01 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 13 AĞUSTOS 2008 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Tehlikeli Belirtiler KAFKASYA’DA olanlar bir kez daha göster- di ki, yeryüzünün bu köşesi çok netamelidir. Ta- rihsel hınçların yaşandığı, azgın hırsların çatıştığı, büyük hesapların yapıldığı bir köşe. Bu coğraf- yanın göbeğinde duran bir ülkenin son derece donanımlı bir kadroyla yönetilmesi gerekmez miydi? Tarihten ders almayı bilen, çevresinde dönen oyunları sezen, bunlara karşı her bakımdan güç- lü, bütünleşmiş bir toplum yaratmaya yönelik bir kadro. Oysa ne görüyoruz? Bırakın tarihten ders almayı, henüz birkaç gün önce kıyısından döndüğü bir badireden bile ders çıkarmaktan uzak bir yöneticiler topluluğu. Laiklik karşıtlığı eylemlerin odağı olduğu on bir üyeli bir mahkemenin on üyesince kesin hük- me bağlanmışken “odak değiliz” diyebilen bir başbakan. “Hiç olmazsa şimdi YÖK’ten gelen rektörler lis- tesini onaylayarak uyum havası yaratır” diyen- leri hayal kırıklığına uğratan bir devlet başkanı. Bunlar, hukuku hiçe sayışın, fütursuz ama çap- sız bir meydan okuyuşun belirtisi değildir de ne- dir? Çevresindeki büyük oyunların tehdidi al- tındaki bir ülkeyi yönetenler, “Yargı da bize diş geçiremez, paşaları da tutuklatırız” gibi küçük övünçlerin seline kendilerini bırakma lüksüne sa- hip olabilirler mi? Şu sırada, bu konjonktürde? Hıyanetten söz etmiş olmamak, ancak şöy- le bir açıklamayla mümkün olabilir: Bu ül- keyi yönetenler herhalde tarih bilincinden öy- lesine yoksunlar ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin na- sıl müthiş bir sürecin ürünü olduğunu, insanlık tarihi için ne anlama geldiğini, hatta İslam dünyasının çağdaşlaşmasına nasıl bir katkı getirmiş olabileceğini idrak edememiş durum- dalar galiba. Bir yabancı devlet adamının Anıt- kabir’e gitmeyi reddetmiş olması yüzünden ziyaret programını değiştirmeyi “ayrıntı” saymak ancak böyle bir cehalet özürüyle izah edilebi- lir. Bu ayrıntıysa, esas olan nedir? Atatürk’ü yok saymak mı? Cumhuriyetin inkârı mı? Bunca yaşanmışlığın, “yedi düvel”in emperyalizmine başkaldırışın, son toprak parçası için feda edi- len canların anısını silmek mi? Öyleyse ne kalıyor geriye? Bugünkü beylerin ve hanımların haşemalı ve tesettürlü saltanatı mı? Son bir yılın olayları öylesine büyük bir hızla üst üste yığıldı ve bunlar karşısında cum- huriyetçi bilinen kurumların gösterdiği tepkisizlik öyle bir uyuşukluk yarattı ki, bütün bir toplum olarak nasıl bir tarihsel dönemeçten geçip hangi karanlıklara yöneldiğimizi henüz anlamış değiliz. Anladığımız zaman çok geç kalınmış olabilir. Böyle olduğu içindir ki, önümüzdeki aylarda bütün cumhuriyetçi kurumlara, partilere, üni- versitelere, orduya, yargıya, basına düşen ödevlerin yerine getirilmesinde hiç geç kalma- mak gerekecektir. [email protected] PENCERE Türkler Gerçekten Aptal mı?.. Aziz Nesin giderayak ortaya bir laf atmıştı: “- Türkler aptaldır...” Anımsadığıma göre kıyamet kopmuş; sanırım bunun üzerine laf birazcık budanmıştı: “- Türklerin yarısı aptaldır...” Yarısı mı, tümü mü, yüzde 70’i mi, oturup bir karar verelim... Rusya Gürcistan’a girdi... Nasıl girdi?.. Amerika Irak’a nasıl girdiyse, öyle girdi... Şimdi olay üzerine bin bir yorum yapılıyor, ma- şallah dış politikada çokbilmişlerimiz, diploma- si alanında mangalda kül bırakmayanlarımız, hal- kımızı inceden inceye tıraş etmekte birebirler... Ama olayın gerçeğine dokunan yok gibi... Dünkü gazetelerde iki başlık, ‘manşet’ ile ‘sürmanşet’ üzerine gazetelerin birinci sayfala- rını kaplamışlardı... Bunlardan biri PKK üzerineydi... “Terör örgütünün tuzağına düşen askerimiz 9 şehit vermişti...” Sonra?.. “Rus ordusu Gürcistan’a girmiş, ilerliyordu...” Putin, Başkan Bush’a ne demişti: - Dur bakalım!.. Bir dünya savaşı çıkar mıydı?.. Olur mu olurdu... Çünkü Kuzey Irak’a yerleşmiş Amerika, Güney Kafkasya’ya da el atmıştı... Hem de kimin marifetiyle?.. Türkiye’nin... Lafı uzatmaya gerek yok... Amerika hesabına Kafkasya’da iş tutmak, ta- şeronluk yapmak, siyaset yürütmek, askeri gi- rişimler yapmak stratejisine geri zekâlılıkla kal- kışmış olan bizimkilerin haline bak, yeme de ya- nında yat!.. Petrol coğrafyasında oyun oynamaya kalkışan ılımlı İslamcı ve de Amerikancı iktidarı başında tutan Türkler akıllı mıdır?.. Aptal mıdır?.. Terör örgütünün Erzincan’da tuzağına düşen ve 9 şehit veren Türk, Gürcistan’da Amerikan ta- şeronluğuna soyunuyor... Ama, bir yanda bu sivri akıllılığa özenirken öte yanda terör örgütünü tedip için Kuzey Irak’a ka- radan giremiyor... Amerika Türk’ü kulağından tutmuş, Gürcis- tan’da kullanıyor... Kuzey Irak’taki terör örgütü üslerini de ne olur- sa olsun koruyor... Türkiye Gürcistan’a silah milah satarken ken- di ulusal davalarına Amerika hesabına ihanet et- tiğinin farkında mıdır?.. Yazının sonuna geldik... Şimdi karar verelim: Akıllı mıyız?.. Aptal mıyız?.. G erçekten, son seçimlerde ka- zandõğõ Meclis’teki çoğunluğu- na dayanarak AKP’nin yeni bir anayasa hazõrlamaya kalkõşma- sõ üzerine başlayan ve kapatma davasõyla iyice yoğunlaşan “Yüzde 47 oy al- mış bir iktidar partisini kapatmaya kal- kışmak ulusun iradesine saldırı değil midir? Parti kapatmak demokrasi ile bağdaşır mı? Anayasa Mahkemesi Meclis’in üstünde bir kurum mudur? Meclis isterse Anaya- sa Mahkemesi’ni kapatamaz mı? Anaya- sada değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddelerin bulunması, egemenlik kayıtsız şartsız milletindir ilkesini zedelemiyor mu?” şeklindeki tartõşmalarda temel veri olarak ele alõndõğõ gibi “Anayasa” tõpkõ Ce- za Yasasõ, Ticaret Yasasõ gibi bir yasa; Ana- yasa Mahkemesi de Danõştay, Yargõtay gibi yargõ erkini oluşturan bir mahkeme midir? Yoksa tartõşmanõn böyle kör dövüşüne dö- nüşmesi de, anayasa ve Anayasa Mahkeme- si deyimlerinin içindeki “yasa” ve “mahke- me” sözcüklerinden mi kaynaklanmaktadõr acaba? Yani, birleşik adõn içindeki “yasa” sözcü- ğü ile tamlamadaki “mahkeme” sözcüğü mü anayasanõn da Meclis’in yetkisi içinde öte- ki yasalar gibi bir yasa olduğu yanõlgõsõna dü- şülmesine ve Anayasa Mahkemesi’nin yargõ erkinin parçasõ bir mahkeme olarak değer- lendirilmesine neden olmaktadõr? Bilindiği gibi, anayasa kavramõ da yaşa- mõmõza ilk kez 1876 yõlõnda, Sultan Abdü- laziz’in Avrupa gezisi sõrasõnda tanõk olduk- larõ olağanüstü gelişmişliğin parlamentolu krallõk yönetiminden kaynaklandõğõ kanõsõy- la Osmanlõ aydõnlarõnõn Kuran’õn Âli İmran Suresi’nin 159. ayetindeki “meşveret” söz- cüğüne dayanarak Sultan Abdülhamit’e ilan ettirdikleri Kanun-i Esasi ve “padişaha ça- lışmalarında yardımcı olması” için açtõr- dõklarõ tõpkõ İngiltere’deki gibi iki kamaralõ Os- manlõ Meclis-i Mebusan’õ ile girmiştir. Ama İngiltere’deki bu düzen ta 1215 yõlõnda imzalanan ilk Magna Carta ile başlayõp yüz- yõllar boyu sürmüş kanlõ savaşõmlar sonucu tam 44 Magna Carta imzalanõp, Katolik kili- sesinin yerine yeni bir kilise oluşturularak ku- rulmuştur. 17. yüzyõlda gerçekleştirilen dev- rimlerle kabul ettirilmiş “Instrument of Go- vernment”, “Toleration Act”, “Declarati- on of Rights” adlõ sözleşmelerle meşruiyeti- ni kutsal güçlerden alan “teokratik devlet” sona erdirilip, egemenliğin parlamento ara- cõlõğõyla halka devredildiği ve meşruiyeti halktan kaynaklanan yeni tür bir devlet “se- küler” (laik) devlet kurulmuştur. İki devlet türü Yani, halen insanlõğõn bilebildiği iki devlet türü vardõr yeryüzünde. Meşruiyetlerini kut- sal güçlerden kazanan devletlere teokratik, ege- menliğin ve yasamanõn kayõtsõz şartsõz halk- ta olduğu devletlere de laik (veya seküler) de- nilmekte, üçüncü bir devlet türü de henüz bi- linmemektedir. Laik (seküler) devletler de, ay- dõnlanma tarihinden çok iyi bilindiği gibi ya- salarla, seçimle, halkoylamasõyla filan değil, bir devrimle kabul edilmiş Constitution Act’lerle (sözleşmelerle) kurulmuşlardõr ve an- cak karşõdevrimlerle yõkõlabilmektedirler. Monarşi, oligarşi, demokrasi, demokratik krallõk, cumhuriyet vb. gibi terimler ise, dev- letin yapõsõ ile değil, yönetimiyle ilgilidir. Bu nedenle devlet kavramõnõ da, yapõsal (rejim) ve yönetsel (politika) olmak üzere iki ayrõ düz- lemde ele almak gerektir. Bilindiği gibi teo- kratik devletlerde yönetim, bir din kurumu ve- ya o kurum adõna bir kral tarafõndan yürütül- mektedir ve “mutlaktır”. Bütün siyasal erk- ler tek bir elde toplanmõştõr. Laik (seküler) dev- letlerde ise, siyasal erk Thomas Hobbes, John Locke, David Hume gibi düşünürlerin gene aynõ yüzyõllarda kuramsallaştõrdõğõ “din ku- rumlarına karşı bağımsızlık, kuvvetler ay- rılığı vb.” gibi ilkeler doğrultusunda gerçek- leştirilen seçimle oluşturulmuş parlamentodaki siyasal partiler aracõlõğõyla kullanõlmaktadõr, demokratiktir. Nitekim, İngiltere’deki düze- nin kuruluşunda aynõ anda bir de Toleration Act’in imzalanmõş olmasõndan da anlaşõlaca- ğõ gibi, laik devletin belkemiğini de teokratik devletlerde olduğu gibi “bağışlama” ilkesi- ne dayalõ “hoşgörü” değil, “bütün insanla- rın ve inançların birbirlerini kendilerinin eşiti kabul ederek bir arada yaşamaya katlanmaları” anlamdaki “eşitlik” ilkesini te- mel sayan “tolerans” kavramõ oluşturmak- tadõr. Ve laik devlet türüne özgü bu demokratik yönetim biçimine de Batõlõlar “Constitution Government” demektedirler. Ama ne yazõk ki, bu kavramlarla Sultan Ab- dülaziz’in gezisi sõrasõnda tanõşan Osmanlõ ay- dõnlarõ güya İngiltere’deki bu demokratik parlamenter düzeni ülkeye taşõrken, yasama yetkisinin Kuran’la Sultan’dan alõnõp Meclis’e devredilmesini ve yürütme, yasama, yargõ erk- lerinin bağõmsõzlaştõrõlmasõnõ akõllarõndan bi- le geçiremedikleri için, “Constitution” kav- ramõnõ hile-i şer’iye ile sanki bir yasa adõymõş gibi “Kanun-i Esasi” diye Osmanlõcalaştõr- mõşlardõr. “Constitution Government” tamlamasõ için ise, karşõlõğõ başka hiçbir dilde bulun- mayan, Arapça şart kökünden şartlõ yönetim anlamõnda “Meşrutiyet / Meşruti idare” di- ye bir sözcük uydurmuşlardõr. İlginçtir Osmanlõ aydõnlarõnõn bu çarpõt- masõnõ Batõlõlar da, reddetmek şöyle dursun he- men benimseyip, 20. yüzyõlda Ortadoğu’yu sö- mürgeleştirirlerken işbirlikçilerini o ülkeleri- nin kralõ, şahõ yapmakta meşruiyet kaynağõ ola- rak kullanmõşlardõr sanki. Kanun-i Esasi kavramı İngilizler Birinci Dünya Savaşõ’ndan son- ra da, 1923 yõlõnda 1. maddesinde “ırsi kral- lıkla ve şeriat hükümleriyle yönetilen bir İs- lam devleti olduğunun” belirtildiği bir Ka- nun-i Esasi’yi yürürlüğe sokarak Fuat’õ Mõ- sõr kralõ yapmõşlar; 1924 yõlõnda da ülkesinin İngiliz mandasõ olmasõnõ sağlayan Haşimi ai- lesinin emiri I. Faysal’õ, gene aynõ şekilde 1. maddesinde “ırsi krallıkla yönetilen bir İs- lam devleti olduğunun” belirtildiği bir Ka- nun-i Esasi ile Irak kralõ ilan etmişlerdir. Öyle ki, 1926 yõlõnda da “Hicaz Kanun-i Esasisi” ile de Suud’lar önce Hicaz, sonra da Suudi Arabistan Kralõ yapõlmõşlardõr. Yani, tam bir teokratik devlet olan Suudi Arabistan’õn bi- le bugün bir Kanun-i Esasi’si vardõr. Bu ne- denle Kanun-i Esasi kavramõ üzerinde ger- çekten sil baştan ciddi ciddi düşünülse gerektir. Gene, bilindiği gibi seçimle iktidara gelen Hit- ler ve Mussolini’nin rejimi değiştirip dünyayõ ateşe vermeleri üzerine Batõlõlar da İkinci Dün- ya Savaşõ’ndan sonra demokratik düzenlerin geleceğini güvence altõna almak için siyasal partilerin rejime yönelik girişimlerde bulun- malarõnõ önlemek amacõyla onlarõ sürekli de- netleyecek “Supreme Court” adõyla yeni bir üst kurul oluşturmuşlardõr. 27 Mayõs Anaya- sasõ ile de bu kurul, “Anayasa Mahkemesi” adõyla ülkemizde de oluşturulmuştur. Görül- düğü gibi Anayasa Mahkemesi de kesinlikle yargõ erkinin bir parçasõ değil, devletin reji- minin güvencesi, bir üst kuruldur. Kõsacasõ ne “Anayasa”, yürütmeyle ilgili yasalar gibi bir yasa olarak değerlendirilebil- se gerektir, ne de “Anayasa Mahkemesi’ yar- gõ erkinin mahkemelerinden biridir... Aydõn- larõmõz “sözleşme” ve “yasa” kavramlarõ üze- rinde de bugüne dek pek durmamõş oldukla- rõ için galiba, “Anayasa” ve “Anayasa Mah- kemesi” konularõnda da kolayca yanõlgõya dü- şebilmektedirler. ‘Anayasa’ Bir Yasa, ‘Anayasa Mahkemesi’ de Bir Mahkeme midir? Demirtaş CEYHUN Ne “Anayasa”, yürütmeyle ilgili yasalar gibi bir yasa olarak değerlendirilebilse gerektir, ne de “Anayasa Mahkemesi” yargõ erkinin mahkemelerinden biridir... Aydõnlarõmõz “sözleşme” ve “yasa” kavramlarõ üzerinde de bugüne dek pek durmamõş olduklarõ için galiba, “Anayasa” ve “Anayasa Mahkemesi” konularõnda da kolayca yanõlgõya düşebilmektedirler. Y õllardan beri büyüyerek de- vam eden “Fındık Soru- nu” yine gündemde. Rekor düzeyde olduğu bütün kesimlerce kabul edilen 2008 ürünü pazarlara inerken bölgede sorunun daha da büyüyeceğine yönelik endişeli bir bekleyiş var. Zira, her kampanya dönemi başlangõcõnda sorunlara çözüm getirmek için yapõlan top- lantõlarda asõl amaç kalõcõ çözüm- ler üretmek olmakla beraber, ürün pazara inmeye başlayõnca politi- kacõlar devreye girmekte ve geçen 40 yõlda olduğu gibi “oy” amaçlõ fiyatlar belirlendikten sonra top- lantõlar sona ermektedir. Ta ki, gelecek kampanya döneminin baş- langõcõna kadar...Kuşkusuz fõndõ- ğõn sorunlarõ “Ekonomik sorun- lar” olup, çözüme de ancak eko- nomi bilimi ile uyumlu uygula- malarla ulaşõlabilir. Ne yazõk ki, so- runa bu açõdan yaklaşanlar 40 yõl- lõk alõşkanlõktan vazgeçilemeye- ceğini her yõl görerek ümitlerini yi- tirmektedirler... Oysa soruna, ekonomi biliminin kurallarõ çerçevesinde çözüm aran- sa sektördeki karamsarlõk sona er- dirilebilecektir. Bu bakõmdan, fõndõkta uygula- nacak fiyat politikalarõnõn; - Ülkemiz ve rakip ülkeler üretim ve tüketim trendlerinin seyri, - Üreticileri desteklemek için verilen yüksek fiyatlarõn hangi so- nuçlarõ doğurduğu, - Üreticileri desteklemenin ayrõ bir konu, yüksek fiyat ödemenin ayrõ bir konu olduğu, - Devlet tarafõndan verilen fi- yatlarõn, verimin yüksek olduğu bölgelerde düşük maliyetle elde edilen düşük kaliteli fõndõk üreti- mini teşvik ettiği, bilinci ile konu- lar ele alõnsa çözüme ulaşmak çok daha kolay olacaktõr. Fõndõk, Doğu Karadeniz’de, de- nizle yüksek tepeler arasõndaki dar bir alanda üretilmektedir. Bu- radaki doğal ekolojik yapõ aynõ za- manda dünyanõn en kaliteli fõndõ- ğõnõn yetiştirilmesinin de nedenidir. Hal böyle iken, yanlõş politikalar yüzünden fõndõk üretimi zamanla her türlü yaş meyve, sebze, pirinç, ayçiçeği vb. gibi ürünlerin yetişti- rildiği geniş ve verimli topraklara taşmõştõr. Doğal ekolojik bölgesine oran- la birkaç kat yüksek verimle, do- layõsõyla birkaç kat düşük maliyetle ve düşük kalitede elde edilen fõn- dõğõn yarattõğõ haksõz rekabet, Dev- let Destekleme Alõmlarõ ile asõl ko- runmasõ amaçlanan fõndõğõn eko- lojik bölgesindeki üreticilerin fa- kirleşmesine yol açmõştõr. Şimdi de GAP Bölgesi’nde de fõndõk üreti- leceği haberleri gelmektedir... Ülkemizin 805 bin ton olan 2008 rekoltesine (resmi tahmin) 310 bin ton rakip ülke rekolteleri- ni ve 300 bin ton (büyük bölümü 825 bin ton olarak gerçekleşen 2006 rekoltesinden devir) TMO stoklarõnõ eklediğimizde 2008/2009 ihracat sezonuna 1 milyon 415 bin ton kabuklu fõndõkla girile- cek. Dünya tüketimi ise, kabuklu fõndõk olarak 800 bin ton civarõn- dadõr. Kaldõ ki, ülkemizin açtõğõ yüksek fiyat şemsiyesi, rakip ül- kelerin üretiminin de hõzla artma- sõna neden olmuştur. Diğer taraftan bir gerçek de şu- dur: En fazla fõndõk ihraç ettiğimiz Almanya, ülkemiz dõşõndaki ülke- lerden ithal ettiği fõndõğa gümrük vergisi uygulamadõğõ için, daha ucuz fiyatla satõn aldõğõ rakip ülke stoklarõ tükendikten sonra Türk fõndõğõnõ talep etmektedir. Bu du- rumda bir sonraki ihracat sezonu- na devredecek olan yaklaşõk 615 bin ton/kabuklu fõndõğõn ülkemiz elinde kalmasõ da kaçõnõlmazdõr... Bu trend devam ettiği sürece, arz fazlasõnõn devlet tarafõndan satõn alõnarak Hazine’ye zarar kayde- dilmesinden başka seçenek yok- tur... 2008 ürünü için bu zararõn 3 milyar YTL civarõnda olacağõ da, altõ çizilecek, önemli bir gerçektir. Sonuçta, TBMM’de onaylanarak kanunlaşan Beş Yõllõk Kalkõnma Planlarõ’ndaki hükümleri umursa- mayarak “Bize plan değil pilav ge- rek” düşüncesi ile hareket etmenin faturasõnõ, yakõn bir geçmişe kadar ihraç etmekte olduğumuz ürünle- ri, milyarlarca dolar karşõlõğõnda it- hal ederek ödemekteyiz!.. Başka bir deyişle, 40 yõldõr sürdürülen hata- lõ politikalarla gelinen bu noktada, ürettiğimiz fõndõğõ satamazken, üretebildiğimiz ürünleri de dõşarõ- dan satõn almak zorunda kaldõk... Bu yüzdendir ki, ülkemiz insanõ, içinde bulunduğumuz yõlda, pe- şinden gittiği politikacõlar dahil, pi- lav yapacak pirinci bulmakta zor- landõ... Fõndõk Sorunu Ahmet TUNAVELİOĞLU İktisatçõ Yazar
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear