01 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B 27 AĞUSTOS 2008 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA 17 Erdoğan: “En iyi çevreci benim.” Doğru, çevresini daha iyi koruyup kollayan yok! Kanlı Yanık Necati Cebe: “Karadeniz’e giren yabancı savaş gemileri arasında Goben ile Breslav da varsa, tek sözcükle yandık!” İade Erol Barutçugil: “Necmettin Erbakan, el konulan malvarlıklarını öğrencisinden faiziyle birlikte geri istesin!” YağmurDeniz - ABD’nin Montrö planı varmış... “Büyük Boğazlar Projesi gibi mi!” BATI’NIN anladığı tek dilin “şiddet” olduğunu savunuyor Bülent Esinoğlu ve bugün Batı‘nın kendi uyguladığı şiddeti dünyaya demokrasi olarak sattığını öne sürerek şöyle diyor: “Başkaları kendisine karşı şiddet uygularsa Batı‘dakiler hemen kendi aralarında birleşerek karşı koyarlar. Bugün de bunu yaşıyoruz. Yarın da bunu yaşayacağız. Bunu biliyoruz. Çünkü bize tarih böyle söylüyor. Aslında Osmanlı tarihi de, Cumhuriyet tarihi de Türk’ün Batı ile mücadelesi tarihidir. Batı ile savaşımız 200 yıldır devam etmektedir. Doğu devletlerinde iç birliği sağlamak için güce dayalı ‘merkezi devlet’ mecburiyeti hasıl olmuştur. Merkezi devlet Batı‘dan gelen tehdide karşı savunmadır. Bu ihtiyaç bugün de devam etmektedir. Onun içindir ki, merkezi devletin merkezi olan ordumuz üzerine Amerika’dan tehditler gelmektedir. Demokrasi gerekçesini kullanarak, Batı‘ya karşı tek üstünlüğümüz olan merkezi devleti dağıtmaya çalışıyorlar. Silahla yapamadıklarını içerdeki işbirlikçilerini satın alarak yapıyorlar. Bu anlamda, Rusların tarihi ile Türklerin tarihi büyük benzerlik taşır. Avrupa’nın Rusya’dan ve Türkiye’den nefret etmesi Çin, Hindistan gibi Türk ve Rus’u kullanamamasındandır. Aslında Atatürk‘ün bağımsızlık dönemini çıkarırsak Batı bizi 200 yıldır kullanmaktadır. Ancak Rusya, merkezi devletinin güçlülüğü sayesinde hiç kullanılmamış sayılır. Kısa süreli Boris Yelsin ve II. Petro dönemi hariç. Batı Slavlığı yarı Türklük olarak görmüştür. Slavlığın üzerindeki Moğol etkisini düşünürsek haksız sayılmazlar. Hem Ruslarda hem de Türklerde eskiyi terk etmeden yeniyi taşıma alışkanlığı vardır. Aynı Türk kültüründe olduğu gibi Rus kültüründe de geçmişin kültürünü yeniden üretecek mekanizmalar vardır. Ruslarda ve Türklerde devlete itaat büyük şereftir. Bu anlamda Ruslarda devlet mistik bir içeriğe sahiptir. Nasıl ki Avrupa’da bazı mahfillerin giriş kapısında ‘köpekler ve Türkler giremez’ yazıyorsa, ‘Ruslar ve yaban domuzu giremez’ yazar. Avrupalı’nın gözünde Ruslar yaban domuzudur. Ruslar Batı‘ya direniyor. Türkler Batı‘ya direniyor. İşbirlikçiler ne derlerse desinler. Kader bizi Rusya ile ittifaka zorluyor.” Ruslar ve Türkler PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Modaİskelesi’niKurtarmak İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ait bir kuru- luş olan Beltur, Hidiv Kasrı, Malta Köşkü, Sarı Köşk, Beyaz Köşk, Pembe Köşk, Çadır Köşkü, Kü- çük Çamlıca Köşkü gibi tarihi mekânlardan olu- şan ve rakı, şarap, bira türünden ‘murdarlıklardan’ arındırılarak Müslümanlaştırılmış tarihsel ‘aş-şer- bet’ evleri zincirine Moda İskelesi’ni de kattı. Bun- dan böyle Modalılar ve Moda’yı sevenler, 1916- 1917 yıllarında Mimar Vedat Tek tarafından ya- pılmış, semtin simgelerinden biri olan ve bir sü- re öncesine kadar içkili kafe/lokanta olarak işle- tilen bu yapıda Kalamış Koyu’na, Fenerbahçe Bur- nu’na, Prens Adaları’na bakarak demlenemeye- cekler. Şimdi bana, “İlle de içki mi olmalı” diye sora- cak olursanız, yanıtım, “İçinde bulunduğumuz ko- şullarda kesinlikle evet!” olacaktır. Çünkü içki içip içmemek bireyin kendi özgür istencine bağlı bir karardır, kişiseldir. Ve hiçbir demokratik ülkede bi- reylerin bu türden seçimleri kamu tarafından da- yatılmaz, dayatılamaz. Laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu Anaya- sa Mahkemesi tarafından karara bağlanmış AKP iktidarı ise denetimindeki yerel yönetimler aracı- lığıyla toplumu biçimlendirmekte, bireylerin öz- gürlüklerini kendi dünya görüşü doğrultusunda kı- sıtlamakta, yurttaşların istençlerine müdahale etmekte, toplumdaki alışılageldik davranışları ‘İslami denetim’ altına almaktadır. İçen gibi içmeyene de, örtünen gibi örtünme- yene de aynı saygıyı gösteren laik-demokratik ke- sim ise tüm bu gelişmeleri derin bir sessizlik için- de izliyor. Bu kesim sessiz kaldıkça dinciler, her geçen gün biraz daha elverişli duruma gelen di- kensiz gül bahçesi ortamında diledikleri gibi at koş- turuyorlar. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Moda İskele- si’ni ele geçirmesiyle birlikte ‘aş-meşrubat’ me- kânını kâfirlerden temizlemenin yanı sıra benze- rine pek rastlanmayan bir uygulamayla denize uza- nan rıhtım üzerinde ‘serbest dolaşımı’ da yasak- ladı. Modalılar ve Moda’yı sevenler rıhtım üzerinde artık İBB’ye bağlı ‘ahlak zaptiyesi’nin üzerlerini ara- masına, çantalarını karıştırmasına razı olduklarında dolaşabiliyorlar. Ezkaza ‘ahlak zaptiyesi’ üzerinizde ya da çantanızda ‘alkol’ bulacak olursa, “Geçmek yasak!” diyor. Dinciler, ‘mağdur’u oynamayı iyi beceriyorlar. Rollerini başarıyla oynadıkça laik-demokratik ke- sim de giderek ‘hoşgörü şapşalı’ durumuna dü- şüyor. Bir insanın, özgürlüklerini kısıtlayanlara, ya- şam alanlarını daraltanlara, ayaklarını bastığı ze- mini oyanlara hoşgörü adına durmaksızın ödün vermesine ‘şapşallık’tan başka bir sıfat bulamı- yorum. Moda İskelesi’ne karşı girişilen bu ‘İslami fetih harekâtı’na sessiz kalınmamalıdır. On yıllarca ni- ce sevgilere, aşklara, coşkulara tanıklık etmiş bu şirin iskele İBB Başkanı Sayın Kadir Topbaş’ın muhallebi dükkânı değildir. Alkol yasağının, ‘ah- lak zaptiyesi’nin bu iskelede yeri olmamalıdır. Mo- dalılara ve Moda’yı sevenlere yönelik bu aşağı- lamaya derhal son verilmelidir. Birkaç haftadır, dinci dayatmaları içine sindi- remeyen bir grup duyarlı Modalı her cuma akşa- mı saat 21.00’de ayak basmalarına ‘ahlak zapti- yesince’ izin verilmeyen rıhtımın başında toplanıp müzikli, şenlikli protestoda bulunuyor. Çoğunlu- ğu gençlerden oluşan bu grubun girişimini des- teklemek Moda’nın karartılmasına gönlü razı ol- mayan her İstanbullu’nun boynunun borcudur. Özellikle Buket Uzuner, Tarık Günersel, Ahmet Cemal, İbrahim Çiftçioğlu, Cüneyt Akalın, Enis Fosforoğlu gibi Moda’da oturan edebiyat- çılarımızın, sanatçılarımızın, bilim insanlarımızın destekleri bu direnişe güç katacaktır. Eğer siz de “Artık yeter!” demenin zamanının gel- diğine inananlardansanız, 29 Ağustos Cuma gü- nü saat 21.00’de Moda İskelesi’nde buluşalım. Di- lerseniz yanınıza içkinizi de alabilirsiniz. Velev ki simge olsun… www.denizkavukcuoglukitaplari.blogspot.com [email protected] “Herkesin, hepimizin öze- leştiriye ve empatiye ihtiyacı var. Bunu kişiler de, kurum- lar da yapmalı...” Bu sözleri Cumhurbaşkanõ Gül söylemişti... AKP’nin “laiklik karşıtlı- ğı”ndan suçlu bulunarak “ka- patılmadan cezalandırılma- sı”nõ değerlendirirken şunlarõ da eklemiş; “Kendimizi karşı- mızdakinin yerine koyarak, onların da duygu ve düşün- celerini anlamaya çalışma- mız lazım...” (Milliyet/H.Cemal - 03 Ağustos 2008) İlerleyen günlerde Gül’ün “rektör atamaları”na bakõnca, ister istemez “empati”sini de düşündüm. Kendisini o “elediği” Ata- türkçü adaylarõn yerine koy- mak bir yana, onlara “rekor oy”lar veren akademisyenlerin duygu ve düşüncelerini anla- maya da hiç “çalışmadığı” an- laşõlõyordu... Derken asõl empatisini Er- bakan için de göstermesin mi? Kendisini “Hoca”sõnõn yerine koyarak eşsiz Edremit Körfe- zi’ndeki “leb-i derya” malik- hanesinde bile canõnõn sõkõldõ- ğõnõ düşünmüş olmalõydõ... Ya, kent ve çevre? Ne var ki benim asõl garipse- diğim, “karşı görüşte” olduk- larõna değil, “kent ve çevre değerlerimiz” için de empati- yi aklõna bile getirmemesi... Oysa “yaşam kaynakları”mõz, Gül ve fikirdaşlarõ için de ge- rekli değil midir? Gazete haberleri şöyleydi: “Gül’ün de onayladığı 5793 sayılı torba kanunla, TO- Kİ’nin imar yetkileri daha da genişletildi. Satılacak kamu tesislerindeki yapılaşma ku- ralları da Koruma Kurulla- rı’na bile sorulmadan Özel- leştirme İdaresi Başkanlı- ğı’nca (ÖİB) belirlenecek.” 6 Ağustos 2008 tarihli Resmi Gazete’de 22 sayfa kaplayan ve 50’ye yakõn yasada değişiklik yapan “torba kanun”a göre TOKİ artõk tam bir “imar im- paratoru”... Başbakanlõğõn bu sözde “sos- yal konut” kuruluşu, hedefle- diği imar rantlarõ için kent plan- larõnda “şehircilik engelleri” varsa, “dilediği değişikliği” belediyeleri de atlayarak “ken- disi” yapabilecek... Yani bir tür “kentsel fa- şizm”... Şimdi düşünelim... Eğer Gül kendisini yerel yönetimlerin yerine koyabilseydi, hatta şe- hircilerin duygu ve düşüncele- rini anlamaya çalõşsaydõ, kent planlarõnõ hiçe sayan TOKİ’ye yeşil alanlara bile konut silola- rõnõ dikme yetkisini onaylar mõydõ? Yasanõn ÖİB’yle ilgili mad- deleri daha da pervasõz: Eski gar binalarõndan köklü okullarõmõza kadar ne kadar “tarihi kamu binası” varsa, bunlarõn korunmasõndan so- rumlu “Koruma Kurulla- rı”ndan görüş bile alõnmadan, istenilen işlevle satabilecek. Yani, “kültürümüz ranta kurban edilecek”... Gül yine kendisini “anı- lar”õmõzõn ve “uygarlık de- ğerleri”mizin yerine koyabil- seydi, bunlarõn tümüne “saygı- sızlık” anlamõna gelen böylesine bir “tarih pazarlaması”nõ ge- ri çevirmez miydi? Şaşırtıcı suskunluklar TOKİ’nin imar faşizmine be- lediyelerden ise hâlâ “tık” yok... Oysa imar yetkilerinin “yerel”de olmasõ, kent halkõnõn “demok- ratik hakkı”dõr. Belediyeler de bu evrensel hakkõn demokratik temsilcileri... Yerel yönetimleri ve halkõ aşağõlayan bu ya- saya karşõ, ne anlõ şan- lõ belediye başkanlarõ- nõn ne de belediye bir- liklerinin sesi sedasõ çõ- kõyor. Ya Koruma Kurulla- rõ’nõn “dışlanmala- rı”na ne demeli? Ülkenin ulusal kimlik ve onur kaynaklarõ olan tarih mirasõnõn “yegâne” güvence- lerine “teşekkür” etmek yeri- ne “darbe” yapõlõyor... Bu emektar kurullarõ “özel- leştirme yağması” için işlevsiz bõrakmayõ “Kültür Bakanı”nõn imzalamasõ “hazin”dir... Çün- kü o, aynõ zamanda o kurullarõn bakanõdõr; pazarlamacõlarõn de- ğil... ...ve milletvekilleri! Bu yasaya TBMM’de oy ve- ren “milletvekilleri”mize ge- lince... Vekili olduklarõ halkõn kültür mirasõna sahip çõkmalarõ, hiç de- ğilse kendi memleketlerindeki tarihsel değerleri anõmsayarak yasaya “hayır” demeleri ge- rekmez miydi? Tümüne yazõklar olsun; ne Anadolu’ya ne de Trakya’ya yakõşõyorlar... Yemece ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ Çankaya’da ‘Empati’ Anıl Öçal: “Yetim hakkı yedirmezmiş... Vergilerimizden, kamu kuruluşlarından sıra gelmemiştir!” T. Doğan Özdinç: “İnsani yardım, savaş gemileriyle olunca Karadeniz ‘Kandeniz’ olmasın!” HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] Yüksek Yerilim Hattı [email protected] Defter, kitap masrafları defterimizi dürüyor! Tehlikenin daniskası yaşanıyor! TEHLİKENİN farkında mısınız diye sormanın hiçbir anlamı kalmadı artık. Tehlikenin daniskasını hep birlikte yaşıyoruz. İslamcı iktidarın başı “Çevrecinin daniskası benim” diyor ve bunu inanarak söylüyor ve halkın bir kısmı buna inanıyor ve alkışlıyor ve destekliyor! Çevre sorunlarına ilişkin olarak dünya çapında kabul edilmiş bilimsel verilerden, gözle görülen gerçeklere kadar her şey palavra. İslamcı iktidarın başı ne derse o doğru. Sadece çevrecinin daniskası değil aynı zaman laikliğin daniskası da. Zaten bu nedenle Anayasa Mahkemesi’nin verdiği laiklik karşıtı eylemlerin odağı olma kararının hiçbir önemi yok. Kendisi aynı zamanda demokratın daniskası. Hukuk devletine saygı gösterenlerin daniskası. Sosyal devlete inananların daniskası. Atatürk ilke ve devrimlerine, cumhuriyetin temel değerlerine bağlı olanların daniskası. Her bir şeyin daniskası kendisi. Tehlikenin daniskası bundan başka nasıl olur bilen varsa söylesin! SESSİZ SEDASIZ (!) [email protected] KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci mynet.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN www.mumtaz-arikan.com HARBİ SEMİH POROY 27 Ağustos BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Sarõ renkli çiçekler açan bir kõr bitkisi. 2/ Küçük tek- ne kaptanõ... İskambillerle oynanan bir tür oyun. 3/ Yemin... Uğur getirmesi için eskiden mek- tup zarflarõnõn üzerine yazõlan söz- cük. 4/ Günlük ya- şama ait küçük ve geçici belgeleri top- lama şeklindeki ko- leksiyonculuk. 5/ Doğu Karadeniz yö- resinde bir akarsu. 6/ Okyanuslarõn çok derin kesimlerine verilen ad... Ada- na’nõn bir ilçesi. 7/ Yarõk, yõrtõk... Bir nota... Sat- rançta bir taş. 8/ Şarkõ, türkü... Doğu Karadeniz’in dağlõk kesimlerinde yaşayanlarõn giydiği, baca- ğõ çorap gibi saran bir tür çizme. 9/ İştah açmak için yemekten önce alõnan içki. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Ege Bölgesi’nde körpe saplarõ sebze olarak kul- lanõlan otsu bir bitki. 2/ Giysi kolu... Tarlada su- yu akõtmak için yapõlmõş tahta oluk. 3/ Kalite. 4/ Sahip... Afrika’da bir ülke... Tavlada “üç” sayõ- sõ. 5/ Eskiden Viyana’ya ve genellikle de Avus- turya’ya verilen ad... Ensiz. 6/ Yalnõzlõk korku- su. 7/ Bir federasyonun üyesi olan... Telli bir çal- gõ. 8/ Uzakdoğu’da bir õrmak... “Trabzonhur- ması, cennethurması” gibi adlar da verilen bir meyve. 9/ Sevgide aldatma. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 D E G A J M A N U C U Z A R U N G E T T O T S E U N E M R A H D E N K L E M G U A L E T N A K İ N E T İ K R M İ R M U T İ K A K C E L E P 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Gül’ün onayıyla satılacak... Hiç mi ‘anısı’ yoktu?..
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear