24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 14 OCAK 2007 PAZAR 4 ALİ SİRMEN HABERLER KARAKUTU İNCELEMESİ DÜNYADA BUGÜN Bir ceset torbasından bacak, dizkapağı ve vücut parçaları çıktı Aşkı 50 Yıl Yaşatmak Sevgili, “Senelerce, senelerce evveldi. Bir deniz ülkesinde Yaşayan bir kız vardı, bileceksiniz. İsmi Anabell Lee Hiçbir şey düşünmezdi sevilmekten Sevmekten başka beni...” Dünyanın en çok terennüm edilen aşk şiirlerinden birinin bu ilk dizelerini okuduğumdan bu yana, yarım yüzyıl geçtiğini düşününce, tüylerim ürperiyor. Ne tuhaf, o zaman bu dizelerin çevirmeninin Melih Cevdet Anday olduğunu fark etmemiştim. Gariptir, Edgar Allan Poe yabancı dillere hep çok ünlü, çok yetkin şairler tarafından çevrilmiştir. Aynı zamanda eşsiz bir öykücü olan Poe’yu Fransızcaya çevirenin, o dilin en büyük şairlerinden biri olan Charles Baudelaire olduğunu biliyor muydun? Doğrusu ya, Anabell Lee’nin Türkçe çevirisi de çok mükemmel, müziği sanki olduğu gibi yansımış. Oysa Melih Cevdet Bey, özellikle her ikisi de Latince kökenli olmayan diller arasında, müziğini zedelemeden şiir çevirmenin çok güç, hatta imkânsız olduğunu söylerdi hep. Keşke, bunları anlatırken, kendi çevirdiği o güzelim dizileri anımsatsaymışım kendisine... ??? 8 Ocak Pazartesi günü, Yılmaz Şipal Cumhuriyet’in 17. sayfasındaki köşesinde, 50 yıllık sevgili eşi Kumru Şipal’e “Anabell Lee” ile “yolun açık olsun...” diyordu ve benim de Kumru Hanım’ı yitirdiğimizden ancak iki gün sonra okuduğum bu yazı ile haberim oluyordu. Yılmaz Şipal ile telefonda konuşurken düşünüyordum: Şimdi benimle konuşuyor, ama ezbere gibi, belki de sanki başkası konuşuyormuş gibi, dışarıdan, hayretle izliyordur kendini... Bu iki can insanla tanışıklığımız, tabii Cumhuriyet’te oldu. Çok ender karşılaşıp görüşürdük, ama aramızda, yıllar sonra bile bıraktığımız yerden başlayıp devam edecek sıcak sohbetlere dönüşmüş bir dostluk vardı. Şipaller’in içindeki sevecenlik, insancıllık, davranışlarındaki yalınlık ve içtenlik, kelebekleri çeken parlak mum ışığı gibi çekerdi, dostluk pınarına. Son olarak, gazetenin eski tarihi binasında görüşmüştük yüz yüze, ardından da bir emekçinin sorunu için telefonla aramıştım, Yılmaz Şipal’i. Şipaller bütün duyarlı insanlar gibi, birçok değerin yok olmasını, sevginin tüketim metaı haline dönüşmesini dehşetle izlerken, kendileriyle günlük yaşam arasına bir mesafe koymaya başlamışlardı. ??? Yılmaz Şipal’in yazısını okurken, yitirilen bir sevgilinin ardından duyulan yoğun acıyı içimde hissettim ve “Yakan bu acı, ne zaman dağlamayıp sızlatan bir hüzne, sonra da her anımsadıkça insanın içini ve yüzünü ışıtan anılar demetine dönüşecek” diye düşündüm. Ama sanırım ölümde ilk anlara takılıp kalmamak gerek. Şipaller’in yaşamında önemli olan, bir aşkın, elli yıl sönmeden, solmadan yaşatılması olayıydı. Sanıldığı kadar kolay olmasa gerek, her yaşanmışlığı, alışkanlık yerine kazanıma çevirmek, yalnız yürek değil, aynı zamanda dirençli bir çabayı da gerektiriyor olmalı. Günümüz insanı, hoyrat bencilliğiyle, böylesi bir hüneri gösteremiyor, içinin artan çöllenmişliği, nice tükenmez sanılan aşk pınarlarını kurutuyor ve çağdaş adam, elinden uçan kuşa bakarken onu kaçıranın kendi kurumuşluğu olduğunu anlamayıp yeni değerleri tüketmeye yöneliyor. Asıl mutlu olmayan aşk bu. Yani, şairin dediği gibi, “mutlu aşk yok”sa, nedeni, mutluluğu anında anlayıp kavrayacak insanın olmaması. Yoksa mutlu aşk olmalı. Biliyorum şimdi “En solmazını bile ölüm alıp götürdüğüne göre, mutlu aşk yoktur” diye itiraz edeceksin. Evet, ölmemek mümkün değil. Ama bir aşkı ömür boyu besleyip yaşatmak, çok ender de görülse, günümüz insanına yabancı da gelse mümkünmüş demek ki... Ve ölüm alıp götürdüğüyle birlikte sürüklemiyor aşkı da... Ardında önce dağlayan bir ateş bırakıyor, sonra, yakmayıp sızlatan bir hüzne dönüşüyor. Sen tam “Merhaba hüzün” derken, eğer içinde saklayabilmişsen, yaşanan güzellikleri, gözlerinde yaşlar, dudaklarında bir acı tebessüm, yaşıyorsun aşkını, bu kez tek başına... Demek ki, kusura bakmasın ama, Ataol Behramoğlu, haksızmış, yalnız ölüm değil, kimi zaman aşk da Bir cenaze kayıp ADANA (Cumhuriyet Bürosu) Bağdat’ın 85 km. kuzeyindeki Anaconda Üssü’ne inmeye çalışırken piste 200 metre kala düşen uçakta yaşamını yitiren işçilerden beşinin kimliği DNA testiyle belirlendi. İki Türk işçisiyle yabancı mürettebatın cenazelerinin kimlikleri henüz belirlenemezken bir ceset torbasından farklı kişilere ait olduğu belirtilen bacak, dizkapağı ve ceset parçalarının çıkması nedeniyle cenazelerin eksik gelmiş olabileceği düşünülüyor. Irak’tan uçakla getirildikten sonra Adana Asri Mezarlığı mor Moldova’ya gönderilecek ? Ankara’nın sadece enkaz incelemesi yapabildiği uçak kazasının ardından, karakutu uçağın kayıtlı olduğu Moldova’ya yarın teslim edilecek. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Irak’ta Türk işçilerine mezar olan uçağın karakutusunun Moldova’ya teslim edileceği bildirildi. Türkiye ise yaşamını yitiren 28 yurttaşının terör saldırısına kurban gidip gitmediğini, ABD ve Moldova makamlarından öğrenebilecek. Diplomatik kaynaklardan edinilen bilgilere göre, Irak’ta düşen uçakla ilgili gerekli bulgulara ABD ulaştı. Bunun ardından karakutuların Irak makamlarınca inlecelendiği öğrenildi. Karakutuların uçağın sahibi olan Moldova’ya yarın teslim edileceği öğrenildi. Türk makamlarına da bu yönde bilgi iletildiği dile getirildi. Ankara da Ulaştırma Bakanlığı aracılığıyla ABD’nin yaptığı araştırmanın ayrıntılı raporunu kısa sürede görmek istediğini iletti. ? Bağdat’ta düşen uçakta yaşamını yitiren yolculardan beşinin kimliği DNA testiyle belirlendi. Bir ceset torbasından da farklı kişilere ait olduğu belirtilen ceset parçaları çıktı. guna götürülen ve yakınlarının teşhisiyle kimliği belirlenip ailelerine teslim edilen cenazeler bir bir toprağa verilirken, alınan doku, kan ve kıl örnekleri DNA testine gönderilen 12 cenazeden Ahmet Gezer, Aziz Gelinci, Halil Kılıç, Serkan Geyik ve Bekir Yıldız’ın da kimlikleri belirlendi. Gezer’in cenazesi Buruk Mezarlığı’nda, Gelinci’nin cenazesi ise İncirlik Beldesi Mezarlığı’nda toprağa verilirken, Kılıç’ın cenazesi memleketi Kahramanmaraş’a götürüldü. Serkan Geyik ve Bekir Yıldız’ın cenazelerinin ise henüz teslim alınmadığı öğrenildi. Türk işçiler Rıfat Demir ve Ramazan Altıkulaç’la, yabancı mürettebat Alexey Ganzha, Anatolie Seflediuc, Drigorii Ciupricov, Petru Sirbu ve Serhy Mashtalyar’ın kimlikleri henüz belirlenemediği için bir işlem yapılamadığı açıklandı. Rıfat Demir ve Ramazan Altıkulaç’ın cenazelerinin belirlenebilmesi için daha önce teşhis edilerek teslim alınan 21 cenazenin birinci derece yakınlarından kan örneği alındığı öğrenildi. Ayrıca yakınları tarafından teşhis edilen ve toprağa verilen Kulak İnşaat Yönetim Kurulu Üyesi İsmail Kulak ve Hüseyin Şahin adlı işçinin mezarları Cumhuriyet Savcılığı kararıyla açılarak DNA testi yapılmak üzere cenazelerinden doku ve kemik parçaları alındı. FTR’den ses yok Öte yandan Moldova’ya sadece “karakutunun teslim edileceğinin” bildirilmesi de beraberinde bazı soru işaretlerini getirdi. Uçağın içinde bulunan mekanikelektronik veriler, dış ses ve darbeler ile kabin basıncı ve benzeri kayıtları tutan “FTR” adlı cihazın Moldovalılar’a verilip verilmeyeceği bilinmiyor. Iraklı uzmanların da bu cihazı inceleyemediği belirtiliyor. Solda birlik istediler CHP milletvekilleri Hasan Fehmi Güneş, Mehmet Sevigen, Kemal Kılıçdaroğlu, Bihlun Tamaylıgil ve Nurettin Sözen’in Okmeydanı’nda katıldıkları “halk toplantısında’’ yurttaşlar “solda birlik’’ istedi. CHP Beyoğlu İlçe Başkanlığı’nın Okmeydanı Arda Düğün Salonu’nda düzenlediği 2. bölge milletvekillerinin katılımıyla gerçekleştirilen halk toplantısında “solda birlik’’ istekleri öne çıktı. Milletvekillerine sorular yönelterek istemlerini dile getiren yurttaşlar, “Ülkenin karanlığa gömülmemesi için CHP’yi daha etkili mücadele etmeye’’ çağırdı. Birlik çağrılarına yanıt veren Sevigen, iktidarın ülkenin rejimi ile hesaplaşma içerisine girdiğini belirterek yurttaşları CHP çatısı altında siyaset yapmaya çağırdı. (ALİ AÇAR) asirmen?cumhuriyet.com.tr Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yayına hazırladığı kitaplar üzerine bir yazı yazmıştım. Bu yazımda Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Alevi kimliğini tanımadığını ve ülkemizin milyonlarca yurttaşını yok sayan bu örgütlenmenin, Aleviler üzerine kitap yayımlamasını da inandırıcı olmayacağını dile getirmiştim. Bu yazım üzerine kitap projesini yayına hazırlayan Doç. Dr. Osman Eğri’den bir mektup aldım. Bu mektubu köşemde yayınladım. Ancak kitaplara değil ama, Diyanet İşleri’nin Alevi kimliğini tanımayan ve onları yok sayan tutumunu sürdürürken böyle bir kitap projesine girişmesinin yine de güven verici olmadığını ifade etmiştim. Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu Başkan Vekili ve Türkiye Diyanet Vakfı Yayın Kurulu Başkanı Prof. Dr. M. Saim Yeprem yazılarıma cevap veren önemli bir açıklama gönderdi. Bu mektupta Yeprem, Diyanet’in Aleviliğe yaklaşımını aydınlatacak ayrıntılı yorumlar yapıyor. Yeprem, Aleviliği “bir mezhep olarak nitelendirmenin mümkün olmadığını”, “bir tasavvufi oluşum” sayılacağını ifade ediyor. Ben “ilk kez” demekten hep sakınırım, ancak Diyanet İşleri Başkanlığı’nın üst düzey bir yetkilisinin Alevilik üzerine bu kadar ayrıntılı bir açıklamasına ben ilk kez tanık oluyorum. Bu değerlendirmeyi önemsiyorum. Profesör Saim Yeprem’in uzun mektubunu ikiye bölerek yayımlıyorum. ??? Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yayımladığı kitapları dikkatle izleyen ve okumaya gayret edenlerdenim. DİB’in SünniHanefi bir kurum olarak örgütlendiğine ilişkin görüşlerimi DİB görevlilerinin açıklama ve yorumlarından yola çıkarak oluşturdum. Yeprem’in Aleviliğe ilişkin tanımlamaları bana göre “resmi görüş”ü yansıtıyor. Resmi görüşten kastım SünniHanefi Diyanet’ten Alevi Yorumu (1) yaklaşımı. Olabilir. Ancak, asıl doğru olanı Alevilerin kendilerini nasıl tanımladıklarıdır. Aleviler, kendilerini nasıl tanımlıyorlarsa, Diyanet İşleri Başkanlığı dahil, herkes o tanımı esas almak durumundadır. İnsan haklarına, inanç ve din özgürlüğüne ilişkin doğru tutum budur. Profesör Yeprem’in mektubunu yayımladıktan sonra, Alevi topluluğunun bu konudaki tepki ve yorumlarına da köşemi açacağım. Bu tartışmanın ülkemizdeki din ve inanç özgürlüğüne hizmet edeceğini düşünüyorum. ??? Prof. Dr. Saim Yeprem’in mektubu: “Sayın Oral ÇALIŞLAR 05/01/2007 tarihli ‘Diyanet ve Alevi Kitapları’ ve 08/01/2007 tarihli ‘AleviBektaşi Kitapları’ adlarıyla kaleme aldığınız köşe yazılarınızda dile getirdiğiniz bazı hususlar hakkında bir değerlendirme yapmanın yararlı olacağı düşünülmektedir. Öncelikle bir hususa işaret ederek söze başlamak gerekmektedir. 08/01/2007 tarihli yazınızda kitapların yayımı projesinin koordinatörü Doç. Dr. Osman Eğri’nin mektubuna yer vererek işin detaylarını okuyucunuzla paylaşmanız ve bu vesileyle daha önceki yazınızdan hareketle menfi kanaatler oluşturabilecek kimseler için bu kanaatlerin oluşmasına izin vermemeniz son derece erdemli ve takdire şayan bir davranıştır ki, bu aynı zamanda olayları ele alırken bilgiye dayalı ve sağduyulu yaklaşmanın ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Söz konusu yazılarınızı kaleme almanıza neden olan AleviBektaşi Klasiklerinin yayımlanması ile ilgili olarak birkaç noktayı sizlerle paylaşmak yerinde olacaktır.. Bu eserler özgünlükleri muhafaza edilerek tamamen bilimsel metotlar çerçevesinde hazırlanıp yayımlanmaktadır. Konuyla ilgili proje koordinatörü Doç. Dr. Osman Eğri’nin mektubunu köşenize aldığınız için bu hususun detayına gerek yoktur. Bazıları çeşitli devirlerde yer yer ezberlenerek kuşaktan kuşağa aktarılan ve bugünlerde yayıma hazırlanan söz konusu eserler, tabii olarak dil, üslup ve kurgusu itibarıyla kaleme alındığı dönem ve coğrafyanın özelliklerini taşımakla birlikte, Orta Asya’dan, Anadolu’ya, oradan Balkanlar’a kadar ulaşan Ahmed YesevîHacı Bektaş Velî çizgisine mensup âlim, pir, ozan ve yol büyüklerinin, başta ilahi aşk, Hz. Muhammed ve Ehli Beyt sevgisi, Hz. Ali ve onun soyundan gelen tertemiz insanlara övgü, Yaratıcı ve yaratıklara karşı dostluk, hoşgörü, adalet, haksızlıkla mücadele olmak üzere inançtan ahlak ilkelerine kadar değişik pek çok hayati konuyu ele alarak verdikleri mesaj itibarıyla bugünün insanına çok şeyler kazandıracaktır. Kütüphanelerde veya bazı ailelerin özel sandıklarında kendi haline bırakılmış olan bu eserlerin bazı istisnalar dışında neşredilerek günümüz insanıyla buluşması sağlanamamıştır. Kültür tarihçilerinden din görevlilerine kadar toplumumuzun her kesiminin yararlanacağı bu eserlerin bilimsel metotlarla neşrinin, ülkemizin zengin dini, fikri, ahlaki, felsefi, bedii kültür mirasının tanınması ve muhafazasına vesile olacak sosyal ve kültürel bir hizmet olacağı açıktır. Bu düşünceyle Türkiye Diyanet Vakfı, ‘milletimizden aldığı imkân ve desteği, milletimize hizmet olarak sunma’ mantığı içinde, hiçbir ayrım yapmadan gerçekleştirdiği sosyal ve kültürel faaliyetlerin yanına bu eserlerin neşrini de katmıştır. Yayımlanacak kitaplar hakkındaki bu mütalaadan sonra özellikle 05/01/2007 tarihli ‘Diyanet ve Alevi Kitapları’ adıyla kaleme aldığınız köşe yazınızda dile getirdiğiniz bazı hususlar hakkında, birtakım değerlendirmeler yapmanın yararlı olacağı düşünülmektedir. Yazınızda kaleme aldığınız konulardan biri ‘Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütün mensupları, danışmanları ve yöneticilerinin Sünni ve Sünniliğin de Hanefi koluna mensup oldukları’ iddiasıdır. Diyanet İşleri Başkanlığı, personelini 657 sayılı Kanun’da belirtilen hükümler çerçevesinde vatandaşlık esasına göre almaktadır. Bu anlamda Diyanet İşleri Başkanlığı’nda görev alabilmek için Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak, hizmeti yerine getirmek için gerekli eğitimi almış olmak, Kamu Personel Sınavı’nda başarılı olmak vb. çerçevesi kanunla çizilmiş nitelikleri taşımak gerekmektedir. Dolayısıyla personel alımı esnasında adayların mezhep, meşrep vb. kimliklerine göre bir tercihte bulunulması söz konusu değildir. Aksine gerekli eğitimi almak ve sınavlarda başarılı olmak gibi şartları taşıyan her vatandaşımızın, tercih ettiği takdirde Başkanlığımız bünyesinde hizmet etmesi mümkündür. Başkanlığımız, hizmette ihtiyaç duyduğu imam hatip, müezzin, vaiz ve müftü vb. din hizmetinde istihdam edeceği personel ihtiyacını büyük oranda imamhatip liseleri (imam hatip ve müezzin ihtiyacının bir kısmı) ve İlahiyat Fakülteleri (imam hatip ve müezzin ihtiyacının bir kısmı, vaiz ve müftü) mezunlarından karşılamaktadır. İmam hatip liseleri öğrencilerinin, halkın değişik katmanlarından insanların çocuklarını bu okullara doğrudan kaydettirmesiyle, Anadolu imam hatip liseleri öğrencilerinin ise yapılan merkezi sistem sı navlarında (LGS) başarılı olan öğrencilerden oluştuğu bilinmektedir. Gerek doğrudan kayıt esnasında gerek merkezi sistemle yapılan sınavlarda vatandaşlarımızın çocukları arasında mezhepmeşrep vb. bir ayrım yapılmadığı malumdur. Bu okullara kayıt olmak ve buralarda okumak, tamamen insanların kendi tercihleri ile ilgili bir husus olup her toplum katmanından ya da mezhep ve meşrepten insanların, istedikleri takdirde çocuklarını bu okullara kaydettirmelerine hiçbir engel yoktur. İlahiyat Fakülteleri öğrencilerinin, bu okullara ÖSS sınavı ile girmeleri yukarıda dile getirilen hususun bunlar için de geçerli olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla Başkanlık, personel ihtiyacının büyük bir kısmını, toplumun farklı katmanlarından bu eğitim kurumlarında gerekli eğitimi alan vatandaşlarımız arasında herhangi bir mezhep ve meşrep ayrımı yapmadan karşılamaktadır. Kaldı ki, 08/01/2007 tarihli ‘AleviBektaşi Kitapları’ adlı yazınızda sizin de dile getirdiğiniz gibi AleviBektaşi kitapları projesinin koordinatörü Çorum İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Osman Eğri’nin Alevi olması, imamhatip liseleri ve İlahiyat Fakültelerinde farklı mezhep ve meşrepten vatandaşlarımızın öğrenim gördüklerini açıkça ortaya koyduğu gibi, teşkilatımızda da Hanefi, Şafii, Alevi vb. farklı mezhep ve meşrepten personelin varlığını göstermektedir. Dolayısıyla kişilerin mensup oldukları mezhep ve meşrebin Başkanlığımızda çalışmanın bir şartı olduğunu veya Başkanlığımızda görev almaya bir engel teşkil ettiğini iddia etmek doğru değildir. Nitekim hangi mezhep ya da meşrepten olursa olsun gerekli eğitimi almış ve şartları haiz bütün vatandaşlarımızın, istedikleri takdirde Başkanlığımızda görev alma imkânı bulunmaktadır.” Yarın: “Alevilik Mezhep Değil, Tasavvufi Oluşum” CUMHURİYET 04 CMYK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear