14 Haziran 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B 10 EKİM 2008 CUMA CUMHURİYET SAYFA 17 Avni Kurtuldu: “Yeni banknotlar yan yana dizildiğinde Atatürk yavaş yavaş dönüyor! Yakındır ayağa kalkması!” Amerika’ya çözüm önerisi: Ekonominin başına Kemal Derviş’i getirin! Yavuz Necati Cebe: “Eskiden yavuz hırsız ev sahibini bastırırmış. Şimdi suçlayıp içeriye atıyor!” Merak Nami Tepe: “Bush ve Talabani merak etmesin; Cumhurbaşkanı kendisini yuhalayan genci yakalatmış!” Yönetim Selim Sümen: “Hüseyin Çelik, protestocu öğrencilerin içeriden yönetildiğini söylemiş. Kendileri dışarıdan mı yönetiliyor!” YağmurDeniz Gaziosmanpaşa Üniversitesi sabunlanıyor! TOKAT’TAKİ arkadaşımız Savaş Kalkan‘ın bildirdiğine göre Gaziosmanpaşa Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nde öğrencilerin seçtikleri dersleri, danışmanlara onaylatıp kayıt ettirebilmeleri için 5 lira ödemeleri gerekiyor. Ne var ki duvara asılan kağıtta yazdığı şekilde “kayıt bürosu”ndaki öğrenci işlerinden sorumlu memura ödenmesi istenen bu paranın karşılığında öğrencilere verilen belge oldukça ilginç: Masa üstü takviminden kopartılan boş bir sayfaya basılmış fakülte mührü! Fakülte yönetimine sorulmasına karşın hiç kimse bu paranın hangi yasal dayanakla toplandığını açıklayamıyor. Hatta kimi yöneticiler bu şekilde para toplamanın yasal dayanağı olmadığını söylüyor, ama 5 lirayı ödemeyen öğrencinin de kaydı yapılmıyor! 5 liranın ne önemi var diyebilirsiniz... Öğrenci için 5 lira büyük paradır bir... İkincisi, 1600 öğrenciden 5’er lira topladığınızda 8 bin lira eder ki hiç de küçük bir miktar sayılmaz! İşte bu noktada fakültenin yönetime yakın odalarından çıkan bir söylenti koridorlara yayılıyor: Toplanan parayla sıvı sabun alınacak! Boşuna dememişler; temizlik imandan, sıvı sabun üniversite öğrencisinden gelir! - PKK, Yunan vizesiyle çalışıyormuş... “Sirtakiciler zil takıp oynasın!” İKTİDAR yanlısı dinci ve kinci medya, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yönelik eleştirilerinin dozunu giderek arttırıyor. Ayrılıkçı teröre karşı ordudan hesap soruluyor. Demokrasi adına terör örgütünün ekmeğine yağ sürülüyor. Bülent Esinoğlu da “Gerçeği gizleyerek Türkiye’ye hizmet edilemez” diyor: “AKP daha iktidara gelmeden, Irak’ın kuzeyindeki kukla devleti tanımaktan yana söylemler geliştirdi. Hatta bir televizyon söyleşisinde AKP’li Yaşar Yakış Kuzey Irak’taki oluşumu kast ederek, ‘tanımaya mecbursunuz’ dedi ve ilk kurulan AKP Hükümeti’nin Dışişleri Bakanı oldu. Zaten o sırada Başbakan olan ve şimdi Cumhurbaşkanı yapılan Abdullah Gül‘ün gerek Mesud Barzani ve gerekse Celal Talabani ile ilişkisi bunu çok açık bir şekilde gösteriyor. Bu bakımdan ABD’nin kurmaya çalıştığı uydu devleti tanıma, AKP’nin ABD ile ittifakının olmazsa olmazıdır. Öte yandan ordu cenahından yapılan açıklamalarda Barzani’den memnuniyetsizlik vurgulanırken, Amerika ile olan ilişkilere değer atfedilmektedir. Sanki Barzani ABD’ye rağmen PKK’ye yardım ve yataklık ediyormuş gibi bir görüntü veriliyor. Türk halkına ABD’nin ne yapmak istediğini açıkça söyleyemeyenler, isteseler de bu ülkeye gereği gibi hizmet edemezler. Amerikan gerçeğini gizleyerek Türkiye’ye hizmet edilemez. Çünkü Türkiye’ye tehdidin gerçek kaynağı Amerika’nın kendisidir. PKK ile savaşan generallerin, PKK’ye uzak duran aydınların neden bugün hapiste olduğu sorgulanmalıdır. Dağlıca saldırısından sonra da ABD’ye ve AB’ye yakın basın organlarının söylediği ‘siyasi çözüm’ önerisi devleti PKK ile masaya oturtmaktır. Bu doğrultuda ABD, Barzani’yi kullanarak, Aktütün saldırıları gibi saldırıları destekleyecektir. Arkasından ABD’ye yakın ve dinci gazeteler, ‘bakın gördünüz mü bu işler ordu ile olmuyor’ temasını işleyeceklerdir. Halkı ve orduyu yıldırma sistematiği sürüp gidecektir. Amaç, ayakta kalan ve ABD’ye teslim olmayan tek müessese olan orduyu bu saldırılar ile yıldırmak ve başta Barzani devleti olmak üzere kendi isteklerini bize kabul ettirmektir. PKK’nin ve Barzani’nin arkasındakileri gizlemek kimseye yakışmıyor.” Saldırı altındaki Genelkurmay’ın acı da olsa bazı gerçekleri açıklaması ulusal bir borç olmalı! Gerçekler GÖRÜŞ SADIK ÇELİK* Gıda Güvenliği ve GDO…. Gıda güvenliğini ve genetiği değiştirilmiş organizmayı (GDO) önemli kılan nedir? Ülkemiz için önemi nedir, Ba- tılılar için önemi nedir? Öncelikler aynı mıdır? Ortak pay- dada nasıl buluşacağız? Bir süre önce yapılan gıda güvenliği ile ilgili ciddi bir araştırmaya göre araştırmaya katılanların yüzde 52’si Türkiye’nin gıda güvenliğinde son on yılda gerilediği- ni, yüzde 38’i geliştiğini, yüzde 7’si ise bir değişiklik ol- madığını düşünüyor. Sosyoekonomik düzey azaldık- ça, eğitim seviyesi düştükçe Türkiye’de gıda güvenli- ğinin geliştiğini düşünenlerin oranı da artıyor. Aynı şe- kilde yaş arttıkça ve eğitim seviyesi yükseldikçe Tür- kiye’nin gıda güvenliği konusunda gerilediğini düşü- nenler artıyor. 15-25 yaş grubunun yüzde 45’i gıda gü- venliği konusunda geriye gittiğimizi düşünürken bu oran 55-65 yaş grubunda yüzde 59’a çıkıyor. Avrupa Birli- ği vatandaşlarının yüzde 38’i ise Avrupa Birliği ülkele- rinde gıda güvenliği kavramının son on yılda geliştiği- ni, yüzde 29’u aynı kaldığını, yüzde 28’i ise daha kö- tüye gittiğini düşünüyor. Türk halkının gıdalarla ilgili en- dişe duyduğu konuların başında yüzde 82’lik oranla çe- şitli hileler ve aldatmalar yer alıyor. Daha sonra sırasıyla sağlıksız üretim koşulları (yüzde 81), meyve, sebze ve tahıllardaki, bakliyatlardaki tarımsal ilaç ve hormon ka- lıntıları (yüzde 80) geliyor. Avrupa Birliği vatandaşları ise en fazla meyve, sebze ve tahıllardaki ilaç kalıntıları, ku- ruyemiş ve baharatlardaki aflotoksin üzerinde duruyor, ilgileniyor, yakın plana alıyor (yüzde 63) ve sonra da GDO ve kuş gribi gibi daha yeni virüsler (yüzde 62) geliyor. Eylül ayının başında Sabancı Üniversitesi “3. Tarımsal Biyoteknoloji ve Biyogüvenlik Sempozyumu” düzenle- di. Bu konuda benim de zaman zaman bu sütunda yer verdiğim GDO’ları (genetiği değiştirilmiş organizmala- rı) ve bunları kontrol için oluşturulan “biyogüvenlik” me- kanizması tartışıldı. Tarım Bakanlığı, Türkiye’de GDO içeren ürün bulunmadığını açıklıyor. Oysa bilim adam- ları, tarımla uğraşanlar tam aksini söylüyorlar. Türkiye’nin ithal ettiği dört üründe, soya, mısır, kolza ve pamukta GDO bulunduğunu, bu ürünlerin girdi olarak kullanıl- dığı, tüm gıdalarda ve ürünlerde GDO bulunduğu gerçeğini nerdeyse herkes biliyor.. ancak, farkında ol- ması gerekenler farkında değil. Sabancı Üniversitesi’ndeki sempozyumu üç yıldan beri düzenleyen Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakül- tesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selim Çetiner, bu yıl Av- rupa Birliği’nden konu ile ilgili önemli bilim adamlarını ve Türkiye’den genetik ve doğa bilimcilerini, ziraat, gı- da ve kimya mühendisleri odalarını, çevreci örgütleri ve ilgili tüm sivil toplum kuruluşlarını davet etmiş. Sem- pozyumda tarımsal biyoteknoloji her yönüyle ele alın- mış. GDO’lar konusundaki olumsuz bakışım paralelinde, GDO’nun uzak ve yakın gelecekteki olası olumsuzlukları, etkileri; çevreyle, doğayla etkileşimi; sürdürülebilirlik, in- san sağlığı ve genetiği üzerindeki olası olumsuz etki- leri ciddi tartışma konusu yapılmış. Hangi ürünler GDO’lu meselesinden, yoksul çiftçinin biyoteknolojiye nasıl ayak uyduracağına kadar çeşitli sayısız konu baş- lığı enine boyuna tartışılmış. Peki bu kadar önemli bir konu Tarım Bakanlığı tarafından izlenmiş mi? Sorunun cevabını Profesör Çetiner olumsuz olarak yanıtlıyor: “Ta- rım Bakanlığı’nın yetkililerini davet ettik ama kimse gel- medi.. daha önceki iki sempozyuma da davet etmiştik, yine katılmamışlardı” diyor. Bu toplantılara katılma- malarının nedeni, anlaşıldığı kadarı ile Türkiye’nin he- nüz “Biyogüvenlik mevzuatı” nın bulunmaması mı? Hal böyle olunca da tarımda AB ile uyum nasıl sağlanacak demeden de edemiyoruz. Bir başka önemli husus, GDO konusundaki politikasızlık neticesindendir ki, GDO’lu ürünlerin ekimi ve yetiştirilmesi yasak.. ama ithalatı ve satışı serbest. Burada düşünülen eğer topraklarımız ve doğamız ise, ki sanmıyorum, yok öyle değilse, o zaman insanımızı niye göz ardı ediyoruz, ya da başka bir ne- den mi söz konusu? Yine bu anlayış ve tutumdan do- layı, 5179 sayılı Tarım Yasası’nın Avrupa Birliği’ne uy- gun bulunmamasının nedenini de böylece anlamış bu- lunuyoruz ki yerine yeni bir yasa taslağı hazırlanıyor. İn- şallah yeni yasa hazırlanırken dersler çalışılmış olur. Tüketiciler, satın aldıkları gıdaların sağlıklarına hemen veya uzun vadede zarar verip vermeyeceği kuşkusu- nu ve korkusunu taşımak istemiyor. Bunlar da ürünle- rin üzerindeki etiket bilgilerinin anlaşılır ve okunur tarzda olması ve yazılanların da gerçek ve doğru ol- masıyla sağlanabilir. Tüketiciler bu bilgiye ulaşma hakkına sahip olmalı. O zaman, Batı’yla ortak payda- da buluşabiliriz. * Keyveni Catering Yönetim Kurulu Başkanı MERİÇ VELİDEDEOĞLU 1975 yılının Şubat ayında si- yasi ortam fokur fokurdur; konuşan konuşanadır: “1961 Anayasa Mahkemesi, Mec- lis’in üstüne çıkmıştır!” “Da- nıştay bir felaket!” diyenler. “Tek yol İslam”cılar; “Bu yolun kanlı mı, kansız mı ola- cağını” sormaya hazırlananlar; “Hem Müslüman, hem Tu- rancı”lar; “Davadan döneni vurun!” diye haykıranlar. “Saidi Nursi”ciler; “Nak- şi”ler; “Nurcu - Kadiri”ler; “Celal Bayar”ı etekleyenler. “Camilere arpa doldurul- duğunu” ileri sürenler; “Sakın ha! CHP ortanın solunda de- ğil, sağında yer almalıdır!” buyruğunu verenler; “Tevhidi Tedrisat Kanunu, bir semavi kitap değildir!” gibi bir “buluş” yapanlar. Ve, bu kişilerden oluşan dört parti: “Adalet Partisi”, “Milliyetçi Hareket Partisi”, “Milli Selamet Partisi”, “Cum- huriyetçi Güven Partisi”, 1975’in Şubatı’nda bir araya gelirler, “Milliyetçi Cephe (MC) Hükümeti”ni oluşturmak için. Laik Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin “hükümet”ini kur- mak isteyen bu kişileri büyük bir “kaygı”yla izleyen Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, “Ve Bunlar Ülke Yöneticileri!” baş- lığıyla bir yazı yayımlar; o yı- lın 16 Şubat günlü Cumhuri- yet gazetesinde. Velidedeoğlu, “devlet ada- mı” nitelikleri “yeterli” olma- yan, ya da “hiç” olmayan bu kişilerin yer alacağı iktidara karşı, 1961 Anayasası’nın “Başlangıç” bölümünü yo- rumlayarak, “söz”le, “kalem”le özellikle de yasal yönlerden yürütülecek “eylem”lerle hal- kı “direniş”e çağırır, tam 33 yıl önce. Anımsanacağı gibi “etkin” bir “karşı” koyuş belirmez. İlk “MC Hükümeti” kurulur. Olup bitene değinmeden 14 yıl sonraya bakalım 1989’da Turgut Özal’ın “Cumhurbaşkanı”, Yıldırım Akbulut’un da “başbakan” olması için “dolap”lar dön- dürülmektedir. Bu ikisinin “devlet”in ve “yürütme”nin başına geçme- sinin sakıncaları, Cumhuri- yet’te yoğun bir biçimde dile getirilir. H. V. Velidedeoğlu da “Kıht-ı Ricâl” başlıklı yazı- sını yayımlar. Ve yazısına şöyle başlar: Arapça “kıht”, “kıtlık” demek- tir. “Ricâl”in tam karşılığı ise “erkekler”dir. Bu iki sözcük bir tamlama ile birleşince, “kıht- ı ricâl” olur ve Osmanlıca’da “devlet adamı kıtlığı” anlamı- na gelir. Ardından da “devlet adamı” kimliğinin özelliklerini kısaca vurgular: “Devlet adamı, ken- di toplumunun siyasal ve eko- nomik yapısını, geçmişini ve bir ölçüde geleceğini bilen, gören, sezen ve bunun yanı sı- ra yabancı ülkelerin konumla- rını, kendi ülkesi karşısındaki tutumlarını çok iyi tartıp de- ğerlendiren, ayrıca genel kül- türü geniş, bir yabancı dili çok iyi bilen politikacı de- mektir. Bu koşullar, bizim gi- bi yok olmanın sınırından dön- müş toplumlar için, onsuz ol- maz, kesin nitelik taşır” der. Velidedeoğlu’nun bu yazısı 1989’un Ekim ayında yayım- lanmıştı. 19 yıl sonra “bu- gün” yine bir “Kıht-ı Ricâl” ya- zısı kaleme alma olanağı ol- saydı, Velidedeoğlu belirttiği bu “devlet adamı” nitelikleri- ne pek çok “ekleme”ler yap- ması gerekirdi; özellikle altı yıl- dan bu yana olan dönem için. Örneğin: Başta DNA’larında “rüşvet”, “yolsuzluk”, “işbir- likçi” gibi “kod”ların bulun- maması ? Oğullarını, yakınla- rını “kayırma”ması ? “Takıy- ye”ye başvurmaması ? Laik Türkiye Cumhuriyeti’nin “ku- ruluş” felsefesine “gerçek”ten bağlı olması ? Dolayısıyla iç- ten ve dıştan gelen “din dev- leti” tasarılarına boyun eğ- memesi ? Topluma “külhani” bir dille seslenmemesi ? Her- hangi bir ülkeye, örneğin ABD’ye, “kendisinin kullanıl- ması” gibi bir “öneri”nin su- nulmasına kesinlikle “izin” vermemesi. (Çünkü böyle bir izin verme, ya da buna “ses” çıkarmama, “kıht-ı ricâl”in sı- nırlarını aşıp, “hainlik” alanına geçebilir.) ? Halkı, “biz” ve “ötekiler” ya da Müslümanlar, laikler diye bölmemesi ? Ül- keyi başka bir devletin veya devletlerin “taşeron”u duru- muna getirmemesi ? Şehitle- ri “kelle” olarak görüp, “terör”ü “ciddi”ye almama aymazlığı- na (gafletine) düşmemesi ? Herhangi bir “dava”nın “sav- cı”sı olmaya kalkışmaması. Burada keselim. Çünkü AKP iktidarına, yandaşlarını doldurduğu kadrolara baka- rak, listeyi “sürdürme” olanağı hep önümüzde. Ne ki, “devlet adamı” nite- liği “taşımayan” kişilerin yö- netimindeki çağdaş bir top- lumun da buna “direnme” hakkı vardır. Biliyorsunuz, Başbakan da söz etti bu “hak”tan, bir iki haf- ta önce. Doğal hakkımız olan “direnme”yi kullanacağız, de- di. Ardından da “eylem”i bil- dirdi: O malum gazeteleri al- mayacağız, evimize sokma- yacağız! Eh! Demek ki bizim de “di- reniş” hakkımız var. Üzeri- mizdeki betonlaşmış ölü top- rağını kırıp, bu “hak”kımızı kullanmalıyız. Özellikle de ya- sal sınırlar içinde yapılacak “eylem”lerle. Bunu bir kez yapmıştı Türk halkı. Deneyimi var, sürdürmek gerekmez mi, “devlet adamı” niteminden bu denli “yoksun” kişilerin yönetimine karşı... Yakında SESSİZ SEDASIZ (!) ‘Kıht-ı Ricâl’ [email protected] KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci mynet.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN www.mumtaz-arikan.com10 Ekim OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ k_urgenc yahoo.com HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Akdeniz ve Ege yörelerinde yetişen, tohum- larõ çok zehirli bir ağaççõk. 2/ Düdenden daha geniş olan çu- kurluklara veri- len ad... Şenlik- lerde caddelere kurulan süslü ke- mer. 3/ Silindir biçimli bir tür şapka... Bir şeyden ka- lan kötü iz. 4/ Görkem, heybet... Halk dilinde bulgur pilavõna verilen ad. 5/ Bir nota... Erden Kıral’õn bir filmi. 6/ Bir cetvel türü... Aynõ erkekle evli olan ka- dõnlarõn birbirine göre olan adõ. 7/ Et ve seb- zeleri, kapak kenarõ ha- murla iyice kapatõlmõş tencere içinde pişirme yöntemi. 8/ At ve eşek yavrusu... Bir gösterme sõfatõ. 9/ Kabak kemaneye benzer bir Orta Asya çalgõsõ... İnce kamõş. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Akdeniz Bölgesi’nde yetişen kokulu bir çalõ. 2/ “Bü- ve” de denilen, kan emici bir sinek... Çok kullanõlmaktan yõpranmõş olan. 3/ Bir derebeyin himayesine girip ken- dini onun hizmetine adayan kimse... “Eve ekmekle -- - götürmeyi / Böyle havalarda unuttum” (Orhan Veli). 4/ Vilayet... Takõm, çeşit. 5/ Titreme, ürperme... Gök- le yerin birleşir gibi göründüğü yer. 6/ Kazak başkan- larõna verilen ad. 7/ İtici neden, güdü... Kalkan ve zõrh gibi korunma aracõ. 8/ Dik yokuş, uçurum... Bölmeli gö- çebe çadõrõ. 9/ Karadeniz yöresine özgü, peştamal ya da başörtüsü yapõmõnda kullanõlan dokuma... Eli işe yat- kõn, becerikli. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 V E R M İ Y O N İ T A M O Z A K R E D İ F A Ş I O R A K S N R L R E V Ü A Ç O K B E T İ K J A K A R Ç İ R İ H A N E T D O A L A M E C E K 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear