25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
BUGÜN Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin 25. kuruluş yıl- dönümüdür. Kurulurken dünyaya seslenip “Telaşlanmayın, güney komşu- muzla federasyon kurmak için bağımsızlık ilan ediyoruz” diyerek kurulmuş bir cumhuriyet bu. Ayrıca, o tarihten sekiz yıl önce “devlet” olduğunu ilan ederken de KTFD, yani Kıbrıs Türk Federe Devleti diye ilan edilmişti. Zaten 1963 cehenneminden beri çeşitli adlarla “özerk” olarak kendini yönetmiş bir toplum söz konusuydu. 1974 Temmuzu’nda Rumlar Yunanis- tan’la birleşmek üzere 1960 Kıbrıs Cum- huriyeti ortaklığını resmen bozup ada Türklerini yok edeceklerini belli edince adanın kuzeyini kurtaran Türkiye, “Oyun bitti; siz adayı Türklerin altından çekmeye kalktığınıza göre, biz de kuzeyi ilhak edi- yor ya da bizimle federatif bir yapı içine alı- yoruz” deseydi, kimsenin söyleyecek la- fı olmazdı. Çünkü savaşı patlatan da, dar- beci Samson’a kanat geren de, savaş- mayı göze alamayarak kaçıp giden de Ati- na’daki Albaylar Cuntası olmuştu. Ne var ki, Türkiye o durumda bile “Me- rak etmeyin, federasyon kurdurmak üze- re adaya geldik” demişti. O federasyon hâ- lâ kurulacak. Niçin kurulamıyor? Çünkü, gelip geçmiş bütün Rum yö- netimleri ve bütün Atina hükümetleri, ta- rihinde hiç “Yunan” ya da “Yunanistan’ın” olmamış bir Kıbrıs için “Elen adasıdır” de- mişlerdir hep. İşin tuhafı, 1960 ortaklığı- nın “garantici”si olmuş İngiltere ile evrensel hakçalığın güvencesi sayılan Birleşmiş Mil- letler başta olmak üzere, neredeyse bü- tün dünya yine üç aşağı beş yukarı aynı inançtadır. Ama daha tuhaf olanı, KKTC’yi şimdi yö- netenlerin de, Türkiye’den kopup “tek va- tandaşlık ve tek egemenlik” bayrağı altında Rumlarla kol kola AB’ye girmek için çır- pınıyor olmalarıdır. Girdikleri kapının önün- de Anadolu Türklerinin daha yıllar yılı bekletileceğini bile bile. Apar topar başlatılan son gö- rüşme sürecinde “ilerleme var” haberlerine kanmayın siz. Talat, Ankara diplomatlarının zor- lamasıyla bazen birazcık direnir gi- bi yapsa da, gözlemci, kolaylaş- tırıcı sanılan çöpçatanlar, aldıkla- rı notlarla Annan Planı’na benzer yeni bir “çözüm” ortaya çıkara- caklar ve “İki tarafa da iyi gelir” diyerek ka- bul edilmesi için baskıya geçeceklerdir. Kıbrıs’ı şimdi yönetenlerin bu baskıya karşı çıkmalarını beklemek hayaldir. Kat- liamlarla ve oyalamalarla dolu bir yakın geçmişi olup da KKTC’nin şimdi yönlen- dirildiği kadar yanlış bir geleceğe yön- lendirilen başka bir cumhuriyet görül- memiştir. Türkiye’yi yönetenlerin de, eğer engel olunmazsa, Batı’ya hoş görünmek uğru- na bu bir yeni bir plana “evet” demeye- ceklerini ummak da yanlış olur. Kıbrıs da- vası gibi “hem haklı hem güçlü” olduğu bi- linen bir dava sonrasında Türkiye Cum- huriyeti kadar aşırı çekingen, aşırı edilgen, aşırı bükülgen davranan bir başka cum- huriyet de görülmemiştir. mumtazsoysal@gmail.com CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 15 KASIM 2008 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Görülmemiş Cumhuriyetler PENCERE Türban ve Bone... Ertuğrul Özkök’ü arayan Fatih Çekirge demiş ki: “- Hayrünnisa (Gül) Hanım’ın fotoğrafını gör- dün mü? Alttaki bonesi kaymış, türbanının altın- dan saçının bir bölümü görünüyor.” Özkök dünkü yazısını “Velev ki saçı göründü” başlığıyla bu konuya ayırmış. Sözcü gazetesi, olayı sürmanşetten vermiş: “Bone düştü, saç göründü...” Hayrünnisa Hanım’ın gazetenin tepesinde ko- caman bir fotoğrafı var, altında iki satırlık bir yazı: “Boneyi unuttu mu? Bilerek mi takmadı?” Olay “İlginç durum 4’üncü sayfada” uyarısıyla açıklanıyor: “Cumhuriyet tarihimizin ilk türbanlı first lady’si Hayrünnisa Gül önceki gün memleketi Kayse- ri’deydi. Saçının bir telinin bile gözükmemesi için büyük özen gösteren, bone takmayı ihmal etmeyen Hayrünnisa Hanım’ın ipekli türbanı geriye doğru kayınca, koyu kumral saçları da görünmüş oldu.” Cumhuriyet olayı atlamış mıydı?.. Bizim gazetede Özgen Acar köşesinde Hay- rünnisa Hanım’ın daha ilginç bir fotoğrafına yer vermişti... Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev’le eşini, Ab- dullah Gül ve hanımıyla birlikte gösteren çarpı- cı fotoğraf üzerine Özgen Acar, gırgır bir ‘tespit’ yapıyordu: “İki cumhurbaşkanının Çankaya Köşkü önünde, eşlerinin de katıldığı törende Hayrünnisa Gül’ün işlemeli ipek çorapları dikkatimi çekti. Doğrusu Cumhurbaşkanı’nın eşinden utanç duydum. Te- settürün dışına çıkarak ayak bileklerini açıkta bı- rakmıştı! Tesettüre, AKP ilkelerine ters düşen böy- le bir teşhirciliği nasıl yaptı, doğrusu anlayamadım!” Hayrünnisa Hanım demek ki giyimi kuşamıyla çok ilgi çekiyor... Türbanı.. Bonesi.. İpek çorapları.. Ayak bilekleri.. Saçları.. Tesettürün ne bela bir şey olduğu da böylece ortaya çıkıyor... Tesettür merak uyandırıyor... Kadın, işi gücü yoksa, örtünsün, kapansın, giz- lensin, ortaya çıkmasın, kafes arkasına sığınsın... Peki, bu Hayrünnisa Hanım tesettür için Avru- pa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kapısını vaktiy- le çalmamış mıydı?.. Anlaşılan Çankaya’nın havası Gül Hanım’a iyi gelmiş, yarın öbür gün tesettürü bir yana bıra- kabilir... İslam dünyasında kadın düşmanlığı, erkek ta- kımında göreneksel hastalığa dayanan bir sa- pıklık... Örnek mi?.. Hayrünnisa Hanım olayını manşete çıkaran Sözcü gazetesi arka sayfasında da şu haberi ya- yımlamış: “Afganistan’da kezzap dehşeti...” “Kandahar şehrinde bir grup kız öğrenci kezzaplı saldırıya uğradı...” Çarşaflı kızlar okula giderlerken iki erkek su ta- bancasına doldurdukları kezzabı kızlara püs- kürtmüşler... Kızlar “eğitim istiyoruz” demişler... Polis, çarşaflı bile olsalar, kızların okula git- mesine karşı çıkan aşırı dinci Taliban örgütünden kuşkulanıyormuş... Ne yazık ki İslam coğrafyası, çoğunlukla böy- lesine geri ve ilkel yapıda... Peki, biz bu coğrafyada Hayrünnisa Hanım’ın tesettürüne razı mı olalım?.. Ne de olsa Hayrünnisa Hanım’ın tesettüründe iki sözcük var: Türban.. Ve bone.. İkisi de Batı’dan alınma.. Frenkçe.. Alafranga.. Ne dersiniz?.. Yoksa Batılılaşıyor muyuz?.. Ü lkemiz insanõ son yõllar- da dalga dalga yayõlan onlarca korkunun ağõr baskõsõ altõnda yaşama müca- delesi veriyor. “Ekonomik kriz korkusu”, “Terör korkusu”, “Rejim korkusu”, İşkence korkusu”, “Dinlenme korku- su”, “Sabaha karşı gözaltına alınma korkusu”, “Deprem korkusu”, “İşsizlik korku- su”, “Açlık korkusu”, gibi bir- çok korku günlük yaşantõmõza egemen olmuş durumda... Büyük bölümü yoksulluk ve açlõk sõnõrõnõn altõnda yaşam kavgasõ veren insanlarõmõzõn üstüne karabasan gibi çöken bu korkular; aynõ zamanda top- lumsal gelişmemizin, ilerleme- mizin, barõş içinde yaşayan bir toplum olmamõzõn önündeki en büyük engel. Filozof Seneca “Yüreklilik yıldızlara, korku ise ölüme götürür insanları” diyor. Kor- ku yalnõz insanlarõ değil, uluslarõ da ölüme sürükleyebilecek bir olgu. Korkarak yaşayan ulusla- rõn çağdaş bir ulus olabilme olasõlõğõ bulunmadõğõ gibi, kor- kak insanõn da, insanca yaşamasõ olanaklõ değil. Korku tarihte birçok olaya ve sõkõntõya yol açmõştõr. Büyük savaşlarõn, yõkõmlarõn temelin- de hep büyük korkular vardõr. Eğer korku ülkeleri yönetenle- re bulaşmõşsa, o ülkelerin halk- larõ mutsuz, umutsuz, huzur- suz ve güvensizdir. Böyle ülkelerde toplumsal barõşõ ve güveni sağlamak çok zordur. En küçük kõvõlcõmlar toplumun patlamasõna ve iç ça- tõşmalara neden olur. Korku... Erdal ATICI
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear