28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
11 MART 2006 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA 17 Dava Etkileme Van Savcısı Ferhat Sarıkaya, itirafçı Abdülkadir Aygan’ın gazetelerde çıkan açıklamalarını da iddianamesine dipnot yapmış. İddianamenin 39. sayfasında yer alan ve Abdülkadir Aygan’ın söylediklerine gönderme yapılan dipnottan bir bölümü okuyalım: ‘‘... her ne kadar meydana gelişini takip eden süreçte Hizbullah isimli silahlı çete tarafından yapıldığı şeklinde değerlendirmeler yapılmış ise de, Gaffar Okkan’ın öldürülüşünü de Diyarbakır Emniyet Müdürü olduktan sonra JİTEM (Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele Teşkilatı) ve karanlık operasyonlarına göz açtırmayarak rahatsız ettiği bu illegal yapılanmanın hedefi haline gelmesi olarak açıklamıştır.’’ Ferhat Sarıkaya’nın iddianamesine bakarsanız, Gaffar Okkan suikastını Hizbullah değil, JİTEM yapmış... Oysa küçük bir araştırma yapılsa, Hizbullah örgütüne üye oldukları ileri sürülen sanıkların Gaffar Okkan’ı öldürmekten Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılandıkları ortaya çıkacak. Hatta Hizbullahçı olduğu savlanan bir sanığın da Gaffar Okkan’ı öldürmekten ömür boyu hapis cezasına çarptırıldığı anlaşılacak. Hukukçulara danıştık... Hiç duraksamadan, ‘‘Savcı Sarıkaya bu tutumu nedeniyle kolaylıkla ‘görülmekte olan bir davayı etkileme, yanlış yola sevk etme’ savlarıyla suçlanabilir’’ dediler. Sınır Boyu Siyasal İddialar Van Cumhuriyet Savcısı Ferhat Sarıkaya, 100. Yıl Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yücel Aşkın ile ilgili davanın iddianamesindeki savlarını ‘‘bir vatandaş’’ imzalı ihbar mektubuna dayanarak kurmuştu... Sarıkaya’nın o iddianamedeki şahidi, adı sanı belirsiz ‘‘bir vatandaş’’tı. Son iddianamesindeki ihbarcısı da önce belli değildi, sonradan ortaya çıktı: TBMM Şemdinli Komisyonu Başkanı AKP’li Musa Sıvacıoğlu... İhbarcının şahidine gelince. Onun adı sanı belli: AKP’li Cavit Torun’un ısrarı üzerine Şemdinli Komisyonu’na ifade veren Diyarbakırlı işadamı Mehmet Ali Altındağ... Savcı Sarıkaya, işte bu ihbarcının o şahidine dayanarak, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ı suçluyor. Hem de örgüt kurmaktan görevi kötüye kullanmaya, sahte belge düzenlemekten adil yargılamayı etkilemeye teşebbüse kadar varan birkaç suçtan birden... Savcı Sarıkaya, bu suçlamaları sıranip ekliyor: ‘‘Çevreden gelerek merkezi ele geçirme çabası içerisinde olan unsurlar, modernlik projesinin sahibi olan sivil/ askeri bürokratik eliti oldukça rahatsız ediyor.’’ Yalnızca belirlemelerle kalmıyor savcı Sarıkaya, sonuca da varıyor: ‘‘O halde devlet içerisinden kimi ideolojik gruplaşmaların, çıkar çevreleri ile işbirliği içerisinde temel risk faktörü olarak gördükleri siyasi iktidara karşı tavır geliştirmesi beklenmeyen bir durum olmamalıdır.’’ Savcı Sarıkaya’nın, Şemdinli olayları ile ilgili iddianamesinden bire bir aldığımız bu ifadelerden bizim çıkardığımız özet şu: Türkiye’de, Cumhuriyetin ilanından bu yana bölücülük ve gericiliği ‘‘tehdit’’ olarak gören modernleşme yanlısı sivil ve askerler, çıkar çevrelerini de yanlarına almışlar, siyasal iktidara karşı tavır geliştiriyorlar. Ayrıca şıracıya, bozacıya gerek yok. İddianame, bu kadar açık, bu kadar yalın, bu kadar somut... Türkiye’nin Güneydoğu’daki mayınlı sınır boyunun yapişletdevret yöntemiyle özelleştirilip yabancılaştırılması akıl alır gibi değil. CHP, işin peşini bırakmayacak ama... Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı, Başbakanı sorularıyla sıkıştırdı bu kez: ‘‘Mayınlı sınır arazilerinin temizliğinin ekonomik nedenlerle Maliye Bakanlığı tarafından yapişletdevret (YİD) yöntemiyle ihale edilmesi, hele bu ihalenin yabancıların üzerinde kalması ulusal değerlerimiz, sınırdaki komşularımızla ilişkilerimiz, ulusal savunmamız açısından olumsuz sonuçlar doğurmaz mı? Bakanlar Kurulu’nun Maliye Bakanlığı’na verdiği yetki, mayın temizleme ihalesini yapma ve yürütme yetkisi dışında YİD yetkisini de kapsamakta mıdır? Maliye Bakanlığı, hangi yasaya dayanarak bu arazileri YİD yöntemiyle ihale etmektedir? YİD yetkisi yasalara göre yalnızca Özelleştirme İdaresi’nin değil midir? Mayınlı arazilerin temizliğiyle ilgili ihaleyi yabancı bir firma kazanırsa, yüz binlerce dönümlük arazinin 49 yıllığına yabancılara devri yasaya aykırılık oluşturmaz mı?’’ SAĞNAK NİLGÜN CERRAHOĞLU Cinsiyet Eşitsizliğinde Şampiyonuz ‘‘Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür.’’ Sahi! AB paketiyle anayasadaki eşitlik maddesine böyle bir ek getirilmişti değil mi? Anayasaya giren bu ek günlerce tartışılmış; kadın örgütleri bu cümleleri yetersiz bulmuş, ‘‘pozitif ayrımcılığa’’ da atıf yapılmasını istemiş, ama AKP ‘‘erkekler aleyhine eşitsizlik yaratır’’ savıyla buna engel olmuştu. Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu; ‘‘Yaşamda zaten eşitlik yoktur. Kadının fıtratı farklıdır!’’ gibi ilkel saptamalarla tartışmaya nokta koymuştu. Zapatero hükümetince hazırlanan ‘‘Cinsiyetler Arası Eşitlik Kanun Tasarısı’’ haberlerini görünce, Kuzu’nun bu sözlerini hatırladım ve İspanya ile aramızdaki derin ‘‘uygarlık tarihini’’ iliklerime dek hissettim. İspanyol Başbakanı’nın kabinesi, yarı yarıya zaten kadınlardan oluşuyor. Zapatero şimdi artık yalnız siyasi partilere değil; şirketlere de kadın kotası getiriyor. Madrid Borsası’nda işlem gören büyük şirketlerin yönetim kurullarında yüzde 40 kadın kotası zorunlu olacakmış. Gel de imrenme! larken bazı yorumlar da yapıyor. Örneğin; Osmanlı’dan Cumhuriyet’e miras kalan ve Cumhuriyet ilanında da kabul edilerek devam ettirilen ‘‘Modernlik Projesi’’ni, Kürt milliyetçiliğinin ve siyasal İslam’ın devletin temel yaklaşımlarına hâkim olmasını ‘‘temel tehdit unsurları’’ olarak belirlediğini söylüyor. Bugün kimi çevrelere göre ‘‘siyasetin gizli ajandası’’nın bu iki temel tehdidi içerdiğine de deği Ne değişti? ‘‘Devlet... eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür!’’ Bu mütevazı cümle bile AB’nin ittirmesiyle girdi bizim anayasaya. Girdi de ne oldu? ‘‘Kadın erkek eşitliği’’ adına elle tutulur bir adım mı atıldı? Kadına karşı ayrımcılıkta yeni bir mevzi mi kazanıldı. Bilakis. Gidişat ters yönde. 8 Mart’ta Antalya’da ‘‘Akdeniz Üniversitesi Hukuk Fakültesi’’ ile ‘‘Antalya Barosu’’nun ortaklaşa düzenlediği bir panele konuşmacı olarak davetliydim. Panel vesilesiyle son aylarda basına yansıyan kadın haberlerini taradım. İçime kasvet çöktü. 2005’i Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın eşi Semiha Yıldırım’ın ‘‘Hürriyet’’in manşetine yansıyan, erkeklerden ayrı masada tek başına ymek yerken görüntüleyen fotoğrafı ile kapatmış; 2006’yı bir başka haremlikselamlık fotoğraf ile açmışız. Başbakan’ın da katıldığı bir AKP yemeğinde başörtülü kadınlar gene ayrı masalarda oturtulmuş, Başbakan duruma müdahale etmemişti. Aynı günlerde Konya’da bir mitingde Aliye Çetinkaya isimli bir genç meslektaşımız ‘‘başı açık’’ gerekçesiyle linç edilmek istenmiş; ‘‘TRT’’de program sunucusu bir hanım, ‘‘hafif’’ bulunan ‘‘kahkahaları’’ nedeniyle istifaya zorlanmıştı. Hafta başında en son Şemse Allak cinayeti faillerinin cezalarının ‘‘tahrik’’ nedeniyle indirildiğini ve de töre cinayetinin kıyısından dönen bir genç kadının öyküsünü okuduk. Eşinden ayrılmak isteyen ‘‘kadın’’ için erkeğin ailesi ‘‘infaz kararı’’ almış, erkek de pek çok örnekte gördüğümüz gibi derhal bu infazı yerine getirmeye kalkışmıştı. Van iddianamesi sonrası Ankara’da esen yellerin sürüklediği tortulardan bir demet: Zamanlama ilginç: TSK’ye yönelen suçlamalar çok hareketli geçeceği beklenen Nevruz öncesine denk geliyor. Hedef ilginç: Irak’taki karışıklık sonrası ABD’nin Türkiye’yi yine savaşa bulaştırma planına karşı çıkma ka İlginçlikler rarında etkili olabilecek bir komutan hedef seçiliyor. Amaç ilginç: Bölgede yükselebilecek kimi eylemlere karşılık TSK’nin alacağı her türlü önlem ve gerçekleştireceği her türlü operasyonun meşruluğu gölgelenmek isteniyor. Mesaj ilginç: İktidara, Avrupa Birliği’ne göz kırpma olanağı yaratılıyor. Bir yandan, Güneydoğu’da insan haklarına aykırı uygulamalar olduğuna ilişkin savların ordu düzeyinde de soruşturulabildiği görüntüsü verilirken, öbür yandan siyaseten bir ordu komutanını bile suçlayabilecek güce ulaşıldığı mesajı veriliyor. Cumhuriyetin Aydınlık Yüzüydü Halkevleri İ. GÜRŞEN KAFKAS Halkevleri, Cumhuriyetin kuruluş sonrası, o günlerde halkın eğitim, kültür, ekonomi ve toplumsal koşullarının geliştirilmesi amaçlı kurulan yapısal bir değerdi. 1932 yılında toplumsal değişim ve gelişim amacıyla örgütlenen Halkevleri ile ilgili, kuruluşuyla birlikte ekonomik, politik ve eğitimsel birçok olumsuz söylemler de birlikte geldi. Türk ocaklarının yerine kurulan bu örgütte amaç: ulusal bilinç, bireyler arası sosyal ilişki, kültür, düşünce ve eğitimi güçlendirmekti. Halkevlerinin çalışmaları dokuz sosyal ve kültürel kol etkinliğini kapsıyordu. Dil ve edebiyat, güzel sanatlar, tiyatro, sosyal yardım, halk dersaneleri ve kurslar, kütüphane ve yayın kolu, köycülük kolu ile tarih ve müze kolları etkinlik zenginlikleri içeren sosyal çalışma alanlarıydı. Köycülük kolu, Halkevleri yönergesinde köylerin toplumsal, sağlık, eğitim ve estetik açıdan geliştirilmesi ve kentlilerle uyumlu bir sevgi, dayanışma ve bütünleşme duygularının güçlenmesi amacını içeriyordu. Halkevleri etkinlikleri köylere ulaştırılacak ve köylerin sosyal, kültürel ve eğitimsel kazanımlı olmalarına çalışılacaktı. ??? Halkevleri, ulusal kültür ve sanat alanında gençlerin ve halkın yetiştirilmesi, geliştirilmesi amacıyla örgütlenerek, 19 Şubat 1932’de 14 ilde açıldı. 1950’de 478 şubeli ve 4500’e yakın halk odası ile etkinliğini sürdürmekteydi. Cumhuriyetin kuruluşunda, düşüncede ve duyguda yerleşik etkinlikleri, toplumsal değerdeki kültürel, eğitimsel ve sosyal atılımları ile Halkevleri unutulmazlardandı. Ulusal, laik ve demokratik yapısını, çağdaşlaşma ve bilimsel katkılarıyla besleyen özgün bir örgüttü. Atatürk’ün ilke ve devrimlerini Cumhuriyetimizin kazanımlarını; sosyal, hukuksal, siyasal ve toplumsal değerleri halka ulaştıran, yayan ve uygulayan bir kuruluştu. Halkevlerinde bireylerin çalışmalarında yaş, cins, din, mezhep gibi öğelerde ayırım yoktu. Her kesimden halkla bütünleşen, halkla birlik olan, resmilikten uzak örnek bir yaygın eğitim örgütüydü. Halkevleri, laik ve demokratik Cumhuriyet yönetiminin yapısını, işlevini ve kazanımlarını halka ulaştıran önemli değerdi. Halkın aydınlanması amacıyla, yerel yöneticiler ve aydınlar Cumhuriyet kazanımlarını tanıtıcı, yaygınlaştırıcı seminer, kurs, panel vb.. çalışmalarda bulunuyorlardı. Halkevlerinde kurulan kültür merkezleri her tür gelişmenin etkinliğinin yeriydi. Amaç, halkla bütünleşmek, onlarla işbirliği kurmaktı. Halkevleri, bireylerin yetenekleri ve becerileri doğrultusunda katkıda bulunmak ve toplumsal dayanışma içinde olmalarını sağlamak temel işlevdi. Bireyleri kahve köşelerinden, evlerinin dört duvarından kızları, kadınları eğitim ışığına yönlendirmekti istekleri. Ümmetçi toplum, bireyci topluma doğru gidiyordu. Bilgiyi, sevgiyi, birleşme ve bütünleşmeyi öğreniyor, iş eğitimi, okuma alışkanlığı, folklorik etkinlikleri ve üretkenlikleriyle övünüyorlardı. Mustafa Kemal’in: ‘‘Gençlik, gelişen, yetiştiren bir çalışmanın içinde yaratılmalıdır. Millet, şuurlu, birbirini anlayan, seven bir halk kitlesine dönüştürülmelidir’’ anlatımıyla Halkevlerinin amacını açıklıyordu. Medeni haklara sahip her yurttaş, kendi uzmanlık alanı içinde, istek ve yeteneği doğrultusunda Halkevlerine üye olabilirdi. Halk evlerinde, kollara ve yönetime demokratik sistem doğrultusunda iki yılda bir seçimler yapılıyordu. Batılılaşma ve çağdaş uygarlık düzeyi bu örgütün yöneliş hedefiydi. Halkevlerinin aksayan yönleri iyileştirilerek, eksikler tamanlanarak toplumsal gelişmeye kaynakça olarak kalmalıydı. Halkevleri, Türk toplumu nun geçirdiği önemli bir yaygın eğitim deneyimi ve kazanımıydı. Bu örgüt, aydın/halk ikilemini artırmış, toplumun yaratıcı çalışma, beceri ve üretkenliğe dönük özlemini giderici işlevler sergilemişti. Halkın bu özgün örgüte aktif biçimde katılması sağlanmış ve iz bırakan bir yaygın eğitim kurumu olmuştu. 1952’de Demokrat Parti yönetimince siyasi gerekçelerle Halkevleri kapatıldı. Cumhuriyet kazanımlarından eğitim, kültür ve sosyal dayanışma işlevleriyle halkı bütünleştiren bu yapı ne yazık ki kapatıldı. ‘‘Halkevlerinin kapatılması Cumhuriyet’e karşı yapılan en korkunç tezat girişimlerindendir’’ deyişi kulakları çınlatmıştır. ??? 27 Mayıs 1960’ta Halkevleri yeniden örgütlendiyse de 1950’de çıkarılan bir yasayla taşınır ve taşınmazlarına el konulmuştu. Bu taşınmaz değerler geri verilemedi. İkinci kuruluşu, kamu yararına çalışan dernekler statüsünde olacaktı. Daha sonraları yine siyasi girdilerin etkinliği ile ‘‘yığınsal bazı olaylara karıştıkları gerekçesiyle’’ yeniden kapatıldı. Halkın aydınlanması, çağdaşlaşmayı, insanca yaşama erdemliliği öğrenmesi, birey olma, haklarını arama gibi önemli değerleri anlayacağı bu önemli yaygın eğitim kurumu kapatılmamalıydı. Siyasi nedenlerle; etik değerlerin, okuma alışkanlığının, dayanışma ve yetenek geliştirme yeri olarak işlevini sürdüren bu aydınlanma ışığı söndürülmemeliydi. Yazık oldu... KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr Aysbergin ucu Bu haberleri yan yana getirince ortaya şöyle bir tablo çıkıyor: 1. Türkiye’de kadınlar ‘‘kanun önünde eşit’’ ama ‘‘sofrada eşit değiller.’’ Buna hükümette yer alan bakan eşleri dahil. 2. Görev başındaki bir kadının ‘‘saç teli’’ ya da ‘‘kahkahası’’, ‘‘tahrik unsuru’’ olarak algılanabiliyor ve bu bazı durumlarda işini kaybetmesine yol açabiliyor. Dahası ‘‘fiziki tehdit’’ altında kalmasına neden olabiliyor. 3. Fiziki tehdidin de ötesinde, kadının ‘‘birey’’ olarak ‘‘özel hayatına’’ ilişkin aldığı kararlar canına mal olabiliyor. Ve ‘‘yaşam hakkı’’ elinden alınıyor. Bunun karşılığında uygulanan cezai yaptırımlar; AB reformlarına rağmen çağdışı, çifte standartlı gerekçelerle hâlâ hafifletilebiliyor. Ayrımcılık çeşitli aşama, düzey ve dozlarda; değişik ‘‘şiddette’’ her yerde karşımıza çıkıyor. Sofrada başlıyor, işe ve özel yaşamın bireysel kararlarına dek uzanıyor. Bu haberlere çoğu kez basın olarak biz hep tek tek ‘‘münferit olaylarmış’’ gibi yaklaşıyoruz. Oysa bunlar devasa bir aysbergin ucu. Altında kocaman bir buzul dağı var. O buzul dağına sosyologlar ‘‘gender inequality’’ toplumsal cinsiyet eşitsizliği diyorlar. Semiha Yıldırım’ın dışlandığı her masadan aslında, Türkiye’nin kadınları olarak hepimiz dışlanmış oluyoruz. Yasadaki hiçbir tadilat, anayasaya giren hiçbir eşitlik cümlesi; bu ‘‘toplumsal cinsiyet eşitsizliğine’’ nüfuz etmiyor. ‘‘Kadınerkek eşitsizliğinde’’ Türkiye artık neredeyse bir ‘‘dünya şampiyonu.’’ ‘‘Davos Ekonomik Forumu’’ raporunu unutmayalım. Türkiye’de büyük şaşkınlık yaratan rapor, ‘‘kadın erkek eşitsizliğinde’’ geçen yıl ülkemizi dünya sıralamasında sondan ikinci sıraya yerleştirmişti. Bu nedenle artık münferit olaylara odaklanmak yerine, dikkatimizi alttaki büyük kitleye, ‘‘buzul dağına’’ çevirmek zorundayız. Cinsiyet eşitliği yönünde geniş çaplı ‘‘bilinçlendirme kampanyası’’ yapılmadıkça, bu yönde ‘‘sistemli çaba harcanmadıkça’’ kadın haklarını geliştirmek yönünde yapılan tüm kurumsal değişiklikler havada kalmaya mahkum. ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com HARBİ SEMİH POROY BULMACA 1 1/ Düşünce birliği içerisinde 1 olma; konsen 2 süs. 2/ Ödünç verilen paraya 3 karşılık alınan 4 kâr... Kedi ya da 5 köpek yavrusu. 3/ İridyumun 6 simgesi... Us 7 kumrugillerden 8 bir balık. 4/ Yakanın göğse 9 doğru inen devrik bölümü... Her iki Kore’nin de para birimi. 5/ Alüvyon... 1944’te Bandırma açıklarında batan Türk yolcu gemisi. 6/ Eğimleri ölçmeye yarayan aygıt. 7/ Zeytine benzer meyvesi olan bir cins palmiye. 8/ Az pişmiş et.. İlaç. 9/ Doğru, gerçek... Karınca yuvası. SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN 2 3 4 5 6 7 8 9 HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hayatepik?mynet.com 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 11 Mart www.mumtazarikan.com MON D UMA R H MA K A ZM E V E M İ T İ A Y P T E R E T A K R O B R A A H A NG E R A O F P E E R D AM O B İ S A T İ R S O N A R Y E N YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Bakırdan yapılan nefesli bir çalgı. 2/ Hükümdar buyruğu... Yiyecek bulamayan, yoksul kimse. 3/ Yapısına girdiği sözcüğe ‘‘iki, çift’’ anlamı katan yabancı önek... Trajedi. 4/ Osmanlı ordusunda ve donanmasında hafif piyade askeri... Asya’da bir ülke. 5/ Bir tür börek. 6/ Doğu Anadolu’da kullanılan bir tür küçük zurna... Kekeme, pepeme. 7/ Sarma tekniğiyle ve ipek iplikle yapılan bir tür işleme. 8/ Aşıboyası... Rütbesiz asker. 9/ Kalabalık bir insan ya da hayvan kümesinin birbiri ardınca gelmesi... Uşak’ın bir ilçesi. CUMHURİYET 17 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear