Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2025
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
SAYFA CUMHURİYET 26MAYIS2002PAZAF
10 PAZAR YAZILARI
Sinemanm 'harika dünyası'Beyazperdenin büyüsüne, babanızın her pazar
sabahı elmizden tutup götürdüğü Atlas
Sıneması'nın Küçük Sahnesi'nde
kapılmışsanız, "Cannes Film Festivali"ni,
"festival" yapan insanlann başında gelen 25
yıüık sorumlu, iki ytldır da Festival Komitesi
Başkanı olan Gilles Jacob'un açışuı açışı
olarak gösterilen "Festival Tarihi veya
Meseleleri" adlı 55, Yıla Armağan
belgeselıni seyrederken bir başka
duygulanırsınız. Zira binlerce film, on
binlerce görüntüden itinayla ve estetik
kaygılarla seçilmiş 2 6 dakikalık "kaymak
alıntılar'ınşerefköşesine önce Charlie
Chapiin, sonra da Federico Feillnl ve AJdra
Kurosava yerieştirilince bazı değerleri
paylaşmanın keyfini yaşarsıruz. Hele hele bu
belgeselin ardrna, Woody Allen'ın hem
yazdığı hem yönettiğp hem de ba$rolünü
oynadığı "Hollywood Endlng / Mutiu
Son"ueklenmişse... Geride kalan yüzyılda
var olan sinema başından beri, özellikle 2.
Dünya Savaşı'nı taidp eden 30 senede
"Sosyal(ist) Gerçekçi" ruhla en azından bir
kesim seyirciyi, "Mutiu Son"lann
beyazperdelerde kaldığı argümanıyla karanük
salonlardan "Aydınlık Geleceklere"
koştursa da büyük çoğunluk Hollywood
mahsullerini han-ı iştiha ile tüketti. TV
destekli medyatik liberal kasırgalara rağmen
Cannes, Venedik ve Berlin gibi "nispi
serbest bölgeler" sayesinde son yıllarda
"Gerçekçi Sinema" adından daha fazla söz
ettirir oldu. îngilizler sosyo-komik, Fransızlar
sosyo-psiko-romantik stilleri ve "kültürel-
politik istisnah korumacılık"
yaklaşımlanyla değişik seçeneklere altyapı
hazırlarken hemen her ülkede sorgulama-
arayış ve başkaldın tohumlan Istanbul,
Tokyo'dan Sundance (ABD) buluşmalanna;
Selanik, Karlo-Levy'den Wagadugu'ya
(Fespaco-Burkina Faso) filizlenip çiçek açtı.
CANNES
UĞUR
HÜKÜM
Cannes ve pazan
MIF, konuklannı
yine "ideaF'e yakın
bir iklimde
ağırlryor. Ne çok
sıcak ne soğuk!
Cannes esnafinın
_ _ _ _ _ _ « _ « _ _ _ belirttiği gibi, "az
terlemeye
başladınız mı, festival yağmurlan imdada
yetijir!" Tatlı bir serinlik Akdeniz
meltemiyle kanşınca sahıl caddesi La
Croisette ve küçük arka sokaklara yerleşmiş
yüzlerce kahve-bara gün doğar. Festival
vesüesiyle Cannes'a koşan ekstra turistler,
ultraviyole yanıklı dekoltesini göstermeye
çahşan, lüks mağaza ziyaretinden yorulan
hanımlar, genç kız-genç erkek avcılan,
Egoyan ispiyonlamaya gelip memleketteki
"abilerine", plajdaki "starlette"leri peşkeş
çeken "profesyoneller", karanlık salonlardan
gına gelen sinemacılar ve gazeteciler, vs. vs...,
cümbür cemaat kendilerini sere serpe
masalara, iskemlelere atarlar. Son yıllarda
"Halkla ilişkisi kesildi" eleştirisine, yerel
yöneticiler ve ilgili makamlar bu yıl Cannes
sakinlerine değişik kamu kuruluşlannca
verilen davetiyeler dışında 15 Mayıs'ta
(Festivalın açıhş günü) sırayla ama parasız 20
bin giriş dağıttılar. Deniz üstüne kurulan dev
bir ekranda her akşam La Croisette
kumsalında gösterilen filmler de cabası...
Cannes Film Festivali ön eleme komitelerinin
bu yıl çeşitli bölümler için 939 uzun ve 1342
kısa metrajlı 2281 film arasından seçtiği 55
filmden ikisinin Türkiye imzasını taşıması
sevindirici bir haberdi. Gösterilerin belli
başlılannın düzenlendiği festival sarayının
dibindeki plaja kurulan "Ulusal Pazar"
çadırlanna katılan 3 yeni bayraktan birinin
Türk bayrağı olması bir başka güzel haberdi.
ZeJd Demirkubuzun "töraf" ve "Yazgı"sı
Vazgeçilen hayaller,
adanan hayatlar
BRÜKSEL
Belçika'ya göçün 40. yılına
yaklaşırken yurttaşlan-mızın
bu ülkeye geldikleri ilk
günlerdeki anılannı içeren
"Hatu-alar" adlı Flamanca
ve Türkçe kitap çıktı. Çağdaş
Dernekler Federasyonu'nun
(ÇDF) girişimiyle ve Oost-
VÎaanderen Eyaleti'nin
katkılanyla hazırlanan kitapta
trajikomik öyküler var.
Gent'e ilk gelen 8 Türk
ailesinin yaşamını konu alan
kitapta yakın tarihimizin
izlerini bulmak mümkûn.
ÇDF Başkaru Ayşe Işçi,
Hatıralar'ı tanıtım
toplantısında 1. kuşak
Türklere seslenerek "Sizler,
bizJere daha iyi bir gelecek
hazırlamak için ülkenizi
bıraktınız. Sizlerin
hayalleri, bizim gelecegimizi
hazırlayacak kadar para
biriktirip geri dönmekti.
Ama biz 2. kuşak, 3. kuşak
ve hatta 4. kuşak olarak
'Burada kalacağız' deyince,
hayaUerinizden vazgeçtiniz.
Belçika'da ilk giinlerde
çektiğiniz çileleri,
yaşadığınız sorunları yine
ve tekrar bizler için
çekiyorsunuz. Sizler çok
büyük işler başardınız.
Sizierle gurur duyuyoruz"
derken "ince" bir vefa örneği
sergiliyordu. Belgesel içerikli
kitap; eski fotoğraflar ve
pasaportlar üzerindeki giriş-
çıkış mühürleri vevize
ömekleriyle görsel açıdan da
zengin ve özenli
bir çalışmayla
kotanldığını
kanıtlıyor.
1966'da
Emırdağ'dan
Belçika'ya
gelen tsmail
Çapa'nın — « — —
anlattıklanna bir
gbz atalım: "Akşamlan
arkadaşlarla kahveye
çıkıyorduk. Türk kahveleri
yoktu, Flaman kahvelerine
giderdik. Çok i\i
kırşılarlardı bizi. O zaman
ytbancı düşmanlığı yoktu.
Bu, 1974'ten sonra
dtğişmeye başladı... O
ztmanlar cami de yoktu. tlk
runazanda Saint-
Jtcobs'taki kiliseye gittik
ibadet için. Ceketlerimizi
yere serdik ve namazımızı
kddık." Hatice Alıç ise
öjicüsünü çok acı bir
saptamayla tamamlıyor:
"Belçika'ya gelmek isteyen
iasanlar, bize sorduklarında
'Bız gittik, bazen pişman
olınadık değil, iyisi mi gidin
kendiniz görün' diyorum.
Ana genç kızlara
sövlüyorum, 'Avrupa'ya
geiin gitmeyin. Avrupa'dan
bmsiyle evleneceğinize
Tirlciye'de bir çöpçü ile
eVenın daha iyi' diyorum.
Glin gelenlerin işi zor
bırada. Hatta bazıları bir
mktup gibi geri
göaderiliyor Türldye'ye..."
I$s 1966'da Posof'tan gelen
Cffliil Demirci'nin
aıittıklanndan bir örnek:
"Ejim ilk yıllarda biraz
koauşabilmek için Türk
ludınlannın yanına giderdi.
ttöğrendiği Flamanca
kdme, ja (evet) oldu. Bir
giı bir grup Belçikalı genç,
fcıpının önünde duran
motoru attınız mı diye
sormuş. Eşim ne dediklerini
anlamamış ve ja demiş.
Oğlum eve geldiğinde ne
görsûn. Motoru
paramparça olmuş,
parçalan sökülüp ahnmış.
Annesine ne oldnğunu
sorduğunda annesi olanları
anlatmış. Oğlum 'Başka şey
isteseler de mi ja diyecektin'
demiş." MehmetAli
Pınar'ın öyküsü, zor
koşullan özetliyor:
"BrükseJ'de bizi 15 ki$i bir
otobûse bindirdiler, camlan
yoktu, ahıra hayvan taşır
gibi bir kanrine gerirdiler.
Kömür ocaklanndan
birinin binası olan hayımda
kaldığımızı öğrendim.
Pasaportlanmızı aldılar.
fşimiz yeraltında, sekiz saat
kazma ile kömür kazmaktı.
Ufacık yanlış bir hareketle
üzerimize çökecek kadar
tehükeli bir işti. Ben çok
korkuyordum." Öykülerin
hepsi aynı sonla bitiyor: "O
zamanlar daha mutluyduk.
Ben biraz çalışıp para
kazandıktan sonra
Türkiye'de ev almak ve iş
kurabilmek için gelmiştim
buraya. Ama çocuklar
okula gitmeye, Belçika'ya
alışmava başlayınca onlar
için burada kalmamız
gerektiğini anladık. Onlar
Belçika vatandaşhğına
geçtiler ve bizim geldiğimiz
fakirliğe geri dönmek
istemiyorlar."
Göçün 40'ıncı
yılında Türklerin
Belçika'da
kalıcıhğının
ERDINÇ simgesi olarak
1 / 7 X 1 7
anlamlı bir
davranış ömeği
— — — — gösteren Liege
kenti Vise ilçesi
Cheratte kasabası, 18
Mayıs'ta Mustafa Kemal
Atatürk Caddesi'ne kavuştu.
18 Mayıs Cumartesi günü
Cheratte'ta çakılan 4
"Atatürk Caddesi"
levhasından caddenin iki
başındaki 2'si, aradan 24 saat
geçmeden sökülmüş.
Atatürk düşmanı olmadıklan
ve Atatürk'ü sevdikleri
halde gençlerimiz "Adunız
Türk, soyadımız Türk,
Şimdi de oturduğumoz
sokak adı Türk: Hayatta
bize kimse iş vermez!"
diyorlarmış. Fransa ve
Hollanda'da esen aşın sağ
rüzgârlan, gençlerimizi
korkutuyor. Ancak bu.
Türklerin Belçika'da kalıcı
olduğu gerçeğini
değiştırmiyor.
Türk toplumu doktoru,
mühendisi, avukatı, bilim
adamı, miman, modacısı,
sinema yönebneni ve
akedemisyeniyle her alanda
varlığını hissettirmeye
başladı. Brüksel'de
yabancılann göç
serüvenlerınin sergileneceği
göçün 40. yılı dolayısıyla
açılacak olan "göç müzesi"
girişimi ise diğer bir iddıalı
proje. Acı kahvenin lcırk yıl
hatırı vardır. Ya "acı lark
yıl"ın? Umanm bunun
karşıhğı Fransa, Hollanda ve
Belçika'nın Flaman
bölgesınde olduğu gibi
ırkçıhk olmaz!
J /j/jçffjrtjj \WW10 GüneyKorelihayvanseverler, köpek etindenyapılanyemeklersatan bir res-
111/31141114 J/tZffltZ toranın önünde dün bir protesto eylemi gerçekleştirdiler. Ülkenin köpek eti
endüstrisinin gelişmesinden rahatsızlık duyan hayvan sahipleri Güney Kore'de Dünya Kupası maçiarının yapılmasını fır-
sat bilerek protestolarıyla dünyanın dikkatini bu soruna çekme çabasındalar. Hayvan sahipleri ve hayvanseverler, ey-
lemde, üzerinde Korece "Insanın en iyi dostu köpek" ve "Hayvanlan sevin" yazılı dövizler taşıdılar. (Fotoğraf: REUTERS)
festivalin "Belli Bir Bakış" bölümünde uzun
zamandır beklediğımız bir randevuyu
gerçekleştirirken, Kadri Yurdatap ve başkaru
olduğu SESAM'ın sebatlı çalışmalan sonucu
70 ülkeden, 700 filmin özel gösterildiği 2 bini
satın alıcı 7000 meslek erbabınrn katıldığı
MIF'de 7 Türk filmi "optimum" koşullarda
gösterilip pazarlanıyor. Hayatlannda ilk defa
gelip veya birkaç günlüğüne buralarda turizm
yapanların dil uzatmak gafletıne düşenlerine,
Sayın Yurdatap'ın bu standı kurabilmek için
yıllarca verdigi mücadeleyi ve ona özveriyle
katkıda bulunmuş, bulunmakta olan Kerem,
Arzu ve Claudine gibi genç arkadaşlara
Türkiye'nin teşekkür borçlu olduğunu
hatırlatalım. Acep bu çok "eleşririsel ve
araştırmacı" kışiler, Cannes Festivali
organizasyonu içinde iki üç yıldır çahşan
Bekirhan veya Sinan gibi genç
insanlarımızın varhğıyla ilgilenmişlermidir?
Veya festivalin "Cin'efondation" kısrmna
Isviçre'den, Isviçre Güzei Sanatlar
Yüksekokulu adına "Sürgünde ölüm"
isimli orta metrajlı fihniyle katılan Türkiyeli
Ayten Mutlu Saray'uı Kurt kimliğini niçin
ön plana çıkardıgını "araştırma" gibi bir
çaba göstermişler midir? Vecdi Sayar'ın
haklı olarak altını çizdiği gibi, Atom
Egoyan sayesinde sayfalannda "baldır
bacak şöleni"nden öte bir Cannes
Festivali'nin de olduğunu yazmak zorunda
kalan gazeteler ve dergılerde ne kadar çıkar
bilemeyiz ama 2002 buluşmasının "Cannes
Junior"unda liseli üç gencimiz var. Günce
Demirhisar. Ceyla Altındiş ve Zeynep
Yeşilyurt, festival çerçevesinde 20 yıldır
düzenlenen ve dünyanın çeşitli ülkelerinden,
13-17 yaşlan arasmda Fransızca bilen
gençlerin üyelik yaptığı "Cannes Junior"
jürisine seçildiler. Bu- yanda dünya
gençlerini kaynaştırmak, yakınlaştırmak
adına güzel etkinlikler düzenlenirken öte
yanda genç nesillere "tarihi unutmamak"
adına "nefreti ve dışlamacüığı" aşılamak
herhalde Atom Egoyan gibi büyük bir
yönetmene en az yaraşan bir tavırdı.
Muhtemelen hayatınm en körü fibniyle
Ermeni diyasporasuıa etnik diyetini ödeyen
Egoyan istediğı kadar niyetinin "diyalog"
olduğunu savunsun. Ortaya çıkan, "Militan
diyaspora topiantı" gündemlerini uzatacak
bir "propaganda" filrmnden ileri
gidememiş. Sağlık olsun, bu "liberal"
dünyada ona da yer var. Gerek festivalin ilk
resmi yanşma filmi Fransız-Ermenı
yönetmen Robert Guediguian (Gedikyan),
gerek onu takip eden Amerikah yönetmen
Micbael Moore belgeseli (Festivalde ilk kez
bir belgesel, resmi yanşmaya katıhyordu)
hoş bir rastlantıyla ortak bir müzik
seçmışlerdi. Louis Armstrong'un ünJü
parçası "What a vvonderful world / Ne
Harika Bir Dünya"... Hayal etmek güzel
şey be kardeşim, hiç olmazsa bir sinema
festivali boyunca..
Kasvetli Dachau <da Bergama düşleriIlkyaz güneşini ve bahar sevincini
Almanlar bu sene de doğru dürüst
yaşayamadı! Yağmurlu ve kasvetli hafta
sonlannda ise insanın canı bir sıkıhyor ki,
anlatılır gibi değil. Münih'te
koşturmacalarla geçen cumartesilerin
ardından boşalan sokaklar, insansız
meydanlar ve parklar hüzünleri çoğaltmaya
bire bir... Aslına bakılırsa Münih gibi kültür
etkinliklerinin çok yoğun olduğu bir kentte,
bizimkilerin bulaştığı kültür olaylan pek az.
Durmadan değişen sinema afişleri,
konserler ve dia gösterilen arasında kentin
dışında olmasına karşın bizim için ilginç ve
güzel olan bir konferans da geçenlerde
Dachau'daki Nazi toplama kampının yanı
başında yaşandı. Dachau'daki aydmlardan
oluşan "Forum Republic" adlı çevreci
kuruluşun düzenlediği bu toplantıda ise
konu Bergama ve 12 yıldır orada yaşanan
siyanürle altın olayı idi. Konuşmacı ise
siyanürlü altın dendiğinde akla ilk gelen
isım, alternatif Nobel ödülü sahibi Birsel
Lemke idi. Siyanürle altın elde edilmesine
karşm dünyanın dört bir yanındaki
belgeselleri toplayan, olup biteni izleyen
Lemke sadece Bergama'da değil,
Romanya'da, Guyana ve başka ülkelerdeki
olaylan özetleyip ülkemizde 560 yerdeki
siyanürle madenlerin tekrar
hortlatılmasının yanlışlığını anlattı...
Siyanür gazıyla binlerce Yahudınin
öldürüldüğü Dachau'da bu kez siyanür
yöntemiyle altın elde edilişını
izledik ekranda... Evet, ilginç
olan. konuşmanın yapıldığı
yerdi.(!) Yıllar önce kamptaki
Yahudi esirlerden toplanan
alyanslar ve altın dişlerin donuk
pınltısı gözümüzün önüne
geldi.. Evet, lanetli altının
büyüsü belki de bu! Dachau
gibi uğursuz sessizliğin hüküm sürdüğü,
karannış kül rengi taş evlerin sıralandığı
kasvetli bir köşede Bergama düşleriyle
dopdolu bir geceydi yaşanan... Ve yine
Dachau'da yaşamını sürdüren, iltica
kamplannda çile çekmiş Bergamalı bir
MUNIH
şairin, Cengiz Doğu'nun yanı sıra kampta
rehberlık yapan eşi Lily'nin evsahipliğinde
konuşmalanmızı sürdürdük saatlerce. Evde
vazım için Birsel Hanım aradı. "Ben
Ingiliz babçesine gidiyorum, sana biraz
Anadolu'yu yaşatayım istedim, at
kokulan arasında konuşmaya ne
dersin?" teklifine nasıl hayır denir? Pazar
gününün dinginliği içinde ünlü Ingiliz
bahçelerinde taze biçilmiş
çimen kokusu ve bir de at
kokusu eklenince kendimi
Anadolu'da sanıyorum.
EROL Güneşli bir masada dinlenirken
ÖZKAJV önündeki gazete yığınını
gösterip:"Güya siyanürlü
^ ^ ^ ^ ^ alrınla ülkemiz zengin
olacakmış!" derken muzipçe
gülümsüyor ve La Fontaine'in Masallar
kitabını uzatıyor. Gözlüklerinin üzerinden
bakışlannı bana dikip: "Sana Bergama
köylüleri için uygun düşecek güzellikte
Ezop'tan bir şiir okuyayım" diyor ve
Sabahartin Eyuboğlu'nun dılımize
çevirdiği kitaptan "Çiftçiler ve
Oğullan"nı okuyor: '*2Sengin bir çiftçi,
bakmış ölümü yakın/Çağırmış
oğullannı. demiş ki gizlice -Bu
topraklan satmayın sakın, bir defıne var
tarlanın birinde/atalanmızdan
kalma/Tam yerini söyleyemem amma,
isterseniz arar bulursunuz, zengin
olursunuz/Baba ölünce. oğullar doğru
definenin peşine/Ha şurda, ha burda
derken bütün topraklan geçmiş elden.
Öyle kazmışlar ki her yeri, eskisinden
bol vermiş ekinleri/Defîne mefine
yokmuş amma akılb adammış
baba/Anlatmak istemiş giderayak. define
bulmamn yolu çalışmak. (La Fontaine,
Masallar, s.209) Evet, öyle ya da böyle son
günlerde Alman medyasında da oldukça
gündeme gelen "Bergama olayım"
uzaklarda olsak da bütün duygusallığımızla
izliyoruz! Ve Dachau'daki son toplantıyı
düşünürken Bergama köylülerine
merhabalar yolluyoruz...
erolozkan@hotmail.com
Kusursuz yeni dünyaBirleşmiş MiIIetler'in
projeksiyonlanna göre 2020"de
yüzde 25 artarak, yaşam savaşı
veren 7.5 milyar olacağız ve bu
artışın yüzde 97'si gelişmekte
olan ülkelerden kaynaklanacak.
Su kaynaklanmız, ormanlanmız
ve yaşayan rür sayısı daha da
azalacak. 1.2 milyar insanın
açlık sınınnda yaşadığı dünyada
artan nüfusu doyurmak daha da
zor olacak. Bugün gelişmekte
olan ülkelerde kırsal kesimdeki
insanlar, gelirlerinin yüzde
70'ini gıdaya ayınrken bu oran
ABD'de yüzde 12. Ve bugün her
yıl 5 milyon çocuk 5 yaşma
gelmeden ölüyor yetersiz
beslenmeden.Pirinç, buğday,
mısır üretiminin azalması ve
fiyatlann birazcık artması bile,
daha ciddi sonuçlar doğuracak.
Bu resme bakıp da,
insanoğlunun tanmı daha
üretken kılmak için, daha az
alanda, daha az girdi ile, daha
ucuz, daha dayanıklı üretmek
için çahşmasına karşı ounak
akılhca gelmiyor. Toprağı, suyu
yanlızca mekanik bir üretim
girdisi olarak ele almak zoruma
gitse de, veriler, tanma
teknolojinin yanlızca biçer-
döver ve traktörle değil, daha
çok, ucuz, daha az tanm ilacı
kullanarak, gen aktanmı yoluyla
vitamin ve besin değeri yüksek
ürünler elde etmek için de
girmesi gerekebileceğini
vurguluyor. Ben, Allah'ın işine
TORONTO
BERNA
DEMİRYOL
kanşılmaz
diyenlerden
değilsem de,
bırakalun
istediği gibi
doyursun
bizi, ya da
_ - _ _ _ _ _ _ ı ^ _ _ dovıırmasın
diyordum.
tşin aslı, biz çoktan, doğanın
işine kanşılmaz aşamasını
yüksek performans
gösterdiğimiz yıkıcılığımızla
geçtik. Artık, kendi sebep
olduğumuz yıkımlara aklımızla
çare arayacağız. Bugün 2 milyon
kişi salt pirince dayalı beslenme
nedeniyle A vitamıni
eksikliğinden ölüyorsa ve
biyoteknoloji pirincin genlerine
A vitamini eklemenin yolunu
buldu ise, bu alkışlanmalı mı,
yoksa 2 milyonun ölmesine razı
mı olalım? Doğahn karşıtı gibi
gözüken kimi gelişmelere karşı
olmak yerine, bu gelişmelerin
'doğru' ellerde ne kurruluş
sağlayabileceğini de görmek
gerekiyor. Bu taş kendime, son
zamanlarda mey\e ve sebzelere
düşmanımla karşılaşmışım gibi
bakıyorum. Ve yine bir taraftan,
o susturmaya çahştığım ses,
atomu parçaladınız, ortaya çıkan
enerjiyi yüz binleri yok etmek
için de kullanmadınız mı diye
soruyor. Acaba, bilgi, sadece ona
ulaşabilen zenginin malı mı
olacak, tok daha tok, ama aç
daha da aç? Genetik bilimin
tanma uygulanmasını
destekleyen kuruluşlann savı
olan, fakir Afrika'yı
besleyebilmek hikâyesi, sadece
büyük bir insan laboraruvan
kurabilmek amacmda olabilir
mi. Şimdiden azalan küçük
çiftlikler tükenip, yerini büyük
ölçekli endüstriyel tanm yapan
birkaç marka-firma mı alacak?
Bütün dünya aynı firmanın 18
çeşit domatesinden başkasım
bilmeyecek mi? Çeşitliliği
arttırdığımızı sanırken bir gün
beslenmemizi 3 draje ile mi
tamamlayacağız? Genetik
modifikasyon yapa yapa, hangi
noktadan başladığımızı unutacak
mıyız? Kusursuz Yeni
Dünya'nın senaryosunu