01 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
S ağmalcõlar Hapishanesi’nde, bir hafta kadõn, bir hafta erkek tutuklu- lara ait olmak üzere çarşambalarõ görüş günü. Sabahtan başlayõp akşama kadar süren görüş günlerinde koğuşlarda genelde hummalõ bir faaliyet ve aynõ zamanda, elle tutulurcasõna kesif hisse- dilen bir sinirlilik egemen olur. Görüşme mahallinde ziyaretçiler, üstü aralarõnda demir parmaklõk bulunan iki kat, silinmemiş, pis, görüşü engelleyen cam ile kaplõ yerlerde dururlar; duvarõn öbür yanõnda, mahpuslarõn kabinleri vardõr. Hem karşõnõzdakinin (genelde eş, çocuk, anne baba ve çok yakõn akrabalar) yüzüne bak- mak hem de konuşmak hüner ister. Çünkü cam sesi geçirmez, sesin geçmesi için başõ- nõzõ kaldõrõp yukarõdaki deliğe konuşmak gerekir. Hem deliğe seslenmek hem de kar- şõnõzdakinin yüzünü aynõ zamanda görebilmek, zamanla edinilen bir beceriyle mümkün olur. Bu arada yandakiler de konuştuklarõndan, daha doğrusu birbirlerine seslerini duyurabilmek için bağõrdõklarõn- dan, söylenenler de tam olarak anlaşõlmaz. Görüşme süresi on dakikadõr. Bu süre içinde ne kadar hasret giderebilir ya da has- ret koyulaştõrabilirseniz o kadarõnõ yaparsõnõz. Görüşme bir lütuf muydu, yoksa bir işkence mi.. hâlâ tam olarak anlayabilmiş değilim. Ziyaretçisi gelen mahpuslarõn adlarõ hoparlörde okunur, onlar da kabinlere gide- rek konuşurlardõ. Kabinler dardõ, başka bir davadan tutuklu kilolu bir arkadaşõmõz zor sõğardõ, ben de kendisine şu dizelerle takõ- lõrdõm: “Sana dar gelmeyecek kabini kimler yapsın Sokalım seni üç kabine desem sığmaz- sın.” GÜYA AÇIK GÖRÜŞ Bayramlarda çõkan izinle açõk görüş yapõ- lõr. Bu görüşlerde, hem süre daha uzundur, hem arada cam ve demir parmaklõk yoktur, hem de yakõnlarõna, çocuklarõna kõsacõk bir an da olsa sarõlmak mümkündür. Ama sakõn öyle bir masa çevresinde toplanõlõp görüşül- düğünü sanmayõn! Bir kere koca salon doludur, gizlice bir şeyler alõnõp verilmesin diye yine arada bir masa vardõr ve üzerinde askerler yürürler, yine söylenenler çok anla- şõlmaz; yalnõzca sevdiğinizi, yakõnõnõzõ arada cam ve parmaklõk olmadan karşõnõzda görür, hasretinizi somutlaştõrõrsõnõz, hepsi bu! ON DAKİKA GÖRÜŞME İÇİN 1330 KİLOMETRE YOL Kimi görüşmeciler başka kentlerden gelirler. Şimdi söz onlardan biri olan Ersin Elgin’in: “Barış Derneği davası sanıkları, yaklaşık 28 ay süresince B1, daha sonra C16 koğuşlarında olmak üzere Sağmal- cılar’da kaldılar. Ben de eşim Ergun Elgin’i ziyaret etmek, kirli çamaşırlarını alıp temizlerini vermek için bize tanınan her 15 günde bir 10 dakikalık görüş için İzmir’den 685 km. yol kat ederek oraya gidip geliyordum. İzmir’e dönünce de her gün 4 sayfa mektup yazıyordum. Bir görüşümüzde başgardiyan yanıma gele- rek Cezaevi Müdürü’nün beni çağırdığını söyledi. Ergun’un o meraklı ve şaşkın bakışlarını hâlâ anımsıyorum. Odasına gittiğimde her gün mektup yaz- mamam konusunda uyarılmıştım. İzmir’e döndükten bir süre sonra Avukat Mine Sirmen aradı, ‘Ergun sizden haber alamõyormuş, çok merak ediyormuş’ dedi. O zaman mektuplarımızın verilmediğini anladım. Hemen telefonun başına geçtim ve telgraf yazdırdım. Her sabah işe git- meden önce telgraf çekiyordum. Tam 14 gün sürdürdüm, görüşe gittiğimde Ergun’dan tüm mektupları aynı gün ver- diklerini, onlardan küçük bir kitap oluşturarak okuduğunu öğrendim, dola- yısıyla telgraf çekmeye son verdim. Yasal bir engel olmadığını biliyordum çünkü… Başarmıştım ve mutluydum. İçerideki insanın ailesinden aldığı haberlerle bes- lendiğine inanıyordum, kararlılığım o nedenleydi. Kızımızın liseyi bitirme res- mini yollamıştım Ergun’a… Suratının tam ortasına ‘Görülmüştür’ damgasının vurulduğunu öğrenince ne kadar bozul- duğumu hiç unutmadım. 15 günde bir tanınan 10 dakikalık görüş için sabah çok erken saatlerde cezaevinin karşısında bulunan kahvede; İstanbul içinden ve Ankara’dan gelen arkadaşlarla buluşuyorduk. Sonra saat- lerce sürebilen kuyruklara girip içeriye alınıyorduk. Şemsiyelerimiz kapıda alın- dığı için yağmur altında iliklerimize kadar ıslandığımızı, yaz güneşinin yoğun olduğu günlerde bile bina gölgesine sığın- mamıza izin verilmeyişini hiç unutmadım. Her görüşte ikametgâh bel- gesi istiyordu kayıt yapan görevli… Bir keresinde ‘İadeyi ziyarette mi bulunacaksõ- nõz?’ demiştim, karşılıklı gülümsemiştik. Tabii görevli kişi de verilen emri uygulu- yordu ama her defasında istenmesi bana çok mantıksız geliyordu. Bahçeden geçerek görüş yapacağımız binanın kapısında kuyruğa giriyorduk. Uzun uzun üst aramasından sonra içe- riye alınıyorduk. Önce çamaşır torbalarının kontrolü kuyruğuna, daha sonrada kantin kuyruğuna giriyorduk. Çok özenle yıkayıp ütü suyuna Ergun’un parfümünü ilave ederek ütülediğim çamaşırlar pis bir masaya dökülüyor, görevliler tek tek kontrol ederek torba- lara tıkıştırıyorlardı. O zaman doğal olarak üzülüyor ve hayretle izliyordum. Ancak hiçbir şey söyleyemiyorduk, görüş yasağı gelebilir endişesiyle robotlaşmıştık adeta. Hemen kantin kuyruğuna yönelip orada satılan süt, çikolata, sucuk, gibi yiyeceklerden almaya çalışıyorduk. Görüş yerleri yan yana açık kabinlerden oluşuyordu; 1 m. mesafeden sonra Ergun’ların gelip karşı- mızda durdukları kabinler vardı. Karanlık bir yerdi, aradaki bölümde soluk bir ampul sallanıyordu. Hem benim hem Ergun’un olduğu kabinlerin üst bölümlerinde delikli tenekeler vardı. Konuşabilmek için oraya doğru bağır- mak gerekiyordu. Bir de yan kabinlerden gelen sesler de eklenince doğru dürüst hiçbir şey konuşamadan; kirli torbalarını alıp bahçeye çıkıyorduk. Görüş anında arkamızda ellerinde silah- larla erler dolaşıyordu. Benim için o günler Ergun’u görebildiğim günlerdi; mektupla konuşma kararlılığım da aslında bundan kaynaklanıyordu herhalde… Bu arada bize yardımcı ola- bilmek için bazı görevlilerin çırpınışlarını da hâlâ minnetle anımsıyo- rum. 20’nci evlilik yıldönümümüze denk gelen görüş gününde Ergun’a 20 tane papatyayı (her yıl için bir papatya) ilete- bilmek için cezaevi savcısına dakikalarca yalvarışımı; kirli torbasından çıkan Res- sam Orhan Taylan’ın yaptığı ve hâlâ evimizin duvarını süsleyen 20 papatya- dan oluşan tablosunu aldığım an saatlerce ağlayışımı; benim de ona getir- diğim 20 papatyayı görüş anında sübyan koğuşundaki çocukların teslim ettiği temiz çamaşır torbasında görünce gözle- rinin parlayışını unutmam mümkün mü? Velhasıl o çok zor günlerde bile bazı güzellikler yaşamayı becerebilmemiz tüm sanık ve sanık yakınlarının daya- nışması sayesindeydi. Onlar içeride, yakınları ola- rak da bizler dışarı da büyük aile gibi olmuştuk. Bugün hâlâ bu birlikteliğimizi ara ara da olsa sürdürebiliyorsak o dönemde kuru- lan sağlam dostluklar saye- sindedir.” Barış Derneği davası uzuyor, karara doğru yaklaşırken, bir önem- li ziyaret daha oluyor. Erdal İnönü, Aydõn Güven Gürkan ve SDHP’nin yönetici kadrosu Sağmalcılar’da bize geliyorlar. Hem bizim mo- ralimizi yükseltiyorlar. Hem de, bütün dünyaya “Bunlar sahipsiz değil!” me- sajı veriyorlar. Bu ziyareti kitabımda ayrıntısıyla anlatacağım.. burada yalnızca, Erdal İnönü’nün zarafetini ve zekâsını yansıtan bir olaya değinmekle yetine- ceğim. 1986 Mart’ında tahliye olduktan bir süre sonra, Erdal Bey’i Ankara’da Parti Genel Merkezi’ndeki odasında ziyaret ediyorum. Hepimizin çok duy- gulandığı bu ziyaret için içten teşekkürlerimi sunuyorum. Teşekkür fas- lını biraz uzatmış, belki de biraz abartmış olacağım ki, duyguların al- tının ağdalı biçimde çizilmesinden yana olmayan Erdal Bey kı- sa kesiyor: Önemi yok efendim, diyor, bir daha sefere de ben hapse girerim siz ziyarete gelirsiniz... CMYB C M Y B 13 AĞUSTOS 2008 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA DİZİ 9 Sağmalcõlar’dagörüşmeişkencesi Kaçakçõlar koğuşuna gelen kürkçü Hami Tokuş, çok ne- şeli bir arkadaştõ. Herkesle muhabbeti iyiydi. Gümrük mev- zuatõnõn azizliği yüzünden düşmüştü içeri, fiili belki şim- dilerde suç bile oluşturacak türden değildi. Kürkçü dediysek, Hami sosyete kürkçüsü idi. Adõnõ verdiği ünlü müşterile- ri arasõnda kimilerini tanõyordum, kimilerinin de adlarõ- nõ duymuştum. Hami bize katõldõğõnda yaz başlarõydõ. Ha- li vakti yerinde olan bu arkadaş , sakal karşõlõğõnda bir tek tip elbise daha almõş, onun pantolonunun paçalarõnõ ke- sip, şort haline getirmişti. Ne zaman avluya havalandõrmaya çõksak, üstünü çõka- rõr şortunu giyer, beton zemine serdiği havlusunun üstünde, kõzgõn güneş altõnda döne döne güneşlenirdi. Bu aşõrõ güneş merakõ benim de dikkatimi çekti. Bir gün, - Yahu Hami Tokuş başõna bir iş gelecek ne yapõyorsun, böyle güneş altõnda? diye sorduğumda beni gülerek ya- nõtladõ: - Ne yapayõm Ali Abi, benim müşterilerimin hepsi sos- yete, onlara yazõ Sağmalcõlar’da geçirdim, diyecek halim yok ya! Cannes’daydõm, diyeceğim onun için bronzlaşõ- yorum... Sağmalcõlar nere, Cannes nere? Her neyse, ben de kürkçü arkadaşa uyuyor, ceketimi çõ- karõp, güneşe uzanõyor, gözlerimi kapatarak Cannes plaj- larõna yollanõyorum. Alõşmamõşõm güneşe, bir süre sonra gözlerimi açõp ba- kõyorum ki, yine C–16’nõn avlusundayõm. ‘ Y A Z I S A Ğ M A L C I L A R ’ D A D E Ğ İ L C A N N E S ’ D A G E Ç İ R D İ M D İ Y E C E Ğ İ M ’ Hem ses geçirmez pis camdan ziyaretçini görmek, hem de delikten konuşmak hüner gerektiriyordu Babamla son konuşma ir gün Mine ziyaretime geldiğinde, - Önümüzdeki hafta baban ziyarete gelecek, Sõkõyönetim’den özel görüşme izni almaya çalõşõyorum, dedi. Çok sinirlenmiştim: - Ben kendisiyle tahliye olmadan bu koşullar altõnda görüşmek istemediğimi söy- lemedim mi?.. Babam, ABD’de Dallas’ta oturuyordu ve bu koşullar altõnda görüşmek için binlerce mil yol yapmasõ anlamsõzdõ. - Öyle değil, dedi Mine, baban çok hasta, kanser.. doktorlar altõ ay ömrü kaldõğõnõ söy- lemişler. O da son arzusu olarak, seni görmek istemiş, artõk hayatta başka görüşme şansõnõz yok. Bir hafta sonra babam geldi. Mine gerekli izni almõştõ. Hapishane yönetimi bu özel ziyaretçi için (ne de olsa Amerika’dan geli- yor) bana bir de kõyak yaptõ, o mavi elbiselerden gõcõr gõcõr, ütülü bir tanesini verdiler bana, onu giyip öyle gittim ziyarete. Babam, geç tanõdõğõ ama çok sevdiği gelini Mine ile gelmişti. Binalarõn soğutma ve õsõtma tesisatlarõnõ yapan Samim Sirmen şöyle bir baktõ özel görüşme odasõna ve, - Fena değil, dedi, ben çok hapishanenin işini yaptõm ABD’de bilirim... Doğrusu koltuklarõm kabardõ, hiç değilse hapishane konusunda Amerikan standartla- rõnõ tutturmuştuk. Bir saat konuştuk, bu arada babam bir Kent sigarasõ çõkarõp yaktõ- ğõnda dehşetle baktõm. - Doktorlar müsaade ediyor, dedi. Çok sağlõklõ gibi görünüyordu, ama o anda “ne yerse yesin” aşamasõna gelmiş olduğunu anladõm. Özel ziyaret bir defaya mahsustu. Babam iki gün daha kalacaktõ İstanbul’da.. iki gün sonra, bu kez malum ziyaretçi kabininde, yine Mine’nin refakatinde bir kez daha gö- rüştük, yanõnda üvey kõz kardeşlerim Susan ve Cindy’yi de getirmişti. Kim bilir bu Teksaslõ hanõmlar orada sol- culuktan yatan üvey abilerini görünce neler hissetmişlerdir? Babam’a, - Biz bir iki aya kadar buradan çõkarõz (gerçekten 3 ay sonra çõktõk) bu kez ben seni Dallas’ta görmeye gelirim, dedim. - Bekleyeceğim, diyerek yanõtladõ beni. İkimiz de yalan söylediğimizi biliyorduk. Ve babamla son konuştuğumuz bu iki yalan cümle oldu. Ben çõkmadan bir buçuk ay önce öldü. Ziyaretinde, ona Sevil Avcıoğlu’nun Amman’dan gönderdiği sedef tespihi hediye ettim. “Beni bununla gömün” demiş. İstanbul’da doğup büyümüş, koleji burada bitirmiş, yaşamõnõn çok büyük bölümünü ABD’de geçirmiş Samim, şimdi Dallas’ta, Hõristiyanlarõn gömülü olduğu bir mezarlõkta göğsünde Amman’da yapõlmõş bir Müslü- man tespihiyle yatõyor.. A Y R I C A L I K L I T U T U K L U K O N U M U M Y A R I N : M E K A N F A R K L I A M A A C I L A R A Y N I Bütün arkadaşlarım içinde, görüşme konusunda en ayrıcalıklı konumda olan bendim. Çünkü karım Mine Sirmen avukattı ve vekâletnameme sahipti. Onun için, her hafta yarım saati aşkın bir süre, çok kısa bir an birbirimizin eline değme olanağı da bularak, bir tarafında avukatların bir tarafında tutukluların oturduğu uzun masanın iki yanında açık görüş yapardık. Mine çalıştığı halde, haftanın bir gününün öğleden sonralarını ziyarete ayırırdı, bu yarım saatlik ziyaret yarım günlük mesaiyi gerektirirdi. Benimle birlikte toplam beş hapishane gezmiş olan eşim yalnız benim değil, bütün Barış Derneği sanığı arkadaşların dışarıdaki gözü kulağı, eli ayağı ve temsilcisi olma işini de yük- lendi. Bazen tam hızlı bir basket maçının ortasına rastlardı ziyareti, o zaman ter içinde aklım oyunda kalarak avukat görüşme mahalline giderken, aklıma hep yatılı okuduğum Gala- tasaray ilkokulunda, çarşamba öğlenden sonraları ziyaretime gelen babaannemle otururken, aklımın oyunda kaldığı sekizli dokuzlu yaşlarım gelirdi, kendi kendime gülerek söylenirdim: - Oğlum sen hiçbir zaman büyüyemeyeceksin galiba!.. Sağmalcõlar Hapishanesi’nde, bir hafta kadõn, bir hafta erkek tutuklulara ait olmak üzere çarşambalarõ görüş günü. Görüşme süresi on dakikadõr. Görüşme mahallinde ziyaretçiler, üstü aralarõnda demir parmaklõk bulunan iki kat, silinmemiş, pis, görüşü engelleyen cam ile kaplõ yerlerde dururlar; duvarõn öbür yanõnda, mahpuslarõn kabinleri vardõr. Hem karşõnõzdakinin (genelde eş, çocuk, anne baba ve çok yakõn akrabalar) yüzüne bakmak hem de konuşmak hüner ister. Bu süre içinde ne kadar hasret giderebilir ya da hasret koyulaştõrabilirseniz o kadarõnõ yaparsõnõz. Görüşme bir lütuf muydu, yoksa bir işkence mi.. hâlâ tam olarak anlayabilmiş değilim. GİRERİM SİZ ZİYARETE GELİRSİNİZ...’ İNÖNÜ: ‘BİR DAHA SEFERE DE BEN B Bayramlardaki açık görüşler hem normal görüşmelerden daha uzun sürer hem de arada cam ve demir parmaklık olmadığı için yakınlarına, çocuklarına sarılma imkânı verir.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear