26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
17 ŞUBAT 2006 CUMA CUMHURİYET SAYFA DİZİ 9 Çok kanlı bir uygarlığa sahip olan İnkalarda halk için yasak olan üç şey: YALAN, TEMBELLİK, HIRSIZLIK Kurban edilen bakireler diyarı A Dünyanın en şirin hayvanı Alpaka. Puma’nın taşları: Titicaca gölü B olivya’daki yoksulluğu anlattıktan sonra şimdi gezimize devam edelim. Önce grubun durumunu açıklamalıyım, otelde sabah kahvaltısı, yaklaşık dokuz Türk yan yana oturmuş, sıra bekliyorlar. Ne sırası diye sormayın, ilk gün anlattım, oksijen alma sırası; aksi takdirde kimse, az sonra gideceğimiz köyde, bırakın Güneş Tapınağı’nı dolaşmayı, adım bile adamaz. Unutmayın 4000’lerde geziniyoruz. Oksijenler tamam, ünlü Güneş kapısı ve bölgedeki İnka öncesi uygarlıklara ait kalıntıların, harika müzelerin bulunduğu Tiahuanaco’ya yollanıyoruz. Burası ünlü Güneş kapısı harabeleri ve bunca tuhaf heykelin bulunduğu müzesi olmasa, gerçekten Tanrı’nın unuttuğu bir yer. Ve Tanrı’nın unuttuğu bu yerde, kıtanın eski uygarlıklarının en görkemli kapısı bulunuyor. 21 Haziran’da güneş buradan içeri girip yeryüzünü aydınlatıyormuş. Bu kıtanın hemen her yerinde güneşin takibindeyiz. merika kıtasına, ona ilk ulaşan Kristof Kolomb adı yerine, oranın yeni bir kıta olduğunu söyleyen Amerikano Vespucci’nin adının verilmesi benim her zaman zoruma gitmiştir. Bakar mısın adamın biri inat ediyor, tayfaların yorgunluğunu, hastalıkları göze alıp yepyeni bir kıta buluyor ama kıtaya onun adı verilmiyor, haksızlık. Peki İspanyollar bu kıtaya geldiklerinde, yerliler nelerle meşgulmüş, bunun ilk yanıtını Titicaca gölünün Bolivya kısmında bulunan en büyük adayı, Güneş adasını ziyaret ettiğimizde bulacağız. İnkalara ait ilk izler bu adada. Bu arada Amerika kıtasında var olan tüm uygarlıklarda yazının olmadığını bilmek benim çok garibime gitti, bakalım siz ne diyeceksiniz? Yazı yerine, düğümlerle ifade edilen çok karmaşık bir bilgi ağı kullanıyorlar, bunlar da hâlâ çözülmüş değil. Öyle ki, İnkalar bir var olmuşlar bir yok olmuşlar, bazıları onların uzaydan geldiğine inanıyor, bazılarıysa çiçek hastalığı nedeniyle yeryüzünden silindiklerini savunuyor. O ya da bu, işte teknemiz açıldığımızda ufak çizgisinin görünmediği, deniz kadar büyük Titicaca gölünde ilerliyor. Az sonra İnkaların kutsal adası Güneş adasına varacağız. Güneş adası olağanüstü yeşil, insana otlara yatıp uyuma isteği veren çayırlarla kaplı. Ya da iki saatte tırmandıktan sonra bana öyle geliyor, yani insaf, tırmandık da ne oldu? Vallahi bir şey olmadı, yeniden aşağı doğru inmeye başladık, nereye varacağız, en eskilerden kalma bir İnka tapınağına. Oraya varmadan önce İnka ve öncesi uygarlıklar için öğrenmeniz gereken bazı önemli bilgiler var. Birincisi Güneşin oğlu, daha önce tapınağına gitmiştik, en yukarda duruyor ve bir Bolivya’nın Titicaca gölü bölgesinde kalan Güneş adasındaki Güneş Tapınağı. erkek, onun eşi Ay tanrıçası, belli kadın ama nedense bu kadar yer, sayısız tapınak, bir o kadar da müze gezdim şu Ay tanrıçasının heykelini göremedim. Zaten bu kültür tam bir erkek kültürü. Gözünü seveyim Anadolu’da yaşamış 42 uygarlığın, hepsinin bir tanrıçası vardır ve en çok onun hükmü geçer, onun figürleri görülür. Burada her şey erkek! Ayrıca tanrıların yardımcısı olan hayvanlar da pek kıymetli, İnka öncesinde Güneş tanrısının yardımcıları, göklerden sorumlu Condor (bir çeşit büyük akbaba), yaşayanlardan sorumlu Puma, ekinlerden sorumlu Lama ve yeraltından sorumlu kurbağa, en kutsal hayvanlar, dağ tepe bunların heykelleriyle dolu. Bir de Güneş tanrısının. İnka döneminde ise üç kutsal hayvan söz konusu gene, Condor, Puma ve bu kez yeraltından sorumlu Yılan. GÜNEŞ ADASININ ÖNEMİ Şimdi gelelim bu Güneş adasının neden bu kadar önemli olduğuna... Efendim İnka rahipleri yılın 365 günü bu adada yaşar, gökyüzünü inceler ve krallara ne yapmaları gerektiğine dair bilgiler sunarlarmış. Adanın karşısında daha küçük bir ada var, o da Ay adasıymış, orada da kentin en güzel bakireleri ibadet yaparmış. İki ada arasında yılda bir kez gelip gitme olurmuş, daha doğrusu Ay adasında yaşayan ve kurban edilmesine karar verilen bakire, büyük bir törenle Güneş adasına getirilirmiş. Artık o gün neler olurmuş pek bilinmiyor ama İnka dönemi erotik heykellerine bakınca durum pek bir güzel anlaşılıyor, ben aklı başında bir yazarım, size bunları göstermeyeceğim. Evet, âlemlerin en âlemi yapılıp ardından sıra Güneş tanrısına sunulacak kurbana ve kurban törenine geliyormuş. Kurban (en güzel bakire) en güzel giysilerini giyip, yanında öbür dünyada uyandığında yiyeceği yemekler, içeceği su, çiğneyeceği koka, sunak yerine geliyormuş ve bir İnka kamasıyla bu kamaların çok sert bir madenden yapıldığını söylemeliyim kafatasına vurularak bir saniyede öldürülüyormuş. Kanı ne oluyor bilinmiyor ama İnkaların Tanrı’ya adadıkları kutsal hayvan Lama’nın kalbini yedikleri bilinen bir gerçeklik. Yani çok kanlı canlı bir uygarlık. Sazdan adalar cenneti irisi size hani göllerde yetişen ve süpürge yapımında kullanılan sazlardan yapılmış tam yirmi beş adadan söz etse ve kıtanın ilk yerlilerinden Urosların bu adalarda yaşamaya devam ettiklerini söylese, ne yaparsınız? Hadi canım süpürge sapından ada mı olur, evet olur. İnsanoğlu zorda kalmasın, başının çaresine bakmak için yapamayacağı şey yok. Sabahın körü, grup burada da oksijenini almış, üstelik Peru oksijeni daha iyiymiş, çünkü sudan geçerek ciğerlere giriyormuş, yani ciğerin yanma riski sıfırmış. Vallahi ben masumum, ayıp olmasın diye ölçtürdüğüm tansiyonum bir felaket çıktı, normal 119 tansiyonla yaşayan ben, 18.512 tansiyonla patır patır dağ tepe tırmanıyormuşum. Arkadaşlarım aletin yanlış olduğundan şüpheleniyorlar, yeniden ölçtürüyorum doğru, bir arkadaşım, ‘‘Sen “68 kuşağındansın, doğal seleksiyon sonucu yaşıyorsun, sana bir şey olmaz’’ diye parlak bir fikir yürütüyor. Onları oksijen tüpleriyle baş başa bırakıp, bulutların ürkütücü bir görkemiyle sarmalanmış Titicaca gölüne bakıp bu kıtaya geldiğim için kendimi tebrik ediyorum. Gene teknedeyiz, yolumuzun üstünde Urosların yaşadığı saz adaları var. Rehberimiz adaların sayısının yirmi beş olduğunu ve bizim en büyüklerinden birine gideceğimizi söylüyor, ger FOTOĞRAF ÇEKMEK ÇOK ZOR Bu yolculuk Che’nin hayatından yola çıkılarak yapılan ‘‘Motosiklet Günlüğü’’ adlı filmde söz edilen ünlü Titicaca Gölü’ne vardığımızda doruk noktasına ulaşacak. Titicaca, yerli dilinde ‘‘Puma’nın taşları’’ anlamına geliyor ve üstünde ulaşım yapılan dünyanın en yüksek gölü. Büyük bölümü Peru’da kalıyor, küçük bir bölüm de Bolivya’da.. biz önce Bolivya kıyısını tavaf edeceğiz. Gölle ilgili pek çok efsane var, bunlardan en önemlisi, İnkaların uzaylılarla haberleşmekte kullandıkları söylenen Güneş diskinin gölün dibinde bulunduğu. Çünkü İspanyollar gelince İnkalar diski korumak için onu Güneş tapınağından alıp göle atmışlar. Gerçekten buna inanan bilim adamı Jacques Cousteau ekibinden bir grup, küçük bir denizaltıyla iki ay gölü taramış, ama güneş diski bulunamamış, onun yerine altmış metre boyunda, üç renkli, hiç su üstüne çıkmayan ve çok derinlerde yaşayan bir kurbağa türü bulunmuş. Ekibimiz bir sahil kenti olan Copacabana’ya geldiğinde, gölün gözalıcı güzelliği herkesi büyülüyor ama suya girmek olanaksız. Çok soğuk. Copacabana, yerli dilinde ‘‘mavi görünen’’ demekmiş, bizim pazar günlerindeki Şile kıyılarına benziyor. Yan yana kurulmuş küçük kulübelerde yiyecek, içecek ve koko satılıyor. Ve tabii söylemeyi unuttum, kimselerin fotoğraf çektirmek istemediği... Fotoğraf makinesi ya da kamera gördüklerinde yüzlerin tipik Bolivya şapkası altına saklandığı Bolivya’da bir tek bu sahilde fotoğraf çekebiliyorsunuz, tabii parayla. ÇOCUKLAR DANS EDEREK GİTTİLER Benim de böyle bir fotoğraf maceram var, ama şimdi o fotoğrafa ne zaman baksam içim burkuluyor. Hikâye şöyle: Sahilde geziniyorum, yarın uzun bir motor yolculuğumuz ve varacağımız Güneş Adası’nda büyük kısmı tırmanmakla geçecek üç saatlik kara yolumuz var. Enerji toplamaya çalışıyoruz. Birden dünyanın en şirin hayvanı olan iki bebek alpakaya tasma geçirmiş, Bolivyalı yaramaz iki oğlan yanı başımıza geliyor. Dertleri, fotoğraflarının çekilmesi ama para karşılığı. Yerel rehberimiz bu duruma karşı bizi uyarmış, rica etmiş, çocuklara para değil gerekirse şeker vermemizi istemiş. Ama bizde şeker yok, çaresiz para vereceğiz; lanet olsun bu turistik meraklarıma neyse alpakayı ve çocukları model gibi kullanarak fotoğraf çektirmeye başlıyoruz, ama çocuklar endişeli, para vermeyeceğimizden korkuyorlar. Bir iki fotoğraftan sonra dayanamayıp elimi cebime atıyorum ve çocukların düşündüklerinden çok fazla bir miktarı onlara uzatıyorum. Aman Tanrım, o ne sevinç öyle, sanki onlara dünyayı vermişiz. Bebek alpakalarına sarılıp bir şarkı tutturuyorlar. Onlardan mutlusu yok. B ledebilecekleri sazdan adalar yapma fikri gelmiş, ama önce sazdan kayıklar yapmışlar, az sonra bunlardan biriyle dolaşmaya çıkacağız evet saz kayıkları yaptıktan sonra suyun iki metre aşağısında bulunan saz köklerine, sürekli başka bir yerden kesip getirdikleri sazları dikip çok sıkı bir zemin hazırlamışlar, üstüne de sazdan evleri koymuşlar, olmuş sana yüzen bir ada. Adanın iki tarafına çok büyük kazıklar çakmışlar ve bunlarla adalarını sabitlemişler. Şimdi bu yirmi beş adadan oluşan kolonide adalar birbirine bağlı, kavga ettiklerinde kazıkları çıkarıp isteyen istediği yana gidiçekten merak içindeyim, süpürge sazlarından nasıl bir ada yapılabilir? Evet, saz adaya yaklaşırken tıpkı bizim Dalyan’da olduğu gibi sazların arasından kayıp gidiyoruz. Çevrede birkaç kayık var, onlar da sazdan yapılmış, içinde kadınlar insan boyuna yaklaşan sazları ha babam kesiyorlar. Bu arada motorumuz saz iskeleye yaklaşıyor, iniyoruz, ayağımızı bastığımız yerler saz, çevredeki evler saz, rehber hepimizi yanına çağırıp bu saz evlerin ve adaların macerasını şöyle anlatıyor: Efendim Uroslar, İnkalardan daha önce sahilde yaşarlarmış ama İnka saldırılarına karşı koyamamışlar ve bir çözüm aramışlar, o zaman akıllarına istenildiği zaman başka bir yere nakyormuş. Bütün hayatları saz evlerin içinde geçtiği söylenen Uroslar, kimilerine göre burada yaşamayıp ara sıra geliyorlarmış, çünkü Peru’nun Machu Picchu’dan sonra en çok ziyaret edilen turistik yeri, yüzen saz adalarmış. Öyle ya da böyle bu çok şaşırtıcı bir yaşam biçimi, televizyon yok, elektrik güneş enerjisiyle sağlanıyor. Yemek bildiğimiz köy ocaklarında pişiriliyor. Hastane, sağlık merkezi yok. Bütün bu yokluğun içinde, her adanın bir kilisesi var. Sazdan adalar yaparak önce İnkalardan, ardından İspanyollardan kaçmayı başaran Uroslar acayip dindar. İspanyol misyonerler bu becerikli kavimi nasıl Hıristiyan yapmışlar anlamak zor. Bu çok azla yetinen kavmi hangi öykülerle tavlamışlar, ne alıp vermişler? Yerel rehberimiz bu tür sorulara alışık değil, sorularım karşısında bir an o da şaşırıyor ve hiçbir yanıtı yok. Eski uygarlıklardan bir kral heykeli. Krallara her şey mubah üneş adasında o eski tarihlerden sadece küçük bir tapınağın kalınG tıları kalmış. Oldukça ilginç bir tapınak, içinde insana enerji verdiği söylenen üç ayrı bölüm var. Birinci bölüme sadece sıradan vatandaşlar girip enerji alabiliyorlarmış, ikinci bölüme din adamları ve gökbilimle uğraşanlar giriyormuş, üçüncü ve en önemli enerji bölümüne ise sadece kral ve ailesi girebiliyormuş. Bu arada İnka kültüründe bazı yasaklar var. Bir üçleme bu; bir asla tembellik yapmayacaksın, iki asla yalan söylemeyeceksin, üç asla bir şey çalmayacaksın. Ama yerel rehberin söylediğine göre, kral bu üç şeyi de yapabilirmiş, din adamlarının ise sadece yalan söylemeye hakları varmış, sıradan vatandaş mı, onlar tümüyle yasaklı. Yani o zamanlardan bu zamanlara dünyamızda pek fazla bir şey değişmemiş. Bir ara bütün bunlardan uzak, bir köşeye çekilip Titicaca gölünü seyrediyorum ve yeniden aklıma Aziz Che geliyor. Che hayatını değiştirecek bisiklet yolculuğunu yaptığında buraları kim bilir daha ne kadar yoksuldu, sonuçta otuz yıl geçmiş ve turizm bu bölgeye biraz para, biraz canlılık getirmiş, aksi halde, her şey on altıncı yüzyıldan kalma gibi, tekneleri ve turistleri saymazsak.. Yeniden gezimize dönelim, az sonra Güneş adasından dönüp, arabayla Peru sınırını geçip Puno kentine gideceğiz. Puno, Bolivya ve Peru arasındaki ortak göl Titicaca’nın kıyısında son derece şirin bir kent. Ve bakalım Peru’da neler var? Adada parklardaki kaydıraklar bile sazdan. (FOTOĞRAFLAR: HATİCE KARANLIK) YARIN: ÇOCUKLARLA DEVLERİN SAVAŞI CUMHURİYET 09 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear