26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 11 MART 2006 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Nükleer Santral Girişiminden Vazgeçilmelidir Nadir ERGENEKON Makine Yük. Müh. başlanmış olan (termik ve hidrolik) santralların da devreye girmesiyle Türkiye’nin önümüzdeki on yıl içinde bir enerji sorunu olmayacaktır. Türkiye’nin 2 yıl içinde karanlıkta kalacağını iddia eden nükleer lobiciler sürekli olarak yüzde 100’e varan abartılı enerji tahminleriyle toplumumuzu yanıltmakta; karanlıkta kalma korkusu salmaktadırlar. Tehlikeli, pahalı, yakıtı tamamen dışa bağımlı ve eski teknoloji olmasına rağmen nükleer santralların niçin Türkiye’de kurulması ısrarla savunulmaktadır? Akla bu işten çıkar sağlama dışında ciddi bir neden gelmemektedir. Bugün Türkiye’deki hidrolik potansiyelin yüzde 45’i; kömürün yüzde 35’i kullanılmaktadır. Bu kullanımın yüzde 80’e çıkarılması halinde 20 yıl Türkiye’ye yetecek enerji sağlamak mümkündür. Ayrıca 1000 MW’lık bir nükleer santralın yapım bedeli ortalama 3.5 milyar dolardır. Bu bedelle aynı güçte, dışa bağımlı olmayan 3 termik santral veya 2 hidrolik santral kurmak mümkündür. Nükleerciler sürekli, büyük kısmı Batı Avrupa ve ABD olmak üzere dünyada 440 adet nükleer santralın çalışmakta olduğunu ileri sürmekte ve bizde olmamasının eksiklik, geç kalınmışlık olduğunu iddia etmektedirler. Promosyon mahiyetinde Unutmamak gerekir ki, dünyada çalışan nükleer santralların yüzde 90’ı, 2530 yıl önce kurulmuştur. 30 yıl içinde ABD ve ileri Batı ülkelerinin hiçbirinde, promosyon mahiyetinde göstermelik bir iki adet hariç, nükleer santral kurulmamış; yapımına başlanan 100 kadarının ise yapımından vazgeçilmiştir. Çalışmakta olanların ise bir program dahilinde devreden çıkarılması planlanmış bulunmaktadır. 30 yıl içinde ABD’de ve Batı Avrupa’da artan elektrik ihtiyacını karşılamak için Türkiye’nin kurulu gücünün daha fazlası kadar termik ve hidrolik santral ile yenilenebilir enerjiyle çalışan santrallar kurulmuştur. Bunların içinde bir tane dahi nükleer santral yoktur. Buna rağmen nükleer santral kuran şirketler varlıklarını devam ettirmek için gelişmekte olan ülkelere inanılmaz miktarlarda komisyonlar dağıtarak nükleer santral kurmaya çalışmaktadırlar. Ülkemizde nükleer santral kurulmasını savunanlar kömür ve hidrolik potansiyelimizin tümü kullanılsa dahi Türkiye’nin 20 yıl içinde enerji sorunu ile karşı karşıya kalacağını ileri sürerek nükleer santralın gerekli olduğunu kanıtlamaya çalışmaktadırlar. Oysa burada yapılacak en akılcı iş tamamen özkaynaklarımıza dayalı hidrolik ve kömür santralları kurmak; 20 yıl sonra bir açık bahis konusu olursa nükleer santralı ancak o zaman gündeme getirmektir. Bilinen bir gerçektir ki, 3 Mil Adası’nda ve Çernobil’de meydana gelen nükleer kazalardan sonra füzyonla çalışan nükleer santralın hiçbir ükleer enerji konusu 30 yıldan beri dünyada ve ülkemizde yoğun bir şekilde tartışılmaktadır. Bu konuda yazılan makaleler ve internet sitelerindeki bilgiler o kadar çoktur ki, konunun uzmanı olmayan kişilerin bunları okuyarak bir sonuca varması mümkün değildir. Bağımsız, güvenilir bilim adamları, nükleer enerjinin bugünkü mevcut teknoloji ile pahalı ve riskli olduğunun bilincindedirler ve kurulmasına şiddetle karşı çıkmaktadırlar. Nükleer enerjiyi savunanlar ise esas itibarıyla nükleer santral kuran şirketlerin yönlendirdiği köşe yazarları; emekli büyükelçiler, politikacılar ve iş adamlarıdır. 1970 yılından beri Türkiye’de nükleer santral kurulmasıyla ilgili üç ciddi teşebbüs yapılmıştır. Birinci girişim, 1978’de ABD Pennsylvania’daki 3 Mil Adası’nda çekirdek erimesiyle oluşan kaza dolayısıyla akim kalmış ve bir süre gündemden düşmüştür. Turgut Özal zamanında 1980 yılı ortalarında ikinci bir girişim yapılmış; tam ihale aşamasında Çernobil nükleer faciası meydana gelince, bu teşebbüs de sonuçsuz kalmıştır. Ecevit hükümeti döneminde üçüncü teşebbüsle nükleer enerji santralı ihalesi aşamasına gelinmiş; bu kez de Türkiye’nin yaşadığı en büyük ekonomik kriz nedeniyle bu projeden de vazgeçilmek zorunda kalınmıştır. Ülkemizde işsizlik, üretimsizlik, fakirlik, açlık gibi birçok sorun varken bugünkü iktidar da her şeyi bir tarafa bırakıp nükleer santralı her derde deva bir iksir gibi göstermeye çalışmaktadır. Enerji Bakanı Türkiye’de nükleer santral kurulduğu takdirde ‘‘17. en büyük ekonomik güç’’ olarak tanımladığı ülkemizin 10. sıraya yükseleceğini iddia etmekte; Başbakanımız ise nükleer santral ile enerji bağımlılığımızın azalacağını söylemektedir. PENCERE Dava Dosyası!.. MUSA SIVACIOĞLU Suretini TV ekranında gördüm, ince bıyıklı, yaşamla dargın, aydınlığa küs ve ters bir tip... Tanıttılar: Meclis’te kurulan Şemdinli Araştırma Komisyonu Başkanı Musa Sıvacıoğlu... AKP’li köstebek!.. Nedir köstebeklik?.. Hazret, Başkanı olduğu Komisyonun dosyalarındaki ifadeleri, usullere aykırı olarak, Van Savcısı Ferhat Sarıkaya’ya sızdırıyormuş... ? FERHAT SARIKAYA Kim bu?.. Van Savcısı.. Yaaa.. Van Savcılığı’nı biliyorsun, Rektör Profesör Yücel Aşkın’ın macerasını kim unutabilir?.. Peki, Savcı Sarıkaya ne yapmış?.. AKP’li Meclis Soruşturma Komisyonu Başkanı Sıvacıoğlu’nun kendisine sızdırdığı bilgileri kullanarak Kara Kuvvetleri Komutanı hakkında soruşturma açılmasını istemiş... ? MEHMET ALİ ALTINDAĞ Bu da kim?.. Eski kuşakların ‘karışık ismi fail’ dedikleri türden birisi... Nasıl?.. Yaşam öyküsü geçen gün Hikmet Çetinkaya’nın köşesine sığmamıştı; sen Risalei Nur satıcılığından başlayıp Hizbullahçılığa, Fethullahçılıktan derin devletçiliğin kullanımına dek yayıl... Peki burda işlevi ne?.. Çok önemli!.. Çünkü Van Savcısı Ferhat Sarıkaya, AKP’li milletvekili Musa Sıvacıoğlu’ndan Meclis’te kurulan Şemdinli Araştırma Kurulu dosyasında bulunan Mehmet Ali Altındağ’a ait ifade tutanağını istiyor... Yok canım!.. Sonra bu ifadeyi iddianameye aktarıp KKK Büyükanıt’ı suçluyor... ? SUÇLAMA Evet, Van Savcısı FERHAT SARIKAYA, Meclis Araştırma Komisyonu Başkanı MUSA SIVACIOĞLU’ndan usulsüz olarak sağladığı bir ifadeye dayanarak ve karışık ismi fail MEHMET ALİ ALTINDAĞ’ın ifadesine güvenerek Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt hakkında çete kurmak suçlamasına girişiyor... ? Bu yazıda büyük harfle yazılmış üç isim var: MUSA SIVACIOĞLU.. MEHMET ALİ ALTINDAĞ.. FERHAT SARIKAYA.. Ancak bu yazıda anlatılan ve kaç gündür gazetelerde sayfa sayfa teşhir edilen suçlamaların tarafları ve kahramanları doğaldır ki yalnız değiller... Dava da yalnız onların davası değil... Bu Türkiye’nin davası... Gaflet Kuyusu BÜYÜKANIT olayı dolayısıyla ve Silahlı Kuvvetler’le bağlantılı olarak ister istemez gündeme gelecek olan Kıbrıs konusundaki duruma yeniden göz atmak yararlı olabilir. O konuda kaçınılmazlaşan akıbet şudur: Davayı Birleşmiş Milletler’de tutmak için harcanan tüm çabalara karşın, sorunun çözümü Türkiye’nin AB politikasıyla ilintili hale getirilmiştir. Annan Planı, zaten bu amacı gütmekteydi; ona ‘‘evet’’ diyenler ve dedirtenler şimdiki sonucun baş sorumlularıdır. Bu akıbette, Türkiye’deki AB’ye tam üyelik tutkusunun ve KKTC halkındaki ambargolardan kurtulup bir an önce ‘‘Avrupalı’’ olma özleminin payı büyük tür. nkara’nın Kıbrıs politikasında arka arkaya işlenen hataların da bu tutku ve özlemden kaynaklandığı açık. Yalap şalap müzakere edilmiş bir Gümrük Birliği’ni tamamlayıp tam üyelik yolunu açabileceğini düşünen bir başbakanın 1995 Martı’nda Rum başvurusuna ‘‘zımni yeşil ışık’’ yakışında da bu heves vardı. Annan Planı’nı açık farkla reddetmiş ve sorunlarla yüklü bir Rum Devleti 2004 Mayısı’nda tam üye yapıldığı zaman, protesto edip masadan kalkamayan AKP hükümetinin uyuşukluğunda da. ‘‘Rumlar Plan’ı reddetse de siz kabul edin, gerisi kolay’’ diyen AB’lilerin vaatleriyle aldatılmış Kıbrıslı Türklerin saflığı da aynı özlemden kaynaklanıyor. imdi, içinden çıkılması son derece güç bir kıskaca girilmiştir. 2005 Temmuzu’nda imzalanan Ek Protokol, Türkiye’yi limanlarını ve hava sahasını Rum gemileriyle uçaklarına açma yükümlülüğü altına soktu. AKP iktidarı bunun gereklerini yerine getirmek için bir eşref saat bekler gibi. Protokol’ün resmen onaylanmasını Meclis’e getirme zorunluluğu olmadığını savunanlar bile var. Bilmiyorlar ki onaylamanın uygun bulunmasını Anayasa gereği parlamentoya getirmek, böyle bir yükümlülükten kurtulmak için belki de son fırsattır. Hiçbir hükümet parlamentosunun reddettiği bir antlaşmayla kendisini bağlı sayamaz. Demokrasi havarisi geçinen AB bunu anlamayacak da neyi anlayacak? Kaldı ki, öze bakılacak olursa, sorunlu Kıbrıs yönetiminin üye yapılması 1960 antlaşmalarına ve AB’nin ölçütlerine aykırıydı. Üstelik, ambargonun kaldırılması gibi daha önceden verilmiş bir sözün yerine getirilmesi karşılığında limanların ve hava sahasının açılması da gereksiz bir ödün sayılır. Görülüyor ki, ‘‘her zaman bir adım önde olma’’ hevesi, Türkiye’yi on iki yıldızlı AB’ye üye yapmaya yetmemiş, tam tersine içinden çıkılmaz kuyulara düşürmüştür. Ziya Paşa, gökte yıldız arayan nice turfa müneccimin gaflet yüzünden yol üstündeki kuyuya düştüğünü söylememiş miydi vaktiyle? N şekilde yüzde 100 güvenli olamayacağı kesin olarak anlaşılmış; bu nedenle ABD ve Batı Avrupa’da artık hiçbir nükleer santral kurulmamıştır. Bu arada füzyon reaktörleri konusunda yoğun araştırmalar yapılmaktadır. Gelecek 1520 yıl içersinde füzyon reaktörlerinin devreye girmesi kuvvetle muhtemeldir. Füzyon reaktörlerinin devreye girmesi halinde bütün mevcut reaktörler demode olacak, ekonomik değerini yitirecektir; çünkü füzyon reaktörü temiz ve ucuz olacak; enerji sorununu kökten çözecektir. Yurtdışından karşılama zorunluluğu Sayın Başbakan ve Enerji Bakanı nükleer santral kurulmasıyla dışa bağımlılığımızın azalacağını sık sık gündeme getirmektedirler. Oysa nükleer reaktör yakıtının tamamen yurtdışından karşılanma zorunluluğu vardır. Acaba nükleer yakıtı bize leylekler mi getirecektir? Enerji Bakanımız ABD’nin enerji bakanı ile yaptığı görüşmede, Amerika’nın Türkiye’ye nükleer reaktör konusunda her türlü desteği vereceğini ve ileri teknoloji ile çalışan reaktör kurmaya hazır olduğunu ifade etmiş ve bu görüşmeler basında da yer almıştır. Acaba Sayın Bakan Amerikalı meslektaşına ‘‘Sizin ekonominiz her yıl yüzde 4.5 mertebesinde büyümektedir. Ülkenizin artan enerji ihtiyacını karşılamak için 30 yıl içinde hidrolik, termik ve yenilenebilir enerji santralları kurduğunuz halde neden 1 adet dahi nükleer santral kurmadınız’’ diye sormuş mudur? Ayrıca görüşmede, Sayın Bakanımız Amerika’nın sınırdaşı ve kaderdaşı dünyada 2. nükleer güç olan Kanada’nın gelişmekte olan ülkelere büyük komisyonlar karşılığında nükleer santral kurmaya çalışırken kendi ülkesindeki 7 adet nükleer santralı kapatarak, eski kömürlü santrallarını neden devreye soktuğunu sormuş olmalıydı. Son olarak Türkiye’deki elektrik üretimtüketim dengesini özetleyelim: Türkiye’nin bugünkü kurulu gücü 40 bin MW mertebesindedir. Bu kurulu güç ile rahatlıkla 200 milyar kwh enerji üretmek mümkündür. Oysa Türkiye’nin bugünkü elektrik tüketimi yıllık 150 milyar kwh’tir. Bu tüketimin büyükce bir kısmı alım garantili yapişletdevret modeliyle kurulan ve 714 cent/kwh birim fiyatla devlete satılan doğalgaz çevrim santrallarıyla karşılanmaktadır. Devletin kendi ürettiği ve birim fiyatı ortalama 3 cent olan termik ve hidrolik santralların ‘‘bakım ve onarım’’ bahanesiyle büyük bir kısmı çalıştırılmamakta; böylece ülkemiz her yıl milyarlarca dolarlık zarara uğramakta ve dünyanın en pahalı elektriğini kullanmaktadır. Bu gerçekler karşısında 30 yıldır kendi ülkelerine nükleer santral kuramayan nükleer kartellerin çok cazip kredi ve komisyonlarına kanarak Türkiye’de nükleer santral kurulmasına yol açacak karar, son derece yanlış bir yatırım kararı olacaktır. Bunun, ilerde, ülkemizin başına telafisi mümkün olmayan zararlar açacağı da gözden uzak tutulmamalıdır. A Ş Enerji fazlası var Çetin kış şartları ile Ukrayna ve Rusya arasındaki gaz ihtilafının üstünde gelmesi Türkiye’de nükleercileri yeniden harekete geçirmiş; bir merkezden kumanda almışçasına, nükleer santral kurulmadığı takdirde ülkemizin karanlıkta kalacağı, yoğun elektrik kesintilerinin olacağı ve sanayimizin çökeceği sürekli dile getirilerek nükleer enerjinin propagandası yapılmaya başlanmıştır. Hatta Türkiye’de doğalgaz çevrim santrallarından elde edilen elektriğin yüzde 40’ından fazlasını sağlayan bir şirketin sahibi ile DPT yetkilileri aynı gün verdikleri demeçlerde, 2 yıl sonra Türkiye’nin karanlıkta kalacağını ısrarla iddia etmişlerdir. Daha önce Cumhuriyet’te çıkan yazılarımda da belirttiğim üzere bu iddia tamamen yanıltıcıdır. Türkiye’nin bir enerji açığı mevcut olmayıp tam tersine enerji fazlası bulunmaktadır. Bu enerji fazlasıyla; enerji nakil hatlarındaki kayıpların azaltılmasıyla ve CUMHURİYET 02 CMYK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear