28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 24 TEMMUZ 2007 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Lozan’ı Anlamak... Prof. Dr. Muzaffer ERYILMAZ Çankaya Bel. Baş., İç Anadolu Bel. Bir. Baş. PENCERE adına çok zorlu bir maratonu başarıyla tamamlamadır! Mondros ve Sevr’in ülkemizi emperyal güçler arasında pay etme ve uydu mini devletçikler yaratma ham hayali, bugün de 21. yüzyılın başında başka adlar ve kodlar altında devam etmiyor mu? Bunun devam etmediğini kim, nasıl iddia edebilir? Türkiye’yi içten içe bölme ve parçalamaya dayalı ince ve sinsi hesapların varlığını bugün de sürdürdüğünü kim inkâr edebilir! Lozan’ı bilmek, içeriğini tanımak, ülkemiz üzerinde oynanan bu kara ellerin kara oyununu elbirliğiyle boşa çıkarmak demektir, günümüzün ‘çok uluslu’ sermaye güçlerinin, ulusal devletleri ve ulusal devletimizi tarumar etmesine, ‘yok uluslar’ hanesine yazma çabalarına karşı çıkmak demektir... Mustafa Kemal’i, İsmet İnönü’yü, Kurtuluş Savaşı’nın sayısız adsız kahramanının bu toprakları bize sonsuzluğa kadar, hangi büyük mücadelelerden sonra bıraktığını ancak Lozan’ın üzerine tekrar ve dikkatli bir biçimde eğildiğimizde daha iyi anlarız... Lozan bugün Türkiye’nin tapu senedidir... Bu tapunun üzerinde irili ufaklı başka hisse sahiplerinin varlığının tapu senedini işlevsiz, kötürüm, hiçbir işe yaramaz hale sokacağı, sokabileceği herkesin malumudur... Onun için, bu ülke için tek bir tapu senedimiz vardır, onun tek sahibi de Cumhuriyeti ve laikliği sahiplenen Türk ulusudur... Onun için diyoruz ki, Lozan’ı anlamak, bugünü anlamaktır... Lozan’ı anlamak Cumhuriyete giden yol üzerinde ‘yedi düvele’ karşı verilen mücadeleyi anlamaktır, Lozan’ı anlamak, dünü anımsamak ve bugün kendimizi anlamaktır! üniversiteye girme düşü kuran gençlerden 47 bininin sıfır almasıyla ortaya çıkıyor. 2007 OKS sonuçları gösterdi ki MEB başka bir uçuş alanıdır ve kötü pilotlar yüzünden kazalar artmaktadır. Yıllardır aşsız işsiz, amaçsız uçuşlarla başımız döndü; midemiz bulanıyor; ama çoğumuzun içi boş, çıkaracağımız bir şey yok… Bir lokma simit… Gelecek umudu, bilgi, sanat aşkı… Hiçbir şey… Bir genç, kendini çok yaşlı biri gibi gördüğünü, hiç düş kuramadığını, hiçbir şeyden tat almadığını, arkadaşlarının çoğunun da böyle düşündüğünü, buluşunca birbirlerinin içini karattıklarını, bu nedenle hiç politika konuşmadıklarını, kendisinin de arkadaşlarının da politikacıları sevmediğini, asla politikayla ilgilenmeyeceğini, hiç evden çıkmak istemediğini söyledi. Gençlerden birinin bile bu denli karamsar olması nasıl kanatsız uçtuğumuzun “nerden nereye” uçurulduğumuzun kapkara resmidir. Bu durumda ülkeyi uçurduğunu söyleyenlere “uçuran” mı denir, “uçuk” mu? Siz karar verin! Bir Kez Daha, ‘Ne Yazmalı’ Derken!.. Kâğıdı taktım. Ne yazmalı? İlk kez değil bu yaşadığım!.. Ama bu denli bir sonuç beklemiyordum. Şaşkınlık, kızgınlık... İkisi de var! AKP yüzde kırk altıyla ikinci kez iktidar oldu. TBMM’ye 340 milletvekili soktu. “Halkın zaferi” diyenler var. Halkın mı, yoksa Tayyip Erdoğan’ın mı? CHP’nin yenilgisine de “Deniz Baykal’ın bozgunu”, hem de kaçıncı bozgunu dememeli mi? İkisi de oturdular adaylarını saptadılar, seçmenin karşısına partilerinin adaylarını değil, kendi istediklerini çıkardılar... ??? “Ben böyle bir seçime inanmıyorum” diye yazmıştım. Parti liderlerinin keyiflerine göre seçtikleri kişilerle oluşacak bir TBMM Türk halkını temsil edebilir mi? diye sormuştum. Boşa gitti uyarılarım.. Olan oldu! Tayyip Bey başarı kazandı. Baykal Bey ise bilmem kaçıncı kez yenilginin acısını tattı. Ona güvenenler, destekleyenler, bu kurultaylarda ille de onun işin başında kalmasını isteyenler de... Uygar toplumlarda seçim yenilgisi alan bir parti liderinin ilk yapacağı iş, görevden ayrıldığını bildirmesidir. Bunun dışında bir tutum olamaz. “Bir daha yenik düştüm, gelecek sefer böyle olmaz” diye halka, gerçeğe, akla, sağduyuya karşı direnmeye kalkışmak bir çeşit utanmazlık sayılmaz mı? ??? Bizler neyi savunduk, neyin korunmasını istedik? Tam bağımsız bir Türkiye’nin sonsuza dek yaşatılması; çağdaş uygarlığın benimsenmesi; halkımızın yoksulluktan, açlıktan, ezilmişlikten kurtarılması; oy kazanmak için kapı kapı, kömür, ekmek, peynir, pirinç dağıtmalarının yanlışlığını... Aziz Nesin’in “Türk halkının yüzde ellisi aptaldır” sözü boşuna bir yakıştırma mı, boşuna bir uydurma mı? Seçmenin yüzde kırk altısı AKP’ye bir kez daha iktidar olanağı verdi diye böyle bir suçlama akla gelebilir mi? Belki de bu halk hepimizden daha çok işini biliyor. Gemicikler, villacıklar, saatçikler, şunlar bunlarla geçirdik bir seçim dönemini.. ulusun gerçek dertleri, sorunları boşlukta kaldı... Şimdi ikinci kez Başbakan olan Tayyip Bey’i tarih karşısında yeni bir sınav bekliyor: Halkın demokratik özlemlerine, isteklerine uygun bir davranış göstermesi. An ve Süreç... 22 Temmuz seçimine ilişkin bir öngörü ya da Osmanlıcasıyla tahmin bu köşede yayımlanmadı... Az buçuk sezgi, biraz tarihsel bilinç, bugün Batı’nın tutumuyla İslam coğrafyasında olan bitenler, iyimserliğe pek yer bırakmıyordu... Sonuçta, lamı cimi yok, AKP 22 Temmuz seçiminde büyük bir başarıyı yakaladı... Şimdi yaşadığımız an, işte bu an... ? Peki ‘süreç’ ne olacak?.. ‘Süreç’i düşünebilmek için seçimden bir gün önce bu köşede yayımlanan “Yarın?” başlıklı yazıdan kimi satırlara bir göz atalım... “AKP’nin bu seçimdeki ‘doğal müttefikleri’ kimler?.. ABD.. Kıbrıs Rumları.. Yunanistan.. Ermenistan.. Talabani.. Barzani.. PKK.. Ve bunların diyasporalarıyla birlikte oluşan geniş bir çevre dışardan AKP’nin destekçisidir... İçerde tarikatlar, cemaatler, dinci belediyeler, paradan para kazanan rantiye kesimi de AKP’den yanadırlar... Medya büyük çoğunluğuyla AKP’nin iktidarda kalması için elinden geleni yapıyor, adeta çırpınıyor... Ancak Türkiye’de sandıktan da çıksa, bir ‘Ilımlı İslam Devleti’ kurulması hayaldir. Çünkü ‘İslam Devleti Modeli’ demokrasiye aykırıdır... Demokrasi rejimi oy çoğunluğuyla yetinmez; gerçek demokrasi, temelinde laiklik bulunan bir çağdaş hukuk modelinin düzenidir.” ? “Yarın?” başlıklı yazı şöyle sürüyor: “Doğaldır ki 22 Temmuz’da her iki cephede de ‘sürpriz’ olabilir...” Peki, AKP’nin başarısı ‘sürpriz’ mi oldu?.. Yoruma bağlı.. Batı medyasında çoktan beri ne yazılıp çiziliyordu?.. “Türkiye ikiye ayrıldı!..” İşte kanıtı: Her iki kişiden biri AKP’li... ? Ne olursa olsun, yeni Meclis eskisinden çok daha iyi... Eskisinde iki parti vardı.. Seçmenlerin yarısı temsil edilmiyordu.. Yenisinde dört parti var.. Seçmenlerin çoğunluğu temsil ediliyor.. Ve perde açılıyor.. An göz açıp kapayıncaya dek geçer.. Yaşam ‘an’ değildir.. ‘Süreç’tir. K ırmızı ve beyaz, ay ve yıldız, albenili bir armoni içinde ulusumuzun gururlu simgesi haline gelmişse ve Cumhuriyetimiz bir bayrak gibi bu topraklar üzerinde dalgalanıyorsa; yakın tarihin oluşturucu kudretinin yanı sıra, yakın tarihin bize anlattıklarından çıkardığımız, çıkaracağımız, öğrendiğimiz ve öğreneceğimiz dersler sayesindedir bu... Onun için bugün Lozan, Türkiye’nin bağımsızlığının kalbi olarak bize çok şey söyleme iddiasını sürdürüyor... Çünkü Lozan, 18 Mart 1915’te Çanakkale Boğazı’na dayanıp, aslında bu ülkenin boğazına sarılmak isteyenlere karşı önce denizde ve ardından karada verilen destansı, tarihin eşini benzerini bugüne kadar kaydetmediği, topyekun bir savunmanın, öz varoluş kavgasının içinden çıkıp gelmiştir... Çünkü Lozan, milyonların kırımdan geçirildiği, yoklukların kıtaları baştan başa sardığı, devletlerin yok edilip yeni devletlerin kaşla göz arasında kurulduğu dünyanın ilk evrensel savaşında; bu toprağın sahiplerinin yenilmediği halde, birlikte savaştığı devletlerin kaderiyle aynı muameleye tabi tutularak, asıl yenilen muamelesiyle karşılaşmasının hüznü içinden çıkıp gelmiştir... Bu ülke adına bir yandan ulusal bağımsızlık için Anadolu bozkırında sayısız ateş yakılırken, Lozan; dar görüşlü, kendi ikballerini ulusun kurtuluşunun önüne koyanların utanç belgesi Sevr’i 10 Ağustos 1920’de imzalayarak kendi topraklarında emperyalist lerin uydusu, maşası olmayı kabullenerek ülkenin tam bir parçalanmaya uğramasına sessiz kalanlara karşı hassas ve kırılgan bir zeminde çok iyi yürünerek elde edilmiş gerçek ve nihai bir bağımsızlık zaferi içinden çıkıp gelmiştir... Lozan; bir ulusun özgürlük ve bağımsızlık yürüyüşünü sürdürdüğü 1. ve 2. İnönü savaşlarıyla düşmana ilk sarsıntıların hissettirildiği, Sakarya Meydan Muharebesi’yle artık geri çekilişe zorlandığı, Başkumandan’ın stratejik dehasının yön verdiği Büyük Taarruz’la hızlı ve bir daha geri gelmemek üzere tam bir bozguna uğratıldığı, İzmir ve İstanbul ile birlikte ülkenin topyekun yabancı ve yüzsüz işgalcilerden kurtarıldığının uluslararası kamuoyu ve devletler nezdinde açık ve şanlı bir kabulüdür... Türkçenin büyük şairi Nâzım Hikmet’in, Kurtuluş Savaşı’nı anlattığı destanında, Türk insanının kaderine el koyma sürecini anlattığı mısralarda aslında Lozan’a uzanan karmaşık ve tutkulu insan serüvenini bir arada görmek mümkündür. Lozan; bir tarih atlası, geçmişi ve bugünü bize bir arada gösterebilme enginliğine, zenginliğine sahip bir atlastır, l. Dünya Savaşı sonrası mağlup devletler arasına sokularak aşağılanan konumumuza, Mondros’un, Sevr’in yıkım ve yok oluşu dayatan koşullarına karşı, Kurtuluş Savaşı’yla meydan okuma ve onu Lozan’da onurlu bir temsil ve kimsenin yan gözle bakamayacağı bir bağımsızlıkla taçlandırıştır... İşte Lozan, bağımsızlığı söke söke elde etme uydunuz mu, son 4.5 yılda uçmuşuz. Nasıl mı, iktidar bütün gücünü kullanarak bizi uçurmuş. Bence seçim öncesi savrulan “en doğru” sözlerden biri bu, gerçekten uçtuk. Peki, bütün aylığını ev sahibine veren bir işçi emeklisi ya da genç bir memur, yaklaşık beş yılda nasıl uçmuştur? Kanat takamayacağına, uçağa binemeyeceğine göre… Acaba “solarak yok olmayı” ya da “yok olmayı, kaybolmayı” ya da “yüksekten yerden düşmeyi, yuvarlanmayı” mı yeğlemiştir? Son beş yılda “uçan kuştan medet uman” ya da “uçan kuşa borcu olanlar”ın yanı sıra hızlı nüfus artışı da göz önüne alınırsa “milletçe, seksen yılda hiç uçmadığımız kadar uçtuğumuz” doğrudur. Uçan uçana… Büyüklerimiz her dakika havada… Mahalle bakkalımız uçtukça uçtu, “market” olup durdu; ama bu kez de gelen giden azaldığı için aklını uçurmak üzere… Giysi satanlar sürekli uçuşta, yılın 12 ayında ucuzluk uçuşları var; kartlı alışverişle düşen düşene… D Uçmuşuz... Sevgi ÖZEL Görkemli otellerimiz, öyle bir uçuyor ki turisti beklemiyor, avlama yolları arıyor. Bir tabak salatayı on liraya sunan “pek lüks restoran”lar; susamlı memur tavuğunun tanesini sabah beş yüze, öğleden sonra beşini yüze satan “simit sarayları”, hem söylenip hem yiyip içen halkımız gerçekten uçuşta… E, kim uçuruyor onları? Kuşkusuz bir uçuran var. Uçanların bir bölümüyle uçuranlar kol kola görünüyorlar. Uçuranlar, sonuç “sağlam” olsun diye sanırım, bol bol balon dağıtarak, renk renk, biçim biçim balon uçuruyorlar. Halkımızın uçmaya eğilimini de balonları (ya da balon işlevi görecek paketleri) kapışırken harcadığı çabadan anlıyoruz. Bu güzelim halk, aynı çabayı bir de bütün yeraltı ve yer üstü varsıllıklarına sahip çıkmak için kullansa… O zaman kim uçuyor, kim kimi uçuruyor belli olur. Uçuranların kimi kendilerinin “uçurma siyasalarını” sürekli Mustafa Kemal dönemindeki eylemlerle karşılaştırıyor. Beş yıldır “uçurma” ve “pazarlama” üzerine çalışanlar, 1950’den bu yana “uçmaya” ya da “uçuklaşmaya” programlanan halkın, bağımsızlık savaşı sonrasında kendi buğdayından ekmeğini, kendi pancarından şekerini, kendi pamuğundan bezini ürettiğini ve böylece Osmanlı’nın borcunu ödediğini de unutuyorlar. Peki, şimdi kimin borcu ödeniyor? Ödenmekle bitecek mi bu borç, kaç kuşak uçacak bu borçla? Doğmamış çocuğu bile borçlu olan gençlerimizden pek çoğunun son beş yıldır türlü sınavlarda “sıfır” çekmesi, MEB’nin çocuk ve gençleri nasıl uçurduğunu kanıtlıyor. Parasız verilmesiyle övünülen kitapların ve artık yama tutmayan sistemin gerçekten beş para etmediği, bir başka deyişle araçsız ve amaçsız bir uçuşa dönüştüğü, 2007’de CUMHURİYET 02 CMYK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear