türk Cumhuriyeti’nin Başbakanı olarak “Kurtuluş Gü- nü” olduğuna da değinmesini arzulardım! 3 Ekim’deki genel kurul açış konuşmasında Ahmet Yesevi’den girerek Nâzım Hik- met’e değin tüm ozan ve sa- natçılarımızın birlikteliğiyle bü- tünleşebileceğimizi kanıtlarken, sözü cumhuriyetimizi yadsıyan, Atatürk’e “Deccal” diyen Said- i Nursi’yle bitirmesi çok gücü- me gitti. Ekim’in 6’sında yaşamak is- temediğim anılarım da var. İlki; hâlâ ruhen ve bedenen arazlarını çektiğim, Burgaza- da’mızın 42 hektarlık iki saat için- de yanıp kül olan yeşil çamları. Son yıllarda binlerce hektarlık memleket ormanları yanıp top- raklarımız çölleşirken, 42 hektar nedir ki denebilirse de adanın masumiyetle Kaşıkadası’na ba- kan yeşil gözlerinin kömürleş- mesinin üzüntüsü, Prens Ada- ları’nın sevdalılarınca çok iç ya- kıcıdır. Yaz aylarında adalıların yangın korkusuyla elleri hep yü- reklerindedir. Nedense eksik- likler bilindiği halde Büyükşehir yönetimince bu konu yıllardır bir türlü çözülemez. Neyse ki Ada Dostları Derneği’nin büyük çabalarıyla ormanımız tekrar ge- lişerek yeşermiştir. Bir yürek acım da sayın ve sevgili Doç. Dr. Bahriye Üçok’un hainlerce -ki kesinlik- le yobazlardır- paketlenerek evine gönderilen bombanın el- lerinde patlamasıyla yaşamını yitirmesidir. İşin acı olan bir ya- nı da paketi açarken sevgili kı- zına uzak durmasını söyler. Ken- di içinse gaflete düşer. 1997’de kaleme aldığım “Cumhuriyeti Aydınlatan Öncü Kadınlar” kita- bımda onu İnan’la birlikte “Ta- rihçi ve Siyasetçi Kadınlarımız” adı altındaki bölümde dile ge- tirmiştim. İslam tarihçisi ve İla- hiyat Fakültesi öğretim üyesi olarak yaşamı boyunca din be- zirgânlarıyla korkmaksızın sa- vaşmıştı. Onları en çok öfkelen- diren direnişi de ayetlere daya- narak tesettürün farz olmadığı- nı kanıtlamasıydı. Öldürülmesi- ne “hak etti” diyenler hâlâ ek- ranlarda boy gösteriyorlar. Üçok bilim kadını olması yanında si- yasette de önemli yerler almış- tı. Senatör, milletvekili, parti ku- ruculuğunda hep sosyal de- mokrattı. En son 1990 Eylül’ün- de siyasi arenaya getirmekte emeğim olan “kadın kotası”ndan Erdal İnönü’nün genel başkan- lığını yüklendiği SHP’de genel kurul kararıyla yönetimlerde ka- dınlara yüzde 25 yer verileceği kuralıyla 44 kadın, PM’ye gire- bilmiştik. PM’nin ekim ayındaki ikinci toplantısından hemen bir iki gün sonra Üçok’umuzu trajik biçimde ve de hâlâ failleri bu- lunmayan suikastla yitirdik. Kay- bının 19. yılında değerbilirlilikle Cumhuriyet Kadınları Derneği başta olmak üzere ADD, CHP, tek evladı Av. Kumru Üçok, CUMOK, UMAG ve dostlarınca gömütü başında anıldı. Gazete- miz de her zamanki gibi yazarı- nı unutmadı. Sayfalarından çi- çeklerini gönderdi. Gene kitapta “Siyasette Öncü Kadınlarımız” bölümünde 10 Ekim 1987’de Brüksel’de sür- gündeyken kaybettiğimiz, dik duruşlu, abide kadınlarımızdan Behice Boran’a 25 sayfa yer vermişim. Onu tek evladı Dur- sun Bebek (Hatko) ile öğretmen arkadaşım, ablasının kızı İsen Ural’dan, en son da ömür boyu dostlukları süren sevgili Sıdıka Su’dan -ki bu tanımın altında o da var- unutamadığı dostunu an- latırken, yine 4 Ekim günü Bue- nos Aires’te, 74 yaşında yaşa- mını yitiren Anjantinli devrimci ozan Mersedes Sosa’nın Bo- ran’ı nitelelerken “Herkes son ne- fesine kadar onurlu ve mücade- leci yaşayamaz. Bazı insanlar, toplumsal inançları ve özgürlük için birkaç yıl mücadele eder. Bu iyi bir şeydir. Bazıları da beş on yıl. Bu daha iyi bir şeydir. Bazı in- sanlarsa son nefeslerine kadar onurlu yaşar ve mücadele eder- ler. Bu en iyisidir” dediğini övün- çle anlatmıştı. 6 Ekim gecesi Ulu- sal TV’de Merdan Aslan’la Mehmet Atay telefonla dostla- rını da yayına katarak B. Boran’a devrimcilik borçlarını ışıklandı- rarak ödediler. Karışık duygular içinde geçir- diğim haftada sevgili Mustafa Balbay’ın iki nefis köşe yazısına hayran oldum. 6 ve 7 Ekim tu- tukluluğunun 216, 217’nci gün- lerinde “acıyı bal eylemesi”ni de kişiliğinin sağlamlığına bağ- ladım. Özellikle ilki “Yine Gelir Gi- den Güneş” başlıklısı tam bir ar- tistik nesir. İkincisinde eriklerin arasında kalmış yeşil yaprağı bile doğaya olan sonsuz sevgi- siyle köşeye koyması, Sait Fa- ik’in sevgiyi nitelemesiyle eş- değerdeydi. Bunlar bana bir de genç kızlığımın gecelerinde oku- maya doyamadığım Hintli Ra- bindranath Tagore’un kitap- larındaki şiirselliği hatırlattı. Bu ki- şilikteki insanları düzmecelerle sindiremezler. Hak yerini bula- cak, o çıkacak ve gene her gün yazacak! ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN (ÇÖPLÜK ÇOCUKLARI) TAYYAR ÖZKAN www.junkidz.com HARBİ SEMİH POROY 13 Ekim 6 Ekim’li Günler... HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu@mynet.com BULUT BEBEK NURAY ÇİFTÇİ bulutbebek@hotmail.com 13 EKİM 2009 SALI CUMHURİYET SAYFA 15 Hakem Kemal Doruk: “ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Türkiye-Ermenistan futbol maçının orta hakemi olsun; herkese öpücük dağıtsın !” İntihar Soner Önal: “İşadamları peş peşe intihar ediyor. Recep’e göre memlekette ekonomi bu kadar iyiye, giderken rahat mı batıyor ne!” Genelge İzzet Özdamar: “İçişleri Bakanlığı’ndan valilere genelge: Bundan böyle ilin sorunları otomobilin arka koltuğunda görüşülecektir!” Toplumun belayı hak etmesi! Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” MAYIS ayının sonuydu. Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde Dr. Benan Çağlayan, biyopsinin sonucunu açıkladı ve akciğer kanseri olduğumu söyledi. Ardından Dr. Taflan Salepçi, uygulayacağı kemoterapiyi anlattı. Hani insan “film şeridi gibi” bir şeyler düşünür ya o an Mehmet aklıma geldi. Arkadaşım, kardeşim, meslektaşım Mehmet Sucu da akciğer kanseriydi ve yaklaşık bir yıldır tedavi oluyordu. Hastaneden gazeteye döndüğümde ilk işim Mehmet’e “Ben de akciğer kanseriyim; kıdemli bir hasta olarak anlat bakalım başıma neler gelecek” demek olmuştu. Meğer her bünyenin tedaviye tepkisi farklı oluyormuş. Mehmet, kemoterapi seansından sonra gazeteye gelip çalışıyordu; benimse kolumu kaldıracak halim kalmıyor, günlerce yatıyordum. Günler, haftalar, aylar birbirini kovaladı. Mehmet iyileşir gibi oluyor, sonra başka bir sorunla boğuşmaya başlıyordu. Cephe, karaciğer, beyin ve kemiğe kadar genişlemişti ama Mehmet de benim gibi “kanser mikrobu” karşısında teslim olmaya niyetli değildi. Bu kez ben moral veriyordum; biz daha büyük mikrobuz! Haziran ayında başlayan ve üç haftada bir, üç gün üst üste uygulanan kemoterapi seanslarını Eylül’ün ortasında bitirdiğimde Mehmet’in hastaneye yattığını duymuştum. Bense bitap halde evde yatıyordum. Toparlanıp telefonla aradığımda uyuyordu, sevgili eşi Canan’la konuştum; birkaç güne kadar hastaneden çıkacaklarını söyledi. Bir süre sonra ayağa kalktığımda Mehmet yine hastanedeydi, bu kez beslenmesinde bir sorun olduğunu ama toparlandığını söylediler; hatta “Pazartesi işe başlıyor” dediler. O pazartesi dündü. Dünden önceki cuma günü, kemoterapinin “pet bilmem ne” denilen vücut taramasının sonucunu almıştım; akciğerimdeki kanserli hücreler defolup gitmişti. Pazartesi işe başlayınca Mehmet’e “Haydi artık fazla uzatma nezaketin gereği yok; sen de büyük mikrop olduğunu göster” diyecektim ki cumartesi, haberi geldi. Pazar günü Şişli Camisi’nde Mehmet’in kulağına doğru eğildim, “Ulan Mehmet, sözümü dinleyip mikropluğunu göstermedin, bari Çetin Emeç’e ve Oktay Kurtböke’ye benden selam söylemeyi unutma” dedim. Ne diyebilirdim ki! Mehmet SESSİZ SEDASIZ (!) Nobel Barış Ödülü Barack Obama’ya verildi... Adolf Hitler’in hakkını yediler! YağmurDeniz GÖRÜŞ BEDRİ BAYKAM Protokol, CHP ve Uras... Gündem, getirdiği sıkıntılı değişikliklerle hep önü- müzde. Ama ne yazık ki dünya acımasız kurallarıy- la dönüyor. Pazar günü bu gazetenin en değerli in- sanlarından birini, Mehmet Sucu’yu toprağa verdik. Kimsenin alınmasına gerek yok: Cumhuriyet’te her- kesin en çok sevdiği insanların en başında yer alır- dı “Sucu”. Onun su gibi berrak ve demokrat kişili- ğini, candan arkadaşlığını çok özleyeceğiz... Mehmet, uğruna mücadele ettiğimiz Atatürkçü ik- tidara kavuştuğumuz “o” günü göremeden gitti. Lüt- fen söyler misiniz, neden hep en iyi insanlar genç ölürler? Doğanın kanunu mudur? Kötülük, egoist- lik, bunlar acaba koruyucu bir zırh mı? Bu hafta en sıcak konu Ermenistan’la imzalanan protokol. Yaşanan gecikme, olayın ne kadar “titrek” bir ortamda şekillendiğini kanıtlıyor. Bir tarihi anlaşma düşünün ki, el sıkışmadan sonra kimsenin ağzını bı- çak açmıyor! Akla şu soru geliyor: Bu kadar mutsuz olacak idiyseniz sizi kim zorladı buna? O isim de belli. Arkalarında duruyordu, lacivert pantolon ve ceketle (epey de kilo almıştı). Türkiye açı- sından konunun tartışmaya çok açık artıları ve ek- sileri var. Ama bu hükümetin teslimiyetçi kimliğiyle bu artıların bile zaman içinde eksiye gitme olasılığı vardır. Bir kere, tabii ki, tüm dünyanın yıllardır Tür- kiye’ye yönelik baskısı ve 2015 için planlanan “100. Yıl Büyük Saldırısı” planı, bu imzayla sekteye uğra- dı. Ancak çok çapanoğlu var ortada: Örneğin o “ba- ğımsız tarihçilerden oluşan komisyon”a kim ka- tılacak? Türkiye’yi savunan Justin MacCarthy, Bernard Lewis, Jean Schmidt gibi tarihçiler veya siyasiler de olacak mı? Yoksa edepsiz ve demok- rasi özürlü, önyargılı Batılı bazı ülkelerin piyonları mı? Ayrıca bu işin ucunda neler var? Ortaya çıktığı söy- lenecek sonuca göre toprak veya tazminat mı iste- yecekler Türkiye’den? “Karabağ” meselesi ile Er- menistan’ın işgal ettiği diğer beş vilayet ne olacak? Yani ortada ciddi bir “oldubittiye getirilme tehli- kesi” var. Ayrıca anlaşmanın, İsviçre gibi bu konu- da tarafsızlığını yitirdiğini kanıtlamış bir ülkenin gö- zetiminde yapılmasının kabulü ciddi bir çelişki. Bunun gibi birçok pürüze karşın bir gerçek de yad- sınamaz: Ermenilerle olan bu sorun, bir şekilde di- yalogla çözülmeli. Ama bu, kabul edilmez ödünler vererek değil, İsmet İnönü düzeyinde müzakereci- lik bilinci ile olur. Burada ulusalcılara ve CHP’ye ya- pıcı bir ikazda bulunmak istiyorum. Biz sürekli bu konuyu çözümsüzlüğe terk eden, diyaloglar- dan kaçan, “karşı” tarafa huysuz/ hoşgörüsüz bakan kronik defolular olarak sunuluyoruz dün- yaya. Demek ki, ne dediğimizi değil, bunu nasıl ifa- de ettiğimizi ciddi olarak gözden geçirmemiz lazım. CHP de en az AKP kadar, hatta çok daha fazla barış aradığını göstermeli. Bu da ödün vererek değil, dostluk eli uzatarak olur. İşte bu noktada CHP “dil” ve “vücut dili” hataları yapıyor. Aynen “Kürt Açılımı” konusunda olduğu gibi. CHP’nin sa- vundukları doğru. Ama bunları ifade ediş tarzı ve “kul- lanmadığı” sözcükler, haksız yere partinin statüko- cu, hatta gerici bir imaj vermesine neden oluyor. Aslında Ermenilerle barışa en büyük sekteyi vur- muş olan tabii ki -ne yazık ki- Orhan Pamuk. O ar- kasında duramadığı sorumsuz cümlesi ile iki halk arasındaki uçurumu büyüttü. Şimdi ucu Ermeni dostlarımızla başka bir polemiğe dönüşecek, da- ha büyük bir düşüncesizliği Ufuk Uras yapıyor. Uras utanmadan sıkılmadan “Dink davasıyla Er- genekon davası birleşsin” diyebilmiş. Hâlâ hiçbir şey anlayamamış! Hrant Dink’i Türkiye’deki şeri- atçı-faşist yapılanma öldürdü. Şimdi kullandığı ima- larla, aynen “Atatürkçüleri Ergenekoncular öldür- dü” diyen bazı bahtsızlar gibi, Dink cinayetini ulu- salcılara yıkmaya çalışması affedilmez bir “dona- nım eksikliği” demekle yetinelim. Uras bağlantı arı- yorsa, yıllardır şeriatçı tehlikeyi yok sayan 2. Cumhuriyetçi dostlarına bir göz atsın! Birinin kal- kıp Uras’a, bayrağını ve ülke bütünlüğünü seven ve Ermeni soykırımı iddialarını reddedenlerle, din- ci faşist eylemcileri aynı kefeye koymaya kalkış- manın, en iyi ihtimalle “beynini kullanmamak” ol- duğunu, tam tersine, bu iki grubun yıllardır büyük bir kavga içinde olduklarını, anlayacağı dilde ak- tarması lazım. Bu kim olabilir biliyor musunuz? Me- sela bugün Sözcü’de yazmaya başlayan sevgili Emin Çölaşan! Tekrar hoş geldin aramıza Emin! bedri.baykam@gmail.com www.bedribaykam.com BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Iğdõr ilinde, Türkiye ile Nah- çivan arasõndaki gümrük kapõsõ... Çõplak vücut res- mi. 2/ Büyük ve süslü çadõr... Ke- nar süsü. 3/ Tak- ma saç... Şenlik- lerde caddelere kurulan süslü ke- mer. 4/ Balõk ya- kalama aracõ... Üzerine yazõ yazõlan ta- baklanmõş ceylan deri- si... Asker. 5/ İnce ve uzun metal çubuk... Ge- niş, engin. 6/ Sarma tek- niğiyle yapõlan bir tür işleme. 7/ Kaba, hoyrat, görgüsüz... Yenecek ka- dar olgun olmayan. 8/ Bazõ bireyleri yangõn çõ- karmaya sürükleyen saplantõlõ itki. 9/ “ --- kafeste duran kuştur / Elbet uçar gider bir gün” (Karacaoğlan)... Biralõk bir arpa cinsi. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Eksikliği parkinson hastalõğõna yol açan azotlu or- ganik bileşik. 2/ Un elerken dökülmemesi için yere se- rilen örtü... Konya ilinde bir baraj. 3/ Libya’nõn plaka imi... Kerestesi ve reçinesi çok beğenilen bir orman ağacõ. 4/ Kimi nesnelerde var olduğuna inanõlan iyilik kaynağõ... “Bakõr lengerlerde kõzarmõş kuzular --- idi” (Nâzõm Hikmet). 5/ Bir tür cam kap. 6/ Akõl... Şarap mahzeni... Eski dilde su. 7/ Telli bir çalgõ... Eski kitap satan kitapçõ. 8/ İstanbul’un eski adlarõndan biri. 9/ Bir kimsenin, bir topluluğun ulaşmayõ amaç edindiği de- ğerler bütünü... Buyurucu. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 B A Z L A M A P O D O R A N S A Y O N T U G E N O L E Z L O T İ Z E K A U R K S A R I K A Y A S A H A R A A T İ N E K T U B A M T A K A N A K 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Kâmil Masaracı yıllık izninin bir bölümünü kullanacağından çizgilerine bir süre ara vermiştir.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear