24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 27 EYLÜL 2006 ÇARŞAMBA 6 İNCELEME ‘Yardım’ı bir yöntem olarak belirleyen İslamcı cemaatler gettoların ‘sivil toplum örgütleri’ oldular AVRUPA GÜRAY ÖZ Varoşlara sızan tarikatlar ? Suudlar yalnızca petrol değil, radikal İslamcılığı, Vahhabiliği de ihraç ettiler. ? ABD gözünde Vahhabilik zaman içinde ‘‘özgürlük savaşçılarının’’ ideolojisi olmaktan çıkıp ‘‘terorizm’’in ideolojisi olarak algılanmaya başlandı. ‘‘Mücahitlik’’ ‘‘teröristliğe’’ dönüştü. öylerden kentlere 1970’lerK de yoğunlaşan göçler, kırsal yaşamın gelenek ve göreneklerini de birlikte getirdiler. Kırsal koşullarda namaz, oruç, yatır ziyaretleri gibi, sınırlı dinsel ritüelleri kent ortamında bu tür geleneksel inançların ötesine geçerek, kılık kıyafet, yaşam tarzı, kendine özgü bir senteze girdi ve toplumsal bir içerik kazandı. Kırsal yaşamın dağınıklığının, birbirinden kopukluğunun tersine, gelenlerin toplu yaşama geçmeleriyle iletişimin kolaylaştırdığı komünü giderek kucaklar hale gelmektedir. O nedenle kamuya açık yerlerde toplu ibadet, önemli bir ajitasyon aracı olarak kullanılagelmiştir. İslamın öteki dinlere göre daha eşitlikçi oluşu, alt sınıfların tarikatlara katılımını kolaylaştıran başka önemli nedendi. Müslüman Kardeşler, Hamas, Hizbullah gibi İslamcı örgütler birer sivil kuruluş gibi çalışmakta, sağlık, eğitim gibi hizmetler yanında, yoksullara maddi yardımlarda da bulunmaktadır. İslamcı belediyelerin kömür, un gibi yardımlarının yanında, kent meydanlarında kurulan iftar çadırları, Fethullahçıların ‘‘Deniz Feneri’’ gibi varoşlarda örgütlenen yardım kuruluşları, faşist ve Nazi partilerle benzerlikler göstermektedir. Küreselleşmenin öngördüğü desantralizasyonla demokratik katılımcılığı ‘‘sivil toplum örgütlerine’’ ve bu bağlamda sivil toplum örgütlerine evrimleşen tarikatlara terk eden geleneksel siyasal partiler adeta birer meslek kuruluşu haline dönüştürüldükten sonra, etrafı kalın duvarlarla çevrili, oy bekleyen birer kale haline gelmişlerdir. Sıradan bireyin bu duvarları aşması olanaksız değilse de, oldukça güçleştirilmiştir. Buna karşılık camiler, tarikat merkezleri, politikanın (kuşkusuz İslamcı politikanın) en rahat konuşulabildiği, herkese açık ortamlardır. Çağının Eylemsiz Tanığı ‘‘Kendi huzurumuzu etkileyen şeyleri katlayıp, etkilemeyenleri küçülten öyle bir ters orantı mevcuttur ki, tanımadığımız milyonlarca insanın ölümü, bizi neredeyse bir hava cereyanından daha az rahatsız eder.’’ Marcel Proust, ‘Yakalanan Zaman’da Birinci Dünya Savaşı sırasında Fransız sosyetesinin savaşla ilgisini, ilişkisini böyle anlatır. İnsan bencilliğinin zenginlik ve yaşam tarzıyla birleşmesinin bir tezahürü olan bu umursamazlık, yoksul sınıflarda çaresizlik ve kendi hayatını sürdürebilmekteki zorlukların bir sonucu gibidir. Ama sonuç aynıdır. ??? Kendimizden pay biçelim. Türkiye savaşın kıyısındaki ülkedir. Ülkeyi yönetenler uzaklardan gelip bölgeyi kan içinde bırakanların ‘‘stratejik ortağı’’ olmakla övünüyorlar. Bu sanal ortaklığın gerçeği yansıttığını, arada bir ortaya çıkan ve çıplak gerçeği hatırlatan talihsiz durumların bu ortaklığa zarar vermeyeceğini kanıtlayabilmek için ellerinden geleni yapıyor, ortaklığı yaşatabilmek için pek çok şeyden vazgeçebileceklerini sürekli gösteriyorlar. Kıyımızdaki savaşta öldürülenlerin sayısı yüz bini geçti. Savaş öncesi ve savaşın başladığı günlerde itiraz edenler, Meclis’te Türkiye’nin savaşa katılmasını önleyen bir karar çıkmasına yığınsal katkıda bulunanlar, hepimiz, şimdi tıpkı Proust’un roman kahramanlarına benziyoruz. Olup bitenlere karşı çıkışlarımız gittikçe cılızlaştı. Dar dünyalarımızın alacakaranlığında mutlu olduğumuz bile söylenebilir. Arayışlarımız, genel düşünebilme, analitik kavrama yeteneğimizdeki zayıflığın göstergesi olan ‘‘kaygıların’’, ‘‘dar alanda kısa paslaşmaların’’ gölgesinde kaldı. ??? Buna belki susarak geçiştirme huyumuzu, özelliğimizi, derin sessizliğimizin içinde çok şeyler varmış gibi davranabilme yeteneğimizi de ekleyebiliriz. Ece Temelkuran son kitabı ‘‘Ne Anlatayım Ben Sana’’ ile ilgili Cumhuriyet Kitap’ta yayımlanacak, benim önceden okuma şansı bulduğum söyleşide şöyle diyor: ‘‘Bir söz söyleyememezlik var insanlarda. Tabii yazdıktan sonra, bazı radikal solcu arkadaşlardan, sıra dışı bir jargonla ‘O işler senin bildiğin gibi değil’ gibi birtakım ketum uyarılar aldım. ‘Peki nasıl?’ dediğimde ne yazık ki hiçbir şey söyleyemiyorlar ya da söylemiyorlar. Ve bence bazı radikal solcu arkadaşların veya kendini solda tarif eden arkadaşların bu ketumluğu muktedirin ketumluğuna çok fazla benziyor.’’ Suskunluk genellikle çaresizliğin sığınağıdır. Ama suskunluğumuzun arkasında ‘‘derin’’ şeylerin olmadığını fark ettiğimizde, kaygılarımızın yüzümüze yansıyan çaresizlikten kaynaklandığı anlaşıldığında ne yapalım? Sokağa çıkıp çare aramayalım mı? ??? İnsanoğlunun bugün karşı karşıya bulunduğu tehditlere cevap vermeye niyeti var mı? Yoksa o niyet çoktan ele geçirilmiş, yönlendirilmiş midir? Yazının başlığı bu kuşkuyu dile getirmek içindi. Gelişmelerle ilgili değerlendirmelerimizde ağır basan yön, neoconların, emperyalist merkezlerin ne yaptıkları, ne düşündükleri, bundan sonra ne yapacakları, güçlerinde bir zayıflama olup olmadığıdır. Sürüp giden dünya çapındaki savaşın etkin tek bir öğesi olduğu varsayımıyla hareket ediyor gibiyiz. Durum eğer gerçekten böyleyse, yalnızca karşı tarafın zayıflamasını bekliyor, iç çelişkilerinden insanlığa yararlı sonuçlar çıkmasını umuyorsak, bu savaş yitirilmiş demektir. O zaman geleceğin kazanılması olanaksızdır. O zaman tüm dünya yeni bir ‘‘hukuka’’ teslim olma yolundadır. Bu yeni hukuk, ‘‘uygarlıklar çatışması’’ adı verilen savaşta bir tarafın baştan yenik olduğu bir savaş hukukudur. Peki, umutlu olabilir miyiz? Olsa olsa bu yeni dönemde insanlığın bu gerginliğe uzun süre tahammül edemeyeceğini ve gidişi yeniden insanlığın doğal gelişimine uygun bir rotaya sokabilecek güçlerin ortaya çıkacağını düşünebiliriz. Düşünebiliriz. Çünkü zaten insan seyrederken de düşünebiliyor... eposta: guray.oz@cumhuriyet.com.tr BOP’UN TÜRKİYE’YE BİÇTİĞİ GÖREV Uygarlıklar arası diyalog eşil kuşağın’’ Türkiye ayağı İslamcı referanslar çerçevesinde oluşturulduğunda, IMF dayatması neoliberal politikaların uygulanmasıyla yeni bir kimlik kazanmış olacaktır. Bu yeni kimliğin adı ılımlı İslamdır. BOP stratejisi gereği, Türkiye yalnızca edilgen bir örnek olmakla kalmayacak, projenin İslam dünyasında etkin bir biçimde önderliğini de üstlenmiş olacaktı. Bu yolda önemli adımlar da atıldı. İslam Birliği Konferans Örgütü’nün başına ilk kez bir Türk getirildi. İstanbul, örgütün fiili merkezi oldu. ‘‘Uygarlıklar arası diyaloğa’’ İslam şulların elverişliliği, tarikat örgütlenmelerini kolaylaştırdı. İslamcıların İslamın biçimsel yönüne ağırlık vermeleri, kişileri, çevreyi ne denli İslam oldukları konusunda sorgulama olanağını sağlıyor. İnancın açıkça sergilenmesini zorunlu kılıyor. Eğer İslam gibi giyinmiyorsa, namazını, orucunu başkalarının görebileceği biçimde gerçekleştirmiyorsa, ‘‘iyi bir Müslüman’’ olduğu konusunda kuşku yaratabilir. Bu toplumsal baskı, zincirleme olarak toplumun tü ‘‘Y dünyası adına, Tayyip Erdoğan taraf oldu. 11 Eylül sonrası ABD hesaplarından çekilen 100 ile 200 milyar doların büyük bir bölümü çeşitli yollarla Türkiye’ye taşındı. Arap şeyhlerinin dolarları Türkiye’deki kârlı yatırım alanlarına iştahla akmaya başladı. İslamcı demokrasinin ‘‘İslamcı’’ yanı tamamlandıktan sonra, ‘‘demokrasi’’ yanını tamamlamak için ‘‘seçim’’ yeterli oluyordu. Artık sorun ‘‘kimlerin’’ oyları değil, ‘‘kimlere’’ oy verileceğiydi. Çünkü iktidarın niteliğini belirleyen bu ‘‘kimlerin’’ kimlikleridir. Laik demokrasi ortamının tümüyle dışında oluştu rulan, güçlü ekonomik temele dayalı, son derecede örgütlenmiş İslamcı cephenin sandık başarısını yadırgamamak gerekir. İslamcı hareketin Cezayir’de, Filistin’de, Mısır’da ve Türkiye’deki seçim başarılarının altında yatan gerçek budur. İran’da bu tür bir ‘‘demokrasi’’ başarı ile sürdürülüyor. Irak’ta ‘‘demokrasi’’ bu tabana oturtulmak isteniyor. İslam dünyasında bugün yaşanılan koşulların yaratılmasında önemli katkılarda bulunan Suud Krallığı’nın kendisinin de bu ‘‘demokrasinin’’ en son kurbanı olacağını söylemek için uzak görüşlü olmaya gerek yok. Saldırıların ardından ABD’nin bakışı tamamen değişmiş, Ladin ailesi şüpheli durumuna düşmüştü ‘Özgürlük savaşçısı’‘terörist’ oldu DÜŞMANCA BİR BAKIŞ AÇISI Eylül saldırısını yapan 19 kişinin 15’i Suudi vatandaşıydı. Saldırı sonrası, ABD hava sahası kapatılmış, bütün uçuşlar yasaklanmıştı. ABD’nin değişik eyaletlerinde bulunan Suudi ailesi ve Bin Ladin ailesi mensuplarından 140 kişi hiçbir sorgulamadan geçirilmeksizin, uçaklarla toplanarak yurtdışına uçurulmuşlardı. Ertesi yıl haziran ayında yayımlanan Kongre Araştırma Raporu’nda 28 sayfa, güvenlik gerekçesiyle boş bırakılmıştı. Bu boş sayfalar, Bush ailesi ile yakın ilişkiler içinde bulunan Suud ve Bin Ladin aileleriyle ilgili bilgilerdi. Suudi Arabistan’ın Washington Büyükelçisi ve Başkan Bush’un av arkadaşı Prens Bandar bin Sultan’ın sansür edilen bu sayfaların kamuoyuna açıklanması istemi başkan tarafından reddedildi. 11 Eylül, ABD ile Suud Krallığı arasında yarım yüzyıldan fazla süren garip ilişkiyi de yeni bir evreye taşımış oluyordu... Kuruluş süreci 5 Mart 1924’te Şerif Hüseyin, Mekke’de halifeliğini ilan etti. Suudların yanında Hint Müslümanları da onun halifeliğine karşı çıkıyordu. İngilizler Suudlardan yana açık tavır almışlardı. Hindistan bürosundan Yüzbaşı William Henry Irvine Shakespear bu amaç 11 İbni Suud, 8 Ocak 1926’da Mekke’deki Büyük Cami’de kendini Hicaz kralı olarak ilan etti. Krallığın maliyeti; 400 bin ölü ve yaralı, 40 bin idam, İslam şeriatı gereği 350 bin insanın kolunun kesilmesiydi. İngiliz emperyalizmi İngilizler, kralın statüsünü 1927’deki Cidde Anlaşması’yla kabul ettiler. Buna karşılık Suud da Hüseyin’in oğulları Abdullah ve Faysal’ın Ürdün ve Irak krallığını kabul etti. İngiliz emperyalizmi, İslam dünyasındaki egemenliğini güvenceye alan çok önemli bir taban kazanmış oluyorlardı. Suudi Arabistan ise daha sonraki bütün İslamcı hareketlerin dünyaya yayıldığı bir üs haline gelecekti. Afgani ve Abdu’nun izleyicisi ve Müslüman Kardeşler’in önderi Banna’nın hocası Raşit Rida, Mısır’da İngilizlerin desteğiyle yayımladığı haftalık Işık Evi dergisinde şunları yazıyordu: ‘‘Arabistan’da İbni Suud’un Vahhabi hükümdarlığının oluşumuyla yeni bir umut yıldızı doğdu. İbni Suud hükümeti, Osmanlı’nın yıkılışı ve Türk hükümetinin dinsiz bir hükümete dönüşmesinden bu yana, bugün dünyanın en büyük Müslüman gücü olmuştur. Din düşmanlığı ve zararlı yenilikleri kabul etmeyen ve Sünnete yardımcı olacak tek güçtür.’’ Suud Krallığı’nın ‘ihracat’ ideolojisi ekke ve Medine yeni krallık için M büyük bir gelir kaynağı idi. 1932’de iki bölgeyi birleştirerek Suudi Arabistan Krallığı adını aldı. Bir yandan zor kullanarak, bir yandan da İslamın en liberal yasası olan evlilik, gözdelik, boşanma konusundaki kurallarını uygulayarak (her yeni evlilikte nikâhlı dört eşinden birini boşayarak) sayısı bilinmeyen evliliklerle bölgenin birliğini sağlamlaştırıyordu. Suud Krallığı, 1932 yılında bulunan zengin petrol kaynaklarını güvence altına aldıktan sonra, krallığın varoluşunun ideolojik gerekçesini oluşturan Vahhabiliğin İslam dünyası içerisinde etkinliğini artırarak, içeriden ve dışarıdan gelebilecek demokratik taleplerin önünü kesecek bir yapılanmaya yoğunlaşmıştı. Yalnızca petrol ihracı değil... Suudlar yalnızca petrol ihraç etmekle kalmıyor, radikal İslamcılığı, Vahhabiliği de ihraç ediyorlardı. Suudilerin bu politikalarında üç ana unsur vardı; Vahhabiliğin devlet politikası olması, her türden sufi anlayışlara ve Şiiliğe düşmanlık, öteki dinlere düşmanlık. Bu kapsamda İslam dünyasında pek çok dini yayınevi finanse ediliyor, Avrupa’da ve Amerika’da Müslüman örgütlere destek sağlanıyordu. Suud yönetimi son yarım yüzyılda, yurtdışında bin beş yüz caminin yapımını finanse etmiştir. Milyonlarca Kuran’la birlikte Vahhabilikle ilgili basılı yayın ve kaset dünyanın dört bir yanına dağıtılmıştır. ‘Ders kitapları boykot edilmeli’ ? İstanbul Haber Servisi Avrupa Atatürkçü Düşünce Dernekleri Federasyonu (AvrupaADD) Genel Başkanı Dursun Atılgan, çağdaş Türkiye’nin genç kuşaklarının geleceğinin, AKP iktidarının eğitim ve öğretim politikasına kurban edildiğini belirterek velileri MEB tarafından hazırlanan okul kitaplarını boykot etmeye çağırdı. Atılgan, Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in akıl ve bilim yerine tarikat ve hurafeye inandığını, Eğitim ve Öğretim Birliği Yasası’na muhalefet ettiğini belirtti. ? 11 Eylül, ABD ile Suud Krallığı arasında yarım yüzyıldan fazla süren garip ilişkiyi de yeni bir evreye taşımış oluyordu... için gönderilmişti. Whitehall’dan tam destek alan İbn Suud, Hüseyin’in bir hain olduğunu söyleyerek halifeliğini tanımadı. Mekke’ye girerek Hüseyin’i kovdu. Yerini büyük oğlu Ali’ye bırakan Hüseyin, büyük bir hayal kırıklığı içinde bir İngiliz gemisiyle Kıbrıs’a sığındı. Ali bir yıl Cidde’yi elinde tuttu. Bir yıl sonra Medine’yi de ele geçiren Burçin Bircan’ın davası ? İstanbul Haber Servisi Manken Burçin Bircan’a uyuşturucu sağlayarak ölümüne neden oldukları iddiasıyla hakkında dava açılan Gürsel Bıçakçı ve Abdülkerim Bulut’un yargılanmalarına İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam edildi. Mahkeme heyeti, Gürsel Bıçakçı’nın Burçin Bircan’ı ‘‘uyuşturucu madde vererek olası kasıt ile öldürdüğünün’’ anlaşıldığını bildirdi. Mahkeme heyeti, Bıçakçı’yı 16 yıl 8 ay hapis cezasına çarptırdı. Bulut ise Bircan’a uyuşturucu temin ettiği gerekçesiyle 10 yıl 5 ay hapis cezasına çarptırıldı. Vahhabiliğin laiklik nefreti ahhabilik, Arap dünyasındaki demokratik, laik, ulusalcı hareketlerden nefret ediyordu. Baasçı, ulusalcı Arap rejimlerine karşı olanlara hiçbir desteği esirgemiyordu. Mısır’dan, Suriye’den, Irak’tan, Ürdün’den, Lübnan’dan kaçanlar Suud Krallığı’na sığınıyordu. Krallık Arap dünyasındaki gerici, radikal unsurların saldırı üssü ve sığınağı olmuştu. Kuşkusuz bu bağlamda ABD ile tam bir görüş birliği içindeydi. Arap dünyasındaki Baasçı rejimlere destek veren Sovyetler konusunda da iki ülkenin politikaları örtüşüyordu. Özellikle de Afganistan’da Sovyetler’e karşı başlatılan cihattan V sonra, ABD katında Vahhabilik bir ‘‘kurtuluş’’ ideolojisi olarak algılanmaya başladı. Fanatik Vahhabi militanları Suudi Arabistan’da ‘‘mücahit’’ olarak, ABD gözündeyse ‘‘özgürlük savaşçıları’’ olarak algılanıyordu. ABD üniversitelerinin yerleşkelerinde bu ‘‘özgürlük savaşçıları’’ için özel eğitim merkezleri kuruldu. İslamcı öğrenci dernekleri Ortadoğu’da Müslüman Kardeşler’den ve radikal gruplardan militanları davet ediyor, eylem planlarını birlikte oluşturuluyordu. ABD, İslam radikalleri için sınırsız olanağın sunulduğu bir cennetti. Göçmenlik yasaları, vize kısıtlamaları bunlar için geçerli değildi. Silah kaçakçılığı operasyonu ? İSTANBUL (AA) İstanbul’da silah kaçakçılığı yaptıkları iddiasıyla gözaltına alınan 2 kişinin üzerlerinde, otomobil ve evlerinde yapılan aramalarda, 9 adet ruhsatsız ve 7 adet başka kişilere ait ruhsat süresi geçmiş tabanca, 9 kurusıkıdan çevirme tabanca, 1 namlusu kesilmiş av tüfeği, 385 adet çeşitli çap ve markalarda fişek ile çok miktarda tabanca parçası ele geçirildi. İstanbul’da su kesintisi ? İstanbul Haber Servisi KüçükçekmeceHalkalı isale hattında yapılacak çalışmalar nedeniyle, 28 Eylül Perşembe günü bazı semtlere su verilemeyecek. İSKİ’den yapılan açıklamada, 06.0019.00 saatleri arasında, ‘‘Halkalı Toplu Konutları, MASKO, Halkalı Merkez Mahallesi ve civarında’’ su kesintisi uygulanacağı bildirildi. SÜRECEK CUMHURİYET 06 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear