25 Aralık 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 31 MART 2007 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Sağlık Hizmeti Nereye Dönüşüyor? Doç. Dr. Tonguç GÖRKER stanbul Üniversitesi Mezunları Derneği’nin 17 Şubat 07 tarihli söyleşi konusu “Sağlık”tı. Konuya sağlıkta reform girişimlerinin örnekleri ile başlandı. Jet Bakan Vedat Ali Özkan’ın sanal sağlık sigortası, sabık BMM Başkanı Mustafa Kalemli’nin çerçeve kanun isimli girişimleri, Yıldırım Aktuna’nın zamanın para değeri ile 200 milyon reklam giderine malolan ve bilgisayar gösterilerinden öteye bir gelişim göstermeyen harika reform gösterilerinin hedeflerinin bile anımsanmadığı belirtildi. Gerçekten reform niteliğinde olan ve 15 yıl ara ile birbirini tamamlayan, ayrıca birincisi parçalı, ikincisi genel nitelikte bir süre de uygulanmış bulunan iki girişimin ise çıkar hesapları içindeki siyasal destekli kesimlerin engellemeleri ile sonuç verme şansını yakalayamadıkları sonucuna varıldı. Geçmiş gelişmeleri kısaca anımsadıktan sonra günümüzün evrensel reformuna sıra geldi. AKP’nin gururla sunduğu sağlıkta dönüşüm reformunun neler getirdiğini ve nelere yol açtığını kısa bölümler halinde sıralayalım: 1 Görkemli demokrasi nutuklarından sonra hekimlere zorunlu hizmet kaldırıldı. Hekimlere yüksek paralar ödeneceği ilan edilerek memur güvencesi dışına çıkarılmaları istendi. Emeklilik yılları için beklentileri karartıldı. Tüm hekimlere uzmanlık yolunu açabilecek olan Aile Hekimliği uzmanlık eğitimi için gerekli kadrolar sağlanmadı. Genç Ocak hekimlerine kısa süreli kurslar verilerek Aile Hekimliği yapabilecekleri söylendi. Ancak parasal değerlendirmede uzmanlıkları kabul edilmedi. Ve demokrasiden vazgeçildi. Her yükseköğrenim mezunundan daha fazla kamu maliyeti olmayan tıp fakültesi mezunu genç hekime, tüm sınavlarını başarı ile verdikten sonra diploması verilmedi. Geçmişte gene hekimlere zorunlu hizmet zorbalığı gösteren geçmiş iktidarlardan başka örnek gösteremeyecekleri bir yolu seçtiler. Son gerekçeleri Türkiye’de hekim sayısının yeterli olmadığı oldu. Neye veya hangi ölçülere göre yeterli değildi? Ölçüleri yoktu, çünkü hedefleri de yoktu. PENCERE Askerden Değil Sivilden Korkun!.. İki sözcük: Zıvana.. Şiraze.. Kimi sigaranın ucuna ağızlık yerine geçirilmiş süzgece zıvana denir... Sigara zıvanadan çıktı mı, tütünü dağılır... Kitap cildinde sayfaları, daha doğrusu formaları diplerinden birbirine bağlayıp bir arada tutan bez şeridin adı şirazedir... Şirazeden çıktı mı, kitap cildi dağılır... Güzelim dilimizde zıvanadan ya da şirazeden çıkmak, dağılmak, dağıtmak, aklı başından gitmek, çıldırmak anlamına geliyor. ? Son günlerde ülkemizin haline baktıkça ve medyamıza göz attıkça ne düşünüyorsunuz?.. Hiç kuşkunuz olmasın, aklı başında bir yansız kişi der ki: Zıvanadan ya da şirazeden çıkmış gibiyiz... Neden?.. Nedenlerini sayıp dökmenin uzun boylu bir yararı olacağını sanmıyorum; sicilinde “sabıkalı, zanlı, takıyyeci” yazılı Sayın artık bu sayın sözcüğü Apo’ya da söyleniyor Başbakanımız Erdoğan yüzde 25 oy desteğiyle Çankaya’ya çıkmayı göze aldıktan sonra, toplum neden zıvanadan çıkmasın?.. ? Yine son günlerde medyamıza da bir şeycikler oldu... Ne oldu?.. Askeri darbe edebiyatı üzerine çeşitlemelerden geçilmiyor... Neden?.. Korkudan!.. Herkesin aklında fikrinde bir soru işaretinin çengeli kıvrılıyor: RTE bu haliyle Çankaya’ya çıkıp oturursa, asker darbe yapar mı? Sözüm ona darbe korkusu yüzünden medyada ve politikada darbe gündemin birinci maddesini oluşturuyor... Bir yanda takıyye darbesi tasarımı... Öte yanda askeri darbe korkusu... Yeme de yanında yat!.. ? Peki, “hayır umulur mu böyle gecenin seherinden?..” Umulmaz!.. Bu durumlara düşmenin sorumlusu kim?.. RTE!.. Hırsına gem vuramayan ya da “Bu fırsat bir daha elime geçmez” diye takıyye darbesini gündeme getiren Recep Tayyip’in hesabı yanlış!.. Halk kesiminde azınlık, ama Meclis kesiminde çoğunluk olan iktidar Çankaya’yı işgal etse bile Türkiye durulmayacaktır... ? Askeri darbeye gerek yok!.. Türkiye, Çankaya’yı takıyyeci bir iktidar azınlığının seçeceği RTE veya bir başkası takıyyeciye teslim edecek kararı içine sindirebilecek mi?.. RTE veya saptayacağı kişi Çankaya’da rahat oturabilecek mi?.. Son günlerde Atatürk’ün bir deyişi dillerde dolaşıyor: “ Ehveni şer, şerlerin en kötüsüdür.” Muhalefeti dışlayarak yapılacak tekelci bir Çankaya seçiminden sonraki Türkiye’nin durumunu bugünden görmek çok zor... Askeri bir yana bırakalım... Sivil ne yapacak?.. Tüm göstergelerin özeti tek tümce: Atatürk Türkiyesi elden gidiyor!.. Üniformasız vatandaş oturduğu yerde oturacak mı?.. Tutarsızlığın Daniskası AVRUPA BİRLİĞİ’NİN Ellinci Yıl şenliklerine çağrılmamış olmak Sayın Başbakan’ı çok kızdırmışa benziyor. Halk da kızgın. Medya, günlerce, Angela Merkel’in Chirac’a armağan ettiği bira kupasındaki kabartmanın Türkleri aşağılayıcı oluşunu tartıştı. Söylevlerinde Avrupa uygarlığının kökeninde HıristiyanMusevi inancın ağır basışından söz etmiş olması Türkleri dışlayışın belirtisi olarak algılandı. Oysa bütün bunlara önemsemeden gülüp geçmek gerekiyordu. Örneğin bira bardağının üzerinde Osmanlı’nın Napoleon’a yenilişini ima eden bir şeyler varsa, aslında Fransızların Akkâ kuşatmasındaki başarısızlığını bilenlerin bu saçma jeste kızmaları kadar yanlış bir şey olabilir mi? Ya da Avrupa’nın uygarlık hamurunda HıristiyanMusevi inancın ve kültürün payını Müslümanlara ve dolayısıyla Türklere yönelmiş bir ayrımcılık belirtisi saymak aşırı alınganlık değil mi? Daha doğrusu, AB’ye tam üyelik için başvurulduğu zaman bütün bunlar, bu önyargılar ve dinsel saplantılar bilinmiyor muydu? ir şenliğe çağrılmamış olmaya kızmanın temelinde galiba başka bir şey yatıyor: Bir hayal uğruna koskoca ulusun ve devletin neredeyse yarım yüzyıllık zamanını heba etmiş olmaktan ötürü kendi kendimize kızış. Ama bu tutuma kızmaya en az hakkı olan, Sayın Başbakan’ın kendisidir. Çünkü o ve çevresindekiler, Batı’ya ve özellikle Avrupa’ya kuşkulu gözle bakan bir siyasal gelenekten, yakın geçmişin “Milli Görüş” akımından geldikleri halde, AB ile tam üyelik sürecini, sonucuna pek de inanmadan, dört buçuk yıl süreyle sürdürmekten, hatta bu yolda Kıbrıs’ı bile feda etmeye kalkmaktan, Denktaş’a hakaret yağdırmaktan geri kalmamışlardır. Hem de, içte kendi başlarına beceremedikleri değişiklikleri ve cumhuriyeti zayıflatıcı adımları AB’nin Ankara üzerindeki baskısından yararlanarak başarmak amacıyla. bakımdan, Merkel’e ve onunla birlikte bütün AB’ye kızarken ettiği sözlerdeki tutarsızlıklar daha da şaşırtıcı oluyor. Madem “Almayacaksanız söyleyin ve biz de kendi yolumuzu bilelim” diye söz edilmiştir, ardından “Bizde ucuz ve genç işgücü var; enerji hatlarınız bizden geçiyor, Avrupa’nın güvenliğine de katkıda bulunuruz” türünden yalvarış kokulu sözler niçin edilmiştir? Kızgın ve “müdana”sız bir üslupla söze başlamak ve sonra “Aman süreci koparmayın” dercesine “hizmet arz etmek” tutarsızlığın daniskası değil mi? Yoksa, seçim dönemine girerken hem halkın duygularına uyarcasına AB’ye kafa tutar gibi davranıp hem de AB’lileri fazla kırmaktan kaçınmanın çelişkisinden doğan bir şaşkınlık mı? İ Çok geçmeden zorunlu hizmet için başvurulara da yanıt veremez oldular. Çünkü sağlık ocakları sayısı da yetersizdi. Ülkemizin 12.000 sağlık ocağına gereksinimi varken, var olan ocak sayısı 6.000’e bile ulaşmamıştı. Ülkemizdeki hekim sayısı Hekim gereksinimini nasıl hesaplamışlardı? Her sağlık ocağına üç hekim bir diş hekimi standardı ile pratisyen veya aile hekimi gereksinimi 40.000’e bile ulaşmıyordu. Ülkemizin gereksinimi olan 350.000 hasta yatağı için uzman hekim gereksinimi yaklaşık 20.000 kadardı. Tıp eğitimi kurumlarında ve kamu hizmeti dışında meslek icra etmek isteyen hekim sayısı 20.000’den bile az hesaplanıyordu. Bu görünümde en fazla 80.000 kadar olduğu anlaşılan hekim gereksinimi karşısında ülkemizin hekim sayısı 100.000’i geçmekteydi. Bu hesap Sağlık Bakanlığı’nın hekim aramasını değil, mevcut hekimlere iş bulmasını salık veriyordu. Bizim reformist Bakanımız ise hekim açığını kapatmak için Arap hekimlerini ülkemize getirme kapısını açmaya çalışıyordu. 2 Hiçbir demokratik ülkede örneği görülmemiş bir reform girişimi olarak Sosyal Sigortalar Kurumu’nun sağlık hizmet birimlerine el koydular. Genel bütçeden katkı sağlanmadan çalışanların ve işverenlerin primleri ile oluşturulmuş hastaneleri, dispanserleri, sağlık istasyonlarını ve ilaç fabrikasını gaspettiler. Tıpkı işine gelmeyen ümeranın servetine el koyup kellesini vurduran padişahlar gibi... Sigortalı vatandaşa özgürlük getirdiklerini açıkladılar. Sevk olmadan istedikleri her sağlık kuruluşuna başvurabileceklerini bildirdiler. Sevinç içinde özel sağlık kurumlarına başvuran sigortalı iltifatlarla karşılandı. Tedavisi yapıldı ve gene kendisine iltifatlar edilerek milyarlarca liralık faturası takdim edildi. İlaçlarını almak için başvurduğu serbest eczanelerin bazıları ilaçların sadece bir kısmım verip gerisinin parasını istedi. Bir kısmı sigortanın reçetesine işlem yapmayı reddedip parasıyla verebileceğini söyledi. Sigorta eczanelerinin ve B SSK ilaç fabrikasının kapatılması, kamu ilaç ödemesini birkaç katına yükseltti. Başbakanımızın hasta değil müşteri olarak ilan ettiği SSK sigortalısı ne yapacağını bilmez durumda oradan oraya koşarak hastanelerde tanıdık aramaktadır. Müşteri sözcüğü ticaret dünyasında kullanılır. Müşteri her zaman haklıdır. İş para ödemeye geldiğinde haklı olan patrondur. Sigortalı müşteri iyi muamele görecek, fakat ödemeye sıra geldiğinde gözünün yaşına bakılmayacaktır. Esasen reformcu Sağlık Bakanımızın niyeti, kamu hastanelerinin de tümünü özel hastaneye dönüştürmektir. İlaç fabrikasının kapatılması ilaç tüccarlarımızı çok memnun etmiştir. Başbakanımızın bu kıyağına karşı, kendisini desteklemekle karşılık verecekleri kuşkusuzdur. Kapatılan eczaneler nedeniyle açıkta kalan eczacılarımıza da Tanrı elbet sabır verecektir. 3 Kamu hastanelerini satışa çıkaracaklarını açıkladılar. Niyetleri Adalet Partisi döneminden bu yana ısıtıp ısıtıp gündeme getirilen Genel Sağlık Sigortası’nı yaratabilecekleri düşünü gerçekleştirmektir. Geçmiş 30 yıl öncesinden bu yana “Biz hizmet üretmeyeceğiz, hizmet satın alacağız” sözleri ile bugünlere ulaşan zihniyet, sonunda kaba kuvvetle sonuca ulaşma denemelerini ortaya çıkarmıştır. Böylece hükümetimiz sağlık hizmetleri nedeniyle hesap vermekten kurtulacak, parasını ödeyen sağlığını kazanacaktır. Reçetelere kısıtlama 4 Bir süre önce Başbakanımızın “Emekli ödemeleri devlet bütçesini sarsıyor” yakınması da Sağlık Bakanımızın dikkatinden kaçmamış ve hemen gereğini yerine getirmeye başlamıştır. Emeklilerin reçetelerine kısıtlamalar getirilmiş, ilaçlar için sağlık kurullarının kararları yok sayılmış, kan hastalığı için sağlık kurulu raporuyla ilaç alan emeklinin her reçete için kan tahlili yaptırması zorunlu kılınmış, kemik yoğunluğunu koruması için verilen ilaçların, kemiklerin kırılmaya başlamasından sonra verilebileceği koşulu getirilmiş, bu konudaki eleştirilere böyle bir uygulama olmadığı şeklinde yanıt verilmiştir. 70’lik, 80’lik emekliler her reçete için eczanelere dert anlatmanın bıkkınlığı içinde para ödeyip almayı denemişler, fakat ilaçlar için emekli aylıklarının tamamının bile yeterli olmadığını fark ederek düş kırıklığına uğramışlardır. Ne var ki “Ölecekseniz bir an önce ölün, bizi uğraştırmayın” şeklindeki düşüncelerini açığa vurmama nezaketini göstermektedirler. 5 Sağlık hizmetlerinin kamu örgütleri ile verildiği ülkelerden hiçbirisinde benzeri görülmeyen yeni girişimleri de hekimlere zorunlu meslek sigortası kanunu önerileridir. Serbest meslek icra eden hekimin sigortalı olmak veya olmamak kendi takdirine kalmıştır. Kamu görevi yürüten hekim ise kendi işini değil devletin işini yapmaktadır. Sigorta düşünülüyorsa, hekime aylığından başka ödeme yapmayan kamu kurumunun sorunudur. Bu girişimleri ile bir sorunu çözümlemek değil, hiçbir dönemde yıldızlarının barışık olmadığı Türk hekimini cezalandırmak niyetinde oldukları açıkça anlaşılmaktadır. Devletin sorumluluğu, ülke insanlarının ayrım gözetmeksizin sağlık güvencesidir. Tüm sağlık kuruluşlarının tek elde toplanması doğrudur. Ancak kaba kuvvetle değil, yasal düzenleme ile. İlk basamak sağlık hizmetinden, kademeli olarak uzman kliniklerine ve yataklı tedavi kurumlarına kadar her yöreye uzanarak. Bunun için zorunlu altyapıda 12.000 sağlık ocağı ve 350.000 hasta yatağını sağlamak gerekiyor. Eksiklik hekimde değil, altyapıda ve kalifiye yardımcı personelde. TBMM Genel Kurulu’nda Sağlık Bakanlığı’nın eleştirisi yapılırken bir ara “cahil cesareti” deyimi kullanıldı. Sayın Bakan sert bir şekilde “Biz cahil değiliz, bu benzetmenizi size iade ederim” yanıtını verdi. Bana kalırsa cahil cesareti benzetmesi iyi niyetle yapılmıştı.. İyi bir işlem yapılıyor zannı ile, ne gibi sakıncalar doğuracağı fark edilmeden yanlış girişimlerde bulunuluyor denilmek istenmişti. Oysa yanlış olduğunu bilerek ülkemiz insanının sağlık güvencesinin tehlikeye atılmasının düşünülmesi halinde, akla gelen sözcük cehalet değil “ihanet” olabilirdi. O mumtazsoysal@gmail.com KARTAL CUMOK TOPLANIYOR!.. KARTALLI KAZIMLAR BULUŞMASI 1 Nisan 2007 Pazar günü saat 11.00’de, Gazetemiz yazarı, Cumhuriyet Vakfı Başkan Yardımcısı Sayın Dr. Alev COŞKUN’un katılımıyla kahvaltılı sohbet toplantımızda buluşuyoruz. ’imize ve CUMHURİYET’imize sahip çıkıyoruz !.. Kahvaltı Bedeli 12.5 YTL. olup, KATILIMINIZI LÜTFEN 31 MART 2007 Saat 13.00’e kadar bildiriniz. İletişim: 0216 475 86 10 UMDER – 0216 488 96 68 ADD Kartal Şube Yer: KANATÇI ARKADAŞ RESTORAN – Sahil Yolu (Koçtaş Yanı) Atalar 0216 374 24 24 C CUMHURİYET 02 CMYK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear