25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
29 HAZİRAN 2003 PAZAR CUMHURİYET SAYFA J V U L 1 L Jx kultur(acumhuriyet.com.tr 15 KULE CANBAZI SUNAY AKEV Taş uçağın ikikanadı!. 7 962!.. Doğduğum yılı çok seviyo- rum; son iki rakamında bir tavşan saklı çünkü! Nerde bir "62" görsem, dayanamayıp tavşan yapma huyumu h>ilen ressam dostum Onay Akbaş, "Her şairin gittiği bir mekân var bu kentte, se- ninkini de buldum" diyerek bir kafeye gö- tûrdü beni Paris'te. Kafenin tabelasında şu yazûıydı: "Yellenen Tavşan" Nâzım Hikmet hayattaydı ben doğdu- ğumda... Ve aynı yıl, Portekizli şair Daniel F"ilipe, adını ilk dizesinden alan şiirine şöy- le bir başlangıç yapar: Şu 1962yılında taş uçaktaki Nâzım Hikmet gibi değilim kentimdeyim nereye istersem gidebilirim Taş uçaktaki Nâzım Hikmet!.. Sahi, ne olabilir ki "taş uçak"?.. Yoksa şair, Nâ- zım'ın uzun yıllarhapisyattığınıbildiği için "taş ocağı" mı demek istemiş?.. Bir çeviri hatasıyla mı karşı karşıyayız? Taş uçak. daha doğrusu "Taş Tayyare" edebiyatımızda kaybolan bir romanın adıdır. Yaklaşık 300 sayfa olan bu roman. 1946 fu- tuklaması sırasında, koruması için Tevfik Kent'e verilmiş, ne yazık ki, emanet edildi- ği bu kişinin korkması sonucunda yakılıp kül edilmiştir. Romanın yazan Nail V. Çakırhan'dır. Ya- zar, 1940 yılında, Servet-i Fünun dergisin- de yayımlanan bir yazısında şöyle anlatır taş tayyareyi: "Taş tayyaremizin hissemi- ze düşen odasmın, tek penceresinden sey- rettiğimiz şehir, bilhassa geceleri o kadar çekici, harikulade idi ki, ne diyeyim bil- nıem, duyulur, fakat anlatılmaz bir histi bu..." İki şalrln blrlllctellfll... Taş tayyare ya da "taş uçak", Bursa Ha- pishanesi 'nden başka bir yer değildir. Hapis- hanenin " T " harfi şeklinde olmasından do- layı mahkûmlar bu adı takmışlardı ona. Bur- sa Hapishanesi deniidiğinde de akıllara ilk önce Nâzım Hikmet gelir şüphesiz. Nail V Çakırhan, 1930 yılında " 1+1=1" adlı şiir ki- tabını yayımlar. Bu kitap, Nâzım Hikmet'in de bir şiir kitabının adıdır aynı zamanda. Aynı adı taşıyan iki ayn kitap mı var?.. Ha- yır, Nâzım Hikmet ve Nail V Çakırhan or- tak bir kitap çıkarmışlardır. iki şairin birlik- teliği, yalnızca bir şiir kitabının sayfalannı paylaşmakla sınırh değildir. Nail V Çakır- han'a kulak veriyoruz: "Cağaloğlu Yoku- şu'ndaki polis teşkilâtında bir ay boyun- ca işkence gördüm. Sonra da otuz arka- daşla birlikte cezaevine düştük. Bursa Cezaevi'nde Nâzım'la aynı koğuştaydık. İki buçuk yıl kaldık. O bol bol şiir yazıp durdu..." Nail V Çakırhan, 1934 yılında serbest bı- rakılana kadar Nâzım'la aynı koğuşta kal- madan önce de, ünlü şairin babasının evin- de birlikte yaşamışlardır. Öyle ki, bir yıl Muğla'da kalan arkadaşının îstanbul'a geri dönüşü üzerine Nâzım Hikmet, "Hoş gel- din" adlı şiiriyle selamlamıştır onu: Hoşgeldin! kesilmiş bir kolgibi omuz başımızdaydı boşluğun... "Bıralcın çocuğul Ayıptır..." Çakırhan'ın başı ilk kez, lise yıllannda ar- kadaşlanyla çıkardığı "Halka Doğru" der- gisinde yayımlanan "Alev Yağmuru" adlı şiirinden dolayı derde girer. Şair, Konya Em- niyeti'nde gözaltmdayken bir telefon gelir Ankara'dan: "Bırakın çocuğu! Ayıptır..." Mustafa Kemal Atatürk'tür telefonun ucundaki ses!.. Şair, şöyle anımsar o günle- ri: "Ben bu şiirde Atatürk'ü değil, Muğ- la'daki ağaları benzetmiştim derebeyleri- ne. Atatürk, biz gençler için müthiş bir deha, taptığımız bir insandı. Ona haka- ret etmeyi düşünmem bile mümkün de- ğildi. Işgüzarın biri şiiri ters yorumlamış ve nezarete attırmıştı beni." Nâzım Hikmet de arkadaşıyla aynı düşün- cededir: "Komünist olmam, Mustafa Ke- mal Paşa'ya saygı duvmama, anayasada- ki altı unıdeye sahip çıkmama mani de- ğildir ve neşriyatım bunun delilidir." Ayrılıflın ve kavuşmanın hüznü... Çakırhan ile Nâzım'ın hayatının kesiştiği bir nokta da, Istanbul Boğazı'dır! Nâzım, 1951 yıhnda, Tarabya kıyısından birmoto- ra binerek aynlır memleketinden. Çakırhan ise 1937 yılında, Odesa'dan bindiği bir ta- kayla Karadeniz'de dört gün yol aldıktan sonra, Rumelihisan önünde karaya çıkar. îs- tanbul Boğazı birinin hayatma aynlık, öbü- rüne ise memlekete kavuşma olarak girer... Ne var ki, her iki şair de hüzünlüdür; bo- ğaz kıyısında memleketindeki son adımını atan da, yıllar sonra doğdugu topraklara ilk kez ayağını basan da!.. Hüzünlüdür çünkü, Nâzım Hikmet kan- sını ve oğlunu bırakmıştır geride... Çakırhan ise Moskova yakınlanndaki bir tekstil fabrikasında görüp âşık olduğu kan- sı Taisa'dan ayrılmak zorunda kalmıştır... Üstelik, Taisa sekiz aylık hamiledir!.. Boğaz kıyısında birbirine sanlmış, el ele yürüyen sevgililer gördüğümde hüzünlen- mem de işte bu yüzdendir. ARİF DAMAR Haziran ayı edebiyat dergilerinden: Adam Sanat, Ağır 01 Bay Düzyazı (Mevsimlik), Akatalpa, Ay, Berfin Bahar, Budala, Çağdaş Türk Dili, E, Edebiyat ve Eleştiri. Eski, Evrensel Kültür, Hürriyet Gösteri, Kaçak Yayın, Kitap-hk, Sanat ve Hayat, Şiir Clkesi, Tîroj, Varlık, Yasakmeyve'de yer alan şiirleri okudum, inceledim. Ahmet Oktay'ın Kitap- lık dergisinde yayımlanan "Yalçın Tura tçin On Kederli Şarkı" başlıkh şiirini Ayın Şiiri olarak değerlendirdim, ancak yer sınırlamasından ötürü, yayımlanmak üzere 4.. 5. ve 7. bölümleri seçtim. Ahmet Oktay yeniyetmeliğinden, on dört-on beş yaşından beri Marksist öğretinin ilkelerini savunmuş (ben en yakın tanığıyım) bir şair ve yazardır. Yasakmeyve dergisinin 1. sayısındaki "Şiir ve Yaşam: Hesaplaşma Ölçütü" başlıkh yazısında kendisi de bunu doğrulamaktadır. Aluıtılıyorum: "Küreselleşme olgusunu emperyalizmin yüzyıümızdaki biçimi olarak anladığımı söyleyeceğim. Ve ana sorunu hâlâ sınıf mücadelesinin oluşturduğunu ekleyeceğim. Tam da bu yüzden sanatsal devrimin son kertede toplumsal devrimden koparılamayacağı yolundaki inancımı koruduğumu da ekleyeceğim." Ama bunun yanı sıra Ahmet Oktay ilk denemeleri bir yana (sanat ve edebiyat alanını seçmiş olmasından örgütsel yani siyasal mücadelenin dışında kalmasından ötürü) Marksist öğretinin sanat anlayışının sosyalist realizm olmadığının bilincine kolaylıkla varabilmiştir. Sözünü ettiğim yazısında şöyle diyor nitekim: "Siyasal sloganlar heyecanlandırır kısa süre için, ama köktenci bir ideolojik dönüşüm sağlayamaz." Sanınm bu kadar alıntıyla yetinmeliyün. Bu konulara ilgi duyanlann Ahmet'in yazısının tamamını okumalannı salık veririm. Ahmet Oktay'ın bu şiirinin tekniği üstünde durmayı ise gereksiz görüyorum. Imgelerinin özgünlüğü, lirizmi, yalınlığı kusursuzdur. OKTAY Ahmet Oktay (Börüteçene), 1933 yılın- da Ankara'da doğdu. Öğrenimine lise döne- minde ara vererek 1951 yılında o zamanki adıyla İstatistik Genel Müdürlüğü'nde me- mur olarak çalışmaya başladı. 1961 yılında Yeni fstanbul gazetesinin Ankara bürosunda parlamento muhabirı olarak profesyonel gazeteciliğe adım attı. Ankara Ekspres ve Vatan gazetelerinde birer yıl çalıştıktan sonra, 1965 yılında TRT'ye girdi. Çeşitli kademelerde çalıştığı bu kurumdan iktidann değişmesi üzerine 1976 yılında istifa ederek ayrıldı. Dünya gazetesinde kısa bir süre çalışmasının ardın- dan 1978 'de tekrar TRT'de, Istanbul Radyo- su'nda ve 1982 yılında Milliyet gazetesin- de görev aldı. Ahmet Oktay'ın ilk şiiri 1950 yılında Ger- çek dergisinde yayımlandı. Dost Yayınla- n'ndan 1963 yılında çıkan ilk kitabı 'Gölge- leri Kullanmak'ı. şiir, deneme, edebiyat ta- nhi, anı, günlük ve eleştiri türlerinde 43 'ü da- ha izledi. Oktay, 1965 yılında k Her Yiiz Bir Öykü Yazar' ile 'Yeditepe Şiir Ödülü'nü, 1987de 'Yol Üstündeki Semender' ile 'Behçet Ne- catigil Şiir Ödülü'nü aldı. 1991 yılında Tür- kiye Yazarlar Birliği tarafından 'Yılın Şairi' seçilen Oktay, son kitabı 'Hayalete Ovgü' (2002) ile 'Akdeniz Altın Portakal Şiir Ödülü'nün sahibi oldu. Oktay, serbest yazar olarak çalışmalannı sürdürmekte. Yalçın Tura İçin On Kederli Şarkı Baktım yaralı köpeğin gözlerine, gözlerime bakar gibi; aynı dehşet taşlaşmıştı içlerinde. Varlığa özgü, korkular kederter. Akşam bir iç çekiş; çöplük dibi kondularda; çocuklarda bile bir kasvet Gün bitti, bahar çrtırdıyor bahçelerde: bilmiyor kimse yoksulun kalbinden geçenleri, kendi de bilmez zaten halini. Çelik ve elektronik. Çöl inildiyor. Elyazmalan gecede alev alev. Yansın toprak ve bin yıllık anılar, Kaknus doğar nasılsa külünde. Ölü analann kollannda oldu sabah. ÇatJadı zamanın içi. Öğrenildi ecelden; bebeklerin yüzünde şimdiden bir velinin gülümsemesi. Bilmiyor müstevli, efsane filizlenir geçmiş yıkımlarla; bombalanıyor ama kent yıkık bir merdiven altında, zikrediyor hâlâ benzi solmuş Cüneyd-i Bağdadî'nin hayali On beş yaşımdaydım belki bahçe katı bir evdeydik; mutfak kapısında buldum sıska sokak kedisini. Sütüne ekmek doğradım, oracıkta besledim onu; yurduydu o kapı önü, ben de tekiri kardeş bildim. Eve dönerken öğle sonu ezilmiş gövdesinî buldum; beslemedim ve sevmedim bir daha hiçbir hayvanı... AHMET OKTAY ESINTİLER ZEYNEP ORAL Memleket... "Memleket neresi?" dedi. "Türfaye" dedim. "Yok, nereye giüiğini sormadım. Memleket?" "Istanbul" dedim. Şimdi oldu, gibilerinden onayladı. "Benimki Diyarbakır. Yolum uzun" de- di. Yanımda oturuyordu. THY'nin Stockholm-ls- tanbul uçağındaydık. "/Wem/e/cef"sohbetine, bü- tün gazeteleri önüme alınca başlamıştı. (O ne heyecandır. Beş gün memleketten uzak- sınızdır. Beş gün boyunca hiçbir Türk gazetesi okumamışsınızdır. Ve işte şimdi dönüş yolunda tüm gazeteler kucağınızda! Bakalım yokluğum- da ülkemde neler oldu heyecanı!) "Bunların hepsini okuyacak mısın?" dedi. Eh iş- te, diye yanıtı kıvırdım. Istediklerini alabileceğini söyledim. "Biz gazete okumayız" dedi. "Haberieri nere- den alırsınız?" diye sordum. "Habeıier, nasılsa bize gelir. Kulaktan, ağızdan" dedi. Yine de bir- kaçını aldı. Birinci sayfalanna şöyle bir bakıp ge- ri verdi. Gülüyordu. "Sen bunlara mı haberdiyor- sun" dedi. Ben bir şey demedim. Haberler Kendi seçtiği ve geri verdiği üç gazetenin de birinci sayfaları boydan boya bir dizide oynayan bir hanımın boşanma öyküsü ve onun çevresin- deki soruşturmalar, olasılıklar, derin(!) analizlerle doluydu. Anlaşılan yalnız dizi izleyicileri değil, bir- takım gazete yöneticileri de oynanan rol ile rolü oynayanı birbirine karıştırmıştı! Sonra uzun uzun, şimdi adını bile anımsama- dığım bir şarap muhabbeti vardı... Ben hanl harıl, sayfaları çevirip beş gündür en çok merak ettiğim konuda bir açıklama anyorum. Yok, yok, yok! Ne Içişleri Bakaniığı'ndan, ne Baş- bakan'dan, ne herhangi bir bakandan, ne de mu- halefetten hiç ama hiçbir açıklama yok. Geçen hafta güpegündüz kentin orta yerinden kaçınlıp, işkence gören, tecavüze uğrayan, sekiz saat sor- gulandıktan sonra yol ortasında bırakılan DEHAP fstanbul Kadın Kolları yöneticisi Gülbahar Gün- düz'e ilişkin bir açıklama boşuna arıyorum. Tek satır yok. Sanki böyle bir şey hiç olmadı, hiç ya- şanmadı! Insan olan susmaya utanır! Gazeteleri tararken, yan komşuma gösterecek bir habere rastlıyorum. Diyanet için ek kadro bin altı yüzden on beş bine çıkarılmış! Bir sıfırlık fark! Diyarbakırlı yine gülüyordu: "Çokmu şaştın bu habere. Adamlar ilk günden adım adım kendi yol- lannda yürüyorlar. Millet görmek istemiyor, o baş- ka mesele!" dedi. Ben yeniden gazetelere dönecekken, kendini tutumayıp ekledi: "Hele bizim oralar için öğret- men, doktor kadrosu açacak değiller ya! Imam atayıp bizleri, memleketi yola getirecekler!" Çağdaş bir şölen Memleket meselelerini yol boyunca çözümle- yemeyince, uçaktan iner inmez kendimi Tarlaba- şı'ndaki Istanbul Sanat Merkezi'ne attım. Orada5. Sokak Tiyatrosu, Mustafa Avkıran'ın tasarladığı, kurguladığı ve yönettiği "Neos cos- mos 3+3+963" adlı oyunu sunuyordu. Göç, zorunlu göç olgusuna odaklanmış, ölüm, doğum, düğün üzerinden yol alan destansı bir olaydı! Yazılı bir metni yoktu. Kavramsal, görsel, işitsel metni vardı. Türkçe, Yunanca, Kürtçe, Er- menice, Süryanice, Arapça ve Sefarat şarkıları, türküleri vardı... En önemlisi düş gücünün kanat- lanması, yalınlığın görkemi, devinimlerin sahici- liği ve birbirinden yoğun anlar vardı. Bunların so- nucunda yaşamdaki / "sahnedeki" tüm duygu- lar, söze bile dökülmeyen tüm duygular, izleyici- lere geçiyordu. Istanbul Kültür ve Sanat Vakfı'nın yanı sıra Zü- rih, Utrecht, Rotterdam ve Selanik tiyatrolarının ortak yapımı olan bu eser, şimdi bu kentlere tur- neye gidiyor. Bu yazıyı okuduğunuzda Istanbul gösterileri bitmiş olacak. Ama özellikle belirtiyo- rum ki önümüzdeki mevsim bu isme rastlarsanız kaçırmayın! "Neos Cosmos 3+3+963"u gördükten sonra, bu memlekette böyle olaylaryaratılabiliyorsa, bu memleket kolay kolay çağdaş ve evrensel değer- ler yolundan vazgeçmez diyordum içimden. e posta: zeynep(a zeyneporal.com Faks:(0212)25716 50 Ayvalık'ta dans şampiyonası • Kültür Servisi - Dünya Dans Şampiyonası'nın Avrupa ayağı, dün Balıkesir'in Ayvahk ilçesine bağlı, 'Sanmsaklı' olarak bilinen Küçükköy beldesinde başladı. Belediyenin ev sahipliği yaptığı ve 4 Temmuz'da sona erecek olan yanşmaya Türkiye, Italya, Macaristan, Bosna-Hersek, Sırbistan-Karabağ Cumhuriyeti, Ukrayna, Litvanya ve Belarus ekiplerinin yanı sıra bireysel olarak da ABD'den bir dansçı katılıyor. BUGUN • BİLGİ ÜNtVERStTESİ KUŞTEPE KAJVIPUSU'nda 14.00'te Steven Spielberg'ün 'Azmük Raporu' filminin gösterimi. (0 212 293 50 10) 15. GALATA ŞENLİĞl'NDE BUGÜN • GALATA KULESİ ÖNÜ'nde 10.00 - 13.00 arası Mete Göktuğ'un Galata turu. • SOSYAL KÜLTÜREL YAŞAMI GELİŞTİRME DER\EĞİ VE SHÇEK BEYOĞLU ÇOCUK EVİ'nde 11.00 - 12.00 arasında Ritim Atölyesi. • RAHMİ KOÇ SANAYt'nde 10.00'da Istanbul'da Bisikletle tarih turu. • GALATA EVİ RESTAURANT'ta 19.00'da John Ash - Mel Kenny'nin şiir dinletisi. • BENGİ VT ESİN YARDIMLI OKÇU MUSA İLKOKULU'nda 14.00'te keman resitali. (0 212 292 65 65)
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear