26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 27 EKİM 2006 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Politika ve Laiklik (II) Aydın AYBAY ilafetin ilgası, Şeriyye Mahkemelerinin kaldırılması, Tevhidi Tedrisat Kanunu, Tekke ve Zaviyelerin Seddi, 1928’deki anayasa değişikliği vb. hep bu tercihin ürünleridir. Yapılmak istenen iş, kısaca, toplumu ve toplumsal ilişkileri yeniden biçimlendirmek için politik eylemin alanını genişletmek, dinin etki alanını daraltmaktı. Hemen belirtmek gerekir ki, bu tercih yapılırken, din kurumunu büsbütün kaldırmak ya da özünü değiştirmek kimsenin aklından bile geçmemiştir. O kadar ki, din hizmetlerinin görülmesi, önceki gibi, bir kamu hizmeti niteliğinde görülmüş ve devletin görevleri arasında bu da yer almıştır. (1937 yılında yapılan değişiklikle anayasaya laiklik ilkesi konulduktan sonra da, din hizmetleri, yine devletçe örgütlenmiş olarak devam etmiştir.) Cumhuriyetin kurucularının dinin dünyevi ilişkileri kapsayan alanını daraltarak bunun yerine, temelini bilime, akla ve özgürlüğe dayanan bir rejimi ikame etme hedefini seçmeleri doğal ve zorunlu bir tercihti. Çok duyarlı ve siyasal bakımdan oldukça da riskli olan bir konuda yapılan bu tercihi nedenleriyle birlikte, doğru olarak algılamak gerekir. Çağdaş uy Afganların Afakanları GALATASARAY’IN 1955 mezunları şimdiye kadar yayımlanmış sınıf albümlerinin belki de en güzeli olarak çıkardıkları kitaba, eksik olmasınlar, tam çeyrek yüzyıl önceki Milliyet’in ‘‘Açı’’sında şöyle başlayan bir yazıyı da almışlar: ‘‘Biyoloji hocası Mösyö Char´ezieux, sınıfa girer girmez, kürsünün yanında duran iskeletin bacağını kavrayıp Fransız ‘cancan’ı yapan dansözlerin olanca kıvraklığıyla havaya savurmuştu. Gülmüştük. ‘Gülersiniz değil mi’ demişti, ‘gülersiniz ama, bilmezsiniz ki bu kızcağız Paris kabarelerinden birinde dans ederken, yüreği yıllarca önce bugün Üçüncü Napol´eon’un 2 Aralık 1852 darbesi yüzünden Fransa’nın başına gelecekleri düşünerek sıkılıyor, beyninden kim bilir ne endişeler geçiyordu. Şimdi beyni yok, yüreği yok, sadece takırdayan kemikleri kalmış. Düşüncesiz kemik komik, düşünceli kemik de trajiktir’ demişti.’’ Almanya’nın büyük tirajlı gazetesi Bild’in Afganistan’daki Alman askerlerini bir iskeletle dalga geçerken gösteren fotoğraflarına bakınca bu sözleri anımsamadan duramıyor insan: Fotoğraflardan birinde kafatası cipin önüne asılmış, öbüründe de erlerden biri kurukafanın ağzını pipisine yakın tutmakta. O askerlere komik gelen bir görüntünün, kafalarında duyarlı birer beyin taşıyan ve Hitler travmasını zihinlerinden bir türlü silemeyen başka Almanlara ne denli trajik gelmiş olabileceğini düşünerek onlar adına üzülmez misiniz? ürkçe, Arapların ‘‘sıkıntı’’ anlamına gelen ‘‘hafakan’’ını ‘‘afakan’’ yaparak ‘‘afakanlar basmak’’ diye bir deyim üretmiştir. Dertlerden bunalan insanı afakanlar basar. Soğuk Savaş dönemlerinde Sovyetler’in başına bela kesilsin diye sivri akıllı Amerikalılarca türetilmiş ‘‘Taliban’’ yobazlarından çekilenler yetmiyormuş gibi şimdi de onlarla Batılı askerlerin ateşi arasında kalan zavallı Afgan halkını afakanlar basmaz mı? Bild’in fotoğrafları, tam da NATO Başkomutanlığı’nın Kâbil yakınlarında ve kuzeyinde görev yapan 2700 Alman askerini çatışma bölgesi olan güneydoğuya kaydırmak istediği günlere rastladı. Şimdiye kadar ABD’nin sözünden çıkmayan Almanya’nın bu isteği nasıl karşılayacağı merak ediliyor. ynı istek Türkiye’ye de bildirildi: Hem ‘‘asker sayınızı arttırın’’, hem de ‘‘Kâbil’den Kandehar’a, Taliban’ın üstüne salın’’ biçiminde. Bunun gereksiz can kaybı olasılıkları bir yana, Afgan halkıyla Cumhuriyetin kuruluş günlerinden beri sürdürülen sıcak ilişkileri nasıl zedeleyeceğini ayrıca belirtmeye gerek var mı? Bereket, Genelkurmay Başkanı Büyükanıt, daha bu işin kokusu çıkar çıkmaz ‘‘Olmaz öyle şey!’’ demişti. Zihinleri basan başka afakanlarla bunalmış hükümet de herhalde ‘‘olmaz’’ demek ferasetini gösterecektir. H garlığa geçiş, değişim ve yenileşme için toplumsal yapıda köklü değişiklikler yapılması hedeflendiğine göre, politikanın, kendi alanını genişletmesi ve aynı alanı kapsayan dini, bu alandan çıkarması şarttı. Bunun aracı da laiklik ilkesinin kabulüydü. Cumhuriyetin kurucuları bu tercihi cesaretle yapmışlar ve toplumsal değişimin yasal yolunu açmışlardır. Dikkat çekici olan bir nokta da şudur: Cumhuriyete karşı çıkanlar, karşıdevrimciler, toplumsal yapıda meydana getirilen bütün öteki değişiklikleri bir yana koyarak, aslında bunların bir çeşit aracı işlevine sahip olan laiklik ilkesine saldırmayı yeğlemişlerdir. Bu tavır nedensiz değildir. Karşıdevrimcilerin amacı, dinin toplumsal ilişkiler ve kurumlar üzerindeki egemenlik ve etkinliğini yeniden kurarak politikanın alanını daraltmaktı. Buradaki başarı Cumhuriyetin kurucu kadrolarının meşruluk temellerini ortadan kaldıracaktı. Ayrıca bu ilkeyle ilgili olarak oluşmaya başlayan toplumsal onay da daha başlangıçta engellenmiş olacaktı. Atatürk’ün “irtica” adıyla anılan davranışlar karşısındaki çok şiddetli tepkisini anlayabilmek için bu noktaya dikkat etmek gerekir. Aradan bunca yıl geçtikten sonra, laiklik tartışmasının ülkenin siyasal gündeminde hâ lâ yer almakta bulunması pek de şaşırtıcı değildir. Koşullarda meydana gelmiş olan köklü değişikliklere karşın toplumda dinin siyaset alanının dışında tutulması konusunda kökleşmiş bir “genel onay” henüz oluşmamıştır. Böyle olunca, din özgürlüğü maskesi altında hareket eden güçler, yeniden dinin politik alana yayılması biçimindeki asıl amaçlarını gerçekleştirme faaliyetlerine girişmişlerdir. Aslında Türkiye’de din özgürlüğüne karşı çıkan kimse yoktur ve bu özgürlük de anayasanın güvencesi altındadır. Ne ki, amaç bu özgürlüğü elde etmek değil, bunu kullanarak, siyaset alanını işgal etmektir. Soruna bu açıdan bakılınca, anayasaya bağlılık yemini etmiş bütün politikacılar için tutulacak biricik yol, Cumhuriyetin temel tercihi olan laiklik ilkesini ödün vermeden, inançla savunmaktır. Bu açıdan okullara zorunlu din dersi koymak, tarikatlara göz kırpmak, öğrenim birliğinin yıkılmasına yol açacak uygulamalara çanak tutmak ne kadar yanlış olmuşsa, şeriat hükümlerini şöyle veya böyle mevcut laik sisteme “entegre” ederek karma yapılı bir hukuk düzeni kurmaya kalkışmak da o kadar yanlış bir hevestir. Politik kadrolar, din özgürlüğü konusu ile laiklik ilkesini birbirine karıştırmakta devam ederlerse, çok geçmeden, üzerinde koşuşup durdukları politika zemininin altlarından kayıp gittiğini ve geriye politik varlıklarının devamını gerektirecek hiçbir desteğin kalmadığını da görebilirler. PENCERE IlımlıKöktenci?.. Televizyonlarla, radyolarla, gazetelerle, örgütlerle, tarikatlarla, cematlerle Türkiye’nin çoğunluğuna büyük ölçüde aşılanmak istenen ham ervah dinciliği politikada tabandan tavana yükselmek stratejisini ustalıkla uyguluyor.. Çünkü dincilik sandıktan çıktığı için demokratik sayılacak... ? Peki, İslamcılık nereye dek sızıp işliyor?.. İçtiğimiz gazoz var ya... Gazoz bile dincinin elinde şeriatın piyasasına göre değerlendiriliyor... Nasıl?.. Geçenlerde bir dinci gazetenin birinci sayfasından verdiği görkemli haber: “Diyanetten Gazoza Sessiz Tavır...” Neymiş?.. Gazoz ve kolada alkol varmış... Diyanet bu nedenle gazetecilere verdiği iftar yemeğinde gazoz ve kola değil, portakal suyu, soda ve çay ikram etmiş... ? Peki, gerçekliği ‘meşkuk’ bu haberin altında yatan dincilik kurnazlığı nereye dek uzanıyor?.. “Ey Müslümanlar!.. Sakın ola ki gazoz ve kola içmeyin, dinimizin yasakladığı alkolü almış olursunuz!..” Eh, gazoz ve kola piyasası dünya çapında bir pazarın rekabet dalgalarını içermiyor mu?.. Kim bilir dinci iktidar ve medya kesiminde bu minval üzere el altından ne pazarlıklar dönüyor?.. ? Dün bu köşede Ömer Hayyam’ın dörtlüklerinden örnekler yayımlandı; bin yıl önce yaşamış şair ve bilim adamı, alkollü içkiye nasıl bakıyor?.. Bir dörtlük daha: “Sarhoş diye çıkmışsa bir kere adım, Halkım neden kınar beni, anlamadım. Her haram şarap gibi sarhoş etseydi; Dünyada tek bir ayık bulamazdın.” Bizim dinci iktidar bin yıl önceki Müslümanın hoşgörüsünden bile geride konuşlanıyor... ? İstanbul Bağcılar’da dinci belediye ‘Kadınlar Parkı’ yapacakmış... Erkekler parkı.. Kadınlar parkı.. Dinciliğin dibi yoktur.. Van’da gebe kaldığı için töreye göre ailesi tarafından “infaz (idam) edilen” 15 yaşındaki kız çocuğunu, yapacakları kadınlar parkına gömüp üstüne de görkemli bir taş diksinler!.. ‘Gazoz’u ve ‘kola’yı alkollü olduğu için tüm Türkiye’de yasak etsinler... Ve dinen yasak olduğundan tüm Türkiye’de Atatürk heykellerini kırsınlar... Yine yetmez... Neden yetmez?.. Çünkü bu tür siyasada dinciliğin dibi yoktur... Ilımlı diye başlarsın.. Köktencisi de yetmez... T Türban Neyi Simgeliyor? Ali BULUNMAZ T A ürban tartışması Avrupa’da alevlenmeye başladı. Almanya’da “uyum” için türban takılmaması gerektiği belirtiliyor, İngiltere ve Fransa’da kamu kuruluşlarında veya okullarda başta türban olmak üzere, dini sembollerin kullanılması yasaklanıyor. Bu tartışma Türkiye’de ise yıllardır yaşanıyor. Ancak bunun nedenlerini Avrupa’daki uyum gerekçesi ile karıştırmamak gerek. Türkiye’de bir kesim, “türbanın kadını özgürleştirdiğini” savunuyor; üstelik bu savunu, genelde erkekler tarafından gerçekleştiriliyor ve sıkmabaş kadınlar da bu savunuya büyük destek veriyor. Bir diğer kesim, türbanın siyasal bir simge olduğunu ifade ediyor ve kamu kurum ve kuruluşlarında kullanılmaması yönünde görüş bildiriyor. İlk görüş “doğru”. Çünkü kadını ikinci sınıf insan sayan bu yaklaşım, kadının sokağa çıkabilme şartı olarak “örtünmeyi” getiriyor. Bir diğer ifadeyle tesettüre bürünen kadın, “sosyalleşebilmesinin” koşulu olarak türbanı savunuyor. Örtünme aynı zamanda, bir kadının kendisi gibi türban takan diğer kadınlar arasında “dayanışmanın” oluşmasını sağlıyor. Ancak buradaki sorun, dini görüşler nedeniyle örtündüklerini belirten kadınlar, dinde tesettüre bürünme veya türban takma gibi bir şartın bulunmadığını; bunun din “yorumcularının” ve sömürücülerinin yarattıkları “geleneklerden” ve uygulayagelişlerden kaynaklandığını kabul etmek istemiyor. Çünkü kadınlar bu uygulanagelişlerin, kendilerini edilgin kılan yönüne değil; “özgürleştirme” yönüne vurgu yapmayı tercih ediyor veya etmeleri isteniyor. “Türban yasağı kaldırılsın” ya da “Zulüm devam ediyor” gibi sloganlarla sokaklara dökülenler veya üniversite yollarını aşındıranlar, sanki türban tüm yaşamda yasakmış/şimdilerde Tunus’takine benzer şekilde yasaklanıyor gibi bir hava estirmeye çalışıyor. Buna kimi “özgürlük” ve “demokrasi” savunucuları da katılıyor. Bu kişiler dincilerle birlikte “laiklik adına (ki başörtüsü demeyi tercih ediyorlar) türbanın yasaklanması, kişi hak ve özgürlüklerine aykırıdır” ifadesini dillendiriyor. Bu söylem komik olmakla beraber düşündürücü de. Komik çünkü, türban takan kadınlarımızın ve genç kızlarımızın sayısında hızlı bir artış bulunmakta; kimse türbanlılara, örtünenlerin örtünmeyenlere yaptığı gibi “neden” diye sormamaktadır. Düşündürücüdür çünkü, sanki laiklik insanların inanç özgürlüklerini engelliyormuş gibi bir noktaya gelinmektedir. Oysa laiklik, inançlardan doğan hiçbir hak ve özgürlüğü yasaklamadığı gibi, tüm inananların ya da inançsızların hak ve özgürlüklerini kollamaktadır. Ancak bunu başka yerlere götürüp, türbanı “özgürlükle” eşdeğer görmek ve laikliğin hak ve özgürlükleri engellediğini ileri sürmek, en sonunda da “1930’lardan kalma” olduğu ifade edilen laikliği savunmanın, “asıl irtica” biçiminde yorumlanması yalnızca konuyu saptırmaktır, demagoji yapmaktır. Kimi müsteşarların “Cumhuriyetin modasının geçtiğini, İslam devleti kurulması gerektiğini” düşündükleri ve kimsenin inancına kimsenin karışmadığı, ama karışıyormuş izlenimi yaratılan bir ortamda türban; Cumhurbaşkanlığı, Anayasa Mahkemesi, YÖK, Danıştay ve üniversitelerle beraber birçok çağdaş kurumu ve cemaatleştirilmeye çalışılan toplumun tamamını “fethetmeye” yönelen zihniyetin kullandığı siyasal simgeden başka bir şey değildir. Türbanı “moda” sayanlar veya “yerel giysi” gibi gösterip başörtüsüne dönüştüren söylemi geliştirenler, kavram kargaşasından yararlanmaya çabalıyor. CUMHURİYET 02 CMYK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear