Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
D
avalara isim takmak son
yõllarda moda oldu. Er-
genekon davasõ da bu mo-
dalardan birisi. Operasyonlara
isim takarsõnõz ama davalara isim
takarak, onun lehinde veya aley-
hinde bir tavõr oluşturamazsõnõz.
Ön hükümle davayõ bağlaya-
mazsõnõz. Ergenekon davası ne
yaparsa yapsın 2008’e damga
vuran dava olmaktan kurtula-
mayacaktır. Bõrakõn 2008’i, Er-
genekon davasõ yõllarca taşõdõğõ
özellikler itibarõyla hep anõla-
caktõr. Ergenekon davasında
birçok insanı alıyor tutuklu-
yorsunuz, bu dava içersinde
mütalaa ediyorsunuz, üç ay,
beş ay tutuklu kalıyor ama hâ-
lâ iddianamesi yok.
İçerde tutuklu bulunan kişiye
sanõk bile değil, şüpheli diyerek
asrõn icaplarõnõ yerine getiriyor ve
sanõğa şüpheli diyerek jest yapõ-
yorsunuz. Ama o kişinin iddia-
namesini hazõrlayarak mahke-
meye sunamõyorsunuz. Sanık-
lar ve şüpheliler elinizin altın-
dan ülkenin sınırlarından kaç-
tı mı ki yangından mal kaçırır
gibi iddianamesiz hemen içeri
alıyorsunuz?
Bu âdetler yeni çõktõ. Biz hu-
kukta iddianamesiz insanlarõn sa-
nõk yapõlmasõna, sanõk yapõlarak
tutuklanmasõna alõşõk değiliz.
Yurttaşı şüpheli olarak ceza-
evine koydunuz mu hemen eli-
ne iddianame vermelisiniz veya
arkasından göndermelisiniz.
Biz bunu öğrendik. Kimseyi, ama
hiç kimseyi neden tutuklandõğõnõ
bildirmeden, tebliğ etmeden içe-
ri alamazsõnõz. Lütfen mahke-
melerimize ve hukukumuza or-
man kanunlarõ sokmayalõm.
Ergenekon davasõ ile Türk ka-
muoyu yeni bir uygulamaya şa-
hit olmaktadõr. Cereyan eden
mahkemenin seyri safahatõnõ
radyo ve televizyonlarla, basõnla
kamuoyuna duyuramõyorsunuz.
Bütün mahkemeleri yıllardır
gramı gramına medya araçla-
rına, basına duyururken ve
halkın gözü önüne sererken,
bu mahkemede kimden neyi
saklıyorsunuz, kimden neyi
gizliyorsunuz? Türk halkõ böy-
le saklõ gizli mahkemelere alõş-
kõn değildir. Türk halkı şevk ile
demokrasiye koşarken, de-
mokrasi dışı ve aleniyet dışı uy-
gulamaları getirmeyiniz.
Mahkemeler ne kadar halka
ulaşõrsa, mahkemeler ne kadar
halkõn bilgisi içine girerse, o
kadar güven duyulur ve o kadar
saygõnlõk kazanõr. Ben böyle
düşündüm, böyle irdeledim, böy-
le karar verdim demek belki ka-
nunidir ama, bizce demokratik
değildir. Mahkemeler aleniyet
unsuruna ne kadar sadõk kalõrsa,
aleniyet unsurunu ne kadar sağ-
larsa o kadar inandõrõcõ olur.
Biz kanuna dayanarak hareket
ediyoruz derseniz doğrudur ama,
sadece kararõnõzla baş başa ka-
lõrsõnõz.
Ergenekon iddianamesi ile tur-
şu mu kuruluyor, aşure mi yapõ-
lõyor yoksa zehir zemberek bi-
berleri mi bir yerde topluyorsu-
nuz, anlamõş değiliz.
Her türlü sayõsõz iddialarõ bir
araya getiriyorsunuz, yaşanan
olaylarõ da, 30 sene önce yaşanan
olaylarõ da yargõlamaya çalõşõ-
yorsunuz. Çoğu zamanaşõmõna
uğramõş olaylar.
Çoğunun delili bile kalmamõş
durumda. Belki bir kõsmõ askeri
mahkemede, bir kõsmõ da sivil
mahkemelerde görevli. Hepsini
doldur bir torbaya. Binlerce say-
falık iddianame, on binlerce
sayfalık deliller. Yüzlerce, bin-
lerce şahit. Çok sayıda vesika ve
raporlar toplanacak. Bavullar,
sandıklar dolusu mahkeme dos-
yası olacak. Bu dosyalarõ inter-
netler mi okuyacak? Bu dosya-
lardan bilgisayarlar mõ karar ve-
recek? Üç kişilik mahkeme heyeti
yüz binlerce sayfayõ geçecek,
TIR’larõ dolduracak olan dosya-
larõ nasõl okuyup hatmedecek,
karar verecek, nasõl değerlendi-
recekler?
Bunlarõn kararlarõ kaç klasör
olur? Yüzlerce sanõğa nasõl tebliğ
edilir? Yargõtay bunlarõ nasõl
okur? Yargõtay savcõlarõ ne zaman
ve nasõl okur da iddianame sunar
ve mahkeme heyeti nasõl okur,
kaç yõlda okur ve karar verirler?
Niyetiniz dava açmak mõ, yasalarõ
çiğneyenleri mahkûm etmek mi
yoksa böyle bir dava var diyerek
insanlarõ konuşturmamak mõ?
Böyle davayı biz elli yıl süren
meslek yaşamımızda ne duyduk
ne öğrendik. Ne Türkiye’de,
ne Türkiye dışında...
Lütfen davalarõ içinden çõkõl-
maz, çözüme varõlmaz ve çö-
zümsüz duruma getirmeyelim.
Lütfen davalarda siyasi iktidarõn
telkinlerine, siyasi iktidarõn ma-
nevralarõna, siyasõ iktidarõn tak-
tiklerine meydan verdirmeyelim.
Herkes yara alõr ama adliye ya-
ra alırsa o kolay kolay geçmez,
adliyeyi yaralı hale getirmeye-
lim.
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 16 OCAK 2009 CUMA
2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
AÇI
MÜMTAZ SOYSAL
İntihar
İSRAİL devleti, Birleşmiş Milletler, UNICEF, Kı-
zılhaç gibi kuruluşlara, barışık olduğu komşu ül-
kelere aldırış etmeksizin inadını sürdürüyorsa ve
çoluk çocuk demeden Gazze’nin bütün insanla-
rını öldürerek bir çeşit soykırımla Hamas’ın kökünü
kazımayı amaçlıyorsa, dünya kamuoyu gözünde
uluslararası hukuk açısından intiharı göze almış
demektir.
Hamas, ne ölçüde haklı olursa olsun, hasmını
kızdıran füze atışlarını kesmeyip binlerce masum
insanı iki ateş arasında ölüme terk ederek kendi
davasına dikkatleri çekmek ve o yöntemle siya-
sal sonuç alma peşindeyse, haklı bildiği davasıyla
birlikte “hikmet-i vücud”unu da yitirmeye, dola-
yısıyla bütün bir kuruluş olarak “intihar bombacısı”
olmaya karar vermiş sayılır.
Aynı konu başka çeşit intiharları da gündeme
getiriyor.
Birleşmiş Milletler denen adı yüce kuruluş,
karşılıklı inatla sürüp giden böyle bir dram karşı-
sında aciz kalmış ve dünyanın koruyucu gücünü
harekete geçirememiş ise, o da milyarlarca insanın
gözünde, yalnız saygınlığını değil, kendi etkinliğini
de artık kesin olarak yitirmiş sayılmaz mı?
Böyle durumlarda, bırakın insanlarının öldürül-
mesini, en küçük çıkarları bile zedelendiği zaman
dünyayı ayağa kaldıran, başkalarının askerlerini
de yanlarına alarak bütün güçleriyle savaşı göze
alan sözde büyük devletler de saygınlıklarını on
paralık etmiş değil midirler? Artık “büyük” dene-
bilir mi onlara? ABD başta olmak üzere, küçük-
lüğü kabullenmiş olarak varlar bundan böyle.
Olanlar, bu çağın bir gerçeğini bir kez daha doğ-
rulamış olmakta: Yalnız haklı ya da yalnız güç-
lü olmak yetmiyor; hem haklı hem güçlü olmak,
haklılığın arkasına güçlülüğü de koymak zorun-
dasınız.
İsterseniz, bilgili ve akıllı olmayı da ekleyebilir-
siniz buna. Daha doğrusu, haklılıkla güçlülüğü iş
görür ve sonuç alır biçimde yan yana getirebilmek,
belirli bir donanımı olup onu akıllıca seferber et-
meyi gerektirecektir.
Bunları düşününce, bugünkü Türkiye’nin du-
rumuna üzülmemek zordur. Bilgili ve akıllı insan-
larca yönetilmesi gereken hangi devlet, Kıbrıs gi-
bi haklı ve güçlü sayılması gereken bir davası olup
da onu bile yitirme raddesine gelmiştir?
Çevresi karışıp çok boyutlu bir hengâmenin çan-
larını duymaya başlamış hangi ülke vardır ki, böy-
le bir konjonktürde psikopat ve “sosyopat” tanık
görüntüleriyle kendi askerini ve değerli insanla-
rını yıpratmayı göze alabilir?
Dünya çapında bir krizin uçurum kenarına gel-
miş hangi devlet, ekonomiyi ayakta tutmak ve hal-
kını sefaletten esirgemek için yaşamsal çareler dü-
şünmesi gerekirken böyle konularla vakit kaybe-
dip kurumsal aklını meşgul eder?
Bunlar da bir çeşit intihar değil midir?
PENCERE
Dinci Polis
Devleti?..
E. Orgeneral ve eski MGK Genel Sekreteri
Tuncer Kılınç, Ergenekon soruşturmasında
neden gözaltına alındı?..
Artık iç ve dış basında bu sorunun yanıtı açık
seçik yayımlanmış bulunuyor...
Türkiye’nin ulusal çıkarları yolunda bağımsız
düşüncesini ve seçeneklerini tartışmaya açtığı
için Kılınç’a Ergenekon muştası vuruldu...
Yalnız Kılınç mı?..
Ergenekon’da gözaltına alınan ya da tutuk-
lanan yüksek düzeyde askerlerin tümü, fikirle-
rinden ötürü ‘balyoz harekâtı’nın kurbanı olu-
yorlar...
Asker Türkiye’nin ‘Aydınlanma’ tarihinde ve
bugününde önemli bir yere ve ağırlığa sahip...
Osmanlı döneminde başlamış bu süreç...
İkinci Mahmut’tan sonra olay daha ilginç
manzaralar sergiliyor, 31 Mart bir dönüm nok-
tasını vurguluyor...
Türkiye’de Avrupa’daki gibi Aydınlanma’nın
başını çekecek sanayi burjuvazisi oluşmadığı için
çağdaşlaşma sürecinde iş sivil-asker aydınla-
ra düşüyor...
Cumhuriyetten sonra da asker, Aydınlan-
ma’nın, başka deyişle laik Cumhuriyetin koru-
yucusu sayılıyor; kimi zaman olumlu, kimi za-
man olumsuz çatışmalı ve dağdağalı bir tarih-
sel sürecin dışında yaşaması olanaksızlaşı-
yor...
Ancak bugün gelinen noktada, laiklikle birlikte,
asker de topun ağzındadır...
Çünkü yeryüzünün en büyük gücü Amerika,
Türkiye için bir tasarımı yürürlüğe koymuş,
adını da saptamıştır...
Herkesin bildiği gibi kısaca ‘BOP’ diye vur-
gulanan ‘Büyük Ortadoğu Projesi’nde Türkiye’ye
‘Ilımlı İslam Devleti Modeli’ biçilmiştir...
Laik askerler bu tasarıma karşı mı çıkıyorlar?..
Öyleyse gelsin Ergenekon...
Zaman zaman kimi askerin de iyice bulaştı-
ğı Amerikancı geçmişin tüm süreçlerinde iş-
lenmiş ne kadar günah varsa, ülkenin ilerici ve
aydınlık önde gelenlerine çıkarılacak Ergenekon
faturasına yazılıyor...
Ergenekon tertibi hem BOP - ABD - NATO tez-
gâhının önünü açacak, hem ‘İslamcı - dinci dev-
let modeli’ne karşı çıkmak isteyen Atatürkçü -
laik - bağımsız direnişin köküne kibrit suyu eke-
cektir.
Peki, bu operasyon hangi güçle gerçekleşi-
yor ve gerçekleşecek!..
Ergenekon’un savcısı RTE’yi ve yargıdaki yan-
daşlarını bir yana bırakalım; ABD’nin büyük de-
neyiminden kaynaklanan ustalıkla, polis kulla-
nılıyor...
Polis silahlı güçtür...
Teknolojinin gelişmesiyle donatımı yoğun-
laşmış, izleme, istihbarat ve dinlemede büyük
atılım yapmıştır...
Ne var ki F tipi polis emniyet örgütünde ege-
mendir...
F tipi polisin kimliği kısaca nasıl tarif ediliyor:
Fethullahçı polis...
Amerika Ergenekon’da elinin altında bulun-
durduğu Fethullah’ı kullanıyor...
Poliste Fethullahçılığın egemen olması ne de-
mektir?..
Poliste dincilik demektir...
Asker laik, Atatürkçü...
F tipi polis dinci..
Devletin iki silahlı gücünde birbirine ters ve zıt
iki ideoloji geçerli...
Ergenekon başarıya ulaştığı zaman asker de
F tipine uyum sağlayacak diye hayal kuranlar bu-
günkü gidişata egemendirler...
1
951 yõlõndaki kararname, tüm giri-
şimlere, kampanyalara karşõn (ki bu
kampanya sürecinde Nâzõm Hik-
met Vakfõ’nõn öncülüğünde yapõlan
bir Taksim yürüyüşü, yüzbinlerce
resmi başvuru dilekçesi de vardõ) ancak
2009 yõlõnda yürürlükten kaldõrõldõ. Bu büro-
kratik işlem nedeniyle halkõnõn yüreğinde
yer etmiş olan şairimize yönelik bir haksõzlõk
giderildi.
1987 yõlõnda şairin kõz kardeşi rahmetli Sa-
miye Yaltırım’õn yaptõğõ başvuruya yanõt
verilmemesi, daha sonra açõlan davanõnsa
Nâzım Hikmet’in bizzat kendisinin başvuru
yapmasõ gerektiği gerekçesiyle reddedilmesi
gibi trajikomik durumlarõn yaşandõğõ da henüz
unutulmadõ. Bu durumun günlerce tartõşõlmasõ,
cadõ kazanlarõnõn kaynatõlmasõ, gencecik ço-
cuklarõn Nâzõm Hikmet şiirleri okuyor diye
gözaltõna alõnmasõ da hafõzalarõmõzda.
1992 yõlõnda Nâzõm Hikmet Kültür ve Sa-
nat Vakfõ’nõn organize ettiği, 90. doğum yõlõ
törenlerinin kapanõş gecesinde, dönemin Kül-
tür Bakanõ Fikri Sağlar; Nâzõm Hikmet’ten
devlet adõna özür dilemişti. Ama yürekleri kõ-
põrdatan bu özür bile şairimize yönelik bas-
kõlarõn önünü almaya yetmemişti. Bu ülke tam
bir çelişkiler ülkesiydi. Bir yandan anõtlarõ di-
kiliyor bir yandan da herhangi bir yerel yö-
neticinin isteğiyle, şiirleri ya da oyunlarõ ya-
saklanabiliyor, kovuşturma açõlabiliyordu.
Oysa bu halkõn evladõ Nâzõm Hikmet, varlõ-
ğõyla, yapõtlarõyla, çalõşmalarõyla bu ülkenin
bir ferdi olmayõ herkesten daha çok hak edi-
yordu. Nâzõm Hikmet, zaten yurttaşlõktan çõ-
karõldõğõ için çok şey yitirmemişti. Bu karara
üzülmüştü, ama onu halkõndan koparmaya ça-
lõşanlar yine de başarõlõ olamamõştõ. Ancak bu
ülke çok şey yitirmişti. Bu hukuk dõşõ, yanlõş,
haksõz karar ülkesinin insanlarõnõ utandõr-
mõştõ. Nâzõm Hikmet “Beni halkımdan ko-
paramazlar” demişti. Öyle de oldu. Kopa-
ramadõlar. Halkõ, insanlarõ gizli saklõ da olsa,
onu okudukça daha çok sevdi. Onu daha da çok
sahiplendi.
Hiroşima ve Nagazaki’ye atõlan bombalarõn
üzerinden 10 yõl geçmişti ünlü “barış tür-
küleri”ni yazdõğõnda. Bu türküler hemen
dünya dillerine çevrilmiş ve bestelenmişti. Ak-
tif olarak çalõştõğõ Dünya Barõş Konseyi, bu
“türküleri” broşür olarak farklõ dillerden
basmõş ve dağõtmõştõ. Bugünlerde İsrail’in Gaz-
ze saldõrõlarõyla birlikte gündeme gelen bu tür-
külerden biri olan “Kız Çocuğu” şiiri de bu
türküler arasõndaydõ ve dünya bu şiiri Peeter
Seeger’in bestesiyle tanõmõştõ. (Türk halkõ da
önce Sümeyra’nõn sesinden Tahsin İncir-
ci’nin, sonra da Zülfü Livaneli’nin muhteşem
besteleriyle tanõdõ!..)
Nâzõm Hikmet, 1955 yõlõnda Budapeşte
Radyosu’nda yaptõğõ bir söyleşide, bu şiirle-
rinin, tüm dünyada “barış türküleri” olarak
söyleneceğini anlatõrken heyecanõnõ gizle-
memişti. Bu türküleri kendi yazdõğõ için de-
ğil, ama asõllarõ “Türk dilinde yazıldığı” ve
“biraz da Türk halkının diliyle” diye övün-
düğünü söylüyordu. O, Türkçesiyle, halkõnõn
diliyle övünüyordu, bizler de bu ülkeden, bu
halkõn bağrõndan çõktõ diye övünüyorduk
onunla. Şimdiyse onunla yurttaş olmanõn gu-
rurunu yaşõyoruz.
Nâzım Hikmet’e olan borcumuz
Aziz Nesin, bundan 20 yõl önce düzenlenen
Nâzõm Hikmet’in doğum günü toplantõsõnda,
Türk aydõnlarõnõn Nâzõm Hikmet’e borcu ol-
duğunu söylemişti. Yurttaşlõk sorununun çö-
zümünün de bu borçlarõn başõnda geldiğini vur-
gulamõştõ. Bugün, bu borcun ödenmesi, yurt-
taşlõk sorununun çözümü, ona değil ama bu ül-
keye itibar kazandõrdõ. O itibarõnõ zaten hiç yi-
tirmemişti halkõnõn gözünde, insanlarõn gö-
zünde. İadeyi itibar bu ülke için gerçekleşti.
Şimdi sõra diğer borçlarõn ödenmesinde!.. Şi-
irlerinin, eserlerinin daha yaygõn okunmasõ,
genç kuşaklara doğru ulaştõrõlmasõ için çalõ-
şõlmasõnda!.. Bir “Kuvayı Milliye Desta-
nı”nõn, bir “Şeyh Bedreddin Destanı”nõn, Ke-
mal Tahir’le yazõştõğõ mektuplarõn (ki bu mek-
tuplar edebiyat ders kitabõ gibidir), “Havana
Röportajı”nõn, Milli Eğitim Bakanlõğõ’nõn ders
kitaplarõnda yer almasõ ve hakkõyla okutul-
masõnõn gerçekleştirilmesinde!..
2010 yõlõnda İstanbul, Avrupa’nõn kültür baş-
kenti olacak!.. 20 milyona yaklaşan nüfusuy-
la Avrupa’nõn en büyük kentlerinden biri
olan İstanbul’da, Nâzõm Hikmet Vakfõ’nõn
“Anı Salonu” olarak düzenlediği salonun dõ-
şõnda bir Nâzõm Hikmet Müzesi yok! Onu ge-
lecek kuşaklara aktarmak için çalõşan Nâzõm
Hikmet Kültür ve Sanat Vakfõ, Nâzõm Hikmet
Müzesi’nin kuruluşu için çabalarõnõ sürdür-
mekte. 2010 yõlõnda Avrupa’nõn kültür baş-
kentlerinden biri olacak olan İstanbul’da hem
halkõnõn hem de yurtdõşõndan gelecek insan-
larõn ziyaret edebileceği, Nâzõm Hikmet’i
soluyabilecekleri, Nâzõm Hikmet’i yaşayabi-
lecekleri bir müze için çalõşmakta. Nâzõm Hik-
met’in İstanbul’una hasretini giderecek, onu
insanlarõyla buluşturacak, tüm insanlõğa ken-
di şehrinden gururla seslenebileceği bir mekân
için hazõrlanmakta!..
Onun için anõtlar, çõnar ağaçlarõ dikerken
Anadolu’nun meydanlarõnda, köy mezarlõk-
larõnda, ona olan borcumuzu ödemeye çalõşõ-
yoruz. Düzenlediği bilimsel çalõşmalarõyla, bel-
geselleriyle, kitaplarõyla, konserleriyle, tiyat-
ro gösterileriyle yola çõkan, eserlerinin ders ki-
taplarõna alõnmasõ, oyunlarõnõn daha yaygõn oy-
nanmasõ için çabalayan Nâzõm Hikmet Kül-
tür ve Sanat Vakfõ’nõn bu değerli girişimine;
Nâzõm Hikmet Müzesi’nin kurulmasõna des-
tek olunmalõ, yanõnda yer almalõ, şairimizin
hasretini hep birlikte gidermeliyiz. Bilmeliyiz
ki ülkeler aydõnlarõna, şairlerine, yazarlarõna,
sanatçõlarõna, bilim insanlarõna verdikleri de-
ğer oranõnda büyürler.
Nâzõm Hikmet Müzesi’ne Doğru...
Kıymet COŞKUN
Düzenlediği bilimsel çalõşmalarõyla, belgeselleriyle, kitaplarõyla, konserleriyle,
tiyatro gösterileriyle yola çõkan, eserlerinin ders kitaplarõna alõnmasõ, oyunlarõnõn
daha yaygõn oynanmasõ için çabalayan Nâzõm Hikmet Kültür ve Sanat Vakfõ’nõn bu
değerli girişimine; Nâzõm Hikmet Müzesi’nin kurulmasõna destek olunmalõ.
Adliye Yara Alõrsa...
Av. Turgut İNAL
mumtazsoysal@gmail.com