24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
31 MART 2007 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA 17 Miting Denetlemesi “Cumhurbaşkanlığı’na, Cumhuriyete yakışır bir cumhurbaşkanının seçilmesi” dileklerini çığlığa dönüştürmek isteyen yurttaşlar 14 Nisan’da Ankara’da olacaklar. Anadolu’nun dört bir yanıyla iletişim halinde olan Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Sekreteri İzzet Polat Ararat, bir yandan 14 Nisan Cumhuriyet mitinginin hazırlıklarını sürdürüyor, bir yandan da yaklaşık bir hafta önce derneği denetlemek üzere görevlendirilen dernekler masası müfettişlerine evrak taşıyor... Müfettişler epey kalabalık. Yanlarına stajyerleri de almışlar, “bir dernek nasıl denetlenir, öğretiyorlar”mış... Denetim ve denetim eğitimi için zamanlama müthiş ama... SAĞNAK NİLGÜN CERRAHOĞLU Ormanlarımıza Göz Dikildi AKP, bahar ile birlikte ormanlara el uzatma işlemini yeniden başlattı. Önce “orman vasfını” koruyan yerlerin orman sayılmaması olanağının kapsamını genişleten bir yönetmelik yayımladılar. Ardından da ağaçlandırmaya ve orman köylüsünün kalkınmasına para aktaran yatırımcılara devlet ormanlarının tahsisine ilişkin işlemlerde kolaylık sağlayan ikinci yönetmelik yürürlüğe girdi. İlk yönetmelik, “orman” sınırları dışına çıkarılacak yerlerin “orman bütünlüğünü bozmayacak, su ve toprak rejimine zarar vermeyecek ve arazi kullanım yeteneği sınıflaması yönünden Akdeniz, Ege, Marmara, Doğu ve Batı Karadeniz bölgelerinde I, II, III ve IV. sınıf, diğer bölgelerde I, II ve III. sınıf arazilerden olması” koşullarını kaldırıyor. Yurttaşların orman yıkımına yol açan ya da açabilecek uygulamaların durdurulması için yargı yoluna başvurmasını olanaksızlaştırıyor. Anayasa ve Orman Yasası’ndaki henüz “orman vasfını” koruyan yerlerin de orman sayılmaması olanağının kapsamını genişletiyor. “Orman Sayılan Alanlarda Verilecek İzinler Hakkında Yönetmelik” başlıklı ikinci yönetmelik de orman sayılan arazilerde, maden ve petrol alanlarında arama, işletme ve tesis yapma, define arama, arkeolojik kazı, ocak açma, fabrika, hızar, balık tesisi kurma, mevcut turizm izinleri gibi konularla ilgili işlemleri düzenliyor. Yönetmeliğin içindeki “bit yeniği ya da ağaç kurdu”nun ne olduğuna bakarsanız, karşınıza bambaşka bir tablo çıkıyor. Kırsal Çevre ve Ormancılık Sorunları Araştırma Derneği üyesi Doç. Dr. Yücel Çağlar’a göre; yönetmelikle “devlet orsı’ koşullarının sağlanıp sağlanamayacağının belirlenmesine ilişkin işlemlerin ne türden bilgi ve deneyime sahip kişiler ya da kurullar tarafından, hangi veriler temel alınarak yapılabileceğine; ‘zaruret olma’ koşulunda gerektiğince, ‘kamu yararı’ koşulunda ise hiçbir biçimde açıklık getirmemektedir. Devlet ormanı sayılan arazilerde yapılmasına muvafakat etme ya da izin verme, irtifak hakkı tesis etme işlemlerine itiraz edebilecek kişi, kurum ve kuruluşlar ile itiraz etme işlemlerini belirtmemektedir. Define arama gibi, yasada açıkça belirtilmemiş etkinliklere de izin verilebilmesini kapsama almaktadır. 8 Kasım 2003 tarihinden sonra turizm tesisi olarak verilen ön izinlerin kesin izne dönüştürülebilmesi olanağını sağlamaktadır. İzin verilen arazilerdeki etkinliklerin izlenmesi ve denetlenmesiyle ilgili çalışmaları denetlemek amacıyla orman bölge müdürlüklerinde oluşturulacak komisyonların üye bileşimleri ile hak yetki ve sorumluluklarını belirlememektedir.” Yücel Çağlar’ın yorumu çok açık: “Bu içeriğiyle yönetmelik, anayasanın 169. maddesindeki ‘Devlet ormanlarının mülkiyeti devrolunamaz. Devlet ormanları kanuna göre, devletçe yönetilir ve işletilir. Bu ormanlar zamanaşımı ile mülk edinilemez ve kamu yararı dışında irtifak hakkına konu olamaz’ yaptırımını rastlantılara bırakıyor.” Ne dersiniz? Yakın geçmişte, orman vasfını yitirmiş arazilerin satılması girişimi üzerine başlatılan ve başarıya ulaşan kampanyayı, bu kez, hem de devlet ormanlarının neredeyse toptan elden çıkarılmak istenmesi karşısında yeniden başlatmak gerekmez mi? Taviani’lerin Yanılgısı ROMA Yapıtın üç dilde üç farklı adı var: “La Masserie delle allodole” “Tarla Kuşlu Çiflik Evi”... Ermeni asıllı bir İtalyan yazar tarafından kaleme alınan ve aynı adı taşıyan romanın orijinalinden hareket eden çevirmenler, biraz kısaltarak bunu “Tarla Kuşlu Ev” diye Türkçeleştiriyor... Eserin İngilizcesi “The Lark Farm”; yani “Tarla Kuşu Çifliği”... Fransızca versiyon, öyle ufak tefek nüans değil, bambaşka bir anlam içeriyor; “II etait une fois en Armenie”: “Bir zamanlar Ermenistan’da” Farklı ülkelere göre farklı isimler... Uzlaşma Kampanyası ODTÜ Mezunları Derneği, ülkenin birliğini ve ulusun bütünlüğünü simgeleyen cumhurbaşkanının toplumsal uzlaşma ile seçilmesi için “www.toplumsaluzlasma .org” adresi üzerinden bir kampanya başlattı. Hazırlanan bildirinin 500 kuruluş tarafından imzalanarak kamuoyuna duyurulması amaçlanıyor. Şu ana değin 100’ü aşkın kuruluşun imzasını alan kampanya destek bekliyor. ‘Batı Ermenistan’ (!) neresi? Hikâye, aynı hikâye. “1915” tarihinde, ‘’uzak bir Anadolu kentinde” başlıyor. Ancak “Bir zamanlar Ermenistan’da” dendiğinde tabii; o “uzak Anadolu kentinin”, “Bir zamanlar Ermenistan” olmuş olduğu anlamı çıkıyor. Türkiye’nin tepesinde “Demokles’in kılıcı” gibi “soykırım yasasını” sallayan Fransızlar; İtalya’da “roman”, Fransa’da “recit” (anı, anlatım) olarak takdim edilen kitabı bu niyete okuyorlar. Filmi de böyle izleyecekler! Erivan’dan yazılan eleştiriler nitekim; öyküye konu olayların “Osmanlı İmparatorluğu” ya da “Anadolu’ da” değil, “Batı Ermenistan’da (!) geçtiğine” atıf yapıyor. “Batı Ermenistan” diye anılan topraklar, Anadolu toprakları... “Bismillah” derken daha; “türü” ve “adından” başlayarak “araçsallaştırılan”; “siyasete alet edilen” esere, Türkiye’nin üye olduğu, yılda 1 milyon Avro katkı yaptığı “Euroimages” destek sağlıyor. AKP’nin “Euroimages”a atadığı Türkiye’nin “dini bütün” yeni temsilcileri sağ olsun... Bu tabii bir skandal... Ama artık geçmiş olsun! Gelelim seyirciyle ilk kez “Berlin Film Festivali’nde” buluşan ve de geçen hafta sonu İtalya’da gösterime giren filmin kendisine... Berlin’de beklediği ilgiyi bulamayan film; İtalya’da da “durgun” gidiyor. Daha çok aydın çevrelerin dikkatini çeken, ancak “sanat yönüyle” düş kırıklığı yaratan film, Taviani’lerin en kötü eseri. “Tarla Kuşlu Ev”i bu saatten sonra bir “sinema olayına” dönüştürebilecek tek güç; Türkiye’den gelebilecek geç kalmıştepkiler olabilir ki, umarım daha doğrusu mazallah! başta gösterilen aymazlığın üzerine, şimdi artık böyle ikinci bir hata yapılmaz... “Ön alarak” zamanında, “Euroimages” bünyesinde atiktetik verilmeyen tepkiler, atı alan Üsküdar’ı geçtikten sonra.. ortaya konursa; bu “Taviani’lerin Ermeni soykırımı filmine”, “reklam” ve “gişe” sağlamaktan öte artık hiçbir işe yaramaz. Normalleşme Biricik avuntumuzdu. O “değişmiş”ti. O değiştiği için anayasa da değişti, Yüksek Seçim Kurulu kararı da değişti, yapılmış seçimin sonucu da değişti. Değişik değişik yöntemlerle geçti, oturdu başımıza... Sayesinde biz de değiştik. Adamdık “lan” olduk, kadındık “mal”dan sayıldık, yurttaştık “kelle”ye vurulduk. Pışpışlanıyoruz yine. Son ninnimiz bulundu: En başımıza çıkarsa “normalleştirme projesi” uygulayacakmış. Normali anormalleştirmişlerin normalleştirme projesinin arifesindeyiz. Arkası bayram. Artık her gün bayram... manı” sayılan arazilerin ormancılık dışı amaçlarla kullanılmasına tahsis edilmesine yönelik işlemler “yapılacak tahsislerden ağaçlandırma bedeli, ağaçlandırma ve erozyon kontrolü geliri, arazi izin bedeli ve orman köylüleri kalkındırma geliri gibi adlarla bedel alınmasına ve gelir sağlanmasına” indirgenmekle kalmıyor: “Yönetmelik, devlet ormanı sayılan arazilerde muvafakat ya da izin verilebilecek, irtifak hakkı tesis edilebilecek yatırımlar ve tesisler için Orman Kanunu ile zorunlu kılınan ‘devlet ormanları üzerinde bulunması veya yapılmasında kamu yararı ve zaruret olma ‘Mustafa Kemal Gelmeyecek’ Prof. Dr. MAHİR AYDIN Anıtkabir’in ziyaretçi sayısı, her geçen yıl iki katını aşıyor. Bu sevgi seli, özelbayram değil, seyran günlerinde de sürüyor. Güzel bir gelişme. Sanırım Atatürk’ü hiç bu kadar anlama gereği duymamıştık. Dünyada ve ülkemizdeki gelişmeler, bu bilinci yarattı. Bir bakıma teşekkür etmeli onlara. Bedeli çok ağır ve uzun süreli olsa da… Son 510 yıldır Mustafa Kemal adını, neredeyse anan yok. Kimi çevrelerde, suçlu muamelesi bile görüyor. Doğrudur, çünkü o bir suçlu(!). Suçu da: Türk ulusuna yönelik 200 yıllık planları altüst etmek. Türkiye üzerine kalkan olmak. Kalkan, kılıca karşı en etkili savunma aracı. Türkler kalkanı, saf ipekten yapardı. Çünkü saf ipeğe kılıç işlemez. Mustafa Kemal de yurt savunmasını, aynı saflık üzerine kurdu: Türk insanının yüreği. Bir süredir, o saflığı bozma çabası var. Ve “alıcı kuşlar”, ikinci kez tepemizde dönüp duruyor. Mustafa Kemal 1919’da Samsun’a giderken 18 Mayıs günü Sinop’ta kıyıya yanaştı. Kalan yolu, “daha güvenli olur” diye karadan gitmek istiyordu. Aldığı yanıt umut kırıcı ve düşündürücü: “Paşam, ne yol var, ne araç.” Aradan 90 yıl geçti. Bugünkü ulaşım çok kolay. İş takibi, turistik gezi, yakınları ziyaret saymayalım. Hangimiz İstanbul’dan kalkıp Samsun’a gider? Tutuklanma, ceza alma ve ölüm riskini bir yana bırakalım. Yaşamdan beklenti ve özlem defterini de açık tutarak... Tarih 15 Mayıs 1911. Yer, Beyrut’un ilçesi Nablus. Daha ne Trablusgarp, Balkan savaşlarında yenildik, ne Dünya Savaşı’na girdik. Mutasarrıf Süleyman Fethi, bir rapor düzenlemiş. İlk “Büyük Ortadoğu Projesi”ne dikkat çekiyor: “İngilizler; Hindistan, İran, Irak, Filistin ve Mısır çizgisine egemen olacak.” Sonra da özeleştiri yapıyor: “Artık kendimize gelelim. Birbirimizi ezmeyip güçlendirelim. Kişisel çıkarlar yerine, kamu yararını gözetelim. Her işi uzmanına bırakalım. Köksüz politikalar, gelişigüzel girişimlerle devlet kalkınamaz. Geleceğimizi, bir iki yıl değil, yüzlerce yıllık politika üzerine kuralım.” Bizim insanımız, zaman kavramıyla barışık değil. 24 saat uzun süre. Günlük işleri, dakikalar arasına sığdıramıyoruz. Ve en üzücü olanı da, bedeli ödenmiş deneyimler, önemsiz. Oysa zamanı arkasına almayan politikalar, çabuk tükenir. Uzakdoğu sporunda, rakibin gücünden yararlanmak gibi… Bu yerel yöneticinin gelecek kaygısı, yüzlerce yıla uzanıyor. Nedeni, karşısındaki İngiliz politikası. Ve Beyrut Valiliği bu raporu, “boyundan büyük işlere kalkışmak” biçiminde yorumluyor. Ama zaman, bizimkini haklı çıkarıyor. 60 yıldır ABD, “dünya jandarması” rolünü İngiltere’den almış durumda. Ama İngiltere’nin özelliği vardı. Ve onda tarih, Çin ve Bizans’tan sonra, en ince politikayı gördü. Oysa ABD öyle mi? Yalnızca “Dünya benim” diyor ve bodoslama gidiyor. Güney Amerika ülkeleri bile, şimdiden bu sığ ve öngörüsüz gidişe karşı. Yerkürede yaşayan hepimiz, “adamuh” yani dünyalıyız. Daha uzun süre, gideceğimiz başka gezegen yok. Barış, insanlığın mutluluğu, tüm ulusların yararı adına düşünmek gerek. Yoksa çok cihangir geldi geçti. Onların bilançosunu, İranlı ozan Sadi özetliyor: “Kimler geldi neler istediler / Sonunda dünyayı bırakıp gittiler / Sen hiç gitmeyecek gibisin değil mi / O gidenler de hep senin gibiydiler.” Ülkemiz sorunları, dünden bugüne oluşmadı. “Borç yiyen kesesinden.” Geçmişimize borçluyuz. Bugün ödeme zamanı. Dünyanın en güzel ülkesinde, canımızın istediği gibi yaşadık. Bedelsiz hiçbir şey yoktur. Varsa da ondan korkmalı. 19 Mayıs’tan, Kuvayı Milliye’den, Mustafa Kemal’den medet ummayalım. Böyle bir düşünce, zamana bile aykırı düşer. Türk Kurtuluş Savaşı, bir bakıma “telgraf savaşı”dır. Son bir hafta, bir ay veya bir yılda, kaçımız telgraf çekti? Sanıldığı gibi, tarih tekerrür etmiyor. Yalnızca konular, anlamayanlar için bir daha gündeme geliyor. Ama başka aktör, farklı kostüm ve değişik yerlerde. Önce, 1919 koşullarını güncelleyelim. Sonra da biraz düşünelim. Eğer uykularımız kaçmıyorsa, sorun yok demektir. Mustafa Kemal gibi dâhiler, yüz yılda bir gelir. O dâhi, geçen yüzyıl bize gelmişti. Bir daha gelmeyecek. Gelmesin de. Eğer gelirse, biz yine “Ver yiyim, ört üstümü yatayım” programını uygulayacağız. Konfüçyus’un dediği gibi “Herkes evinin önünü süpürsün”. O zaman sokaklar değil, güzel ülkemiz tertemiz olacaktır. Zor mu? Dışarıdan güzel görünen her şey, içerden zordur. Değilse, “biz bunu istiyoruz”. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr ‘Ustalar’ın içinden çıkamadığı öykü... Atom Egoyan’ın “Ararat”ının ardından, Taviani “ustaların” büyük iddialarla giriştikleri bu “Ermeni soykırımı öyküsünün” içinde kaybolup gitmeleri aslında ilginç... İlk yazımda da anlattım: Karakterler yapay, dekorlar kartonpiyer, öykü barbarlık dışında “muğlak” ve karışık... Jön Türkler kim mesela? Belli değil. Birinci bölümde öne çıkarılan ve hikâyenin akışında anlam ifade ettiğini düşündüğünüz “kişi” ve “ilişkiler”; katliama odaklaşan ikinci bölümde iz bırakmadan yok oluyor. Egoyan’ın “Ararat”ı da böyleydi. “Ararat” da, aynen böyle seyircinin elinden habire kayıp giden karakterler ve “ilişkiler” ağı üzerine kuruluydu. Bunun bir nedeni olmalı... “Soykırım iddiasının” yazılı tarih yerine “sözlü anlatım ve rivayetlere” dayanması; sağlam “kurguyu” engelliyor! “Hayali bir aileyi” değil; bizzat kendi “ailesinin başından geçenleri” anlattığını belirten yazar Antonia Arslan, “Tarla Kuşlu Ev” i; “hayatta kalan teyze ve kuzenlerden dinlediği tanıklıklarla öyküleştirdiğini” söylüyor. Kitap gerçekte; ne “roman” yani ne de “anı”. Bir tür masal ya da destan... Mesele, “masal gibi anlatılan” bir hikâyenin; Türkiye’nin önüne bir “tarihi olgu” kisvesiyle konmasında... “New York Times”ın “Sunday Book Review” bölümünde çıkan bir eleştiri (Christopher De Bellaigue 4 Şubat 2007) tam da buna parmak basıyor: “Gelecek vaat eden yazar Arslan’la, muğlak tarihçi Arslan’ı birbirinden ayırmak gerekir!” diyor “New York Times”: “Antonia Arslan kitabında Ermenileri, dedelerinden kalma vatanlarında, bir arada yaşamaktan başka şey istemeyen, bu ‘hülyayla savrulan; nazik, kibar, tatlı, soylu insanlar’ şeklinde tarif ediyor. Türklerden bağımsızlık isteyen Ermeni siyasi gruplarından hiç söz etmiyor. Tarihi olaylara ışık tutmak iddiasına sahip çıkan bir romanda bu, fena halde okuru yanıltabilir...” Antonia Arslan’ın romanını ellerine alana dek bu konuda hiçbir şey bilmediklerini itiraf eden Taviani’ler de bu tuzağa düşmüşler. Ve “fena halde yanılmışlar”! ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com HARBİ SEMİH POROY nilgün?cumhuriyet.com.tr BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu?mynet.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 31 Mart www.mumtazarikan.com 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Bir metnin, bir 1 yapıtın aslından az çok ayrılan de 2 ğişik biçimlisi. 2/ Hıristiyan ermiş 3 lerine verilen 4 san... Bir çembe 5 rin içinde kaldığı düzlem parça 6 sı. 3/ Tanelerin 7 içini kurum ka 8 rası bir tozla dolduran ekin has 9 talığı... “Kakım” da de1 2 3 4 5 6 7 8 9 nilen kürk hayvanı. 4/ Bi 1 Ç E R İ MO Y A nek hayvanlarının kılla2 İ V E D İ E Z A rını, derisini temizleme. 3 Ğ K A Ç A M A K 5/ Yürümek için yapılan O P E R A ayak atışlarının her bi 4 D U T A N Ç ri... Gaziantep yöresinde 5 E T İ K 6 M A F İ Ş İ S yetişen beyaz bir üzüm R İ T İ M L A cinsi. 6/ Yinelenen dize. 7 7/ Titan elementinin sim 8 D İ Y E T E T İ K gesi... Kılcal damar ka 9 O T E L T A P I namalarını önleyen glikozit. 8/ Arjantin’in plaka imi... Ekolojide, bir canlının varlığını sürdürebildiği yaşama ortamının en küçük birimi. 9/ Başakla karışık iri saman... Bir gösterme sıfatı. ESAS NO: 2006/110 Davacı Ali Torun vekili Av. Mustafa Karabörklü tarafından davalılar Maliye Hazinesi Orman İdaresi ve Pirili köyü tüzelkişiliği aleyhine açılan tescil davasından dolayı, Karaisalı ilçesi, Pirili köyünde kâin doğusu dere, batısının 1072 parsel sayılı taşınmaz, kuzeyinin 1072 parsel sayılı taşınmaz, güneyinin Adana Karaisalı asfalt yolu ile çevrili 11469.44 m2’lik taşınmazı, davacı Ali Torun kendi adlarına tescilini talep etmiş olmakla bu yer üzerinde hak iddia edenler var ise, üç ay içerisinde mahkememiz dosyasına müracaat etmeleri MK 713 maddesi gereğince ilan olunur. 05.03.2007 Basın: 16622 T.C. KARAİSALI ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ’NDEN YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Bir yol şebekesi üzerinde, belli bir noktadan ayrılarak başka bir noktadan aynı yolla birleşen ikinci derecedeki yol. 2/ Avuç içi... Saz takımında usul vurmaya yarayan tef. 3/ Kadınların kaşlarını boyamak için kullandıkları siyah boya... İskambilde bir kâğıt. 4/ Osmanlı toprak düzeninde küçük dirlik. 5/ Girişim, hamle... Bir takvim türü. 6/ Çok sık yinelenen ve bundan dolayı usanç veren söz. 7/ Boru sesi... Aralıksız yinelenen ve artık düşünmeksizin yapılan eylemlerin tümü. 8/ Eski Mısır’da güneş tanrısı... Duvar içinde bırakılan oyuk bölüm. 9/ Taş gibi olmuş toprak parçası... Pasta hamuru. CUMHURİYET 17 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear