24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 21 OCAK 2009 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL İç ve Dış Yamyamlar ESKİ Afrika’daki ilkel kabilelere özgü bir alışkan- lık değildir yamyamlık. Uygar denen toplumlarda da rastlanır değişik türlerine: Onurlarını, şerefle- rini, huzurlarını, düşüncelerini, umutlarını yok ederek insanları yiyip bitirmekle. Bir deri bir ke- mik bırakırcasına, kalplerini, beyinlerini parça parça edip hepsini bezgin posalar gibi toplumun ve tarihin çöplüğüne atarak. Şu günlerde yaşananlar bunun yeni ve yerli gös- terisi değil mi? Albay ömrünü vatan hizmetine vermiş, sakat- lanıp ömür boyu tekerlekli iskemleye mahkûm ol- muş, bırakın da kalan günlerini anılarıyla, madal- yalarıyla huzur içinde geçirsin, değil mi? Hayır, on paralık adamların sözde itirafları ve beş paralık ya- zarların sinsi ihbarlarıyla yaşama küstürüp intihara sürükleyeceksiniz ve bunun adı ülkenizi sevmek olacak. Yamyamlık insanlarla yetinmedi, cumhuriyetin ilkelerine, varlıklarına, işletmelerine, ordusuna ve kurumlarına yöneldi. Bir ulusun ve devletin ken- di kendini yemesi gibi acayip bir yamyamlık tü- rü olduğunu düşünmeden bunun. İçteki insanlar birbirlerini, hatta kendilerini yemeye başlamışlarsa, dıştaki toplumlar ve devletler boş durur mu? “Madem bu Türkler böyle bir yam- yamlığı sürdürüyorlar, biz de onların ülkelerini yut- sak mı acaba?” diye kollarını sıvayanlar elbet çoğalacaktı. Osmanlı’dan beri hep böyle olmadı mı? 1800’lerin sivil paşaları birbirlerini yemek için Avrupa’ya sırtlarını dayayıp “İngilizin ya da Rusun adamı” yaftalarını boyunlarına asmakla kalmadı- lar, yabancıların da iştahını kabartarak koca dev- letin çöküşünü hızlandırdılar. Zaten Batılılara göre Türkler Asya’nın derinlik- lerinden gelme tuhaf bir kavimdi ve geldikleri ye- re gönderilmeliydi. Sonuçta Yunan’ın eline top tü- fek, altına kamyonlar verip taa Polatlı önlerine yol- lamalarının başka anlamı olabilir mi? Bazılarının “Sevr paranoyası” dedikleri ruh hali, karabasan- lı bir rüya değil, düpedüz bir olgu ve hâlâ tekrar- lanabilecek bir yaşanmışlıktır. Şimdi, Başbakan yeniden Brüksel’in zilini ça- lıyor. Emin olabilirsiniz, kapıyı aralayıp yeniden gelene hayretle bakanlar, geleni içeri alıp görüşmek için bile, bir yığın başka koşul yanında “Güney- doğu’ya özerklik verin, Kıbrıs’tan çekilin” diyecekler ve ABD de onlara katılacaktır. İçteki yamyamlık sürerse, dıştakiler durur mu? İçi içini yiyen cum- huriyetin üstüne birlikte çullanacaklardır. Ama, dışı püskürtmek, önce içi düzeltmekle olur. PENCERE Kurtuluş Olanağı Var mı?.. Sabah gazeteyi açtım.. Manşet: “JİTEM’ci albay başına tek kurşun sıkarak in- tihar etti.” Haber: “E. Albay Abdülkerim Kırca PKK ile savaşımda olağanüstü yararlıklar gösterdiği için devlet ma- dalyasına layık görülmüştü...” “PKK ile çatışmada omuriliğine isabet eden kur- şun yüzünden tekerlekli sandalyede yaşayan E. Albay Kırca, bazı gazetelerde hakkında çıkan id- diaları okuduktan sonra beylik tabancasıyla inti- har etti.” Peki, gazetelerde çıkan iddiaların sahibi kim?.. Bir PKK itirafçısı... Yeniçağ gazetesinin dünkü manşeti: “Ne oldu da bunlar oldu!” Haber başlığı: “Türkiye, son 5 yıldır darbe ve çete suçlama- larıyla yatıp kalkıyor, Türk Silahlı Kuvvetleri man- şetlerden inmiyor.” Yeniçağ birinci safyasını son dönemde suçla- nan komutanların fotoğraflarına ayırmıştı... Tam göbekte de madalyalı E. Albay Abdülke- rim Kırca’nın fotoğrafı şu başlıkla veriliyordu: “Hedef gösterilen subay intihar etti.” Yeni ABD Başkanı Obama için Washing- ton’da Lincoln heykeli altında kalabalık bir kut- lama gerçekleştirildi... Çoğu kişi gibi televizyonda töreni ben de izle- dim... İzlerken birkaç not almıştım: Heykel.. Kartal.. Sanat.. Asker.. Ulusçuluk.. Kutlama üzerine bir yazı yazacaktım; ama, de- dim ki: - Obama’nın yemin töreni var, onu da göreyim... Ne var ki Hürriyet’te Ertuğrul Özkök benim dü- şündüklerimi benden önce pek güzel yazmış... Kuruluşunda Kızılderili soykırımı, oluşumunda zenci köleliği bulunan Amerika’da asker yeni cum- hurbaşkanı töreninde boy gösteriyor, kimse meydana bakan Washington’un heykelini put di- ye kırmaya kalkışmıyor, bizim bozkurt misali ora- da da kartal eller üstünde gezdiriliyor ve atılan nu- tuklarda ulusçuluk gırla... Türkiye dışardan üflenen bir fırtınanın anafo- runda allak bullak... Yukarda bu yazının içeriği kapsamında sunu- lan birkaç not, fırtınanın dineceğini değil, daha da azacağını vurguluyor... Bu durumda sağduyu sahibi ve aklı başında kim varsa el ele vermek zorundadır... Kurtulabilir miyiz?.. Evet... Türkiye’de bugün askere giden gençler için ya- pılan törenlerle şehit cenazelerinde halk kalaba- lıkları el ele... Bu erdem ve bilinç yitirilmezse, Türkiye kurtu- labilir... K ültür ve Turizm Ba- kanlõğõ, TBMM’deki bir soru önergesine ya- nõt vermeye çalõşõr. Soru ol- dukça basit bir sorudur: “Sanat faaliyetleri ve sanatçıların ko- runmasından ne anlıyorsu- nuz?” Bakanlõk, Yüce Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün sözlerine atõfta bulunarak yanõt vermeye çalõşmõştõr: “Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür”, “Sanatsız kalan bir milletin hayat da- marlarından biri kopmuş de- mektir”, “Asıl uğraşmaya mecbur olduğumuz şey, yük- sek kültürde ve yüksek fazi- lette, dünya birinciliğini tut- maktır”, “Türk milletinin ta- rihi bir vasfı da güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir ki milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, fıtri zekâsını, il- me bağlılığını, güzel sanatla- ra sevgisini, milli birlik duy- gusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirlerle bes- leyerek inkişaf ettirmek mil- li ülkümüzdür.” Bakanlõk, so- ru önergesinde yer alan sorula- ra verdiği yanõtlarõn sonunda da Atatürk’ün sözlerine yer verme yoluna gitmiştir. Belli ki, soru önergesi de, soru önergesine verilen yanõt da, siyaset mesaisi kapsamõnda TBMM çatõsõ altõnda yürütülen çalõşmalarõn bir parçasõ niteli- ğindedir. Soru önergesi de, ve- rilen yanõt da kaynağõ gerçekte yaşanan sorunlardõr. Magazin haberlerinin yoğunluğundan kendine yer bulan diğer haber- lerde “vefasızlıkla” karşõ kar- şõya kalan sanatçõlarla ilgilidir. Yaşlõlõğõnda yalnõz ve hepsinden önemlisi de parasõz kalan sa- natçõlar. Mali sõkõntõlar yüzün- den perde kapatmak zorunda ka- lan tiyatrolar. Sokakta kalan sanatçõlar. Devlet Sanatçõsõ ol- ma “onurunu” edinemeyenle- rin konsolosluk kapõlarõnda vi- ze beklediğini içeren trajik gö- rüntüler. Bir diğer boyutu da siyasi nedenlerle yaşananlardõr. Siya- si boyutu gündeme taşõyan da yakõn geçmişte Cumhurbaş- kanlõğõ tarafõndan “Cumhur- başkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü”nün edebiyat dalõnda Yaşar Kemal’e veril- mesidir. Kuşkusuz Türk edebi- yatõnõn önemli bir ismidir Yaşar Kemal, ancak Yaşar Kemal’in geçmişine baktõğõnõzda dikkate değer birçok anõyõ da bu ödülün çerçevesine yerleştirmekte ya- rar vardõr. Öte taraftan bir diğer uygula- mayõ daha anmakta yarar var, o da “Devlet Sanatçısı” unvanõ verilmesidir. Unvanõ alanlara dönük tartõşmalar, unvanõ kabul etmeyenler akõllarda devlet-sa- nat-sanatçõ ilişkisinin sorgu- lanmasõnõ haklõ kõlmaktadõr. Bu tartõşmalarõn ideolojik pencereden değerlendirilmesi belki de bu konunun hassasiyeti açõsõndan yapõlmõş en büyük haksõzlõk olacaktõr. Sanatõn, kül- türün önemine ilişkin Kültür ve Turizm Bakanlõğõ’nõn rehberi Yüce Önder Atatürk’ün sözle- ri kanõmca her siyasal iktidar ve ideolojik açõlõm için anlamlõdõr. Sanatõ karşõt alan değil, sanatõ destekleyen bir anlayõşõ öne çõ- karmak yurttaşlõk bilinciyle ha- reket eden her bireyin sorum- luluğudur. Toplumu var eden, onu yüceleştiren, onu zengin- leştiren en önemli değerdir, sa- nat, kültür… Sanatõ, sanatçõyõ cezalandõran her siyasal iktidar sarsõlmõş ve yok olma tehlikesi geçirmiş ya da yok olmuştur. Şairlerini, ya- zarlarõnõ, oyuncularõnõ tartakla- yan, parasal boyunduruğu sa- natçõsõnõn boynunda canõ iste- dikçe daraltan bir “devlet”, da- ha doğrusu iktidar anlayõşõnõn geleceği pek parlak değildir. İşte bu yüzdendir ki, özellikle muhalif ses niteliğine bürünen sanata karşõ, siyasetin araçlarõyla karşõlõk vermek, pek akõllõca bir tutum değildir. Sanat ev- renseldir, kalõcõdõr ve etkisi dal- ga dalga yayõlarak tüm toplumu kucaklar. Sanatõna kucak aç- mayan ya da güdümlü sanattan yana olan iktidarlarõn sonu, ta- rih göstermiştir ki pek olumlu olmamõştõr. Kucak açmayõ da yapay gö- rüntülerle bezemek de pek an- lamlõ değildir. Sanat gerçeğin, toplumun aynasõdõr. Yapay çõ- kõşlar, “açılımlar” karşõlõksõz kalõr. Siyasetin belki de bu an- lamda sanata gölge etmemesi çok daha yerinde bir yaklaşõm olur. Kuşkusuz bağõmsõz fon- larla, desteklerle, örgütlenme- lerle, yasalarla “devletin”, ik- tidarõn üzerine sorumluluklar düşmektedir. Bu da muhalif ya da yandaş gibi bir ayrõma tabi tutulmadan gerçekleşmelidir. Sanatta karşõ partizanca bir ey- lemlilik içerisine girmek ya da gücünü o yönde kullanmak si- yasal iktidarõn sanat adõna ger- çekleştirdiklerini sorgulamaya açõk tutar. Tõpkõ TBMM çatõsõ altõnda verilen soru önergesin- de olduğu gibi. Sanatçõya, sanata, kültüre sa- hip çõkmak, iktidar için gü- dümlü araç amacõyla gerçek- leşmemelidir. Daha başka bir yaklaşõmla denilebilir ki, “po- litik mizah”õn tüm gülünçlük- lerine, acõmasõz eleştirilerine karşõ, en geniş hoşgörüyle kar- şõlõk vermek ve gerçekten sa- natõn, sanatçõnõn yanõnda yer al- mak en doğru tutumdur. Eğer bunu başarabilir ve sa- nata gölge etmezseniz, daha doğrusu “benim… ” sendro- mundan kurtulursanõz, sanat ve sanatçõ için doğruya ulaşmõş olursunuz. Sanat, Sanatçõ ve Devlet… Prof. Dr. Suat GEZGİN İst. Üniv. İletişim Fak. Dekanõ Tarihten Ders ve Cumhurbaşkanõ’nõn Görevi T ürk siyasi yaşamõnda demo- kratik rejimlere son veren ve fakat kõsa zamanda iktidarõ si- villere terk eden ihtilaller ve darbeler, hedef aldõklarõ ke- simlere daha fazla olmak üzere, hemen herkese acõlar vermiştir. Ancak, bu ihtilallere yol açan buna- lõmlarda siyasilerin inkâr edilmez rolle- ri de hep aynõ olumsuz tablo içinde anõmsanmaktadõr. 1950-1960 dönemi hakkõnda anõ ve yo- rumlarõnõ yazanlar arasõnda õlõmlõ ve saygõn kişiliğiyle öne çõkan DP’li Prof. Rıfkı Salim Burçak’tan bazõ alõntõlarla bellekleri tazelemek ve sonra da günü- müze gelmek istiyoruz. Rahmetli Burçak, 10 yõl süreyle ke- sintisiz DP’nin en üst icra organõ genel yö- netim kurulu üyeliğinde bulunmuş; iki ke- re bakanlõk yapmõş ve yaşadõklarõnõ gü- nü gününe özenle kayda geçirmiş saygõn ve onurlu bir politikacõdõr. DP’nin şiddet yanlõsõ bir politika izle- yen başkanõ, Başbakan Adnan Mende- res ile Cumhurbaşkanõ Celal Bayar’a (Bayar 10 yõl süreyle hemen her genel yö- netim kurulu toplantõsõna katõlarak parti politikasõnõ yönlendirmiştir.) az sayõda yü- rekli arkadaşõyla birlikte uyarõlarda bu- lunmuş ve õlõmlõ bir yol izlenmesi taraf- tarõ olmuştur. Ona göre DP’nin 1946-1950 arasõ va- at ettiği özgürlükçü çizgi, 1950’den son- ra yavaş yavaş ve özellikle genel oy yüz- desinde azõnlõğa düştüğü 1957 seçimle- rinden sonra terk edilerek muhalefete kar- şõ “cesur ve enerjik” bir siyaset sloga- nõ adõ altõnda -esasõnda şiddet politikasõ- izlemesi yanlõş olmuştur. Çünkü “Hür- riyet kavramı her ülkede ve her devirde insan topluluklarını kendi peşine ta- karak, onları coşku içinde sürükleyip götüren korkunç ve sihirli bir kuvvet- tir.” (Yassõada ve Öncesi, R.S.Burçak, Çam Matbaasõ 1976-Ankara s.24) Burçak, iktidarlarõn bu nedenle sert ve si- nirli bir politika yerine, muhalefeti özgür- lük kahramanõ yapmaktan kaçõnacak õlõm- lõ bir yol izlemelerinin gerektiğini söyler. Günümüze gelirsek, AKP ve onun hiddeti bir üslup olarak benimsemekle övünen başkanõnõn da, DP önderleri gi- bi sürekli aynõ yanõlgõya düştüğünü göz- lemekteyiz. Her seferinde ülkeyi bunalõma sürük- leyen ardõ arkasõ kesilmeyen girişimlerine tanõklõk etmekteyiz. Bu yüzdendir ki, par- tisini anayasayõ çiğneyen bir odak hali- ne sokan yine onun bu marifetleri ol- muştur. Ergenekon adlõ davanõn, Başba- kan’õn onursal savcõlõğõnda sadece 1996 Kasõmõ’nda ortaya çõkan Susurluk Çete- si ve Danõştay cinayetlerine dayandõrõl- mak istenmesi, bir kesim besleme basõn ve yandaş grubu hariç, tüm medyanõn ve kamuoyunun haklõ tepkisini çekmektedir. Başbakan bu rahatsõzlõklarõ sükûnet ve ustalõkla gidereceği yerde yangõna kö- rükle gitmekte, hedef saptõrmaya çalõş- maktadõr. Erişilmelerindeki gariplik sak- lõ kalmak kaydõyla bulunan silahlarõ kas- tederek, ilgisiz kimseleri gerçek şüpheli- lerle aynõ kefeye niçin koyduğunu açõk- lamak zorunda olduğunu fark etmemek- tedir. İhtilallerde daha çok acõ çeken Kema- list, ulusalcõ, laik kesimi devlet içindeki ve dõşõndaki karanlõk çetelerle işbirliği ha- linde göstermenin mantõksõzlõğõnõ kav- ramasõnõ ve seçilen saygõn kişilere karşõ tam bir öç alma duygusu ile hareket edil- diği kanõsõnõn yerleştiğini anlamasõnõ Başbakan’dan ve Sayõn Gül’den de Ba- yar’õn yanõlgõsõna düşmemesini, bugüne kadar ihmal ettiği anayasal görevini (Md.104) bir an önce yapmasõnõ herkes gibi biz de beklemekteyiz. Şevket ÇİZMELİ Hukukçu İhtilallerde daha çok acõ çeken Kemalist, ulusalcõ, laik kesimi devlet içindeki ve dõşõndaki karanlõk çetelerle işbirliği halinde göstermenin mantõksõzlõğõnõ kavramasõnõ ve seçilen saygõn kişilere karşõ tam bir öç alma duygusu ile hareket edildiği kanõsõnõn yerleştiğini anlamasõnõ Başbakandan ve Sayõn Gül’den de Bayar’õn yanõlgõsõna düşmemesini, bugüne kadar ihmal ettiği anayasal görevini (Md.104) bir an önce yapmasõnõ herkes gibi biz de beklemekteyiz. mumtazsoysal@gmail.com
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear