26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 8 MAYIS 2006 PAZARTESİ 10 DIŞ BASIN DEĞİŞEN DÜNYADAN HÜSEYİN BAŞ G8 liderlerinin Moskova’yla ilişkilerini askıya almayı akıllarından geçirmeleri bile çok yanlış Rusya’yla işbirliği sürmeli ? G8’in Rusya’yla ilişkisinin devam etmeye değip değmeyeceğinin tartışıldığı bugün bu ülkeyle nükleer silahsızlanma konusunda işbirliğinin unutulmaması gerekir. G8’lerin yapması gereken şey, Moskova’yla yürütülen bu ortaklığın başka alanlarda da geçerli olup olamayacağını düşünmek. ROSE GOTTEMOELLER* Latin Amerika’da Değişim Rüzgârları Yakın tarihlere kadar Birleşik Devletler’in gönlünce at oynattığı ‘‘arka bahçesi’’ sayılan Latin Amerika’da, Fidel Castro’nun Küba’sı ile 1998’den bu yana halkın eksilmeyen desteğiyle Venezüella’nın başkanlığını elinde bulunduran Hugo Chavez’in dışında birbiri ardından yapılan seçimlerle çok sayıda ülkenin de sosyalistlerin yönetimine geçmeleri ve bu değişimlerin gereklerini yerine getirmeye başlamalarından sonra, zengin doğal kaynaklarına karşın halkları büyük yoksulluk içinde yaşayan kıtayı artık Washington’un ‘‘arka bahçesi’’ olarak tanımlamak zor. Arjantin’de Kirchner, Venezüella’da Chavez, Şili’de Bachelet, Uruguay’da Vazguez, Bolivya’da Evo Morales, Peru’da, büyük olasılıkla Humala ve kuşkusuz Fidel Castro’nun Küba’sını sıralayan Le Monde gazetesine göre (14.04.06) Meksika’nın da seçimlerden zaferle çıkması, Brezilya’da da bugünkü durumun aynen devam etmesiyle Güney Amerika’nın yüzde 80’i sosyalistlerin yönetimine geçecek. Bu son derecede güçlü rüzgâr, çevre ülkeleri Nikaragua ve Ekvador’u da etkileyeceği gibi, dünyanın küresel serbest piyasacıların kıskacından kurtulmaya çalışan ülkeleri için de ilham kaynağı olacak. ??? Kuşkusuz, sosyalistlerin iktidara gelmeleri başka; sapmadan, savsaklamadan onun gereklerini yerine getirmek başkadır. Yakın tarih, önlerine çıkarılan engeller karşısında pes edip piyasacı yırtıcılarla uzlaşarak halklarının umutlarını karartan çok sayıda sözde sosyalist ya da sosyal demokrat iktidarlara tanıktır. İngiliz emperyalizminin ünlü Süveyş saldırısı sırasında onunla birlikte hareket eden Fransa, sosyalistlerin yönetimindeydi. Geçen hafta İngiltere’de yapılan yerel seçimlerde, suçu ne denli bakanlarının üzerine atmaya çalışsa da, bir zamanların umut kaynağı koskoca İşçi Partisi’ni, tutucuların karşısında büyük hezimete uğratacak durumlara düşüren Tony Blair’i de saymak gerekir. İşçi Partisi’nin bir zamanların ele avuca sığmaz lideri, sol gösterip sağ vuranların en önde gelen temsilcileri arasında. O kadar ki, işçi ideolojisinden gelip, ABD emperyalizminin kayıtsız şartsız saldırgan uyduluğuna soyunmuştur. Biraz da bu yüzden bugün uğradığı hezimet, söyleyecek pek bir şeyi olmayan muhafazakârdan değil, ihanet ettiği partisinin sağlıklı kesiminden kaynaklanmaktadır. Geçen hafta Evo Morales yoksul Bolivya’nın çokuluslu yırtıcıların talanındaki petrol zenginliklerini, seçimlerde halkına verdiği sözleri tutarak, eveleyip gevelemeden, çeşitli bahanelere sığınarak savsaklamadan millileştirerek gerçek sahibi Bolivya’ya, giderek tüm Güney Amerika halkına iade etmiştir. Evo Morales, ‘‘Bu sadece bir başlangıçtır. Madenler, ormancılık kesimi, atalarımızın korumak için savaştıkları doğal zenginliklerimizin tümü, başta su olmak üzere sırada’’, diyerek, millileştirmelerin süreceğini vurgulamıştır. Ülkenin zenginliklerini yandaşlarına yok pahasına peşkeş çekerek ‘‘babalar gibi satanlara’’ karşın, zamanı geldiğinde bunları ‘‘babalar gibi geri alarak”, asıl sahiplerine verenlerin varlığına bakılırsa, kimi liboşların iddialarının aksine bu türün nesli pek tükenmişe benzemiyor! ??? Bolivya, 1550 milyar metreküp olarak tahmin edilen doğalgazıyla Venezüella’nın ardından ikinci büyük rezervin sahibi. Günlük 40 bin varillik petrol üretimine ve onca yeraltı zenginliğine karşın Bolivya halkının yüzde 70’i yoksul. Bu ise son derecede doğal. Çünkü ülkenin zenginliklerinin üzerine aralarında İspanya’dan Repsol, Fransa’dan Total, Birleşik Devletler’den Exxon, İngiltere’den British Gaz’ın da üşüştüğü 26’yı aşkın yırtıcı petrol devinden Bolivya’ya kalan, ne yazık ki, fazla bir şey yok. Ama bu artık tersine dönmek üzere. Güney Amerika’da olanlar, salt Bolivya ile sınırlı değil. Kıta ülkelerinin büyük çoğunluğu Birleşik Devletler’in ve serbest piyasacıların egemenliğinden kurtulma çabasında. Son olarak Küba ve Venezüella’nın, ABD ve piyasacı egemenliğine karşı Latin Amerika halkları arasında adil ve dürüst ticari işbirliğini sağlamak üzere geliştirilen ittifak, bu kez Bolivya’nın da katılmasıyla ‘‘Kutsal Üçlü İttifak’’ (ALBA, İspanyolca Gündoğumu) daha da güçlenmiştir. Anlaşmanın imzalandığı Havana toplantısında ALBA’nın açıklanan bilançosuna göre mal ve hizmet değişiminden 2.400 milyon dolar sağlanmıştır. Daha da önemlisi ittifakın sosyal alandaki getirileridir. Buna göre Venezüella, önde gelen sorunlarından okumayazma konusunu Küba’nın sağlayacağı eğitmenlerle çözüme ulaştıracak, buna karşılık Küba’ya ayrıcalıklı fiyatlarla petrol sağlayacaktır. ünya kamuoyu nisan ayında haklı olarak Çernobil’de yaşanan facianın 20’nci yıldönümüne kilitlendi. 1986’dan beri dünyanın bu coğrafyasında nükleer enerji üretenler bu facianın sonuçlarıyla uğraşıyorlar. Birçok cesur kadın ve adam bunu yaparken hayatlarını kaybettiler. Nisan ayı başka bir şeyin de 10’uncu yılına denk geliyordu. G7’lerin silah amaçlı kullanılabilecek nükleer malzemenin güvenliğini konuşmak için Moskova’da buluşmalarının 10’uncu yılını... O dönemde bugün G8 olarak anılan G7’lere Rusya tam olarak dahil değildi. Ama varsıl ülkelerin liderleri Boris Yeltsin’in de bir G7 doruğuna ev sahipliği yapmasını istediler. 1996 onun için çok önemli bir seçim yılıydı ve G7 liderleri onun bu seçimden zaferle çıkmasını istiyordu. Tabii liderlerin başka kaygıları da vardı. Bu kaygıların başında Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonraki dönemde Rusya’daki nükleer santraldan malzemelerin çalınması olasılığı geliyordu. Ekonomi kötü durumdaydı. Reaktörlerde elektrik sıkça kesiliyordu. Bu şartlar altında Yeltsin ve G7 liderleri silah yapımında kullanılabilecek malzemenin güvenli bir ortamda korunmasının hayati bir öncelik olduğu kararına vardılar. D Çernobil’deki (solda) facia sonrasında Rusya’yla işbirliği şart oldu. G7 bu ülkeyi bünyesine dahil etti ve geçmişte düşman olan iki ülkenin liderleri Putin ve Bush silahsızlanma konusunda ortak projelere imza attı. 2002’de Kanada’daki G8 Doruğu’nda (sağda) ise Kitle İmha Silahı ve Malzemesinin Yaygınlaşmasına Karşı Küresel Ortaklık kuruldu. (AP) Kısa bir süre sonra da Rusya varsıl ülkeler kulübünün üyesi oldu. Bu yıl G8 doruğu için sıra yine Rusya’da. Temmuz ayında St. Petersburg’da buluşacak liderler. Ama maalesef G8’in diğer üyeleri ve Rusya birbirlerini hayal kırıklığına uğrattılar. Rusya, kulübün asıl üyesi gibi görülmemekten şikâyetçi. Diğer ülkeler ise Rusya’nın kulübün standartlarına ulaşamadığından özellikle de ekonomik ve demokratik reform konusunda. Şikâyetler haklı İki tarafın şikâyetlerinin de doğru payı var. Ancak önemli olan St. Petersburg Doruğu’nun ve Rusya’nın G8 başkanlığının şu anda başarılı olabilecek gibi görünmemesi. Bu nedenle geriye dönüp 1996’ya bakmak ve nükleer konusundaki işbirliğine göz atmak gerekli. Doğruyu söylemek gerekirse 1996’da Moskova’da yapılan nükleer doruğu biraz ‘‘işe yaramayan bir toplantı’’ydı işin özünde. Toplantı sonrasında uzunca bir bildiri yayımlanıp Nükleer Silahsızlanma Anlaşması’na bağlı kalma konusundaki kararlılık yinelendi. Zenginleştirilmiş uranyumun silah yapımında kullanılmaması gibi anlaşmada yer alan maddelerin uygulanması gerekliliği tekrarlandı. Ancak yeni olan hiçbir şey, bir öneri, bir program yoktu metinde... Daha da önemlisi bu konudaki işbirliği için kimse yeni bir para akışı sözü vermedi bu toplantıda.. ki bu, bu tür dorukların başarısı için hayati önem taşır. Bu doruğun sonucunda sadece G8 içindeki silahsızlanma karşıtı tehditlere daha çok odaklanmaya başlanıldı. 2002 yılında Kanada’da, Kananaskis’teki G8 Doruğu’nda ise yeni bir ortaklık kuruldu: Kitle İmha Silahı ve Malzemesinin Yaygınlaşmasına Karşı Küresel Ortaklık. İşte bu başarılı bir toplantıydı. 10 yıllık süre zarfında 20 milyar dolarlık 10’u ABD’den, geri kalan 10’u diğer üyelerden fon ayrıldı. Bu ortaklık G8 yönetimi altında nükleer ve diğer silahsızlanma konularında güvenlik için uluslararası ülkelerden oluşan bir takımın Rusya’da uyguladığı bir program haline dönüştü. Şimdi Ukrayna’da uygulanıyor. Rusya bu işe kendi payına düşen 2 milyar doları ayırdı ve bazı denizaltıların parçalanıp yok edilmesi gibi projelerde öncü rol oynadı. 1996 Moskova Doruğu ABDRusya ikili ilişkilerini canlandırdı. Bu, yıllarca düşman olarak var olmuş iki nükleer güç için çok büyük bir gelişmeydi. Ruslar o yıla kadar nükleer silah konusunda bir sorunları olduğunu kabul etmeye yanaşmıyordu. Ancak o toplantıda Yeltsin, sonuçta Rusya’da nükleer alanında güvenlik sorunları olduğunu ve durumun nükleer terorizmi körükleyebileceği gerçeğini kabul etti. İşbirliği hız kazandı 1998’de Moskova ve Washington, nükleer silah malzemesi koruma programlarını iyileştirmeyi öngören bir anlaşma imzaladı. Birkaç yıl sonra savaş başlıklarını koruma altına alma konusunda işbirliğine gidildi. 2005 yılında ABD Başkanı George Bush ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin programları hızlandırarak 2012 yerine 2008 yılında sonuçlandırma kararı aldılar. 1996’daki Moskova Doruğu’nda bir zafer elde edilmedi gibi görünse de G8 ülkelerinin bakış açılarında değişikliğe neden oldu bu toplantı. Nükleer silahlanmaya karşı ortak hareket etme mantığına geldiler. En önemlisi de Rusya Federasyonu bu mantığa geldi. G8’in Rusya’yla ilişkisinin devam etmeye değip değmeyeceğinin tartışıldığı bugünlerde, yukarıda da belirli ölçüde bahsettiğim silahsızlanma alanındaki işbirliğinin anımsanması şarttır. Kimyasal silahların imha edilmesinden nükleer malzemenin korunmasına kadar birçok alanda G8 ortaklarının önemli başarı kazandığı kesin. En önemlisi Rusya bu alanlarda ‘‘ortak’’ rolünü oynamakta istekli oldu. Bu işe para yatırdı ve projelerin amacına ulaşmasında üzerine düşeni yaptı. Silahsızlanma alanında yeterli ve pragmatik bir ortak olduğunu kanıtladı. Şimdi G8 ülkelerinin yapması gereken tek şey, Moskova’yla yürütülen bu ortaklığın başka alanlarda da geçerli olup olamayacağını düşünmek. (St. Petersburg Times, Rusya, 2 Mayıs) * Moskova’daki Carnegie Merkezi’nin direktörü Güneyliler ABD’nin kendisine bakış açısını değiştirdi he New Yorker dergisinin siyaset hington’un güneydeki komşularıyla, yorumcusu Hendrik Hetzberg, özellikle de Meksika’yla olan ilişkileri bu haftaki köşesinde tartışma ya konusunda da soru işaretleri yarattı. ABD’nin bugünlerde kullandığı arratacak bir savdan bahsetti. ABD siyasetindeki Güney Amerikalılaşmadan... güman ilginç. George Bush başkanlığıBay Hetzberg, bunu savunurken ne nın ilk günlerinde yasadışı göçmenlere denleri arasında giderek artan yolsuzluk af çıkarmaya kadar vardırmıştı işi. Andosyalarını, yoksulla varsıl arasındaki cak 11 Eylül saldırılarından ve homeland uçurumun sürekli derinleşmesini, kirli güvenlik bakanlığının kurulmasından savaş taktiklerini ve hanedanı andıran baş sonra işler değişti. ABD’deki göçmenkanlık sistemini aklından geçirdi hiç lere yönelik kontroller arttı, sıkılaştırılşüphesiz. Ancak ABD’deki nüfusun et dı. Temsilciler Meclisi MeksikaABD sınik ve kültürel yapısını da aklından ge nırına güvenlik duvarı örülmesini ve kaçirmiş olabilir. Şu anda 40 milyon La çak yolla ülkede bulunmayı federal suç tin Amerikalı ‘‘resmen’’ ABD’de yaşı kapsamına alıp cezasını da sınır dışı etyor. Ülkedeki 12 milyon yasadışı göç mek olarak belirleyecek yasal değişikmenin de yaklaşık 9.6 likler yapmayı planlımilyonu Latin kökenyor. Her ne kadar bu li. Bu konu, yıllarca AP yasal değişiklik görüşgörmezden gelindikmelerinde sonuç alıten sonra ABD’nin iç namamış olsa da bu fikirlerin ortaya atılmasiyasi gündeminin ilk sı bile protesto göstesıralarına yerleşti. rilerini ateşlemeye yetKongre göçmenleti. Beyaz Saray ise re ilişkin yasa değiözellikle Teksas ve Kaşikliklerini tartışırken liforniya’daki Latin açmazda kaldı. Latin seçmenlerin önemini Amerikalıların çoğunbildiği için yasadışı lukta olduğu kentlergöçmenlerin cezalande büyük protesto dırılmasını ancak sıgösterileri düzenlennır dışı edilmemeleridi. Modern dünyanın ni, yurttaş olarak kazavarsıl ülkeleri, bu genılmalarının önünü zegenin daha yoksul 1 Mayıs’ta binlerce Latin Amerikalı bölgelerinden gelen bu bebek ve annesi gibi iş, okul ve açacak bir yasal ödün göçmenlerin berabe alışverişi boykot edip sokağa döküldü. verilmesini sağlamanın peşinde. rinde getirdiği büyük Göçmenlik tartışmalarında sonuç ne sorunlarla karşı karşıya kalmak zorunda. Siyasi anlamda zor ve riskli sorun olursa olsun ortada bir gerçek var; o da lar olabilir. Ama bunlara Dresden’de ABD’nin kendine bakışının değiştiği. de olsa Detroit’te de olsa adil çözüm Bazıları son haftalardaki Latin Amerikalı protestolarını 1960’larda siyahların hakler bulunmalı. Dünyanın bizim yaşadığımız coğraf larını aramak için düzenlediği gösterilere yasında Avrupa Birliği üyesi olan İngil benzetiyor. Bunu söylemek için çok ertere, İrlanda ve İsveç de kapılarını mi ken. Ancak bu konuda ortaya çıkan tarsafir işçi olarak gelmek isteyen Polon tışma ABD’nin gerçeği görmekte zoryalılara ve diğer Doğu Avrupa ülkeleri landığı bir sürecin gerekli bir parçası. nin yurttaşlarına açtı. Bir göçmenler ül Latin Amerika kökenlilerin oldukları kesi olan ABD, genelde gelen her yeni gibi kabul edilmeleri için uzun bir yol dalgaya kucak açmıştır. Ancak son dö var önlerinde. Ancak sokaklara dökülüp nemde İspanyolca konuşulan Latin Ame haykıran protestocuların sesi umudun rika ülkelerinden gelen göç dalgasının sesidir! büyüklüğü, sadece ABD iç politikası ko(The Guardian, İngiltere, 3 Mayıs) nusunda soru işaretleri yaratmadı. Was T Irak’ın üç bölgeye ayrılması gerekiyor P azartesi, ABD Başkanı George W. Bush’un Irak’taki büyük operasyonların sona erdiğini duyurmasının üçüncü yıldönümüydü. Ve, Senato’nun Demokrat Partili lideri Harry Reid Bush’un bu açıklamasından sonra Irak’ta yanlış giden her şeyi anımsatan bir açıklama yayımladı. Bu aslında savaşa kamuoyunun verdiği desteği iyice zayıflatmak için düşünülmüş retorik bir hamleydi. Ama savaşın nasıl sonuçlandırılabileceğine dair somut bir strateji önerisi sunulmamıştı. O sabah başka bir senatör, Delaware’li Joe Biden Philadelphia’daki Dünya Meseleleri Konseyi’nde yaptığı konuşmasında, New York Times’daki makalesinde ve benimle telefonda yaptığı röportajda çok daha sorumluluk sahibi bir yaklaşım sergiledi. Senato Dış İlişkiler Komitesi’nin ? Irak’ın ana unsurları olan Sünni, Şii ve Kürtlerin nefes almalarını sağlayacak alana gereksinimleri var. saygın Demokrat Partili senatörlerinden Biden, John McCain gibi savaşa destek vermişti. (İkili aslında bu yönetimin başından beri Beyaz Saray’ın askeri stratejisini ısrarla eleştirenler arasındaydı.) Bu hafta Irak’a yaptığı altıncı ziyaretin ardından ülkede mezhep ayrımcılığının neden olacağı şiddetin artması bu Şii ve Sünniler arasında bir savaş anlamına geliyor tehdidinin ABD’nin bu ülkedeki siyasi hedeflerini yeniden belirlemesini şart kılacak kadar büyük olduğunu söyledi. Ve merkezde, Bağdat’ta bütünleşmiş bir hükümetin kurulması üzerinde vakit kaybedip ısrar edeceğimize Kuzey Irak’ta Kürtler, Güney’de Şiiler ve merkezde de Sünniler için birbirine bağlı, bölgesel otoriteler kurmamız gerektiğini savundu. Şimdiki anayasa Irak’taki 18 bölgeye bölgesel gruplaşma hakkı tanıyor. Biden’e göre savunma, petrol kaynaklarının kontrolü ve dış politika merkezi hükümetin sorumlulukları arasında yer almalı ancak bölgesel yönetimler kendi içişlerine kendileri bakmalı. Bölünme çağrısı değil Ona göre bu bir bölünme çağrısı değil. Bu, bir gerçeğin kabul edilmesi. Irak’ın ana unsurları olan üç grubun nefes almalarını sağlayacak alana gereksinimleri var. Ülkedeki şiddet ortamı, Biden’e göre ABD’nin Irak’tan çekilme tarihi belirleyememesinin de ana nedeni. Biden’e göre bugünkü merkeziyetçi, birlik hükümeti anlayışı sürdürülürse Sünniler direnişçilere destek vermeye devam edecek ve bu birlik hükümetini kabul etmeyecek. Çünkü hükümette Şiiler çoğunlukta. Petrolden gelen gelir ise Kuzey’de Kürtlerin, Güney’de ise Şiilerin elinde. Halbuki Sünnilere kendilerine ait bir bölge verir ve petrol gelirlerinin yüzde 20’sinin onların olacağı garantisini sunarsanız, onlar kendilerini gayet iyi ödüllendirilmiş olarak göreceklerdir. Şiiler de bu şartlar altında ulusal hükümetteki lider rollerini Sünni destekli direnişçilerin tehdidi olmaksızın sürdürebileceklerini bilirler. (Washington Post, ABD, 5 Mayıs) CUMHURİYET 10 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear