24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 26 AĞUSTOS 2006 CUMARTESİ 16 Atatürk’ün ayrıcalığı Zafere ulaşan yol, 1922’de tam da bugünün seherinde top atışlarıyla başlamıştı. Ve sabahın ilk ışıklarıyla Kocatepe’ye o tanıdık gölge tırmanmıştı... Devrim tarihimiz konusunda uzman Yrd. Doç. Dr. İsmet Görgülü’ye bir söyleşimiz sırasında Atatürk’ün özgüveninin ulusal kurtuluş sürecine büyük etki yaptığı kanımızı dile getirip bu ayrıcalığı neye bağladığını sormuştuk. Görgülü, Afet İnan’ın, Atatürk’ün manevi kuvvetini ‘‘Bilgi, millet ve vatan sevgisi’’ne bağladığını, kendisinin bu unsurlara ‘‘sorumluluk duygusu’’nu ekleyip özetle şu değerlendirmeyi yapmıştı: ‘‘Bilgi ve bilimsel düşünce; gerçeği görmesini, teslimiyetçiliğin Türk ulusunun sonu olacağını anlamasını sağlar. Çünkü İtilaf Devletleri’nin Türkiye’yi paylaşma anlaşmalarından; 1917’de Rusya’nın resmen açıklamasından sonra bilgilenmiş ve Birinci Dünya Savaşı biterken yaşanılan gelişmelerden ve özellikle Mondros maddeleri ile İtilaf Devletleri’nin Türkiye’yi yok etmeye yöneldiklerini görmüştür. Bu değerlendirme Atatürk’te bekleyerek, teslim olarak, yok olmak yerine ‘Ya istiklal, ya ölüm!’ kararını doğurur. Silahlı mücadele dışında başka bir yolun olmadığı gerçeğini görmesini sağlar. Millet sevgisi, milletini çok iyi tanımakla belirir. Atatürk de milletini gerçek mihenk taşı olan muharebe meydanlarında tanımış, onun kuvvet ve kudretini görmüştür. Vatan sevgisi; Atatürk’ü, elden çıkmakta olan vatanı kurtarma yoluna sürüklemiştir. Sevgi, sevileni elde tutma duygusunu, ona karşı sorumluluk duymayı doğurur. Sorumluluk duygusu sevilenin korunmasını zorunlu kılar ve kişinin kendisini görevli görmesine sebep olur. Buraya kadar olan süreç çok kişide görülür. Doğal bir durumdur. Genelde vatan sevilir, ulus sevilir, onlara karşı sorumluluk duyulur. Ancak korunmasına yönelik iş yapmaya sıra gelince özgüven söz konusu olur. Özgüveni olmayan iş yapmaya soyunamaz. Çaresizlik sergiler. Mustafa Kemal’de özgüveni doğuran; bilgi ve bilimsel düşünme unsurundaki üstünlüğü, Türk ulusunun gücünü ve neler yapabileceğini çok iyi bilmesi, teslimiyetçi değil mücadeleci bir kişiliğe sahip olmasıdır.’’ Vatan pazarlayıcılığı ile övünen, bilgiyi reddeden, ulusuna karşı sorumluluklara sırt çevirenler Atatürk’ü sever mi hiç? Sevmez... SAĞNAK NİLGÜN CERRAHOĞLU Yabancılaştırmadan bir öykü Telekom’un yabancılaştırılmasının ardından bir öykü: ‘‘Telekom’un özelleştirilmesi sonrasında nakil hakkı bulunan personelden 10 bin 216’sı kamuda kalma tercihinde bulunarak başka kamu kurum ve kuruluşlarına nakil olmuştur. Söz konusu 10 bin 216 kişinin vergi ve prim kesintileri dahil olmak üzere ortalama 2 bin YTL maaş düzeyine sahip oldukları varsayıldığında kamunun bu çalışanlara ödemesi gereken yıllık toplam tutarın 245.2 milyon YTL (245.2 trilyon lira) olduğu görülmektedir. Kamuda kalma tercihinde emekliliğine daha uzun süre olan memurların iş güvencesi kaygısının önemli bir etken olduğu dikkate alınarak, bu kişilerin ortalama 10 yıllık bir emeklilik süreleri bulunduğu varsayıldığında, hiçbir maaş artışına gidilmese bile kamunun bu kişilere 10 yılda 2.5 milyar YTL ödeme yapacağı hesaplanmaktadır. Bu tutar yaklaşık 1.70 dolar kuru üzerinden çevrilirse yaklaşık 1.5 milyar dolara ulaşmaktadır ki, bu rakam Oger Telecoms’un Türk Telekom’un yüzde 55 hissesi için vereceği 6.5 milyar doların yaklaşık 5’te 1’i anlamına gelmektedir. Türk Telekom’da alanında uzmanlaşmış bu kişilerden bir kısmının bankamatik memura dönüştürülmesi, bir kısmının da yetişmiş personel kimliğini tamamen kaybederek ilgisiz alanlarda istihdam edilmesi, atıl personel yaratılması da işin cabasıdır. Kaldı ki, AKP Hükümeti, Türk Telekom çalışanlarında kamuya geçme eğiliminin ağır basması ve Oger Telecoms’un paniğe kapılmasının ardından çıkardığı bir yasayla her ne kadar çalışanların iznine tabi olsa da kamu çalışanlarını özel bir şirkete kiralama yöntemini tercih etmiştir. Özelleştirme sonrasında Oger Telecoms, transfer ücreti olarak nitelendirilebilecek cazip teklifler sunmasına karşın kapsam dışı olan 23 bin 790 çalışandan yalnızca 3 bin 812’si ile sözleşme imzalayabilmiştir. Çalışanların 9 bin 762’si 5 yıl boyunca kamuya geri dönüş haklarını saklı tutacak bir sözleşme ile Oger Telecoms yönetimindeki Türk Telekom’da çalışmaya devam etmektedirler. Bu 9 bin 762 kişinin de kamuya dönüş tercihinde bulunması durumunda, kamunun özelleştirme nedeniyle üstlenmek zorunda kalacağı çalışan faturası daha da artacak ‘Bize Asker Değil, Diplomasi Lazım!’ Yossi Beilin’le dışişleri bakanı yardımcısıyken tanışmıştım. Karşılaştığım en deneyimli ve etkileyici İsrail politikacılarından biriydi. 1990’lı yılların başındaki ‘‘Barış Süreci’’ görüşmelerinde İsrail delegasyonunun başkanlığını üstlenmiş; ‘‘Ortadoğu sorunu’’ için çözümün diplomasiden geçtiğine iman etmiş, tutarlı bir ‘‘güvercin’’di. Uluslararası konjonktür, o günden bugüne tabii çok değişti. ‘‘Barış Süreci’’ tarihe gömüldü. ‘‘Güvercin’’lerin sesi kesildi. Netanyahu’lar, Şaron’lar, Bush’lar... derken bugünlere gelindi. Ancak solda ‘‘Meretz Partisi’’ liderliğini yapan Beilin; bugün hâlâ aynı görüşlerinde ısrar ediyor: ‘‘Mesele Lübnan’a, 100 ya da 1000 asker göndermek değildir’’ diyor: ‘‘Ortadoğu’da dönemeç alabilmenin tek yolu, diplomasiden geçer!’’ Olmert’in ‘‘uluslararası barış gücü’’ üzerindeki ısrarını eleştiren ve de başka ülkelerden anaların çocuklarını, İsrail’le Lübnan için ateşe atmalarını istemenin aşırı bir talep olduğunu belirten Beilin; ‘‘Corriere della Sera’’ (24 Ağustos) gazetesine verdiği söyleşide gereken diplomasi hamlesini şöyle tanımlıyor: tır. Türk Telekom’un büyüklüğü, stratejik konumu, kârı, Türkiye’nin en çok vergi ödeyen kurumu olması gibi çok önemli kriterlerin yanında özelleştirme bedeli içine bu çalışanların ücretlerinin de dahil edilmesi gerektiği çok açıktır.’’ Elektrik Mühendisleri Odası’nın hazırladığı öyküden çıkan sonuç: Türkiye göz göre göre çürütülmeye devam ediyor... ‘Üçlü diplomasi trafiğine ihtiyaç var’ Bir yeni dergiye doğru Dil Derneği’nin Yönetim Kurulu, 2006 güzünden başlayarak her yıl iki sayı olmak üzere, toplumbilimler alanında yapılan bilimsel araştırmaları yayımlayacağı hakemli bir dergi çıkarma kararı verdi. Derginin sorumluluğunu da Doç. Dr. Kubilay Aysevener üstlendi. ‘‘Yalnızca yalınlaştırmaya odaklanmış bir çaba, dilimizi yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmamıza yetmez. Öncelikle yapılması gereken şey, dilin kendi kendisi üzerindeki öz egemenliğini sağlamaktır. Dil zenginliği, her şeyden önce, sözcük dağarcığının kabarıklığı demektir. Ama daha da önemlisi, dilin deyisel gücü, incelikli anlatımı, kavram çeşitliliği, terim zenginliği, açık ve seçikliği, esinleme yeteneği, çağrışım yaratması, imgelem oluşturması demektir’’ görüşünden hareket eden Aysevener, dergi için bilim insanlarına ve aydınlara açık çağrı yapıyor: ‘‘Kendi kültürümüzün ve değerlerimizin sorunsallaştırılarak özgün yaratılar biçiminde ortaya konması, yeni bir aydınlanma bilincinin gündeme taşınmasına katkıda bulunacaktır. Böylesi bir aydınlanma bilinci ise, özellikle toplumbilimler alanındaki araştırmacıların kendi dillerinde ve kendi sorunsallarıyla bezenmiş yapıtlar oluşturmalarına bağlıdır. Bu yüzden yalnızca Türk Dili araştırmalarıyla kendimizi sınırlandırmadan, dilbilim, felsefe, tarih, insan bilimleri, toplumbilimleri, kültür bilimleri gibi alanları da kapsayacak biçimde, Türkçenin bu alanlardaki terimlerinin gelişmesine katkıda bulunacak ve söyleyiş biçimleri geliştirecek yazıları, alanın uzmanlarının değerlendirmeleri ve görüşleri doğrultusunda yayımlamayı düşünüyoruz. Dergimize, bütün araştırmacılarımızın yazılarını bekliyoruz.’’ Derginin ilk sayısının gelecek ay çıkarılması bekleniyor. Bu sayının ana dosya konusu, ‘‘AB sürecinde Ulusal Diller Sorunu ve Türkçe.’’ Beyoğlu’nu Turistlere Hazırlayalım!.. Dr. MUSTAFA TARAKÇI TC Haliç Üni. Öğr. Görevlisi İstanbul’da gözünü açanlar, İstanbul’a sevdalı, tutkulu olanlar için Beyoğlu’nun ayrı bir yeri vardır. İstanbul’dan görev gereği ayrı kaldığım yıllarda, İstanbul’a her dönüşümde; Beyoğlu’nda gezmeden, Beyoğlu’nu görmeden, bir şeyler yiyip içmeden, bir defa da olsa Beyoğlu’nda sinemaya gitmeden İstanbul’u ziyaret etmiş saymazdım kendimi! Hâlâ bu tutkuyu, bu sevgiyi koruyorum. Beyoğlu’nu son ziyaret edişimde, Taksim’den Tünel’e kadar yürüyüp dönüşte The Marmara Oteli’nin lobisinde çay içerken bu satırları yazmaya koyuldum. Biraz global düşündüm; tabir yerinde ise biraz büyük düşünmeye çalıştım. Yerlerdeki seramiklerle, sökülen ağaçlarla ilgili değil, daha temel konularda düşünceler oluştu beynimde... İstanbul’a turist az geliyor diyoruz. Paris’e, Londra’ya, Roma’ya bakıp hayıflanıyoruz... Farz edelim çok turist geldi. Gelen turist ne yapacak? Nerede kalacak? Onu iyi ağırlayabilecek, onu memnun edebilecek miyiz? Kabaca bir plan yapalım: Gelen turistler şehrin muhtelif yerlerinde mevcut beş yıldızlı otellerin yanı sıra esas olarak Beyoğlu bölgesinde konaklasınlar. Yesin, içsin, eğlensinler... Kapalıçarşı’da alışveriş yapıp arabaya binmeden Çemberlitaş’ta, Sultanahmet’te, Ayasofya’da gezsinler... Bunlara ilave olarak Boğaz’da muhakkak bir tura katılsınlar... Bu program 35 gün onları İstanbul’da sıkılmadan tutmaya yeter. Ancak işin Beyoğlu tarafı hazır değil! Ne yapmalı, nasıl yapmalı, Beyoğlu’nu turistlere nasıl konaklama ve eğlence mekânı haline getirmeli? Ben şöyle düşünüyorum: Umarım pek çoğunuz da bu fikre katılır ve bu fikri gerçekleştirmek için yasal düzenlemelerde destek olursunuz. Beyoğlu’nda İstiklal Caddesi’ne çıkan iki taraflı ara sokaklar üzerinde pek çok tarihi bina var. Çoğu bakımsız, terk edilmiş, yıkık dökük; ilgiye, bakıma muhtaç durumda; içlerinden pek çoğu da boş vaziyette. Kimdir bunların sahipleri, niye bakmazlar, niye oturmazlar? Araştırmak, soruşturmak lazım. Ama büyük bir ihtimalle çoğu miras, birkaç kişinin mülkiyeti, aralarında yurtdışında olanlar, Beyoğlu’ndaki evi/evleri ile ilgilenmeyecek kadar zenginler de olabilir... Bunlar bu evlerle yeterince ilgilenemiyorlar, ilgilenmiyorlar. Öyleyse seyirci mi kalmalı, bu gidişe dur dememeli mi? Şöyle yapalım istiyorum: İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nın koordinatörlüğünde, onun şemsiyesi altında İstanbul’da iş yapan büyük inşaat/restorasyon firmalarının 78’ini bir araya getirip bir şirket kuralım. Büyükşehir Belediyesi de bu şirkete ortak olsun. En elit ve en yetişmiş işgücünü bu maksatla bir araya getirelim. Sonra bütün bu binaları 1000’lik gruplar halinde boşaltalım. Aslına uygun restore edelim. İçlerini çağdaş ihtiyaçlara cevap verecek şekilde, butik otel, kafe, restoran olarak hazırlayalım. Halen burada oturanlara belediye kira ödesin veya KİPTAŞ evlerinden yer versin. Kira ödemeden barınsınlar. Restore edilecek, düzenlenecek bu butik otel, kafe, restoranların 20 yıllık işletme hakkı, yapılan harcamalar karşılığı kurulan şirketlerde olsun. Daha sonra bu hak mülkiyet sahiplerine devredilsin. Devletin görevi vatandaşın önünü açmak, ona öncü olmak, çağdaş anlamda ülkeye değerler kazandırmaktır. İşte bir örneği diye düşünüyorum. Beyoğlu bölgesi, butik oteller, kahveler, lokantalar, sinema, tiyatro, kitapçıların yoğunlukta olduğu bir yer olsun. Burada bulunan turistler yesin, içsin, eğlensin. Geceyi de bu bölgede butik otellerde daha sıcak, daha samimi, daha bir Türk kokan motifler içinde geçirsin. Kafelerimizde Türk kahvelerinin her çeşidi, tatları yer alsın. Buraya biz Türkler de gezmek, eğlenmek için gelelim. Osmanbey, Nişantaşı, Şişli dururken buradan alışveriş yapmayalım. Beyoğlu’na eğlenmeye, sinemaya, kafede oturup sohbet etmeye, yeni çıkan kitapları görmek, karıştırmak, almak, okumak için gelelim. Bu konu üzerine çok daha ayrıntıyla gidilebilir. Temel çerçeve bu olsun diye düşünüyorum. Beyoğlu’nu 23 sene ‘‘şantiye’’ haline getirelim. İstanbul’un işgücünü, tamir ve restorasyon olanaklarını bir araya getirip Beyoğlu’nu yeniden yaratalım! Yalnız İstiklal Caddesi’nde değil, ara sokaklarda gezinmekten zevk alalım, korkmadan, çekinmeden, hayıflanmadan... Eskiye sadık kalarak yeni bir Beyoğlu yaratalım. Gelen yabancılar da Türk’ün azmini, işbirliği ruhunu, yaratıcı gücünü bir daha görsün. Bir gelen bir daha gelsin. 10 milyon turist 5 yıl içinde 50 milyon turist olsun. Hiç de zor değil. Ancak çok iyi organize olmak lazım. Örneği dünyada yok değil. En yakını Beyrut’ta. İç savaşta harabe olan Beyrut merkezindeki evler, oteller rahmetli başbakanları Hariri’nin öncülüğünde kurulan ‘‘Solider’’ şirketinin yaptıkları ile, delik deşik olmuş, yanmış yıkılmış binalar eskisinden çok daha güzel bir şekilde ayağa kalkmıştı. Beyrut’un o bölgesi özellikle geceleri ışıl ışıl lüks oteller, apartmanlar, lokantalar, kafeleriyle cazibe merkezi haline gelmişti. Bu ülke bizim. Beyoğlu bizim incimiz. Beyoğlu’nu savaş harap etmedi, ama zaman harap etti. Dileğim, öncelikle Büyükşehir Belediyesi’nce bu satırlar dikkate alınıp en kısa zamanda bu konu ile ilgili işbirliği olanakları araştırılıp çalışmalar başlatılır. Türk insanının, iyinin, güzelin, doğrunun karşısında durup güçlük çıkaracağını sanmıyorum. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr ‘‘Yapılması gereken; Lübnan, Suriye, İsrail arasında bir shuttle diplomacy ‘diplomasi trafiği’ kurmaktır... Başbakan ve Dışişleri Bakanınız bu diplomasi için bir başkentten diğerine sürekli hareket edecek üst düzey temscilciler tayin etmeli. Bu temsilciler aracılıağıyla, ‘barış perspektifi’ için ciddi bir zemin araştırması yapmalı...’’ Beilin, tabii bunları İtalyan diplomasisi için söylüyor. Ve bu çarpıcı açıklamalarını: ‘‘Asker göndermeniz, cömertlik olur. Ama biz bu işte yokuz derseniz; bunu da anlayabilirim...’’ diyerek tamamlıyor. İtalya’nın bugün ‘‘asker göndermek’’ projesinden vazgeçmesi, artık çok zor görünüyor. Fransa da hele bu işe soyunduktan sonra Avrupalı güçlerin ‘‘barış gücü angajmanından’’ beklenmedik bir gelişme olmazsa geri dönmeleri güç. Henüz kesin angajman içine girmemiş olan Türkiye oysa ki; Beilin’in ‘‘asker göndermeye’’ akılcı bir alternatif olarak sunduğu ‘‘diplomasi atağını’’ ciddi bir değerlendirmeye tabi tutabilir. Beilin’in analizi afaki olmayan somut gerekçelere dayanıyor. Sistemli bir diplomatik atılımın, ‘‘Hamas’la anlaşmayı da içeren ikinci bir Madrid Konferansı’yla sonuçlanabileceğini’’ düşünen Beilin; ‘‘Bu tayin edici diplomasi rolüne İtalya sahip çıkabilir mi?’’ şeklindeki bir soruya da şu yanıtı veriyor: ‘‘Mesele; etkin olmayan ya da açık olmayan veya var olmayan (diplomasi) kanalları(nı) açabilmekte. Bunu ancak Roma yapabilir. Başka sorunlarla cebelleşen ABD’ye artık bel bağlayamayız çünkü!’’ ABDİsrail iklim değişikliği ‘‘Diplomasi alanındaki boşluğu’’ vurgulayan, bunun Lübnan’a asker göndermekten daha önemli olduğunu belirten Beilin’in sözlerindeki en önemli anahtar; bu son cümlede yatıyor. Lübnan savaşı sonrasında ABDİsrail ilişkilerinde bariz bir iklim değişikliği yaşanıyor. Bunu yanlız Yossi Beilin ima etmiyor. Uluslararası basında arka arkaya çıkan bir dizi yazı da bu gelişmeye dikkat çekiyor. Tom Segev, Daniel Levy, Avi Schlaim gibi yazarlar; İsrailABD ilişkilerinin kısaca sorunun parçası haline geldiğini belirtiyorlar. ABD’li ‘‘neocon’’ların (İsrail’de Netanyahu hükümetine tekabül eden) ‘96’dan bu yana bu ilişkiyi yanlış yönlendirdiğini; ‘‘Lübnan savaşının’’ çıkmaza girmesinin ardında ‘‘iflas etmiş bir Irak savaşı modelinin’’ bulunduğunu; ‘‘yeni Ortadoğu projesinin’’, İsrail’i yakın geçmişteki politikalardan radikal bir U dönüşüne zorladığını yazıyorlar ve de ‘‘İsrailABD arasındaki ayrıcalıklı ilişki’’ şartlamasından artık kurtulma zamanı geldiğini, çözümün yerel sorunlara odaklanmaktan geçtiğini belirtiyorlar. Diyeceğim o ki, bize düşen, her şeyden önce İsrail’deki bu yeni uyanışı ve muhalefet dalgasını daha yakından takip etmek olmalı. Lübnan’a asker göndermeye şiddetle karşı çıkan CHP örneğin, Yossi Beilin gibi sol cenahta yer alan bu muhalif sesleri yakın markaja alabilir. ‘‘Asker göndermek yerine, Türkiye diplomasi konusunda nasıl bir katkı sağlıyabilir? Hangi diplomasi kanallarının açılmasında yardımcı olabilir? Olası bir diplomasi atağında Türkiye’nin marjı nedir, ne değildir?’’ Bu soruların yanıtı, İsrail muhalefetiyle ayrıntılı biçimde araştırılabilir. ‘‘Diplomasi alanındaki boşluk’’, belli ki İsrail’de bugün her zamankinden çok hissediliyor. Beilin, şu uyarıyı yapmaktan da kaçınmıyor: ‘‘Avrupalı birlikler saldırıya uğrar da, cevap vermek durumunda kalırlarsa; durum büsbütün dejenere olacak. Artık o zaman dengeli bir arabulucuk imkânı da ortadan kalkacak!’’ Bunları bir İsrailli politikacı söylerse, gerisini siz hesaplayın! ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com HARBİ SEMİH POROY BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu?mynet.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 26 Ağustos www.mumtazarikan.com 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Kalıcı, kalım1 lı. 2/ Vücut ısısı... Eski Türklerde 2 yağmur yağdırıp yel estirdiğine 3 inanılan büyü ta 4 şı. 3/ Büyüme 5 miş karpuz... Tavuğun istenilen 6 yere yumurtla 7 masını sağlamak 8 için kullanılan beyaz taş. 4/ Cin 9 sel zevkleri çağrıştıran, 1 2 3 4 5 6 7 8 9 cinsel istek uyandıran. 1 EMP O T A N S 5/ Tohumluk küçük so2 R U L M A N O K ğan, arpacık soğanı. 6/ 3 O J E R A F Y A Sodyum elementinin L U T simgesi... Boru sesi... 4 T İ B E T P A T A Yankı. 7/ Telefon sözü... 5 İ K İ Z 6 Z S E R İ M K Çarlık Rusyası’nda soyA H U lu ya da derebeyi. 8 Kır 7 M A İ L E mızı bir elma cinsi. 9/ 8 İ T M İ A L Eski dilde su... ‘‘Bir 9 O T P İ N A R A çanı gibi gecenin içinde / Ta gün ışıyıncaya kadar / Vakur metin sade / Çalacaksın’’ (M.C. Anday)... Çin ve Japonya’dan tüm dünyaya yayılmış bir strateji oyunu. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ ‘‘Keşmir şalı’’ da denilen çok yumuşak bir dokuma. 2/ Soyundan gelinen kimse... Güney Amerika’ya özgü, canlı tempolu bir dans ve müzik. 3/ Kuş kanadının büyük tüyü... Argoda esrar. 4/ El ve yüz hareketleriyle gösterme... ‘‘Kakım’’ da denilen bir kürk hayvanı. 5/ Geriye doğru uçma özelliği de olan çok küçük bir kuş. 6/ Bir zaman birimi... Tellür elementinin simgesi... Dingil. 7/ Ham petrolün bitmiş ürünlere dönüştürüldüğü fabrika. 8/ Ticaret mallarını saklamak için rıhtımda yapılan büyük depo... Bir iskambil oyunu. 9/ Üstü kapalı pazaryeri... Yan yana konmuş iki küçük davuldan oluşan ritim çalgısı. CUMHURİYET 16 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear