01 Haziran 2024 Cumartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 14 MART 2007 ÇARŞAMBA 4 HABERLER TBMM Başkanı, Türkiye Öğrenci Meclisi’ne 20 yaşında bir imam hatiplinin başkanlık etmesini savundu GLOBALPOLİTİKÜLTÜR ERGİN YILDIZOĞLU Arınç: Asla engellemeyeceğiz ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) TBMM’de 23 Nisan’da 4. kez toplanacak olan Türkiye Öğrenci Meclisi’ne 20 yaşındaki imam hatip lisesi (İHL) öğrencisi Muhammet Döngel’in başkanlık edecek olması tartışma yarattı. Konya, Adıyaman, Ankara, Erzincan ve Malatya öğrenci temsilcilerinin de imam hatip lisesi öğrencisi oldukları bildirildi. CHP Grup Başkanvekili Kemal Anadol, “20 yaşında İHL’li başkan”la ilgili olarak “Bizim için sürpriz değil, hoş olmayan gelenek oldu” dedi. Anadol, TBMM Başkanı Bülent Arınç’ın bir yandan kendilerinin de hak verdiği biçimde davranıp “AKP grubunda birtakım militanların slogan atmasını” eleştirdiğini anımsatırken “Ancak bizzat kendisi, Meclisin mehabetine uymayan şekilde, Medeni Kanun’un tarif et ‘Zeitgeist’: Kötümserlik Yeni bir yüzyılın başındayız ya, ister istemez ‘zamanın ruhunu’ (Zeitgeist) merak ediyoruz. İngiltere İşçi Partisi’nin liberal kanadına yakın Prospect dergisi, Avrupa’nın önde gelen 100 düşünürüne sormuş. Editöre göre, “cevaplarda şaşırtıcı ölçüde bir kötümserlik hâkim”: Salgın hastalık, doğal afetler, savaş, toplumsal kargaşa… Halbuki, diyor felsefeci Jonathan Rée “20. yüzyılın başında insanların siyasi yaklaşımlarının temelindeki en önemli duygu, bilime, serbest ticarete, sosyal demokrasiye, ulusal kalkınmaya, dünya devletine vb. ilişkin bir umuttu.” Artık genelde, geleceğe yönelik kızgın bir umutsuzluk egemen. Rée “Şimdi umut ve ciddi ortak bir proje yokluğu krizi karşısındayız” diyor… ? CHP’li Anadol, “20 yaşında İHL’li başkan”la ilgili olarak Arınç’ı eleştirerek “Medeni Kanun’un tarif ettiği çocukların dışında, rüşt yaşının üstünde, özellikle de İHL orijinli kişileri, çocuklarla alakası olmayan, politize edilmiş gençleri meclis kürsüsüne çıkarmaktadır’’ dedi. Uygulamayı savunan Arınç ise imam hatipli başkanın kasıtlı bir tutum olmadığını savunarak, “Bazıları imam hatipli öğrencilerin seçme ve seçilme hakkına müdahale etmemizi istiyor. Bunu asla yapmayacağız” diye konuştu. tiği çocukların dışında, rüşt yaşının üstünde, özellikle de İHL orijinli kişileri, çocuklarla alakası olmayan, politize edilmiş gençleri Meclis kürsüsüne çıkarmaktadır. Geçen yıl da aynı hata yapıldı. Bu hata toplumun gözüne bakarak tekrarlanıyor” görüşünü dile getirdi. yaşındaki bir düz lise öğrencisi geçici başkandı ancak bir tartışma olmadı. Bu sene yapılacak 4. Olağan Toplantıda en yaşlı üye İmam Hatipli olmuş... İmam hatipli öğrencilerin yaşları genelde yüksektir ve doğal olarak onlar geçici başkan oluyor. Bunda nasıl bir kasıt aranıyor anlamıyorum’’ dedi. Bu yıl 81 ilden gelen İl Öğrenci Meclisi başkanlarının sadece 6’sının imam hatip lisesi öğrencisi olduğunu dile getiren Arınç, geri kalanların tümünün farklı okullardan olduğunu kaydetti. Arınç, “6 İmam hatipli öğrencinin seçilmesine bile tahammül edemeyen kişiler var. 11 yaşında öğrenci de var, 20 yaşında öğrenci de... 20 yaşındaki öğrenci, imam hatipli değil de düz lisede olsaydı, bu tartışmalar olmayacaktı’’ diye konuştu. ‘Desteklemeyi sürdüreceğiz’ Türkiye Öğrenci Meclisi’nin çok önem verdiği ve desteklediği bir proje olduğunu ifade eden Arınç, Öğrenci Meclisini sonuna kadar desteklemeye devam edeceklerini bildirdi. Çocuklara demokratlığı, demokrasiyi, hür iradeyi, seçme ve seçilme hakkını öğ Bülent Arınç: Kasıt yok TBMM Başkanı Arınç dün yaptığı açıklamada uygulamayı savundu. İmam hatipli bir üyenin en yaşlı üye olmasının kasıtlı bir tutum olmadığını savunan Arınç, “2005 yılında 21 rettiklerini belirten Arınç, şu görüşleri dile getirdi: “Bazıları imam hatipli öğrencilerin seçme ve seçilme hakkına müdahale etmemizi istiyor. Bunu asla yapmayacağız. Antidemokratik uygulama, kısıtlama, yönlendirme asla olmayacaktır. Öğrenciler kimi seçmişse, o Türkiye Öğrenci Meclisi’nin üyesi, başkanı olacaktır. Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde imam hatipli bir çocuk olsun, kriz çıkartacak konuşmalar yapsın da ortam gerilsin diye mi düşünüyoruz yani? Bu kadar mantık dışı, akıldışı fikirler yürütülebilir mi? Tartışma ve sorun çıkmaması için elimizden gelen her türlü gayreti göstereceğiz ancak bunu antidemokratik usullerle yapmayacağız. Ne kimsenin hakkına müdahale edeceğiz, ne de bu hassas dönemde sorun çıkmasına izin vereceğiz.’’ ‘Proje’ sorunu Umut birden kaybolmadı! 20. yüzyılın toplumsal dönüşüm deneyimlerindeki başarısızlıklar, yüzyılın ikinci. yarısındaki “kutuplaşma” içinde bireyciliğin giderek daha fazla yüceltilmesi, “yaşam alanlarının” giderek daha fazla metalaşması etkili oldu. Ama, bu bağlamda, 1980 çok özel bir dönüm noktası. 1980’de başlayan sürece, getirdiği siyasi, ekonomik, ideolojik şekillenmeye (neoliberalizm), 200 yıl önce kapitalizmle başlayan devrimci atılımların, yerini giderek kapitalizm öncesi özellikler taşıyan kültürel ve siyasi biçimlere bırakmaya başlamasına, bakarak “Restorasyon”da diyebiliriz. “Zeitgeist”i oluşturan kötümserlik işte bu ‘Restorasyonun’ ürünü. 20. yüzyılın iki önemli düşünürünün saptamaları, farklı değimler kullansalar da, bu yönde. Immanuel Wallerstein (“Dünya Sistemi” çalışmaları) aydınlanma geleneğinin yerine, neoliberalizmin geçmeye başlamasıyla birlikte yaşanan bir “kültürel kaymadan”, Alain Badiou (“Varlık ve Olay” Kümeler Kuramı ve Ontoloji) 19 yüzyılın “toplumsal ilerleme” iyimserliğini 20. yüzyılda izleyen, “yeniinsanı” yaratma projesinin terk edilmesiyle başlayan bir “Restorasyon”dan söz ediyor. Wallerstein’in yaklaşımını birçok kez tartıştığımız için, Badiou’nun yaklaşımına ağırlık verirsek (Yüzyıl Seuil 2005/Polity 2007), 19. yüzyıla damgasını vuran tarihsel ilerlemeciliğin, 20. yüzyılda, yerini, kitlesel hareketlere dayalı tarihsel bir kahramanlığa bıraktığını görüyoruz. 20. yüzyılda, tarihin kendiliğinden ilerlediğine ilişkin inancın yerini, tarihi yapma projeleri alıyor. İnsanlar (sağda ve solda) verili düzenin ve “insanın” ufkunun ötesine geçmeye yönelik projelere yöneliyorlar. 1980’de başlayan ‘Restorasyon’, toplumsal proje oluşturma düşüncesinin ve tarih sahnesine çıkan kitlelerin bastırılmasına ilişkindi. Böylece verili düzeni ebedi, kalıcı, ufku aşılamaz olarak kutsayan, bu özelliğiyle kapitalizm öncesi dünyayı anımsatan bir düşünsel sistem oluştu. Badiou’ya göre “Artık bir proje olmadığına göre, veya bir proje olmadığı sürece, herkes biliyor ki yalnızca tek bir çözüm var: Sermayenin kâr istenci bize ne yapacağımızı söyleyecek”. ANAYASA UYARISI İĞNELİ FIRÇA ZAFER TEMOÇİN FITIK BAŞLANGICI Sezer’den Enerji Yasası’na kısmi veto ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, enerji üretim, dağıtım ve tüketiminde enerji verimliliğinin artırılmasını amaçlayan Enerji Verimliliği Kanunu’nu, üç maddesinin bir kez daha görüşülmesi istemiyle TBMM’ye geri gönderdi. Cumhurbaşkanlığı’ndan yapılan açıklamaya göre, Sezer, iade gerekçesinde; yasanın 5, 7 ve 10’uncu maddelerinin yeniden görüşülmesini istedi. İncelenen yasanın 7. ve 10. maddelerinde yönetmelikle düzenlenmesi öngörülen hususlara uyulmamasının, idari yaptırım konusu yapıldığına dikkati çeken Sezer, şunları kaydetti: “Anayasanın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir hukuk devleti olduğu belirtilmiştir. Hukuk devleti ilkesinin gerektirdiği suç ve cezalarla ilgili düzenlemeler, anayasanın 38. maddesinde yapılmıştır. Erdoğan evinden çıkamadı Ankara (Cumhuriyet Bürosu) Fıtık başlangıcı nedeniyle önceki günkü Bakanlar Kurulu’nun sonuna katılabilen, daha sonra da programlarının büyük bölümünü iptal eden Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, dün de evinden çıkmadı. Ayakta durmasını zorlaştıran ağrılar çeken Erdoğan’a “mekanik bel ağrısı, fıtık başlangıcı” teşhisi konuldu. Erdoğan geçen yıl da kas spazmı geçirerek 1 hafta evinde dinlenmişti. Başbakan’a kas gevşetici iğneler ve istirahat öneren doktorlar uzun süre ayakta kalınması, çok seyahat edilmesi ve stres gibi etkenlerin bu rahatsızlığın tetikleyicisi olduğuna dikkat çekiyor. Büyük “Restorasyon” Gerçekten de, modern devrimci reflekslerin kaynağı, verili düzenin ufkunun ötesine yönelik ilgi ve istenç, gelecek, akılcılık, özgürlük, vatandaşlık, ilerleme, giderek, ulus devlet, demokrasi, kavramları, kitlesel politika hep kapitalizmin doğuşuyla eşzamanlı. Ama bu kavramlar onunla sınırlı kalmadı, verili düzenin ufkunun ötesine bakmayı bir kez öğrenen insanlık, tüm bu kavramları, kapitalizmin ufkunun ötesine bakma istenci içinde yeniden değerlendirmeye başladı. Liberal demokrasinin karşısında sosyal demokrasi şekillendi, ulus devlet kavramı, emperyalizm ve bağımsızlık kavramlarıyla zenginleştirildi. Serbest piyasa kavramı da, “toplumsal piyasa” ve planlama, ilerleme de kalkınma, sosyalizm kavramlarıyla zenginleştirildi. “Restorasyon”, işte tüm bu kavramları ve tarih sahnesine çıkan kitleleri bastırmaya, olmazsa içeriklerini yeniden düzenlemeye ilişkindi. ‘Restorasyon’ verili düzenin ufkunu kapattı. İnsan kaderi, kapitalizm öncesinde Tanrı’ya aitti, şimdi piyasaya teslim edildi. Bunu dini, gerici canlanmanın izlemesi artık kaçınılmazdı. Yönettikleri insanlara ortak bir proje, kolektif bir duyarlılık sunamayan seçkinler, dini duyarlılıkları giderek daha fazla istismar etmeye başladılar (Corm, Le Monde Diplomatique, Mart, 2007) Demokrasinin anlamı, özgür vatandaşların birlikteliğinden, alt kimliklerin birlikteliğine dönüşmeye başlayınca, bunun bir adım sonrasının, etnik homojenliğin, aşiret kimliklerinin yüceltilmesi olacaktı. Artık, ulus devletin kaderi imparatorluk denklemlerine bağlanır, bağımsızlık, kalkınma kavramları anlamlarını yitirir, teorinin yerini kanaat, felsefecinin, aydının yerini medya yıldızları alabilirdi. Ufku kapalı, ortak davranma becerisini, toplumu dönüştürecek projeler yapma yeteneğini, dolayısıyla geleceğini kaybetmiş bir insanlığın, umudunu da kaybetmesinde, cumhuriyetin içinden, ABD’de imparatorluk, Türkiye’de yeni Osmanlı rüyaları çıkmasında şaşılacak bir şey yok... Ama “tanımlamak” olanak yaratmaktır. Bu “zeitgeist”i tanımlamaya, “Restorasyonu” konuşmaya başlayabilirsek, yeni olanakları görmeye, gözlerimizi yeniden verili düzenin ufkunun ötesini çevirmeye başlayabilir. [email protected] http://erginyildizoglu.blogspot.com [email protected] Atatürk’ün Kara Harp Okulu’na girişinin 108. yıldönümü törenlerle kutlandı ‘Karşıdevrime geçit yok’ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün Kara Harp Okulu’na girişinin 108. yıldönümü törenlerle kutlanıyor. Kara Harp Okulu Komutanı Tümgeneral Tevfik Özkılıç, Harbiyelilerin “nöbetlerinin başında” olduğunu vurguladı. Yıldönümü kutlamaları dün sabah saatlerinde başladı. Tümgeneral Özkılıç başkanlığındaki Kara Harp Okulu öğrencileri ve öğretim üyelerinden oluşan heyet, Anıtkabir’i ziyaret ederek büyük önder Atatürk’ün manevi huzuruna çıktı. Tümgeneral Özkılıç, burada, Anıtkabir Özel Defteri’ne şunları yazdı: “Yorgun, yoksul ve çaresiz sanılan bir ulusa, bütün dünyaya meydan okuma gücü veren en büyük Harbiyeli. Şanlı yuvalarında aldıkları eğitim ve öğretimle, ilke ve devrimlerini sonsuza kadar yaşama ve yaşatma kararınEtkinlikler kapsamında düzenlenen gösteriyi Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve eşi, Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, kuvvet komutanları ve Anayasa Mahkemesi Başkanı Tülay Tuğcu da izledi. (AA) ‘Suç ve cezada yasallık’ Maddede, kimsenin, işlendiği zaman yürürlükte bulunan yasanın suç saymadığı bir eylemden dolayı cezalandırılamayacağı belirtilerek suç ve cezada yasallık ilkesi kabul edilmiştir. Suç ve cezada yasallık ilkesi, her şeyden önce bir hak ve özgürlük güvencesidir ve hukuk devleti niteliğinin vazgeçilmez ilkesidir. Suç ve cezada yasallık ilkesi, suç oluşturacak işlem ve eylemlerin ve bunlara uygulanacak cezaların yasada açıkça belirtilmesini, bu konuların idari düzenleyici işlemlere bırakılmamasını gerektirmektedir. Çünkü, suç oluşturacak işlem ve eylemlere yasada belirgin biçimde yer verilmemesi, bu konunun idari düzenleyici işlemlere bırakılması belirsizlik yaratacak ve yasallık ilkesinin ihlali anlamına gelecektir.’’ da olan Harbiyeliler, çağımıza ışık tutan düşüncelerini bir yaşam felsefesi olarak kabul etmektedirler. Bizler bugün, sana olan özlem ve minnet duyguları ile ülkemizin güvenliğini, ulusumuzun bağımsızlığını ve çağdaş kazanımlarını ilelebet muhafaza ve müdafaa etmek üzere artan bir azimle, kararlılıkla, nöbetimizin başındayız. Her 13 Mart’ta ‘içimizde’ diye haykıran Harbiyeliler, mirasına sarsılmaz bir azimle sahip çıkmaktadırlar ve bu haykırış, sonsuza kadar sahip çıkacaklarının ifadesidir. Rahat Uyu En Büyük Ata.” Harp Okulu’nda gösteri Etkinlikler kapsamında Kara Harp Okulu öğrencileri “Atatürk’ü An maktan Anlamaya Birlikte Bir Yolculuk’’ isimli gösteriyi sahneledi. Kara Harp Okulu’ndaki gala gösterisine, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve eşi Semra Sezer, Anayasa Mahkemesi Başkanı Tülay Tuğcu, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt ile kuvvet komutanları katıldı. Söylevde, Orhan Asena’nın “Kurtuluş Savaşı Destanı”ndan yararlanarak Hürriyet Kurt’un katkılarıyla Mehmet Ege tarafından düzenlenen sahne gösterisinde Harbiyeliler ve Gazi Üniversitesi Müzik Bölümü öğrencileri görev aldı. Kara Harp Okulu Komutanı Özkılıç, Atatürk’ün açtığı çağdaş uygarlık yolunun hiç bitmeyecek aydınlık bir yol olduğunu belirterek “Aydınlığa nüfuz etmek isteyen karanlıklar ve karşıdevrimciler belirse de bu yol ışıltısından hiçbir şey kaybetmeyecek yöntemleri de içinde barındırmaktadır’’ dedi. Agos, Hrant’ın gazetesiydi. Hepimizin karşısına bu gazeteyle çıkmıştı. Gazete tam 10 yılını doldurmuştu ki Hrant’ı Agos’un önünde vurdular. Geride kalanlar Agos’u çıkarıyorlar. Hrant’ın bize anlatmak istediklerini anlatmaya çalışıyorlar. Agos gazetesini okudukça bir ülkede azınlık olmanın tedirginliğini, sıkıntılarını öğreniyorum. Hrant Dink cinayeti soruşturması, umut verici bir tempoyla ilerlemiyor. Avukatlardan, aileden aldığımız bilgiler iç açıcı değil. Soruşturma gündelik rutinin içine takıldı kaldı. Cinayet işleyenlerin arkasındaki bağlantıların ortaya çıkarılması için siyasi irade yeteri kadar aktif davranmadı. Soruşturmanın derinleştirilmesinin maddi altyapısı hazırlanmadı. Geçenlerde bir gazeteci arkadaşımız, Hrant Dink cinayeti için Başbakanlık’ın özel bir yetkilendirme yapması gerektiğini söyledi. Bu öneriyi Başbakan’a anlattığını ve Kutlu Savaş örneğini hatırlattığını ifade etti. Agos’un Başyazısı... Susurluk soruşturmasında Başbakan Mesut Yılmaz, Kutlu Savaş’ı Başbakanlık yetkisiyle donatarak etkin bir soruşturma yapılmasını sağlamıştı. Bu sayede Susurluk’ta önemli bilgilere ulaşılmıştı. Benzer bir uygulama Hrant Dink cinayeti için de yapılabilirdi. Üstelik bu konu Susurluk kadar dallı budaklı değildi, çok önemli bilgiler ve istihbarat elde edilebilir, cinayetin eğer varsa devletin içine uzanan elleri ortaya çıkarılabilirdi. Maalesef böyle bir girişimde bulunulmadı. Acaba bir hesaplaşmadan mı korkuldu? Korktukça sorunlar çözülmüyor ki! Daha da içinden çıkılmaz hale geliyor. Devlet içinde suç işleyenler bu durumdan cesaret alıyorlar. Bakıyorsunuz, geçmişte belli olaylara karışmış kişiler daha vahim başka olayların içinde karşımıza yeniden çıkıyorlar. Danıştay saldırısında da, Rahip Santoro cinayetinde de işin arkası, ciddi bir istihbarat faaliyetinin hedefi olarak ele alınmadı… Hrant Dink cinayeti de bu olayların devamı olarak gündeme gelmedi mi? ??? Agos gazetesi bu haftaki başyazısına “Hepimiz Güverciniz” başlığını koymuş ve kaygılarını sıralamış. Soruşturmanın içine girdiği durumdan yaşanan tedirginlik dile getirilmiş. Azınlık ruh halini yansıtan, endişeleri ifade eden bu yazıyı sizlerle paylaşmak istedim: “Hrant’ı kaybettiğimizde Türkiye’nin duyarlılığı ‘Hepimiz Hrant’ız’ sloganında bütünleşmişti. Bunun ne anlama geldiği herkes için açıktı. O’nun fikirleri, duruşu, ahlaki tutarlılığıydı sahiplenilen. Oysa suikasttan daha birkaç gün önce Hrant kendisini bir güvercin olarak resmetmiş, iç dünyasındaki ürkekliği kâğıda dökmüştü. Hrant için ‘Hrant olmak’ inandığı yolda sekmeden yürürken bir yandan da kendisi ve çevresi için duyduğu sürekli tedirginlik halini ifade etmekti. ??? O zaman görmek istemediğimiz, üstümüze kondurmadığımız söz konusu tedirginlik bugün hayatımızın parçası olmuş durumda. Yargı, soruşturma sürecinin sağlanması beklenen güvence hâlâ çok uzağımızda. Devletin bu cinayeti açığa çıkarma iradesinin gerçekte azınlıklara yönelik bir sahiplenmeyi ima edeceğini kavramış olan cemaat mensupları, beklentilerini giderek azalan bir umutla sürdürmek durumundalar. Çünkü soruşturma hem çok yavaş gidiyor, hem de soruşturulacak birçok detayı anlaşılmaz biçimde es geçiyor . Dahası, kilise bahçesinde sıkılan silahlardan, gayrimüslim esnafa yöne lik dolaylı tacizlere uzanan bir baskı ortamının üretilmek istendiğini gözlemliyoruz. Devlet Ani’ye Anı, Akhtmar’a Akdamar demekte ısrar ediyor. Amerika’daki soykırım yasasını engellemeye çalışırken, soykırımın kültürel mirasın tahribini içerdiğini fark etmeyen bir devletimiz var… ??? Ermeni Patriği 2. Mesrob’un sözleri bu nedenle tüm cemaatin hissiyatına tercüman olmakta. İyimser olmak giderek zorlaşırken gayrimüslimler devlete güvenme ihtiyacı ile devlete ne kadar güveneceğini bilememe tedirginliği arasında sıkışıyorlar. Bugün ‘Hepimiz Hrant’ız’ sözü aynı zamanda ‘Hepimiz güverciniz’ anlamını taşıyor. Ve mesele dönüp dolaşıp siyasi iradenin sorumluluğuna ne derece sahip çıkacağına geliyor. Bu güvercinlerin buralarda kalması gerçekten isteniyor mu? Bu güvercinlerin aynı zamanda birer Hrant, yani gerçek birer vatandaş olmalarını içimize sindirebiliyor muyuz?” ACI KAYBIMIZ Cemiyetimiz üyesi, Basın Şeref Kartı sahibi, değerli arkadaşımız TEKİN GÜZELBEYOĞLU’nu 13 Mart 2007 Salı günü kaybettik. Kaybı topluluğumuzda üzüntü yaratan Güzelbeyoğlu’nun cenazesi 14 Mart 2007 Çarşamba günü öğle namazının ardından Teşvikiye Camii’nden alınarak Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa verilecek. Tekin Güzelbeyoğlu’nu saygı ve sevgiyle anarken yakınlarına, basın topluluğuna başsağlığı dileriz. TÜRKİYE GAZETECİLER CEMİYETİ CUMHURİYET 04 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear