05 Kasım 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B 11 ARALIK 2008 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA DİZİ 7 GEÇMİŞTEN GELECEĞE ORHAN ERİNÇ Hey Gidi Günler Hey... Bugün bayramın son günü. Yarın da uzatmalı tatile köprü görevi yüklenen cuma günü. Şeker Bayramı’nı da dikkate alırsak, idari tatil sayılan ikinci cuma. 1 Mayıs’ların tatil günü yapılmasına “üretim dü- şer” gerekçesiyle karşı çıkanların kulaklarını çın- latmanın tam sırası galiba. 2008’in tatil cömertliğinin 2009’da yaşanma- yacak olması da bir başka konu. Cumartesi ve pazar günleri dışında kırmızıyla ba- sılmış 8 tatil günü var. Yani 2008’in uzatmalı bir bayram tatilinden bile az. 1 Ocak, 23 Nisan, 19 Mayıs, 21-22 Eylül, 29 Ekim, 27-30 Kasım. İktidarın sorunları ve tartışmaları mayna etme süresini uzatma olanağını yitirmesine hayıflana- cağını düşünmek yanlış olmasa gerek. Aksine ye- ni yılda yerel seçimler de var. Bayramın son gününde, bayram gazetelerinin daha çok para kazanmak isteyenlerin kurbanı olu- şunun öncesindeki geleneği anımsayalım istedim. Geçmişten günümüze ve geleceğe bir köprü ku- rarak, hem siyasal iktidarların gazetecilere bakı- şını, hem de bağımsız meslek örgütlerinin iktidarın kaprislerine karşı koyma geleneğinin değişmedi- ğini örneklemeye niyetlendim. Selâmi Akpınar (1915 - Kumkapı) mesleğimi- zin en önemli ustalarından biridir. Vatan gazete- si yazıişleri müdürü iken, gazetenin sahibi ve baş- yazarı Ahmet Emin Yalman’la birlikte Üskü- dar’daki Toptaşı Cezaevi’nde 4 aylık hapisliği ve 27 Mayıs 1960’da serbest bırakılışı, basın tarihi- mize katkılarının örneklerinden sadece biridir. Alçakgönüllülüğü nedeniyle anılarını meslek- taşlarının baskısı ile yazmış ve yine baskılar ne- deniyle basılmasına onay vermiştir. 1940 yılında başladığı gazetecilik sürecinde ya- şadıklarından seçtiği bölümler 2005 yılında “Ba- bıâli’de 65 Yıl...” adıyla yayımlanmıştır. Aşağıda alıntıladığım bölüm, başta da belirtti- ğim gibi iktidar-basın-gazeteci ilişkilerinin, yıllar öncesindeki niteliğinin hiç değişmediğini belge- lemektedir. “1967 yılı Mayısı’nda Turizm ve Tanıtma Bakanlığı ile (Türkiye) Gazeteciler Cemiyeti işbirliği yaparak biri kadın on İngiliz gazetecisini Türkiye’ye davet etmişti. Gazeteciler; İstanbul, Ankara ve İzmir’i ziyaret etmişler, onların bu gezilerinde kendilerine refa- kat etmek üzere (Türkiye) Gazeteciler Cemiyeti’ni temsilen ben görevlendirilmiştim. Ne var ki, Turizm ve Tanıtma Bakanı Nihat Kür- şat, ‘Eğriye eğri / doğruya doğru’ sözlerini ken- disine ilke edinen, gerektiğinde muhalefet yapan Vatan gazetesinin eski bir mensubu olarak benim, cemiyeti temsilen bu geziye katılmama pek gönüllü olmamış ve bir başkasının benim yerimi almasını önermişti. O günlerde ben Anadolu Ajansı İstanbul Bölge Müdürü olarak görev yapıyordum. Cemiyetimiz Başkanı Burhan Felek bu haberi duyunca şöyle demişti: - Ya Selâmi cemiyetimizi temsilen refakatçi ola- rak bu geziye katılır, ya da bu program uygulan- maz. Sonunda bakanlık anlayış gösterdi ve ben bu ga- zetecilerin gezilerine ve ziyaretlerine katıldım.” Söz geçmişten açılmışken kitaptan bir anıyı da özetleyerek İsmet İnönü ile Bülent Ecevit’i de an- madan geçemedim. İngiliz gazeteciler, Ankara’da muhalefet lideri İs- met İnönü ile de görüşmek istemişler. Partinin o dönemdeki genel merkezinde, İsmet Paşa heyeti karşılamış, sorularını yanıtlamaya baş- lamış. Tercümanlığı Bülent Ecevit yapıyormuş. İs- met Paşa’nın yanıt sırasında kullandığı “meşkuk” sözcüğünün (kuşku uyandıran) İngilizcesini Ecevit birden anımsayamamış, fısıldaşmalar üzerine İs- met Paşa “ne oluyor” diye sorunca Ecevit nede- nini anlatmış. İnönü biraz düşündükten sonra “Equivocal” (ekivokal) demiş. Selâmi Bey diyor ki: “Beni bir merak almıştı. İn- gilizce -Türkçe Redhouse sözlüğüne baktım. İnö- nü’nün dediği gibi olduğunu gördüm.” “Hey gidi günler hey” dışında ne denebilir ki... oerinc@cumhuriyet.com.tr - Yeni belgeler, bilgiler var mõ filmde? - Uzun yıllardır tarihimiz okullarda doğ- ru ve yeterli okutulmuyor. Tarihimizi doğ- ru öğrenmediğimiz, okumaya da meraklı ol- madığımız için, genel izleyici bakımından birçok bilginin yeni olduğu söylenebilir. Ama bu, değerlendirme çıtasını yerden sa- dece bir karış yukarda tutmak demektir. Çok değil, biraz tarih bilenler için yeni bir bil- gi, belge yok. Sadece iki Fransız gazetesi var. Biri hastalığından söz ediyor. Öteki Ata- türk’ü diktatör olarak niteliyor. Birçok olumlu, yüceltici yabancı gazete haberi, ya- zı, açıklama var, ekip nedense bu yazıyı seç- miş! Filmde bu haksız nitelemeye karşı, kı- sa da olsa bir yanıt yer almalıydı. Çünkü dik- tatörlük bambaşka, korkunç bir şeydir. Ni- tekim Can Dündar Genç Bakış programında diyor ki: “Fransız gazetesinin diktatör ni- telemesine karşı bir duruşumuz olmalıydı.” (5 Kasım gecesi, Kanal D) Filmde böyle bir karşı duruşun zerresi yok. Tersine, bu id- diayı destekleyen ifadeler var. Aşağıda be- lirteceğim. - O dönemde birçok yabancõ yazar, düşü- nür, bilim adamõ ve politikacõnõn, özellikle de mazlum milletler liderlerinin Atatürk ve dö- nemi hakkõnda yazõp söylediği birçok övücü, gurur verici açõklamalar var. Neden hiçbi- rine yer verilmemiş de bu Fransõz gazetesi- nin nitelemesi seçilmiş? - Bu soruyu Can Dündar’ın ve ekibinin yanıtlaması gerekecek. Düşündükçe birçok şey zihnimi kemirip duruyor. Nedensiz ne yaprak kımıldar, ne de bir seçim yapılır. Bu konuda Mustafacılara dört değerli kayna- ğı hatırlatmak istiyorum: Bilal N. Şimşir, Doğunun Kahramanı Atatürk; Özer Ozan- kaya, Dünya Düşünürleri Gözüyle Ata- türk ve Cumhuriyeti; S.Çiller Atatürk İçin Diyorlar ki, Varlık Yayınevi, 1965; Atatürk’e Saygı, TDK, 1969. - Umarõm okurlar... - Bir de dayanaksız iddialar, yakıştırma- lar var ki bunlara yeni bilgi demek bilgiyi aşağılamak olur. - Ya Atatürk’ün not defterleri? - Atatürk’ün not defterlerinden ikisi Şükrü Tezer ve Afet İnan tarafından ya- yımlanmıştır. Harp Tarihi Dairesi’ndeki not defterleri 21 tanedir. Yeni ortaya çık- mış belgeler değildir, uzun yıllardan beri biliniyor, yayımlanıyor. Meraklıları bilir. (Toplu bilgi için: Ali Mithat İnan, Ata- türk’ün Not Defterleri, Gündoğan Y., Ankara, 1969) ‘Mustafa’da yeni bilgi ve belge yok - Can Dündar, Hürriyet’te sayın Ayşe Arman’a şöyle diyor: “Benim bildiğim, benim okuduğum adam, bana anlatılan adama uymuyor. Be- nim oğluma anlatılan da benim bil- diğim adam değil.” (9 Kasım, Pazar eki, 8. sayfa) Bu konuda ne düşünü- yorsunuz? - Can Dündar’õn Atatürk’ü, Mustafa filminde anlattõğõ Atatürk ise, bu Ata- türk’ün gerçek Atatürk’le pek az ilgi- si var. Can, Atatürk ve dönemini par- ça parça incelemiş. Geneli görmemiş. Ormana bakmõyor, ağaç dallarõyla il- gileniyor. Mesela Atatürk’ün laiklik an- layõşõnõ din karşõtlõğõ gibi algõlõyor. Ata- türk’ün içkisine, yalnõz bõrakõldõğõna ta- kõntõlõ. Hele Cumhuriyet dönemini hiç anlamamõş. Atatürk’ün sofracõsõ Cemal Granda’nõn şişirilmiş, uyduruk anõla- rõnõ ve benzeri anõlarõ, doğru ile yala- nõ daha ayõrt edemediği için gerçek sa- nõyor. Bu arada zaman zaman yeni tri- bünlere oynadõğõ izlenemini de alõyo- rum. ATATÜRK’Ü PSİKOLOJİSİYLE ANLATMAK Bir de şu var: Atatürk’ü psikolojisi ile anlatmak istiyor. Yararlõ bir yak- laşõm. Ama bunu bir psikolog ya da ciddi bir hobi olarak psikolojiyi seç- miş olan biri yapabilir. Can psikoloji bilmiyor. Vamık D.Volkan ile Nor- man İtzkowitz’in yazdõğõ Ölümsüz Atatürk adlõ kitaptan yararlanmõş. Ki- tabõ çok başarõlõ buluyor. (Hürriyet, 10 Kasõm, s. 6) Bir psikoloğumuz bu ki- tabõ inceleseydi şaşõrtõcõ, akõl karõştõ- rõcõ, bilimselliği çok şüpheli, Ata- türk’ü acayip kalõplarla çözümleme- ye çalõşan, tuhaf, esrarengiz bir kitap olduğu açõğa çõkardõ. Atatürk’ü anla- mak için başvurulacak bir kitap ol- madõğõnõ söyleyip bu konuyu kapata- cağõm. Psikoloji, amatörler için çok kaygan, karmaşõk bir alandõr. İnsanõ gülünç eder. Dikkat! Bu kitabõn etkisiyle Can diyor ki: “Babasız büyümek, bir ülke için ba- ba figürüne dönüşmenizde etken olabilir.” (Hürriyet, 10 Kasõm, s. 6) Söz konusu kitapta işte bu- na benzer birçok yakõştõrma var. Mesela Atatürk’ün yurtse- verliği şöyle anlatõlõyor: “M. Kemal anasına duyduğu sev- giyi, anasının ölümü üzerine vatanına yöneltmiştir.” (Bağ- lam Y., 1998, s. 290) Nasõl? Ne kadar bilimsel değil mi?) Atatürk’ü anlamaya, anlat- maya, açõklamaya, çözümle- meye çalõşan birçok dürüst, doğru, değerli çalõşma var. Can bunlardan yararlanmak yerine bu komik kitaba takõlõp kalmõş. (Kendisine aydõnlatõcõ, dürüst, baba bir kitap tavsiye edeyim: Prof. Dr. Şe- rafettin Turan, Mustafa Kemal Atatürk, Bilgi Yayõnevi, Ankara, 2004) OĞLUNUN ATATÜRK’Ü GERÇEĞE DAHA YAKINDIR Bu nedenlerle filmde ortaya değişik bir Atatürk çõkmõş. Ben oğlunun bildi- ği Atatürk’ün -bilgisini koruyorsa- ger- çek Atatürk’e daha yakõn olduğuna inanõyorum. Çünkü özellikle sevgili, sa- yõn öğretmenler Atatürk’ü saygõyla, özenle, ona yaraşõr, yakõşõr bir dille an- latõyorlar. Ne yapacaklardõ yani? Öğrencilerine, Atatürk’ü, filmdeki gibi özetle, ‘içkici, kadına düşkün, yalnız bırakılmış, arkadaşsız, diktatör, unutulmaktan ödü patlayan, Mussolini’yi çağrıştı- ran, emeklilik psikozu içinde birta- kım işlere kalkışan bir adamcağız’ di- ye mi anlatacaklardõ? Bu mudur Atatürk? İnsaf! ATATÜRK’Ü HİÇ ANLAMAMIŞLAR Can Dündar da, ekibi de, danõşman- larõ da, bence Atatürk’ü hiç anlama- mõşlar. Atatürk olgusunun yüzeyinde, uzağõnda kalmõşlar. Bilgi yetersizli- ğinden kaynaklanan bazõ önyargõlarõ var ve bütün filmde hiç sevgi yok. Büyük insanlara meraklõ komşu gibi, paparazzi gibi, hele softa gözüyle bakõlamaz. Can nerede durduğunu, kendisini sa- vunan ve alkõşlayan bazõ kalemlere ba- karak kavrayabilir. Fatih Sultan Meh- met, Kadırgalı Abdullah Molla an- latõlõr gibi anlatõlamaz.Tersi de olmaz. Biçim öze uymalõ. Bu kural anlatõm sa- natõnõn temel kuralõdõr. Ayrõca takt di- ye bir şey vardõr ki Türkçeye denlilik, incelik diye çevrilebilir. Bu yazõk ki genç kuşaklarõn örneğini pek az gör- dükleri bir tutum. Bir şeyi incelikle an- latamõyoruz. Kabalõk yaygõnlaştõkça yaygõnlaşõyor. Oysa bilginin üslubu na- zik, sesi sakindir. - Can Dündar Atatürk’ün Arms- trong’un Bozkurt kitabını hoşgö- rüyle karşıladığını anlattıktan son- ra genele seslenerek diyor ki: “Böy- le hoşgörülü Atatürk’ten siz san- sürcü, ceberut bir portre yaratmış- sınız ve bize onu yutturmaya çalışı- yorsunuz. Ben o Atatürk’ü benim li- derim saymıyorum. Ben kendi tanı- dığım lideri anlatmaya çalışıyorum.” Siz ne diyorsunuz? ATATÜRK HİÇ CEBERUT DİYE NİTELENMEDİ - Sansürcü Atatürk ne demek anla- madõm. Lafõn gelişi söylemiş olmalõ. Ceberut Atatürk’e gelince: Hiçbir uy- gar, vicdanlõ, sağduyulu, gerçeğe say- gõlõ insan, Atatürk’ü ceberut diye ni- telememiş, tanõtmamõştõr. Şimdi de Atatürk’ü öyle anlatan ciddi, gerçekçi tek bir inceleme, araştõrma, hikâye yok. Kimse Atatürk’ü Can’õn iddia et- tiği gibi ‘ceberut diye yutturmaya’ kalkõşmõyor. Atatürk’ü yakõndan tanõyan birçok kimse anõlarõnõ yazarak Atatürk’ü an- latmõştõr. Birkaçõ: Yunus Nadi, Falih Rıfkı Atay, Y.Kadri Karaosmanoğ- lu, Ruşen Eşref Ünaydın, Kılıç Ali, Salih Bozok, M. Müfit Kansu, Ali Fu- at Cebesoy, İsmet İnönü, Celal Bayar, Damar Arıkoğlu, Fahrettin Altay, Hasan Rıza Soyak, Hüsrev Gerede, Kazım Özalp, Afet İnan, Sabiha Gökçen, Süreyya Ağaoğlu, Y. Kemal Tengirşenk, Aralov, J. Grew, Ma- dame Gaulis, General Sherill vb... Hiçbirinde Atatürk ceberut olarak an- latõlmaz, anõlmaz, ima bile edilmez. Hiç- bir okul kitabõnda da böyle bir nitele- me yoktur. Çünkü Atatürk ceberut de- ğildi. (Ceberut=acõmasõz, zorba) Can’õn ‘ceberut Atatürk’ iddiasõnõn ciddi bir dayanağõ yok. Kendi ileri sürüyor, kendi karşõ çõkõyor. Gölge boksu yapõyor. - Atatürk’ün ceberut oldu- ğunu yazmaya yeltenen hiç kimse yok mu? - İstisnasõz kural olur mu? Bir- kaç kişi var. - Kimler? - Bunlar Can Dündar’õ ve Mus- tafa filmini alkõşlayanlar arasõnda yer alõyorlar. Atatürk’e, “Diktatör, bütün yetkileri elinde topladı, söylediği kanundu, muhalifleri- ni temizledi” filan diyen, Mus- solini gibi kepaze bir adamõ anõş- tõran da Can Dündar’õn kendi ve eki- bi. Filmde bir iki sahne dõşõnda, Ata- türk’ün büyük, güzel özelliklerini anla- tan, yansõtan bir hava yok. Ne kadar sev- gisiz bir işleyiş. Film gittikçe karam- sarlaşan, olumsuzlaşan, durgunlaşan bir havayla sürüyor, final tüy dikiyor. YAPTIĞI İLE SÖYLEDİKLERİ BİRBİRİNİ TUTMUYOR Can’õn yaptõğõ ile söyledikleri birbi- rini tutmuyor. Şimdiye kadar, birkaç dinci ve Armstrong’dan başka hiç kimse Atatürk’ü, Mustafa filmi gibi an- latmadõ. Resmi anlatõmõn gölgesinde kalmayayõm derken, gerçeğin çok dõ- şõna, uzağõna düşülmüş. Bu asla unu- tulmayacak bir talihsizlik. - Can Dündar Atatürk’e sansür uygulandığından yakınıyor... - Atatürk’ü sansürlemek akla ve ahlaka aykõrõ bir şey. Ama koca bir hayatõn için- den cõmbõzla birkaç cümle, birkaç ayrõntõ seçip de bunlarõ bir karakterin anahtarõ diye ileri sürmek de sansür kadar akla ve ahlaka aykõrõ bir davranõş olur. ‘Mustafa’da bir milletin kahramanõnõn anõsõ ve saygõnlõğõ yaralanõyor, incitiliyor; asõl linç bu Filmdeki gerçek Atatürk değil - Can Dündar Hürri- yet’teki Ayşe Arman rö- portajında diyor ki: “Kim- senin bir Atatürk filmi yap- ma niyeti yok. Yapsalar 70 yıldır yaparlardı. Kimse bir şey yapma derdinde değil..” Sizce doğru mu söylüyor? - Konuya uluslararasõ ma- ceracõlardan söz ederek gi- reyim. Biri Laurence Olivi- er’nin oğluydu. Allahtan bunlara bir Atatürk filmi çek- tirilmedi. Yalan yanlõş ola- cağõna hiç olmamasõ daha iyidir. Mustafa filmi bu ko- nuda uyarõcõ bir örnek. Bilmeyen, anlamayan, der- sine çalõşmayan bu konuya elini sürmesin! Rahmetli Behlül Dal Ata- türk’le ilgili beş-altõ kõsa film yaptõ, Devlet Tiyatrosu sa- natçõlarõ da oynadõ. Zaman zaman televizyonlarda ya- yõmlanõyor. Kültür Bakanlõğõ 1992’de Atatürk’le ilgili bir dizi film yaptõracaktõ. Bu yararlõ dü- şünceyi gerçekleştirmek için birçok yazara senaryo õs- marlandõ. Fakat neden bil- mem yalnõz biri filmleşti: Refik Erduran’õn Meta- morfoz’u. Yönetmeni Feyzi Tuna. Bu film de TRT’de yayõmlanmõştõr. Son olarak TRT 1990’lar- da sayõn Ziya Öztan’a iki di- zi (ve film) yaptõrdõ: Kurtu- luş ve Cumhuriyet. Bu çalõş- malar 1921 ile 1933 arasõn- daki en yoğun, anlamlõ, eşsiz dönemi kapsõyor. Bunlar Zi- ya Öztan’õn bilgisini, bilincini ve ustalõğõnõ kanõtlayan, iş- lediği dönemi dürüstçe ve sanatlõca anlatan çalõşmalar. Çekimleri toplam üç yõla ya- kõn sürmüş, on binlerce in- sanõn katkõsõyla var olmuş- lardõr. Çok büyük yankõ uyandõrdõklarõnõ söylemem gereksiz. Özellikle bu iki önemli ça- lõşmayõ bir kalemde silip geç- mesini, Can Dündar’a hiç yakõştõramadõm. Ustaya, eme- ğe, gerçeğe saygõ lütfen! Ama Mustafa filminin bir yararõ oldu. Atatürk filmi yapmak için çeşitli gruplarõn çalõşmalara başladõğõnõ duy- dum, çok sevindim. Atatürk’ü doğru anlatmak, bu olum- suz, tuhaf, gerçeğe aykõrõ ça- lõşmalar, çabalar, yorumlar karşõsõnda, bir vatan görevi, bir ahlak borcu oluyor. BANA VERDİĞİ SÖZÜ TUTMALI - Ek olarak “Biri yapsa da beynine binsek diye bek- liyorlar” diyor, eleştirileri ‘linç’ diye niteliyor... - Bazõ hususlardaki eleşti- rilerin haksõzlõğõnõ, filmde karşõlõklarõnõn bulunmadõğõ- nõ ben de kabul ediyorum. Bunlara tepki göstermekte haklõ. Kendisine bu nedenle ‘sabır’ dilemiştim. Ama bir- çok ciddi eleştiri, uyarõ, yer- me var ki, onlarõ ‘linç’ diye nitelemek kesinlikle doğru ol- maz. Mustafa filminin bazõ sah- nelerinde, bir milletin tarihi boyunca en çok saygõ duy- duğu, arkasõndan en çok ağ- ladõğõ bir kahramanõn anõsõ ve saygõnlõğõ yaralanõyor, inci- tiliyor. Asõl linç bu. Buna tepki gösterilmeme- si, doğrularõn açõklanmama- sõ çok hazin, rezil, acõ bir şey olurdu. Can Dündar, bu tep- kilere, eleştirilere, suçlama- lara katlanmalõ ve hiç gecik- meden bu yanlõşlõklarõ, ek- siklikleri düzeltip filmi ger- çeğe uygun, kahramanõna saygõlõ hale getirmelidir. Yani bana verdiği sözü tut- malõdõr. Can’ın görmezden geldiği çalışmalar S Ü R E C E K Dündar’ın Ayşe Arman’a verdiği röportaj. Sosyalistlerden Türkiye’ye destek İZMİR (Cumhuriyet Ege Bürosu) - 1-2 Aralõk 2008 tarihlerinde İspanya’nõn başkenti Madrid’de yapõlan AB Parlamentosu Sosyalist Grup Toplantõsõ’nda, Türkiye’nin AB üyeliğine tam destek kararõ çõktõ. Toplantõnõn ardõndan açõk- lanan raporda, “AB Parlamentosu’ndaki bazõ Hõ- ristiyan Demokrat ve sağcõ partilerin, Türkiye’nin Müslüman bir ülke olduğu için AB’ye alõnmasõna karşõ çõkõşlarõnõ, yeni koşullar öne sürülmesini, ay- rõcalõklõ ortaklõk gibi fikirleri reddediyoruz. Türki- ye’nin AB için vazgeçilmez bir eş, Ortadoğu ve Kafkaslar’da güvenlik ve barõş için çok önemli bir role sahip olduğuna inanõyoruz” denildi. Denizde kadın ceseti İstanbul Haber Servisi - İDO iskelesi yakõ- nõnda yurttaşlar tarafõndan su yüzeyinde fark edi- len kadõn cesedi olay yerine çağrõlan polis ve itfai- ye ekiplerince kõyõya çõkartõldõ. Üzerinden kimli- ğini belirlemeye yarayacak herhangi bir belge çõk- mayan 60 yaşlarõndaki bir kadõna ait ceset polisin incelemelerinin ardõndan Dr. Lütfi Kõrdar Kartal Eğitim ve Araştõrma Hastanesi morguna kaldõrõldõ. Cesedi bulunan kadõnõn olaydan yaklaşõk bir saat önce kõyõya çok yakõn durduğu için suya düşebile- ceğinden endişelenen yurttaşlarca uyarõldõğõ, an- cak bu uyarõlara tepki vermediği belirtildi. KKTC’de helikopter düştü LEFKOŞE (AA) - KKTC Tarõm Bakanlõ- ğõ’nõn Fransa’dan kiraladõğõ helikopter, Lefke ya- kõnlarõndaki Yedidalga bölgesinde, arka kuyruğu- nun elektrik tellerine takõlmasõ sonucu dere yata- ğõna düştü. Helikopterin 38 yaşõndaki Fransõz pi- lotu ağõr yaralõ olarak hastaneye kaldõrõldõ.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear