24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
17 TEMMUZ 2006 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA EKONOMİ ekonomi?cumhuriyet.com.tr Türkiye, savunma harcamaları açısından Ortadoğu’da dördüncü, Avrupa’da beşinci sırada bulunuyor 13 ANKARA PAZARI YAKUP KEPENEK İran’dan silaha 37 milyar dolar ANKARA (AA) Türkiye, savunma harcamaları açısından Ortadoğu’daki 10 ülke arasında dördüncü, Avrupa ülkeleri arasında da beşinci sırada bulunuyor. Ortadoğu’daki en yüksek savunma harcamasını, ortalama 37.1 milyar dolarla İran yapıyor. Bu ülkeyi 35 milyar dolarlık harcamayla Suudi Arabistan izliyor. İsrail, 27.2 milyar dolarlık savunma harcamasıyla üçüncü sırada yer alıyor. Savunma harcamalarına ortalama 9.9 milyar dolar ayıran Türkiye, Or Yanık Fındık Fındık konusunda son günlerde yaşananlar, bir ekonomi politikası iflasının en somut göstergesidir. İflas eden Türkiye’yi yönetenlerin, ekonomiyi tamamıyla iç ve dış piyasa koşullarına bırakan anlayışıdır. Dünya fındık üretiminde Türkiye’nin yeri, yıllara göre değişmekle birlikte, yüzde 6070 dolayındadır. Eğer etkin ekonomi politikası izlenirse dünya fındık piyasasını Türkiye belirler. Ancak yıllardır böyle bir politika izlenmiyor; fındık da diğer tarım ürünleri gibi tamamıyla piyasa koşullarına bırakılmış bulunuyor. Bu hükümet zamanında ise piyasacılığın en aşırı ve acımasız biçimlerinin, göz kırpmadan uygulanması, diğer tarım ürünleriyle birlikte, fındığı da ayrıca kırıp buduyor. ??? İkinci Dünya Savaşı sonrasında, gelişmişlikazgelişmişlik sorunlarının ekonomi yazının ilk kez gündeme geldiği yıllarda, başta ABD ve Dünya Bankası olmak üzere, sanayileşmiş kapitalist ülkeler ve onların uluslararası sözcüleri, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelere, tarım ve hafif sanayi üretiminde uzmanlaşmalarını; ağır sanayinin kendilerinin işi olduğunu vurguluyordu. Küreselleşme ile birlikte bu önerme de sona erdi; gelişmiş ülkeler, Dünya Ticaret Örgütü’nün tarım ile ilgili görüşmelerinin bir kez daha kanıtladığı gibi, kendi tarım üretimlerini ve üreticilerini, tüm güçleriyle, sonuna dek savunuyor; daha doğrusu dış rekabete karşı koruyorlar. Ayrıca, tarım ürünlerinin küresel pazarda rekabetini sağlamak üzere, çok yüksek oranda destek sağlıyorlar. Türkiye’yi yönetenler, IMF önerilerine uyarak, nüfusun üçte birinin doğrudan geçim kaynağı olan tarımsal üretimi, önce, fiyat desteği vermekten vazgeçerek; ürün miktarına sınırlama getirerek ve özellikle de üretici örgütlerini hiçe sayarak perişan ettiler, sonra da, piyasa koşullarının acımasızlığına bıraktılar. Türkiye tarımının hükümet tarafından terk edilmişliğinin en yıkıcı örneği fındıkta yaşanıyor. ??? Hükümetin ‘‘piyasacı’’ yaklaşımı, hiçbir seçimle işbaşına gelen sorumlu yönetimin benimseyeceği türden değildir. Daha önce, batan bankalara para yatıranlara ve Avrupa’da bin bir güçlükle kazandırdıkları paralarını İslamcı holdinglere kaptıranlara, yatırırken ya da verirken ‘‘Bana mı sordunuz’’ diyen Başbakan, aynı yaklaşımla, fındık üreticilerine de FİSKOBİRLİK’in Fındık Tarım Satış Kooperatifleri’nin kapısını gösteriyor. Geçmişte, ailemin yıllık 56 yüz kilo üretimiyle, yani, bir ‘‘çok küçük üretici’’ olarak üyesi olduğum FİSKOBİRLİK’in, günümüzde, bağımsız, demokratik bir yönetime ve işleyişe sahip olması hiç kuşkusuz çok önemlidir. Bu konu bir yana, geçen yıl yeni ürün ‘‘öncesinde’’ fındığın kilosu 6.57 YTL’ydi. Başbakan, FİSKOBİRLİK yönetimine kendi yandaşlarının seçilmemesinin karşılığı olarak fındık üreticisini cezalandırıyor. ‘‘Kendisinden olmayan’’ kurumların yöneticilerini yok etmek için her şeyi göze alıyor. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi tam bir bölücülük anlayışıyla yeni bir örgüt kurma girişiminin işaretlerini veriyor. Başbakan’ın sorumluluktan kaçan sözleri üzerine, fındığın ‘‘piyasa fiyatı’’, yüzde 58.1 bir azalışla, 4.3 YTL’den 2.5 YTL’ye düşüyor. Aynı azalış iç fındığın dışsatım fiyatında da yaşanıyor. Eğer geçen yıldan kalan stok 50 bin ton göz önüne alınırsa, kilo başına 1.8 YTL’den toplam kayıp 90 milyon YTL, yani 90 trilyon liradır. Başbakan, bu kaybın ‘‘doğrudan’’ sorumlusudur. Ve daha da yıkıcı olan, bugünlerde yeni bir ürün dönemi başlarken fındık üreticisinin yaşadığı bu fiyat azalmasının yarattığı ‘‘belirsizlik’’ ortamından kaynaklanan bunalımdır. Fındığın dışsatım geliri 2 milyar dolara yakındır ve ithal girdi kullanılmadığı için de ekonomiye döviz yükü getirmemekte; daha doğrusu ‘‘net’’ döviz girdisi özelliği taşımaktadır. Fındık olayı bir kez daha kanıtlıyor ki, hükümetin piyasacılığı, ülke tarımını yıkıma sürüklüyor. Fındık gibi dünya üretiminin üçte ikisini üreten bir ülkenin, üretici, tüccar ve hükümet işbirliğiyle, bu üründe, küresel düzlemde etkinlik elde etmesi hiç de güç değildir. Bu konuda asıl görev ve sorumluluk hükümetindir. yakupkepenek06@hotmail.com ? Ortadoğu’daki en yüksek savunma harcamasını yılda ortalama 37.1 milyar dolarla İran yapıyor. Bu ülkeyi 35 milyar dolarlık harcamayla Suudi Arabistan izliyor. Lübnan’a yönelik saldırısıyla bölgeyi ateşe sürükleyen İsrail, 27.2 milyar dolarlık savunma harcamasıyla üçüncü sırada yer alıyor. tadoğu ülkeleri arasında dördüncü sırada bulunuyor. Suriye 6 milyar dolarla 5, Kuveyt 4.8 milyar dolarla 6, Mısır 3.3 milyar dolarla 7, Umman 2.7 milyar dolarla 8, Birleşik Arap Emirlikleri 2.5 milyar dolarla 9, Ürdün ise 800 milyon dolarlık savunma harcamasıyla son sırada. Ortadoğu’nun en büyük silahlı kuvvetler gücünden birisine sahip olan Türkiye, savunma harcamalarında özgün yüksek teknolojiye ağırlık veriyor. Ortadoğu’da Türkiye, İran ve İsrail dışındaki ülkeler, savunma sanayiinde doğrudan alım yoluna giderken Türkiye, özgün tasarıma ağırlık veriyor ve yeni sistem tedarik harcaması yıllık ortalama 3.5 milyar dolar. Avrupa’da silahlı kuvvetler mevcudu açısından birinci sırada yer alan Türkiye, savunma harcamaları açısından ise 5. sırada bulunuyor. Avrupa’da en çok savunma harcaması yapan İngiltere. Fransa, Almanya ve İtalya onu izliyor. Türkiye, İtalya’dan sonra 5. sırada İspanya’nın önünde yer alıyor. Bu arada İsrail’in savunma harcamaları 27.2 milyar dolar ile İspanya, Polonya, Yunanistan, Norveç ve Hollanda’nın toplam savunma harcamalarının daha çok üzerinde yer alıyor. İTO’DAN DESTEK Rusya, Romanya ve İran’daki kayak merkezlerine ihracat yapılacak Tasarım Türkiye’den, üretim Çin’den ? Ünye Tekstil’in Çin’de yarattığı kış sporu, dağcılık malzemeleri markası Royal Teck, bir yılda Türkiye’de 60 satış noktasına ulaştı. 11 ülkede de tescil edilen marka bu yıl 4 milyon dolarlık ciro hedefliyor. ŞEHRİBAN KIRAÇ 3. Açıkhava Sanat Merkezi açıldı Ekonomi Servisi Tarihi Eminönü Meydanı 2 ay boyunca sanatçılarla renklenecek. İstanbul Ticaret Odası’nın resim, fotoğraf, ebru, hat, tezhip, minyatür gibi sanat dallarında faaliyet gösteren sanatçılara destek vermek ve halkla buluşmalarını sağlamak üzere düzenlediği 3. Açıkhava Sanat Merkezi 13 Temmuz 14 Eylül tarihleri arasında pazar günleri dışında her gün saat 10.30 18.00 arasında ziyaretçilerini ağırlayacak. Kasar Boya ile Dual Tekstil birleşiyor Ekonomi Servisi Türkiye’nin örgü kumaş üreticisi Dual Tekstil AŞ ile 40 yıllık fason tekstil terbiye işletmesi Kasar Boyacılık Sanayii AŞ birleşiyor. Birleşme Dual’in Kasar’a katılması yoluyla gerçekleşecek ve yeni şirket Kasar& Dual Tekstil Sanayii AŞ adıyla faaliyet gösterecek. Dual Tekstil Yönetim Kurul Başkanı Kahraman Çiçekçiler, son 4 yıldır tüm üretimlerini yönlendirdikleri Kasar Boyacılık ile birleşme kararı aldıklarını açıkladı. Kasar Boyacılık Yönetim Kurul Başkanı Özcan Özenbay da, bu birleşme ile birlikte fason hizmetlerini daha fazla arttırmayı hedeflediklerini dile getirdi. Türkiye’de maliyetlerin yüksekliği nedeniyle Uzakdoğu’ya yönelen tekstil ve hazır giyimciler Çin’de sadece ithalat değil, üretim de yapmaya başladı. Ünye Tekstil’in geçen yıl yarattığı spor giyim markası Royal Teck’in tasarımı Türkiye’de, üretimi ise tamamen Çin’de yapılıyor. Ünye Tekstil’in sahibi Selami Tarım, spor giyim markaları Royal Teck markası fikrinin 2002’de Çin’de ziyaret ettiği bir fuarda doğduğunu söyledi. Tarım, ‘‘Çin’de fuarda gezerken bir üreticide, İstanbul’da bir mağazadan aldığım kış sporları kıyafetimin aynısını gördüm. Sorduğumda bu kıyafetleri kendilerinin ürettiğini söylediler. Fiyatı ise benim aldığımın 20’de biriydi. Sonra neden bunu biz yapmayalım dedim ve üretmeye karar verdim’’ dedi. Tarım, 2005’te 30 bin parçalık bir koleksiyon sattıklarını, bu yıl ise bunu yüzde 100 artışla 60 bin parçaya çıkarmayı amaçladıklarını ifade etti. Şu anda 60 noktada satış yaptıklarını bildiren Tarım, ‘‘Bu sene YKM ile anlaşma yaptık. Boyner’lerde satış yapıyoruz. Gencallar, Huzur mağazalarında, ayrıca Uludağ, Kartalkaya, Ilgaz, Erciyes, Sarıkamış, Palandöken, gibi yerlerde de satış yapıyoruz’’ diye konuştu. Türkiye’de maliyetler yüksek olduğu için üretimi Çin’de yaptıklarına işaret eden Tarım, 2 yıl içinde üretimin tamamını Türkiye’ye kaydıracaklarını bildirdi. Yakında işin perakende ayağına da gireceklerini ve Royal Teck mağaza zinciri kurmayı planladıklarını kaydeden Tarım, bu yıl Royal Teck markası ile 4 milyon dolarlık ciro yapmayı hedeflediklerini sözlerine ekledi. Royal Halı pazarda iddialı Royal Halı markasıyla pazara giren Naksan Kimya, yıllık 5 milyon metrekarelik üretim kapasitesiyle Türkiye’nin ilk 3 büyük halı şirketi arasında yer almayı hedefliyor. Naksan Kimya üst düzey yöneticisi Taner Nakıboğlu, öncelikle iç piyasada büyümenin yanı sıra bir dünya markası olmayı da hedefleyen Royal Halı’nın, Pierre Cardin halılarını üreterek dünyaya satmak için yaptığı anlaşmayla başlayan atılımını diğer ünlü markalarla işbirliğiyle sürdüreceğini kaydetti. Gaziantep’te ilk konsept mağazayı açarak ulusal marka olma yolunda ilk adımı attıklarını belirten Nakıboğlu, büyük illerde en fazla 20 tane prestij mağazası açacaklarını belirtti. ‘Medyada en çok konuşulanlar’ araştırmasının sonuçlarına göre Aydın Doğan birinci Ekonomi medyasının 10 yıldızı Ekonomi Servisi Ajans Press’in hazırladığı ve her yıl merakla beklenen ‘‘medyada en çok konuşulanlar’’ açıklandı. Siyasetten spora, ekonomiden şov dünyasına kadar hemen her alanda medyanın gündemine oturanlar yine mercek altına alındı. 1863 yılın yapılan araştırmayla 2006 yılının ilk 6 aylık (Ocak Haziran 2006) verileri çarpıcı sonuçlar ? Ajans Press’in verilerine göre, ekonomi medyasında en çok yer alan isimler arasında Murat Yalçıntaş, Mustafa Koç, Ömer Sabancı ve Sinan Aygün başı çekiyor. ortaya çıkardı. Buna göre, medyada çıkan iş dünyasıyla ilgili haberlerde ilk sırada 1836 haberle Doğan Holding Yönetim Kurulu Başkanı Aydın Doğan yer alıyor. İkinci sırada ise 1723 haber ile İstanbul Ticaret Odası Başkanı Murat Yalçıntaş bulunuyor. Üçüncü sırada yer alan Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Koç’u, TÜSİAD Başkanı Ömer Sabancı 1596 haberle takip ediyor. Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün 1510 haberle beşinci sırada yer alırken sırasıyla 1337 haberle TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, 1248 haberle TİM Başkanı Oğuz Satıcı ve 1237 haberle Koç Holding Onursal Başkanı Rahmi Koç izliyor. 1015 haberle Güler Sabancı dokuzuncu sırada yer alırken Süleyman Orakçıoğlu 808 haberle onuncu oluyor. D Ü N YA E K O N O M İ S İ N E B A K I Ş / E R G İ N Y I L D I Z O Ğ L U L O N D R A ‘‘hegemonya projesi’’ açısından bakalım. ABD’nin Irak işgali, bölgede İran’a tehdit oluşturan tek Arap ülkesini saf dışı bıraktığı gibi, bir Şii devleti, hatta Suudi Arabistan’ın petrol bölgesinden, Lübnan’a kadar uzanan bir ‘‘Şii çemberi’’ olasılığını gündeme getirdi. İran’a yönelik en büyük tehdidi oluşturan ülkeyi, ABD’yi hem Irak’a, bir ikinci işgale kalkamayacak biçiminde sapladı hem de İran’ın etki alanı içine soktu. Şimdi gelinen noktada İran’ın ‘‘hegemonya projesi’’ açısından üç önemli hedef düşünülebilir. Birincisi İsrail’i zayıflatmak. İkincisi, uluslararası düzeyde siyasal İslam içinde, El Kaide düşüncesine kaptırdığı ideolojik, etik liderliği geri almak. Üçüncüsü, ABD ve Avrupa’nın dikkatlerinin Ortadoğu’da başlayan kargaşa üzerine yoğunlaşmasından yararlanarak nükleer enerji alanında, belki de nükleer silah yapabilecek kadar zaman kazanmak... Bu hedefler açısından bakarsak, İsrail’in Gazze saldırısının, İran’a beklediği fırsatı yarattığını düşünebiliriz. Hizbullah’ın asker kaçırma operasyonu, İsrail’i hem ikinci bir cephede savaşmaya hem de Lübnan’da, bir ‘‘asimetrik savaşı’’ kabul etmeye zorladı. Bu nedenle de kimi yorumlarda, ‘‘İran İsrail’e tuzak kurdu’’ (Boston Globe, 13/07), ‘‘İsrail, Lübnan belasının içine geri çekildi’’ (The Times, 13/07) başlıkları vardı. Bu iki cephede savaş, hatta Irak’ta Sadr’ın ABD’yi hedef alarak devreye girmeye başlaması, ABD ile İsrail arasındaki, geçen aylarda, özellikle Walt ve Miersheimer’in ‘‘İsrail lobisi’’ üzerine hazırladıkları rapor etrafında kopan fırtınayla, zaten daha önceleri olmayan bir boyut da kazanan ilişkileri de iyice zorlayacak. İsrail’in Gazze ve Lübnan saldırılarının dünya ekonomisi üzerindeki etkileri de çok önemli. Lübnan saldırısının ilk üç gününde Dow Jones yüzde 3.2, Nasdaq yüzde 4.3, S&P 500 yüzde 2.3 değer kaybetti, Asya ve Avrupa piyasalarında da benzer sarsıntılar yaşandı; petrolün varil fiyatı ilk kez 78 doların üzerine çıktı. Wall Street Journal, CBS Market Watch, Financial Times, neden olarak Ortadoğu’daki istikrarsızlığı gösterdiler: Açıkça söylenmese bile, İsrail’in kendi güvenliğine ilişkin başlattığı operasyon, uluslararası mali sermayenin, dünya ekonomisinin güvenliğini tehdit etmeye başlamıştı. Buna karşılık, 78 dolar petrol İran’ın gelirlerini arttırırken piyasalarda kriz yaratma, dolayısıyla petrolü daha etkin bir silah olarak kullanma kapasitesini de güçlendirdi. Sonuç olarak, şu anda yaşanan gelişmelerin, İsrail’in hem insani, ekonomik kaynaklarını hem de uluslararası desteklerini (ABD ile Arap ülkeleri arasındaki ilişkileri), tahammül sınırlarını aşacak düzeyde zorlarken İran’ın manevra alanını genişletecek yönde ilerlediği de söylenebilir. Ancak trajik olan şu ki her iki proje de birer ‘‘saltomorte’’ (ölümcül atlayış). Üstelik, ölümcül tehlike salt atlayışı başlatanlar için değil, atlayıştan etkilenecek olan Arap, İsrail, Kürt, Türk, halkları için de son derecede, hatta mutlaka çok yakın bir düzeyde yüksek. İsrail’in Gazze, sonra da Lübnan’a yönelik, Financial Times tarafından bile aşırı, uluslararası anlaşmalara aykırı bulunan saldırısı yine şaşkınlık yarattı, yine, ‘‘İsrail ne yapmaya çalışıyor?’’ sorusunu gündeme getirdi. Örneğin Washington Post, başyazısında, ‘‘İsrail’in misilleme yapma hakkı var. Peki ya sonra?’’ diye soruyordu. Bir şaşkınlık kaynağı da Hizbullah’ın, bir hücumbotu, Hayfa’yı, hatta İsrail’in Mirond’daki çok gizli askeri tesislerini vurabilme kapasitesiydi. Bu uzun süreli, teknolojik düzeyi yüksek bir hazırlığa işaret ediyordu (R. Fisk, The Independent, 16/07). Gözlerimizin önünde açılmaya başlayan bu süreci yeterince irdeleyebilmek için, taban tabana zıt, iki projeyi birden göz önüne almak gerekiyor: ‘‘Büyük İsrail Projesi’’ ve ‘‘İran’ın bölgesel hegemonya projesi’’. Gerçek hedef İran mı? İki hafta önce, ‘‘İsrail ne yapmak istiyor?’’ sorusuna, İsrail’in ‘‘barış sürecini’’ tümüyle çökertmenin, Hamas’ı imha etmenin yanı sıra bölgede istikrarsızlığı arttırarak ABD’nin, yeniden benimsemeye başladığı ‘‘realist’’, ama ‘‘Büyük İsrail Projesi’’yle çelişen ‘‘dış politikasını sabote etmeyi de amaçlıyor olabilir’’ diye cevap vermiştik. İsrail Lübnan’a saldırınca, uluslararası medyada kimi yazarlar, özellikle de 1996’da Natenyahu için hazırlanan ‘‘Clean Break: A New Strategy for Securing the Realm’’ başlıklı, altında, JINSA, AEI gibi kuruluşların yönetimlerinden, Perle, Colbert, Feith, Wurmser gibi etkin neoconların imzalarının yer aldığı belgeye gönderme yaparak benzer bir kuşkuyu dile getirmeye başladılar. Çünkü Suriye, Irak ve Iran gibi ülke lerin İsrail için tehdit oluşturmaktan (rejim değişikliği yoluyla) çıkarılmasını, Oslo sürecinin tasfiye edilmesini öneren bu belge ‘‘Büyük İsrail Projesi’’nin master planıydı. Neoconlar açısından da, bir ABD imparatorluğuna giden ilk adımı olarak tasarlanan, ‘‘Büyük Ortadoğu Projesi’’yle örtüşüyordu. Bu açıdan bakınca, İsrail’in Gaza saldırısının şiddetinin, Suriye’yi denklemin içine çekme çabalarının, sert bir tepkiye yol açmayı amaçlamış, bu tepkinin de en büyük olasılıkla Hizbullah kanadından geleceğini hesaplamış olduğunu düşünebiliriz. Bu varsayım, bizim için gelişmelere ilişkin önemli ipuçları da verebilecek bir perspektif yaratabilir. ‘‘Büyük İsrail Projesi’’ne bakınca, gelinen noktada, Irak’ın artık bir tehdit oluşturmadığını, İran sınırında dost bir yapının (Kürt bölgesi) oluştuğunu, Suriye’nin Lübnan’dan çıktığını görüyoruz. Öyleyse sırada, İran olmalı. Ancak bu sırada ABD’de, İngiltere’de askeri, diplomatik çevrelerden gelen, İran’ın tepki gösterme, misilleme yapma kapasitelerine ilişkin saptamalara dayanan şiddetli itirazlar bu olasılığı azaltmaya başladı. ABD dış politikasında, ‘‘realist’’ yaklaşıma doğru geri dönüş anlamına gelen bir değişiklik başladı. Halbuki ABD’nin İran’ı vurması İsrail açısından yaşamsal bir öneme sahipti. Eğer, İsrail önce Hamas, Hiz Salto Morte! bullah gibi, İran’ın misillemede kullanabileceği güçleri etkisizleştirirse Suriye’yi, Kürt bölgesinde de bir çatlamaya yol açacak bir erken çatışmaya sokarak İran’ı destekleyemeyecek konuma iterse, Irak’ta Sadr’ı ve milislerini, hazır olmadıkarezt) tüm dünya kamuoyunun tepkisini çekebilir, bir ABDAB ittifakı kolaylaşırken Rusya ve Çin’in İran’a yönelik yaptırımlara itiraz etmeleri zorlaşırdı. Bu denklem başarıyla çözülürse, Hizbullah ve Hamas’ın tasfiye, Suriye’nin sterilize edildi ları bir anda ABD’ye tepki göstermeye zorlarsa (Nitekim Sadr cuma günü yaptığı açıklamada bu yönde işaretler veriyordu New York Times), İran’ın misilleme olasılıklarını büyük ölçüde zayıflatabilirdi. Dahası, hele İran, Suriye’yi korumak için devreye girerek (nitekim, İran da bu yönde açıklamalar yapmaya başladı Ha ği bir ortamda, ABD’nin İran’a saldırması olanaklı hale gelecek, İsrail sağının ‘‘Büyük İsrail’’ ve neoconların ‘‘imparatorluk’’ projelerinin önü yeniden açılacaktı... Ya İran, İsrail’e tuzak kurduysa? Şimdi, son gelişmelere bir de İran’ın CUMHURİYET 13 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear