18 Haziran 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
15 OCAK 2007 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA EKONOMİ ekonomi?cumhuriyet.com.tr Hükümet ‘Küçülteceğiz’ dedi, buğdayda fiyat farkını 5’e, satış miktarını 6’ya katladı; Ofis’in kârını eritti 13 ANKARA PAZARI YAKUP KEPENEK AKP , TMO’yu çökertti ? Başbakan Erdoğan’ın “Tarımda popülizme son verdik” iddialarına ve AB, IMF, Dünya Bankası gibi kurumların yanı sıra Acil Eylem Planı’nda da seçmenlere verilen sözlere karşın AKP iktidarındaki uygulamalarla TMO’nun alımları 6 kat arttı, kârı yüzde 96 düştü. MURAT KIŞLALI ‘Eklemlenme’ mi? Ekonominin 2006 sonu2007 başı değerlendirmeleri, dış açık, borsa, faiz gibi kimi “öznel” noktalara dayandırılıyor. Oysa, çok daha “bütüncül” bir yaklaşım gerekiyor. Önce, gidilmekte olan bu yola döşenen rayları anımsayalım. Türkiye ekonomisi, 24 Ocak 1980 kararları ve bunu tamamlayan askeri darbe ile “liberal” olarak adlandırılan, özelleştirmeye ve dış satıma dayalı büyümeyi esas alan bir sürece girdi. Emeğiyle geçinenleri ezen ve demokrasiyi yok eden IMF destekli bu uygulama, Soğuk Savaş’ın, ABD kapitalizminin üstünlüğüyle son bulmasıyla çok daha pekiştirildi. Yaşanan ağır ekonomik bunalımlar, özellikle de 1994 ve 2001 yıkımları, bu gidişin sorgulanmasına değil, tam tersine IMF’nin verdiği “ilacın dozunun” artırılmasına yol açtı. Daha hızlı özelleştirme; kamu yatırımlarının neredeyse sıfırlanması; sosyal devletin tümüyle çökertilmesi; devlet borçlarının hızla artışı; yüksek faiz sarmalına girilmesi bu uygulamanın başlıca alanlarıdır. Sonuçta, enflasyonun bir ölçüde düşürülmesi ve esas olarak üretim dışı faaliyetlerden kaynaklanan artı büyüme oranları gibi olumlu göstergeler; bankaların batması; ekonominin yarısının “kayıt dışı” oluşu; cari açığın hızla artışı ve bir türlü aşağı çekilemeyen yüksek işsizlik oranı; yatırımsızlık ve üretimsizlik; gelir dağılımının çok daha eşitsiz duruma gelmesi; doğal çevrenin ve kültürel varlıkların yağmalanması gibi olumsuzluklarla tamamlanıyor. ??? Son yıllarda özelleştirme ve asıl “yabancılaştırma” hızlandırıldı. Ekonominin irili ufaklı üretim birimleri ve sermaye kaynakları, şirket “evliliği” adı altında yabancıya “teslim” ediliyor; onların mülkiyetine geçiyor. Toplum, üretime yabancılaşıyor. Ekonomik gelişmenin “iki” itici gücü vardır; sermaye ve teknoloji. Türkiye, dünyada hiçbir ülkenin yapmadığı bir tutumla, IMF emirlerini yerine getiriyor ve bu sektörleri “elden çıkarıyor”. İrili ufaklı çok sayıda banka kısmen ya da tamamen yabancı sermayenin eline geçti. AB ülkelerinde bankacılık sektöründe yabancı sermayenin payı ortalama yüzde 20 dolayındadır. Ülkemizde bu pay, Ziraat ve Halk bankalarının özelleştirilmesi henüz tamamlanmadan yüzde 40’lara; yabancıların borsadan satın aldıkları banka payları buna eklenirse yüzde 50’lere çıkmaktadır. Ancak, bankaların yabancı sermaye ile bütünleşmesi, bu sektörde rekabeti ve buradan faizlerin düşmesini sağlamıyor. Devletin, borçlanabilmek için ödediği faiz yüzde 19.32’dir. Bu faiz oranı ile Türkiye dünya faiz liginde uzak ara birincidir; kendisine en yakın ülkelerde, G. Afrika ve Meksika’da hükümetin borçlanırken ödediği faiz oranı, sırasıyla yüzde 7.75 ve yüzde 7.42’dir. (Economist, 6 Ocak). Bunun nedeni, IMF’nin “her dediğini yapmasına karşın” Türkiye’nin “risk”li bulunmasıdır. Buna da onlar karar veriyor. Bankalar para ticaretiyle uğraşır. Bu süreç, diğer bankacılık işlemlerinden doğan kârlarla birlikte, “sermaye kaynaklarının başka ülkelere” aktarılmasına yol açıyor. Enerjide de önce özelleştirme, sonra yabancılaştırma devam ediyor. İletişim sektöründe de, Teletaş cinayetine yenileri eklendi; Türk Telekom’un tartışmalı satışını bu yıl Biletix’in ABD’nin Ticketmaster’ına satışı izledi. Bankacılık gibi, teknolojik yenilik sektörleri de, tam bir bilinçsizlik ya da “büyük sermayenin küçük çıkarları” karşılığında yabancı sermayeye teslim ediliyor. Diğer üretim sektörlerinde yabancıya satılanın yerine yenisi, güç de olsa yapılabilir; ancak bankacılıkta ve teknolojide böyle olmuyor. Bankacılıkta, sermaye dışarıya gidiyor. Oysa ülkenin gelişmesi için daha çok yatırıma, sermayeye gereksinimi var. İleri teknoloji üretimi “beyin” işidir; bu iş, nitelikli insan gücü ve kurumsal yapısıyla yabancılara bırakılırsa ki öyle oluyor, o zaman da ekonominin geleceği gerçekten “kararır” ve de kararıyor. Yaşanmakta olan, Türkiye ekonomisinin dünya ekonomisiyle eklemlenmesi değil, üretim temelini yitirmesi sürecidir. [email protected] [email protected] http://erginyildizoglu.blogspot.com ANKARA Hükümet, AB, IMF, Dünya Bankası gibi küresel kurumların yanı sıra Acil Eylem Planı ile de seçmenlerine “Toprak Mahsulleri Ofisi’ni (TMO) küçültüp özelleştireceği” sözü verdiği halde, AKP iktidarında TMO’nun destekleme fiyat farkı 5 katına, buğday alımları da 6 katına çıktı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın her fırsatta popülist politikalara son verdiklerini iddia etmesine karşın bu uygulamalar nedeniyle TMO’nun 2002’de 134 milyon YTL olan kârı, 2005 sonunda 5 milyon YTL’ye düştü. Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu’nun (YDK) “Toprak Mahsulleri Ofisi 2005 Yılı Raporu”nda, “Uygulamaya konulan Acil Eylem Planı’nın (AEP) TMO’nun yapısal dönüşüm sürecini zorunlu kıldığı” belirtildi. Raporda, “AEP’de, TMO’nun özelleştirme amaçlı küçültülmesi amaçlanmıştır” ifadesine yer verildi. YDK raporunda bu hedef ve sözlere karşın “TMO’nun hu bubat alımlarının 2002 yılında 998 bin tondan tekrar artış eğilimine girerek 2003’te 1.6, 2004’te 2.6 ve 2005 yılında ise 5.8 milyon tona yükseldiği, dünya buğday fiyatları ile Türkiye’de açıklanan buğday fiyatları arasındaki farkın 2002 yılında ton başına 23 dolardan, 2003’te yılında 76, 2004 yılında 74, 2005 yılında ise 110 dolara çıktığı” tespit edildi. Raporda “Ofis’in alım fiyatlarının piyasa koşullarına göre belirlenmesi, özellikle Hazine üzerindeki mali yükü hafifleten düzenle meler yapılmış, ancak Ofis’in fiyatları serbest piyasanın çok üzerinde kalmış ve stokları artmıştır” denildi. YDK raporunda TMO’nun 2002 yılında 134 milyon YTL olan kârının, 2003 yılında 109 milyon YTL, 2004 yılında 40 milyon YTL, 2005 yılında ise 5 milyon YTL ’ye düştüğü belirtilerek “Fiyatların Ofis tarafından belirlenmesi, fiyat tespitinde görev zararına neden olunmaması ve asgari seviyelerin dışında alım yapılmaması” istendi. Ne tek haneli enflasyon ne pozitif büyüme rakamları ne de Teşvik Yasası çare olabildi Şirketler GAP’ta tutunamadı ? GAP bölgesinde geçen yıl yeni kurulan şirket sayısı azalırken, kapanan şirket sayısı 2005’e göre yüzde 29 arttı. Yeni açılan şirket sayısı Türkiye’de yüzde 9.90 artarken bölge illerinde yüzde 10.16 azaldı. Ekonomi Servisi Türkiye ekonomisinde, büyük umutlarla çıkarılan Teşvik Yasası da, 19 çeyrektir üst üste elde edilen büyüme rakamları da Güneydoğu illerine yaramadı. Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) bölgesinde geçen yıl yeni kurulan şirket sayısı azalırken kapanan şirket sayısı arttı. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Ticaret Sicili verilerine göre, GAP bölgesindeki 9 ilde (Adıyaman, Batman, Diyarbakır, Gaziantep, Mardin, Siirt, Şanlıurfa, Şırnak, Kilis) geçen yıl 3 bin 492 şirket açıldı, 1232 şirket kapandı. Bölge illerinde geçen yıl, önceki yıla kıyasla yeni kurulan şirket sayısı yüzde 10.16 azalırken kapanan şirket sayısı yüzde 29 oranında artış gösterdi. 2005 yılında toplam 3 bin 887 yeni şirketin kurulduğu GAP bölgesinde, 955 şirket de çeşitli nedenlerle faaliyetini sona erdirmişti. Geçen yıl, GAP’ta yeni kurulan şirket sayısının yüzde 10,16 azalmasına karşılık Türkiye’de yeni kurulan şirket sayısı yüzde 9.90 arttı. Türkiye’de geçen yıl kapanan şirketlerin sayısı yüzde 21.07 artarken artış GAP bölgesinde için yüzde 29 oldu. GAP bölgesinde geçen yıl en fazla yeni şirket açılan ve en fazla şirketin faaliyetinin sona erdirdiği il, bölgenin sanayi, ticaret ve ihracat merkezi konumundaki Gaziantep oldu. Gaziantep’te geçen yıl 1240 yeni şirket açıldı, 370 şirket kapandı. İTO’nun kuruluş yıldönümü etkinlikleri “Sarışın Bir Kurt” adlı fotoğraf sergisinin açılışıyla başladı. İTO 125. yaşını kutluyor İstanbul Haber Servisi İstanbul Ticaret Odası’nın (İTO) 125. kuruluş yıldönümü etkinlikleri dün Atatürk’ün daha önce hiç yayımlanmamış 200 fotoğrafından oluşan “Sarışın Bir Kurt” adlı fotoğraf sergisinin açılışıyla başladı. Taksim Metrosu’nda düzenlenen ve Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik tarafından açılan sergi 4 Şubat’a kadar gezilebilecek. Etkinlikler kapsamında TOBB ocak ayı olağan yönetim kurulu toplantısını İTO merkez binasında gerçekleştirdi. TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, İTO’nun Anadolu’nun ve tüm Türkiye’nin ticaretinin gelişmesinde öncü rol oynadığını söyledi. Akşam saatlerinde ise Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı’nda bir gece düzenlendi. İTO Meclis Başkanı Muharrem Keçeli’nin açılış konuşmasının ardından, İTO’nun 125 yıllık tarihini anlatan 15 dakikalık belgesel gösterildi. Gecede konuşan İTO Yönetim Kurulu Başkanı Murat Yalçıntaş, Türkiye’nin ekonomik anlamda zorlu bir ligde oynadığını belirterek “Bu birinci ligdir, ama biz şunu biliyoruz, biz birinci ligin iyi bir takımıyız ve bu takımın başarılarının devamı için iyi bir teknik direktöre ihtiyaç var. İşte bu teknik direktör istikrardır; bu teknik direktör reformcu yaklaşımdır” dedi. Başbakan Tayyip Erdoğan ise AB müzakere sürecine ilişkin “Biz artık Avrupa’yı ve kurumlarını daha iyi tanıyoruz. Bundan sonra onlar bizi takip edecekler. Hâlâ önümüzü kesiyorlarsa bu siyasidir. Biz dürüstlük istiyoruz. Samimi olun! Dürüst olalım” dedi. Chavez ve Ahmedinejad’dan çağrı: OPEC üretimi kıssın Ekonomi Servisi Venezüella Devlet Başkanı Hugo Chavez ve İran Cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinejad, Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü’ne (OPEC) üretimi kısma çağrısında bulundular. Venezüella’yı ziyaret eden Ahmedinejad ve Chavez, yaptıkları ortak açıklamada, üretim kısıntısı için OPEC içinde çalışma başlatmak istediklerini duyurdular. Chavez ise konuşmasında, piyasada arz fazlası ham petrol bulunduğunu, OPEC’in bundan kaynaklanan fiyat düşüşünü önlemesi gerektiğini söyledi. Petrol fiyatları son olarak varil başına 52.99 dolara düştü. OPEC üyesi olan Venezüella ve İran başlıca petrol üreticileri arasında bulunuyor. Latin Amerika turuna çıkan Ahmedinejad, Bolivya, Ekvador ve Nikaragua liderleriyle de bir araya gelecek. Tekstil 2006’yı büyüme ile kapattı Ekonomi Servisi Türkiye’nin hazır giyim ve konfeksiyon ihracatının 2006 yılında yüzde 2.1’lik bir artışla, 13 milyar 987 milyon dolar seviyesine ulaştığı bildirildi. İstanbul Hazır Giyim ve Konfeksiyon İthalatçıları Birliği’nin hazırladığı 2006 yılı Hazır Giyim Sektör Performans Raporu açıklandı. Raporda, sektörün ihracatının yüzde 76.3’ünün, diğer sektörlerin girmekte zorlandığı AB ülkelerine gerçekleştirildiği ve bu ülkelere yönelik ihracatın yüzde 3.3 oranında artırıldığı açıklandı. DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ / ERGİN YILDIZOĞLU LONDRA Geçen hafta, iki önemli gelişme: (1) Başkan Bush yeni İran (pardon, dilim sürçtü, Irak diyecektim) planını açıkladı, (2) Ortadoğu Projesi’nin “eşbaşkanı” Tayyip Bey, ABD’nin eski Irak Büyükelçisi Zalmay Halilzad’a, “haddini bildirdi”. Bu iki önemli gelişmeyi, ABD Büyükelçisi Wilson’un, gazetelerde, “ABD, Türkiye’nin Irak’a yönelik bir sınır ötesi müdahalesine itiraz etmeyecek” anlamı çıkartılan sözleriyle birleştirince ister istemez korktum: Ya Türkiye AKP hükümetinin, dış politikasının “stratejik derinliğinde” boğulmaya başladı ya da Irak’tan İran’a sıçrayacak bir savaşa Türkiye’nin de bulaştırılması olasılığına uygun bir biçimde “yumuşatılıyoruz”! canı yandığında hep beraber seferber oluyoruz. Benim canım yandığında neden hep beraber seferber olmuyoruz” dedi, sonra da rol talebini yineledi: “Atılacak adımı bir Irak hükümetiyle atmaya hazırız. ABD’nin orada bir güç olarak bulunduğunu bilerek, müşterek atmaya da hazırız.” Bu yakınmalar, “stratejik derinliğin” (Stratejik: ABD bölgeden başlayarak dünyayı değiştirecek, biz de yanında yer alarak bu değişime katılalım, payımızı alalım… Derinlik: bu arada Doğu’ya açılalım, yeni nüfuz alanları elde edelim, Yeni Osmanlı projesi falan, filan) hegemonyaimparatorluk ilişkisini anlamakta ne kadar sığ kaldığını, “eşbaşkan” fantezisinin ABD’de alıcısı olmadığını, Türkiye’nin Bush yönetiminden inayet dilenen bir noktaya getirildiğini gözler önüne seriyordu. Başbakan, ABD’nin yaptığı müdahalenin Irak’ın iç işlerine karışma kategorisine girmediğinin, bizzat bu kategoriyi, Irak’ı yıkarak ilga ettiğinin bile ayırdında değil. ABD ile Türkiye arasında bir analoji yapmanın anlamsızlığının da… Benzer bir şaşkınlığı, Irak Kürtlerinin, kendilerini ABD’nin vazgeçilmez müttefiki sanan feodal liderlerinde de gördük: Irak Çalışma Grubu raporunu görünce şok geçirdiler: Ah! “ABD Kürtlere ihanet ediyordu”! Gerçekteyse, ABD’nin jeopolitik satrancında bir “piyon” olmaktan öte anlamları yoktu: Piyonlar “ihanet edilecek şeyler” kategorisine bile girmezler, kolaylıkla gözden çıkarılırlar. İkinci şok da ABD’nin Irak’taki İranlı diplomatlara vurmaya başlamasıyla geldi. Kürt yönetiminin, hatta “seçilmiş” Irak “hükümetinin” İran’la kurduğu sözde “diplomatik” ilişkilerin hiçbir anlamı yoktu, çünkü, gerçekte ‘Stratejik Derinlik’te Boğulacak mıyız? El eliyle ‘fallus’ sahibi olunmaz Radikal’den Murat Yetkin aktarıyor: “Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Ortadoğu’daki sorunların çözümünde Türkiye için rol talep etmesi, anlaşılan ABD Başkanı George Bush’un dikkatini çekebilmiş değil. ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın, Başkan Bush’un yeni Irak siyasetini ilanı öncesinde açıklanan Ortadoğu seyahatinde Türkiye durağı yok.” Ertesi gün, Tayyip Bey’in, Zalmay Halilzad’ın, kimin “eşbaşkan” olduğunu unutup, “Iraklıların dışında, başkalarının Irak’ın iç işleri üzerine açıklamalarda bulunması kabul edilemez” sözlerine verdiği cevap, işlerin sarpa sarmaya başladığını gösteriyordu. Tayyip Bey, “Doğrusu ben merak ediyorum. Amerika on binlerce kilometre uzaktan Irak’a gelip koalisyon güçleriyle birlikte müdahalesini yapıyor. Bu, Irak’ın içişlerine müdahale olmuyor. Amerika’nın Irak’ta yalnızca tek bir iktidar vardı: ABD. Şimdi Tayyip Bey Hükümeti’nin ve Kürt liderlerinin, halklarını yeni maceralara sürüklemeden önce şunu çok iyi kavramaları gerekiyor: ABD trenine binerek, el eliyle fallus sahibi olma cingözlüğü, ABD’nin fallusu’nun değdiği (ekonomik, siyasi ve askeri) yerde biter ve siz, iktidarsızlığınızın dayanılmaz hafifliğiyle karşı karşıya kalırsınız! Tuhaf bir plan Bush’un yeni Irak planına gelince ilginç bir durumla karşılaşıyoruz: Hemen tüm yorumcular, planın, Irak’la değil, İran’la ilgili, Irak’taki direnişten İran’ı sorumlu tutan; İran’ın, Irak içindeki “ağlarını” yok edeceğini söyleyen bölümleri üzerinde durdular. Planı, yakın bir gelecekte İran’a yönelik bir saldırının ön hazırlığı olarak yorumlayanlar çoğunluktaydı. Gerçekten de bu planı başka türlü yorumlamak zor: ABD bu bahaneyle 21 bin ek asker göndererek İran’a yönelik bir saldırı anında, 60 bin kişilik güçlerini İran’ın emrine vermeye hazır olduğunu söyleyen Mukteda el Sadr’ı tasfiye etmeyi amaçlıyor. Ama olacak iş değil. Geçen yaz denendi, başarısızlıkla sonuçlandı.. o günden bu yana ABD kayıpları daha da arttı. Gariplik şurada: ABD, bu kez, Başbakan Maliki’nin gerekli askeri desteği sağlayacağını söylüyor. Ama, bu beklentinin hiçbir maddi temeli yok. Aksine, Maliki, seçilmesini Sadr’a borçlu. Harekete geçireceği askerlerin çoğu Şii, üstelik de İran kaynaklı Şii siyasi partilerine bağlı. Devreye sokulması planlanan Kürt güçlerinin, bugüne kadar Şiilerle ve İran’la iyi geçinmeye özel çaba gösterdikleri biliniyor. Bence bu, Bush yönetiminin çözemeyeceği kadar karmaşık bir denklem. Diğer taraftan, Financial Times, İsrail askeri İstihbaratının, siyasi liderliği, İran’a tek yanlı bir müdahaleye zorladığını bildiriyor (12/01). Bush ve Rice, İran’ı, hiçbir kanıt göstermeden, Amerikalı askerleri öldürenlere destek vermekle suçlamaya başladılar. ABD güçlerinin, Irak’taki İranlı diplomatlara yönelik saldırıları, “İran kaynaklı” olduğunu iddia ettikleri güçlerle çatışmaya, diğer bir deyişle, ABD’nin, İran’la Irak toprağında savaşmaya başladığına (CBS/AP, 12/01) ilişkin haberler, ABD ve Arap kamuoyunda, savaşın yakında sınır ötesi operasyonlarla İran toprağına taşınacağına yönelik beklentileri güçlendiriyor. Emekli Albay W. Patric Lang (Ortadoğu Savunma İstihbarat Görevlisi, Savun ma İnsan Kaynaklı İstihbarat Birinci Direktörü), cuma günü Blogg’unda, Amiral Fallon’un Centcom’un başına atanması üzerine, “Tüm kariyeri, deniz ve hava savaşlarına dayalı bir komutanın, esas olarak iki kara savaşını (Afganistan ve Irak) sürdürmekte olan bir ordunun başına getirilmesinin, bir hava savaşına hazırlıktan başka nasıl bir anlamı olabilir” diye soruyordu. İkinci bir uçak gemisinin körfeze gönderilmesinin, Arap ülkelerine Patriot füzeleri koyma hazırlığının Irak savaşıyla ne ilgisi olabilirdi?.. Eğer, Bush’un benimsediği anlaşılan planın teorik platformu Weekly Standard dergisinde yayımlanan “İran sorunu mutlaka çözülmelidir” türünden yorumları, İran’a karşı devreye sokulan mali yaptırımları, CIA’nın, Lübnan’da Hizbullah’ı hedef alacağını açıklamasını göz önüne alır, Rice’ın Ortadoğu gezisini, Filistinİsrail sorununu arka plana iterek Mısır, Suudi Arabistan, Körfez ülkeleri ve Ürdün’ün gerektiğinde Irak’ta devreye girmelerini sağlama çabaları bağlamında yorumlarsak bence resim tamamlanıyor. Biz bu resmin neresindeyiz? ABD, İran’a saldıracaksa, etkisi altındaki tüm devletleri, bu arada Türkiye’yi de, İran’a karşı devreye sokmak, büyük bir olasılıkla da bunu SünniŞii çatışması eksenine oturtmak isteyecektir. Hükümetin, sözde “stratejik derinliği”, Ortadoğu Projesi “eşbaşkanıyım” fantezisi, “fırsattan istifade Kerkük…” hevesi bu ortamda Türkiye’yi, kolaylıkla yüzemeyeceği derinliklerdeki denizlere itebilir. Ancak korkutucu gerçek o ki (MİT açıklamasına da bakarak), tüm endişelere rağmen ortada başka bir dış politika doktrini de yok. CUMHURİYET 13 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear