26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 29 MAYIS 2006 PAZARTESİ 6 DİZİ Milli iradenin emrinde olan Türk Silahlı Kuvvetleri ilke olarak günlük siyasetin dışındadır HOCALARIN HOCASI KAYNAR Ordu rejimin güvencesi B ir süredir AB kamuoyunda bir kısım siyasiler ve birlik yöneticileri Kemalizmin Türkiye’nin AB yolunu tıkadığını, Kemalizmi savunan TSK’nin yapısı, görev alanları, statüsü gereği demokratik sistemin gelişmesinin önünde engel oluşturduğunu ifade ediyorlar. Daha da ileriye gidip TSK’nin ülkemizin bütünlüğüne yönelen bölücü terör örgütüyle etkili mücadelesini sapkınca yorumlayanlara rastlanıyor. Konuya ilişkin görüşler AB Komisyonu Türkiye ilerleme raporlarına da yansıtılıyor. Bunlar diyorlar ki, TSK, AB üyesi ülkeler silahlı kuvvetleri gibi sivil kontrol altına alınmalı, milli güvenlik siyaseti ve stratejilerin saptanmasındaki ağırlığı azaltılmalı, demokrasi önünde engelleyici görülen etkinliği sınırlandırılmalıdır. Bu görüşleri genelde bugünkü Türk yönetimi ve onları destekleyen belirli çevrelerce de desteklenmektedir. Sonuçta, AB istekleri doğrultusunda MGK’nin yapısı ve işlevleri yeniden düzenlenmiş, ulusal güvenliğin esas ve yetişkin unsuru olan askerin rolü indirgenmiştir. T SK, ulusunun yararına olarak Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ne ve Türk anayasasının temel hükümlerine sahip çıkarak İslamın siyasallaştırılmasına ve kamusal alanda İslami kuralların uygulanması eğilimlerine ve irticai hareketlere karşı olduğunu her fırsat ve platformda ifade ediyor. Silahlı kuvvetlerin yönetim esaslarında ‘‘Devlet ve milletin geleceğine milli irade etkin ve hâkimdir. Silahlı kuvvetler bu iradenin emrinde ve hizmetindedir’’ ifadesi yer almaktadır. Bu ifade büyük Atatürk’ün Türk ordusuna direktifidir. Bu itibarla Silahlı Kuvvetler ilke olarak günlük siyasetin dışındadır. Günlük siyasete karışan ordunun caydırıcılığını ve savaşma yeteneklerini kaybedeceğinin takdiri içindedir. Canlı tarihimizi yitirdik ? Reşat Kaynar, 75 yıl boyunca kürsüden inmedi. 94 yaşına kadar sürdürdüğü hocalık kariyerinin en üst noktasına erişti. Türkiye’nin Sedat Alp’le birlikte son iki ordinaryüsünden biri olan Kaynar, yakın tarihimizin canlı kütüphanesi olarak tanımlanıyordu. En büyük tesellisi yetiştirdiği öğrencilerinin yüzde 96’inin ilerici olmasıydı. ‘‘İçlerinde yüzde 5’i gerici olabilir. Allah da bu yüzde 5 nedeniyle beni affetsin!’’ diyen Kaynar, Atatürkçü düşünce sistemini en iyi yorumlayan hoca olarak biliniyordu. MİYASE İLKNUR 27 Mayıs devrimci eylemdi İFTE STANDARTTAN VAZGEÇİLMELİ Ç Cumhuriyetin korunması ve kollanmasına C ilişkin tarihi ve yasal görevi tartışılmaktadır. Buna karşın, kanımızca, TSK yönetimin AB’ye üyelik yolundaki politikalarını sürdürme çabalarını zaafa uğratmamak ve borçlarla malul bir ekonominin olası istikrarsızlığına neden olmamak için, ulusunun büyük güvenine sahip olarak özveri göstermekte, suskunluğu yeğler görünmektedir. Burada bir hususu daha özellikle ve önemle belirtmekte yarar vardır. Kemalizm, Batı emperyal güçleri, ideologları ve kimi yöneticilerince ifade edildiği üzere Türkiye’nin AB yolunu tıkayan bir düşünce ve eylemler sistemi değil, tam tersine, Türkiyemizi Avrupa Birliği’nin kuramsal olarak savunduğu ideallere taşıyan bir uygarlık ve toplumsal gönenç projesidir. Onu engel görenler bu düşünce sisteminin tarihsel süreç içinde hangi aşamalardan geçerek devrimsel ve evrimsel gelişmelere olanak vermiş olduğunu bilip anlamaya çalışmalı. Kendilerinin birliğin kuramsal kriterlerine, standartlarına gerçek yaşamda kendi bünyelerinde ve uluslararası ilişkilerde ne derece duyarlı olduklarını sorgulamalı ve çifte standart uygulamalarından vazgeçmelidirler. ER ÜLKENİN KONUMU FARKLI H Bu yazımızda konuya ilişkin değerlendirme umhuriyet döneminde askerin siyasete müdahalesi 27 Mayıs 1960 devrimi, 12 Mart 1971 muhtırası, 12 Eylül 1980 darbesi, 22 Şubat 1997 MGK kararlarıyla belirlidir. 27 Mayıs 1960 Devrimi, demokrasiyi tahrip eden, diktatörlüğe kayma emare ve eğilimleri gösteren bir siyasal iktidara karşı hiyerarşik yapı dışında örgütlenen askerin, gençlik, sivil seçkinler ve halk desteğinde giriştiği ve demokrasiyi ve cumhuriyetin temel değer ve ilkelerini restore etmek ve güçlendirmek üzere yapılmış devrimci bir eylemdir. Örnek bir demokratik anayasayı Türk ulusuna hediye etmiş, çoğunluğun tahakkümünü önleyici, hukukun üstünlüğünü sağlamayı hedefleyen, kaynakların gereksinimlerle dengeli ve verimli kullanımına olanak verebilecek planlamayı öngören, ulusal güvenliği kapsamlı bir şekilde düzenleyen kurumlaşmaları gerçekleştirmiş, sonuçta demokratik düzeni, çağdaş ve özgür olarak sağlıklı bir şekilde kurmak istemiştir. 12 Mart 1971 Muhtırası, hiyerarşik bir düzende toplum ve silahlı kuvvetlerde oluşan bağımsızlık ve Atatürkçü düzen özlemi ve toplumsal uyanışın eyleme geçmesini engellemek üzere yapılmış bir ha rekâttır. ABD’nin, 27 Mayıs 1960 sonrası Türkiye’de ABD karşıtı sol ya da Kemalist bir muhalefet ortam ve olası eylemini önlemek üzere çabalarının özellikle askeri komuta heyetini etkilemede rolü büyük olduğundan, hareketin gelişimi muhtırada belirtilen doğrultuda Atatürkçü düşünce sisteminin gereği reformatik eylemler şeklinde değil, aykırı istikamette yönlendirilmiştir. Harekât sola ilişkin nötralizasyonları ve sınırlı anayasa değişikliklerini sağlayıp, demokrasi düzenine kısa sürede dönülmüştür. 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi, temelinde anarşi ve terörle mücadele esas olmakla beraber (bu anarşi ve terörü kimler ne maksatla tırmandırıyorlardı sorusu akıllarda hep yer alacaktır) günün Ortadoğu koşullarında ABDSovyetler Birliği hâkimiyet mücadelesinde (Carter ve Brejnev doktrinleri çatışmasında) İran’da şah rejiminin yıkılışı, Afganistan’ın Sovyetler Birliği’nce işgali ve Sovyetler’in Doğu Akdeniz’deki ve Hint Okyanusu’ndaki donanma faaliyetleri nedeniyle giderek bölgedeki nüfuzunu yitiren ABD’ye büyük destek sağladığı, rahat bir nefes aldırdığı da bir gerçektir. Ancak yaşadığımız bir gerçek olarak şunu da ifade edelim: Askeri yönetim o dönemde ABD’nin NATO sorumluluk sahaları dışı harekâtı için Burada özellikle Körfez bölgesi kastediliyor üslenme isteklerini oyalamış ve kabullenmemiştir. Bölgenin istikrarı isteniyorsa Türkiye’yi, TSK’yi güçlendirici destek sağlanması istenmiştir. Keza NATO’nun NATO sahaları dışında kuvvet tahsisi ve kullanımı talepleri diğer NATO üyesi devletlerin paralelinde davranılarak kabul görmemiştir. Bu darbeden de demokratik düzene kısa zamanda dönüldüğünü görüyoruz. 28 Şubat 1997 MGK Kararlarının oluşmasında siyasal İslama kayma eğilimi gösteren bir koalisyon yönetiminin kadrolaşma ve özellikle Milli Eğitim’de laiklik ilkesine ve çağdaşlığa aykırı davranışlarına karşı bir durum tespitiyle önlemler saptanmış; sonuçta Meclis içinde iktidar değişimi yoluyla sekiz yıllık ilköğretim programlarına geçiş ve siyasal İslamın arka bahçesi olarak görülen imam hatip okullarının maksadına uygun olarak, mesleki okul niteliğini ön plana çıkaran reformatik bir eylem gerçekleştirilmiş ve irticai faaliyetler gözlem altına alınmaya çalışılmıştır. ‘‘ Hocaların hocası’’ olarak tanımlanan ve Türkiye’deki son iki ordinaryüsten biri olan Reşat Kaynar’ı da yitirdik. Beyin kanaması nedeniyle 95 yaşında yitirdiğimiz Reşat Kaynar, 75 yıl boyunca kürsüden ders vermeyi sürdürdü. Binlerce öğrenci, yüzlerce hoca yetiştirdi. Hocalık kariyerinde en üstü nokta olan ordinaryüslük unvanı 30 yıl üzerinde çalıştığı ‘‘Tanzimat ve Mustafa Reşit Paşa’’ adlı yapıtıyla Profesörler Kurulu tarafından kendisine verildi. Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Hititoloji Bölümü’nde görev yapan Ord. Prof. Dr. Sedat Alp’le birlikte Türkiye’nin son iki ordinaryüsünden biriydi. Felsefe ve hukuk öğrenimi gören Reşat Kaynar, son olarak Harp Akademileri ve Yıldız Teknik Üniversitesi’nde lisans ve lisansüstü eğitimde ‘‘Atatürkçü Düşünce Sistemi’’ üzerine ders veriyordu. Atatürk’ü ve Aydınlanma Devrimi’ni en iyi yorumlayan hoca olarak da bilinen Reşat Kaynar, bilgi ve donanımının yanında canlı tanıklığını da öğrencilerine de aktarma şansına sahip bir hocaydı. ETİŞTİRDİKLERİMİN HEPSİ İLERİCİ’ ‘Y Atatürk döneminde Türk Tarih Kongresi’ne da lerimizi özet olarak ortaya koymak istedik. Askersiyaset ilişkilerinde genelde kabul edilebilir temel ilkeler vardır. Ama her ülkenin de kuruluşu, tarihsel gelişimi, yapısı, gelenekleri ve sistemin kendini koruma mekanizmalarına göre yapılanma ve işlevsel açılardan değişik nüansları olabileceği de bir gerçektir. AB’ye üye olma yolundaki Türkiyemizde soğuk savaş dönemi etkilenmelerinden, koşullandırmalarından, ideolojisinden, payına düşen bir kısım yanlış ve taraflı uygulamalar istisna edilirse, genelinde TSK çağdaş, gelişmiş ülkelerin silahlı kuvvetlerinin değer ve standartlarına eşit, hatta çoğu kez üstün ve önder nitelikleri haiz olmuştur. Ulusunun en üst düzey güvenine sahip olan ve AB ülkeleri silahlı kuvvetleriyle kıyaslandığında sektörünün en iyilerinden olan bu güç, kuşkusuz sektöründe AB standartlarına en iyi uyum gösterebilecek bir kuruluşumuzdur. Batı demokrasilerinin temelinde, bir aydınlanma dönemini takiben Fransız İhtilali de somutlaşan ve giderek evrenselleşen, yükselen burjuvazinin önce aristokrasiye, daha sonra endüstri devriminin diyalektiğinde çalıştırılan (emekçi) sınıfların burjuvaziyle çatışarak kraliyetlere, demokratik cumhuriyetlere, giderek çağdaş demokratik sosyal refah devletlerine ya da sosyalist rejimlere giden tabandan gelişen halk hareketlerini, halk savaşımını görüyoruz. Türk demokrasisinin koşulları ise farklı olmuştur. ÜNLÜK POLİTİKANIN DIŞINDA KALDI G Türkiye’de demokrasi ve hürriyet mücadelesi 27 Mayıs Devrimi, demokrasiyi güçlendirmek amacıyla askerin, halk desteğinde giriştiği devrimci bir eylemdi. 28 Şubat’ı yok etme çabaları Ş 1876 1. Meşrutiyet’in ilanından başlayarak 2. Meşrutiyet, Ulusal Kurtuluş Savaşı yılları ve Cumhuriyetin ilanı dahil askersivil seçkinlerin eseridir. Onların önderliğinde dönüşümler yaşanmıştır. Teokratik ve despotik bir monarşiden, ulusal istenci esas alan Cumhuriyetin kuruluşuna giden antiemperyalist ve ulusal kurtuluşu amaçlayan mücadelede çoğu kez asker kökenliler önderlik etmişlerdir. Cumhuriyetin kuruluşu ile milli demokratik devrim sürecini, bir aydınlanma dönemini yaşayan ülkemizde; askeri liderlik günlük politikaların dışında kalmış, devriminin siyasal yönetim kadrolarının icraatlarını desteklemiştir. imdi geçmişin deneyimlerinden ders almak suretiyle değiştiklerini ifade ederek kendilerini muhafazakâr demokrat olarak tanıtan ve zamanında Milli Görüş ideolojisiyle beslenerek yetişmiş bir lider ve çoğu aynı nitelikteki kişilerden oluşan bir üst yönetim kadrosunun, ABD’nin emperyalist küresel neoliberal politikalarıyla uyumlu eylemleriyle ve ABD’nin Avrasya Hâkimiyet Projesi’nde (Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’nde) Türkiye’ye ilişkin emelleri (ılımlı İslami bir rejim modelinin geliştirilerek, Atatürkçü düşünce sisteminin temel ilke ve değerlerinin devletimizin ve ulusumuzun yaşamında giderek sabırla ve ısrarla tarihe gömülmesinin istenmesi, böylece Türkiye Cumhuriyeti’nin ve anayasasını oluşturan temel ilke ve değerlerin giderek içinin boşaltılması ve değişime uğratılması) birleşince 28 Şubat 1997 ruhu dondurulmuş ve geriletici girişimlerin yapıldığı gözlenmiştir. Bunun somut kanıtlarına, sürekli olarak ısrarla gündeme getirilen konular ve eylemlerle ve medyada yer alan kadrolaşma etkinliklerinde ve ABD’nin emper yalist politikalarının yansıması Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’nde yer aldığımızın açık ifadelerinde tanık oluyoruz. Burada çağdaş uygarlığı ve çağdaş demokrasiyi temsil iddiasındaki AB liderliğinin olaylara yaklaşımı çoğu kez ibret verici olmaktadır. Bu açıdan da Türkiye yönetimi ve AB yönetimi Türkiye’yi her açıdan evrensel boyutta çağdaş bir uygarlık ve gönenç düzeyine ulaştırmayı hedefleyen, bunun ideolojisini tasarlayan, kurumlarını oluşturan büyük Atatürk’ün dinamik idealine karşı benzer yaklaşımları sergiliyorlar. Son zamanlarda bazı ABD yazarlarının ya da AB ilgililerinin ılımlı İslamın uygulayıcılarının ülkeyi götürmek istedikleri doğrultudan duydukları endişeyi dile getirmeleri ve Atatürk’ü kutsamaları dikkat çekici olmaktadır. TATÜRK’ÜN TSK’YE DİREKTİFİ A Bu aşamada TSK, ulusunun yararına mın siyasallaştırılmasına ve kamusal alanda İslami kuralların uygulanması eğilimlerine ve irticai hareketlere karşı olduğunu her fırsat ve platformda ifade ediyor. Soğuk savaş döneminden sürüp giden ABD ve Batı ile işbirliği ve etkisinin Silahlı Kuvvetler liderliğini küresel güvenlik ve küresel terörle mücadele yorumlarında ve ulusal çıkarları ilgilendiren konularda ilişkilerin yönlendirilmesinde ortaya çıkan olası çelişkilere de dikkati çekmek gerekiyor. Silahlı kuvvetlerin yönetim esaslarında ‘‘Devlet ve milletin geleceğine milli irade etkin ve hâkimdir. Silahlı kuvvetler bu iradenin emrinde ve hizmetindedir’’ ifadesi yer almaktadır. Bu ifade büyük Atatürk’ün Türk ordusuna direktifidir. Bu itibarla Silahlı Kuvvetler ilke olarak günlük siyasetin dışındadır. Günlük siyasete karışan ordunun caydırıcılığını ve savaşma yeteneklerini kaybedeceğinin takdiri içindedir. vet edilen 6 tarih hocasından biri de Reşat Kaynar’dı. Bu toplantılarda Atatürk’e ilişkin anılarından birini sonraki yıllarda şöyle anlatacaktı: ‘‘Bu kongre 6 gün sürdü. Kongre sonunda Atatürk bizimle çaylı bir toplantı yaptı. Atatürk bize, ‘Muhterem hocalar istediğiniz konuda istediğiniz soruyu sorabilirsiniz’ dedi. Evvela derin bir sükunet vardı. Fakat Atatürk, ‘Muallim arkadaşlar çekinmeye gerek yok. Herkes istediği soruyu sorabilir’ dedi. Bunun üzerine birkaç soru soruldu. Birincisi ‘Devletlerin dine ihtiyacı var mı’ sorusuydu. Biz böyle bir soru sorulmasından rahatsız olduk. Çünkü Atatürk bu konudaki görüşlerini söylemiş, ‘Türkiye Cumhuriyeti laik bir Cumhuriyettir’ demişti. Atatürk büyük bir sükunetle ‘Muhterem hocam’ diye söze başladı. Aradan 72 yıl geçmesine rağmen sesini duyar gibiyim... Çünkü onda bir belagat vardı. Konuştuğu zaman insanı etkileyen bir ses tonu, sabrında bir çekicilik vardı. Bize, ‘Muhterem hocam, dinsiz devlet olmaz ve devam edemez, diyorlar. Fakat din, Allah ile kul arasındadır. Hiçbir zaman araya başka birisi giremez. Ama Allah ile kul arasına din simsarı denen hacılar, hocalar giriyor ve dini zedeliyorlar. Biz Müslümanlıkta dinin menfaat, siyaset ve ticaret yolunda alet edilmesini istemiyoruz. İstiyoruz ki din, Müslümanların safiyeti gibi iman edenlere intikal etsin. İşte bunun için mücadele ediyoruz. Aynı zamanda düşünüyoruz ki en nefret edilecek insanlar bunlardır’ dedi.’’ ‘‘Türkiye, milliyetçi, ırkçı ve dinci bir hareket karşısında müdafaa edilemez ve laiklik korunamazsa çok üzülüp, kırılır, kırılmanın da ötesinde savunmaya geçerim’’ diyen Kaynar’ın tek tesellisi yetiştirdiği ilerici öğrencileriydi. Meslekte 75. yılı doldurması nedeniyle Marmara Üniversitesi Rektörlüğü tarafından bir plaketle ödüllendirilen Kaynar, törende ‘‘Çok şükür ediyorum Allah’a ki, 75 sene içinde yetiştirdiğim hocaların ve diğer öğrencilerin hemen hepsi ilericidir. İçlerinde gerici olanların oranı sadece yüzde 5’tir. Allah da bu yüzde 5 dolayısıyla beni affetsin. Ama yüzde 95’i ilericidir’’ demişti. UKUK VE FELSEFE OKUDU H Kaynar 1910 yılında Üsküdar’da doğdu. İlk ve olarak Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ne ve Türk anayasasının temel hükümlerine sahip çıkarak İsla SÜRECEK ortaöğreniminden sonra 1932 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. Ardından 1936 yılında İÜ Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nü bitirdi. 1946 yılında üniversitelere özerklik sağlayan yasanın, Yüksek Ticaret Mektebi’ni üniversiteye bağlı bir fakülte olarak tanıması sonucu, okulun üniversite niteliği kazanması için Profesörler Kurulu’ndaki arkadaşlarıyla birlikte çalıştı. Bu arada Medeni Hukuk ve Borçlar Hukuku dersleri verdi. 1954’te yayımlanan ve 1968 yılında ABD ve Avrupa üniversitelerinde kaynak kitap olarak kabul edilen ‘‘Mustafa Reşit Paşa ve Tanzimat’’ adlı yapıtı ile Profesörler Kurulu tarafından ordinaryüslüğe yükseltildi. 1980 yılına kadar tarih ve hukuk kürsülerinde çalışmalarını sürdürdü. Dekanlık yaptı. 1980 yılında emekliye ayrıldı. CUMHURİYET 06 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear