25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 5 OCAK 2002 CUMARTESİ Savaş sonrasında Sovyetlerİkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesiyle Doğu ve Orta Avrupa ülkeleri ve Çin'iyle bir 'Komünist Dünya 9 doğar. Bu komünist dünya 900 milyon insanı içine almaktadır. irinci Dünya Savaşı'nın enönem- li sonuçlanndan biri, 1917 'de Rusya'dasosyalistdevrimidi.Ne var ki, kapitalizme ve onun ideolojisine bu zıt geîişim, tkinci Dünya Savaşı'na kadar, T e k bir ülkeyle*, Sovyetler Bir- liği ile sınırh kalır. Savaşın sona erme- siyle, söz konusu değişim başka ülkele- re de sıçrar. Doğu ve Orta Avrupa ülke- leri ve Çin'iyle bir "Komünist Dünya" doğar. Böylece, çatışmalann sona erme- sinden sonra beş yıl geçmeden bir yek- pare kıta bloku oluşmuşfur: Bu blot El- be'den Büyük Okyanus'a kadar uzan- makta ve yaşam ilkeleri, iktisadi ve sos- yal yapısı, Batı dünyası ile Amerikan dünyasındakilerden temelden farklı 900 milyon insanı içine almaktadır; ve, en azmdan 1956 'ya kadar. dünyanın geri ka- lanındaki ticaret ve ideolojik akımların bütünüyle dışında yaşar hemen hemen ve onunla pek az temas halindedir. Gün gelir, o blok da çalkantılar içine düşer. Sovyetler Blrllğl'nde venlden kurulus Bütün Avrupalı devletler içinde, Sov- yetler Bırliğı. "savaşm en az değiştirdiği Hke"diı kuşkusuz; şu anlamda ki, uğra- dığı korkunç yıkımlara karşın, yeniden yapılışı ve gelişmesi, 1939'dan önceki ay- nı Ukelere ve aynı yönelişe göre olmuş- tur; sosyal alanda olsun, siyasal alanda olsun, geçmişle hiçbir kopukluk görül- mez bu bakımdan. Ülke, savaş öncesin- de hiçbir ülkenin görmediği bir istikrar ve sükûnet dönemini yaşadı; Orta ve Doğu Avrupa'nın derin değişikliklerine uğramadığı gibi. Fransa'da ve îtalya'da sahnelenen siyasal ve sosyal sarsınüla- nn hiçbirini de görmedi. Sovyetler Birliği'nde de, yeniden ku- ruluş Birinci Dünya Savaşı'nın ertesin- de olduğundan daha çabuk oldu. Savaş öncesi üretim düzeyini yakalayabilmek için, 1918 'den sonra sekiz yıl gerekmiş- ti; 1945 'ten sonra ise, onca yıkıntıya kar- şın dört yıl! Birinci Dünya Savaşı 'nın er- tesinde olduğu gibi, bu kez de dış ser- mayeden yoksundu. Savaşuı arkasuıdan Amerikan sermayesi Batı Avnıpa'ya akar ve Sovyetler'le Odünç ve KiraJama an- laşmalan sona erer. Son olarak, eski Müt- tefıklerle Sovyetler arasındaki artan ge- rilim. büyük birorduyu besleme ve önem- li bir silahlanma sanayisini elde tutma zo- runda bırakır ülkeyi; üstelik yeni silah- lar ve atom bombası -Sovyetler ilk atorn bombasını 1949 Eylülünde patlatırlar!- eskisinden çok daha pahalı bir yarışma- yı başlatır. Böylece kalkınma, bu koşul- ların ağırlığını yüklenmek zorunda ka- lır. Öyle de olsa, işler, 1921'dekinden farklıdır: Çünkü devletin elinde çok sa- yıda yönetici. teknisyen, mühendis ve ka- lifiye işçi vardır; bunlar planlı ekonomi- nin yol ve yöntemlerini bilen insanlar- dır. Yenilen ülkelerin ödediği tazrninat- la, işgal edilen ülkelerden sökülüp Sov- yetler'e taşınan fabrika ve makinelerin katkısını da söylemeli. XX. Kongre Doğumlan desteklemek ve böylece savaşın yol açtığı korkunç insan kaybı- nı gidermek için. aileyi koruyan yasalar boşanmalan daha da güçleştirir ve evli- likleri destekler. Dördüncü Beş Yıllık Plan'ınuygulanışı 1950'desonbulduğun- da, sanayi üretimi 1940'taki düzeyi iki katına yakın yakalamıştır: Üretim, ma- lrine ve donanım malzemesi için 1940'ta- kinden yüzde 60, kimyasal ürünler için- se yüzde 80 fazladır. Buna karşılık, tü- ketim maddelerindeki üretim, yünlü ve pamuklular bir yana bırakılırsa, geçmiş plan dönemlerinden daha zayıfhr. 4. Plan'ın dikkat çekici özelliklerinden bi- ri, temel sanayi dallanndaki büyük iler- lemedir; ve Sovyet ekonomisinin çekim merkezi doğuya doğru kayar. 1945 'ten beri kurumlar pek az değiş- mişti. Ancak, StaKn'inölümünün(1953) arkasından, Sovyetler Birliği Komünist Partisi'nin -1956 Şubaündaki- XX. Kong- re'sinden sonra, hemen her alanda oldu- Sovyetler Birliği ^ Niçin ve jm | Nasıl ÇöMpC 1 SERVER TANİLLİ 3 Ofovyetler Birliği'nde 1945'ten ^ beri kurumlar pek az A J değişmişti. Ancak, Stalin'in ölümünün (1953) arkasından, Sovyetler Birliği Komünist Partisi'nin -1956 Şubatındaki- XX. Kongre'sinden sonra, hemen her alanda olduğu gibi, kurumlarda da önemli değişiklikler olur. ğu gibi, kurumlarda da önemli değişik- likler olur. Söz konusu kongrede Kruşçov, bir ra- por okumuştu. Diktatöıiüğe karşı gerçek bir suçlama belgesi idi bu. Onunla be- raber, Lenin'in vasiyetnamesinin yayım- lanması. "kişh/e tapınma*yı mahkûm ederve hükümet birlikte biryönetime dö- nüşür; taşkın bir kişiliğe sahip olan Ni- kita Knışçov'un saf dışı edilmesinden sonra, yönetimin bu niteliği daha da be- lirginleşir. Büyük sosyolog Georges Gurviç'in bir tarusı vardır: "Komünist rejimkrin totaliter niteliği. yerfcştiği ülkenin azge- lişmişliğineya da van-geHşmiştiğine bağ- hdır" der. Bu duşünce doğru ise, Sovyet- ler'deki liberalleşme ekonomi alanında- ki evrime denk düşüyordu. Böylece. de- mokratik ve liberal bir rejimin koşulla- n yaratılmış olur. Gerçi. devletin vesa- yeti sürer: Deviet, ordunun ve polisin sahibidir ve üretim kaynaklannı elinde tuttuğu için. iktisadi yaşama da o hük- meder. Bunun gibi, parti de emredici makamlan ve kilit sektörlerin yönetimi- ni elinde tutmaktadır. Ne var ki, hükü- met ve idaredeki yeni yöntemler yepye- ni bir atmosfer yararmışlardır. Birçok federal bakanlığın kaldınlması ile işçi Sovyetlerinin yetkilerinin arttınlması ve yığınla hizmefin merkezlerden üretim merkezlerine doğru kaydınlması ile. ge- nel yaşamda "tam bir uyamşa" yol açıl- mış olur. Ptanlı sanaylnln başarısı Ekonomikyapıdaki değişiklikler, so- nuçlan bakımından daha da önemlidir- ler. tşletmelerde seçilmiş sendikal komi- telerin yetkileri genişletilerek, yönetici makamlar için adaylar üstüne görüş bil- dirme haklan tanınır. Üretim meclisle- rinin etkisi arttınlarak, kendilerini ilgi- lendiren her sorunu tarbşabilecekleri ka- bul edilir. Bir otuz yıl öncesinden (1929) başlamış olan planlı sanayileşme, başa- nsının da bir sonucu olarak dallanmış bu- daklanmış, yığınla sanayi bakanlığı or- taya çıkmış, ama bu durum işlerin yürü- yüşünü ağırlaştınrken, yukardan aşağı- ya tıkaruklıklara da yol açmıştı. Şimdi, uçsuz-bucaksız bir ülkede dağılmış 200.000 sanayi işletmesi ile 100.000 in- şaat şantiyesine hükmetmesi gereken bu bürokratik birikim, ağırlığı ve pahalılı- ğı göz önünde tutularak, 1957'de söz ko- nusu bakanlıklardan çoğu kaldınlıp, yer- lerine, bölgesel yetkili 105 sovnarkhoz geçirilir. Onlardan her biri, artık şu ya da bu sanayi dalından değil, kendi yörele- rindeki bütün işletmelerden sorumlu idi- ler. Bu "merkeziyetçilikten uzaklaşma" her yönden büyük yarar sağlar. 1958 yılında alınan pek önemli iki ka- rar da şu: Bir yandan, Makine ve Trak- tör Istasyonlannın elinde bulunan trak- tör ve materiyeller, işlerin daha kolay ve rasyonel yürumesi adına, kolhozlara dev- redilirken, öte yandan kolhozlann üre- timinden belli bir miktan teslim zorun- luluğu kaldınlu" ve üretimin ayrıntıla- nnda onlara karar serbestliği tanınır; ay- nca verimli olmayan kolhozlann varh- ğına son verilir. 1966'da 36.300 kolhoz bulunmaktadır. Üretkenlikleri kolhoz- lardan 3 kez daha üstün olan sovhozla- 1953 fle 1958 arasmda yüzde 50'Bk bir flerieme sa^ansa da tanm, Sovyet ekonomisinin gerçekten dar boğaa olarak kalır. nn sayısı da arttınlır, ekilmiş toprak yü- zeyinin yüzde 27'sini onlar ışgal etmek- tedir. 1966-1970 yeni beş yıllıkplan ise, ilk kez olarak. tüketim mallan üretimi- ne, ağır sanayiye oranla daha büyük bir yer verir. Tanm üretimine gelince... 1953 ile 1958 arasmda yüzde 50'lik bir ilerleme sağlansa da, tanrrı, Sovytf ekonomisinin gerçekten dar boğazı olarak kalır. Pa- muk üretimi, tanmın büyük başansı ola- rakgörülse de, tahıl ve hayvancılıkta ay- nı göz doldurucu görünüş yoktur. Sov- yet köylüsünün yıllık üretkenliği, Ame- rikan faraıer'ininkine oranJa pek aşağı- dır; oldukça iyi makineleşmiş bir yapı- ya sahip olsa ve çalışan nüfusun yüzde 38'ini içine alsa da, durum böyledir. Ye- tersizliklerin bir bölümü olarak görüldü- ğü için, gübre sanayisine büyük önem ve- rilir; sulama yatınmlan antınlır. Yeni aranışlar ve defllsen toplum Onlann yanı su^, planlama yöntem- leriyle, ekonominin yönetiminde '^eni aramşlar" dikkatleri çekmektedir: Şiş- kin, kemikleşmiş, çok kez yetkisiz bir ida- reve bürokrasiye yöneJtilen eleştiriler de- netimlerin hafifletilmesi, merkeziyetçi- likten uzaklaşarak işletmelere özerklik sağlanmasıyla, ömeğin işçi ve ücretlile- ri bizzat kendilerinin almalan ile sonuç- lanmıştı. Öte yandan, aralannda fîkir farklılık- lan olsa da Trapeznikov, Arzumanyan, LJbermangibı ıktisatçılardan oiuşan bir ekonomistlerokulu, 1962 'den beri, işlet- menin azami kazancı ve verimliliğini önermekte; fıyatlann oluşumunun öne- mi üstünde ısrar etmekte ve bunun için prim gibi uyancılar öğütlemekte: işlet- melerin genel ekonomi doğrultusunda özerk olmalannın yaşamsal olduğunu belirtmekte?Bretimle istemarasında uy- gunluk sağlamak ve böylece mallann niteliğini yükseltmek amacıyla, üretici- ler ile alıcılar arasında doğrudan ilişki- ler kurulmasını salık vermektedir. Sov- yet toplumu hızla evrilmektedir; sosyal katmanlar arasındaki denge 1945 'ten be- ri bütünüyle değişmiştir. 1928 ile 1963 arasında üç kesimin evrimi. bu değişi- mi nitelemede anlamlıdır. Ayncalıklar Bu gruplar, hatın sayılır bir maddi ya- rar sağlarlar ve içlerinden en az yansı- nın yaşam düzeyi Ban'nın küçük burju- vaasıninki gibidir. Ne var ki, hiçbir grup, en yüksek ücret alanlar bile, ayncalıklı bir sınıf değildir, çünkü ayncahklan tü- ketim alanını geçmez; "künse, geürinin bir bölümünüolsunsermayevedönüştü- remez" ve onlan miras bırakamaz. İçin- de başka gelirlere yol açabilecek bir ser- maye binkiminin imkânsız olduğubir top- lumda, sosyal yükselişin tek yolu yük- sek düzeyde eğitim olmaktadır, yöneti- ci görevlerin anahtarlannı o sağlamak- tadır. Ne var ki. bunun da sorunlan var- dır. Özetlemek gerekirse, "StaMn'in et- kflerinden anndırma" (destalinisation), ıçerde gerçekten bir yumuşamaya yol açmış, ama buna karşın proletarya dik- tatörlüğüne dokunmamış ya da toplu- mun yapısını değiştirmemiştir. Söz ko- nusu gelişme, dışanda da bir yumuşama- yı getirerek dünya üzerindeki güç ilişki- lerinin değişmesini hızlandırmıştır. Bu yumuşamaya katkıda bulunan bir şey de, her toplumun sosyalizme varmak için -parlamenter yol da içinde olmak üze- re- kendine özgü yöntemleri kullanabi- leceğinin XX. Kongre'ce tanınmasıdır. Bundan böyle. başka ilerici partilerle sü- rekli yakınlaşma söz konusu olabilecek- tir; çoğu Asya, Afrika ve hatta Avrupa ülkesinin izlediği, dış politikada yansız- lık siyasetine evet denilmiş ve ulusal ko- münist partiler de aralannda doğrudan ilişki kurmakta serbest bırakılmışlardır. Ne var ki tıkanıklıklar da baş göster- mekte gecikmezler. YARIN: SİYASAL VE İKTİSADİ TIKANIKLIKLAR Rektör seçimi ve ötesi (iıi) Prof. Dr. GENÇAY GÜRSOY 10 Aralık 2001 Pazartesi günü yapılan seçimle- rin Istanbul Üniversitesi öğretim üyelerinin eğilim- lerini doğru bir şekilde yansıttığını ve alışılmış ifa- desiyle, Istanbul Üniversitesi'nin kendine "layık" bir tercihte bulunduğunu söyleyebiliriz. Prof. Alemdaroğlu'nun seçimden galip çıkma- sını, sadece >ukanda özetlediğim psikolojik or- tamla açıklayabilir miyiz? Belki de bu yetmez. Ufak bir aynntıdan da bu arada söz etmek gerekir: Prof. Alemdaroğlu, tıp fakültelerinde seçim pro- pagandası için öğretim üyeleriyle konuşurken, dö- nersermaye gelirlerinin kendi döneminde arttığı- nı ve kriz ortamına karşın, azalma olmadığını ifa- de etmeyi ihmal etmemişti. Bu ifadede saklı olan ima'nın, öğretim üyelerinin tercihlerinde belli bir oranda rol oynamış olabileceğini düşünebiliriz. "Yaşadığımız ortamda bunlar olağan şeylerdir._" Artık kamuoyunca da çok iyi bilinen. Istanbul Cniversitesi rektör seçimlerini, önemli bir oy far- kıyla Prof. Alemdaroğlu önde bitirdi. Gerçi boş oy- lan da katarsak, muhaliflerin toplamı 1000"e yak- laşıyordu ama Alemdaroğlu'nun oy oranı yüzde 50'nin epey üzerindeydi. Doğrusu üniversite profilini iyi tanıyan "muha- lif" bir öğretim üyesi olarak hiç şaşırtıcı bulmadı- ğım, seçim sonuçlannı içime sindirmeye çalışırken rektör Alemdaroğlu'nun, bu görece başandan son- ra, seçim atmosferini gerginleştiren çıkışlardan hızla uzaklaşacağını düşünüyordum. Bunun için en iyi fırsat, sonuçlann açıklanmasının ardından ya- pacağı konuşma olabilirdi. Bu konuşmada, centilmence ve gönülaiıcı bir üslüp tutturabilirse, bugüne kadarki tavırlannı göz- den geçireceğine dair olumlu bir ipucu verebilir- dı. Açıkçası evimde seçim sonuçlannı televizyon ekranından izlerken bu beklentiler içindeydim. So- nuçlar ilan edildi, kamera ön sıraya odakiandı ve rektör Alemdaroğlu yerinden doğrularak "10. Yıl Marşı"nı söylemeye başladi. Bu arada bir yandan da, vaktiyle Dogramacı'nın Demirel'e fahri dok- tora unvanı verilirken yapt^ğı gibi, el kol işaretle- riyle salondakileri hareketlendirmeye çalışıyordu. Bu marş çağnsının rektörlük seçimine ne kadar uy- gun düştüğü tartışma götürse de, spontan bir he- yecan patlaması olsaydı, bir dereceye kadar hoş- görülebilirdi. Ama hayır, Prof. Alemdaroğlu, kendi icadı olan "rektörfük meydan savBşı"nı ilan ederken verdiği bir sözü yenne getiriyordu: "11 Aralık günü Istan- bul Ünrversitesi'nde ya 10. Yıl Marşı ya da bilmem ne marşı(?) söyJenecek.'* Prof. Alemdaroğlu 11 Aralık'ı bekleyememiş ve seçim sonuçlan ilan edi- lir edilmez marşa başlamıştı. Televizyonlann bu tür müsamereleri baştacı etme eğilimine karşın, haber sunucusu bu kadannı kaldıramadı ve "OÎmadı ho- cam!" diyerek gösteriye son verdi. 13 Aralık Perşembe günü YÖK'te yapılan oyla- ma ile üniversitedeki seçimden gelen sonuçlar ne- redeyse tersyüz edilerek 1. sıraya 13 oy alan Prof. Uçak, 2. sıraya 1268 oy alan Prof. Alemdaroğlu. 3. sıraya ise 886 oy alan Prof. Pariak yerleştirildi. Bu garip sonuç kamuoyunda doğal olarak tepkiy- le karşılandı. Prof. Alemdaroğlu'nu destekleyen kö- şe yazarlannın sayısı daha da arttı. Medya neredey- se koro halinde YÖK'ten gelen bu sonucu Prof. Alemdaroğlu'na karşı tezgâhlanan bir komplo ola- rak değerlendirdi. Seçim sırasında bir YOK üye- sinin, "Alemdaroğlu ancakcesedimiçiğneyereküs- teyegirebflir'' dediği gibi sansasyonel, uydurma ha- ber üretenler bile oldu. (S. Usar, D. Erdem - Star). Alemdaroğlu'nu destekleyen köşe yazarlaruıın he- men hepsi, bu sonuçtan Cumhurbaşkanı'nın YÖK'e atadığı son 5 üyeyi sorumlu tutuyor ve Cumhur- başkanı'nı bu vahim hatayı düzeltmeye davet edi- yorlardı. Genellikte askeri konularda yazı yazanMehmet Ali Kışlah ise, YÖK Başkanı Gûrüz'le, Alemda- roğlu'nu laikliktemelinde özdeşleştirerek: "YÖK tarafından inandıncılığı olmayan oybuna yönte- miyle ikinci sıraya irilen Alemdaroğlu'nun Çanka- ya'da seçilmemesi ciddi bir sorun çıkaracaktır. Buna Gürfiz'e karşı antipati duyduğu öne sürü- len Cumhurbaşkanı'nın sebebhet \enneyeceğini sa- myorum" diyordu (18 Aralık 2001 Radikal). SÜRECEK CUMARTESİ YAZ1LARI ATAOL BEHRAMOĞLU YMHrYinkkGiiıünde Bu haftaki cumartesi yazımı bugün (salı), yeni bir yılın, 2002'nin ilk gününde yazıyorum. Doğum yılımın son rakamı 2 olduğu için sonu bu rakamla biten yıllar, benimle aynı durumda olanlar gibi, benim için de geride bir on yılı (daha) bırakmak anlamına geliyor... Ama bu yazıda sözünü etmek istediğim ne geride kalan on yılın dökiimü ne de iştemeye başlayan (varsayımsal) yeni biron yıla ilişkin öznel duygular, düşünceler... Sizlere, şu sıralarda okumakta olduğum üç kitaptan söz etmek istiyorum... ••• Bunlardan ilki, geçen yazdan beri ince eleyip sık dokuyarak, notlar alarak okuduğum bir krtap: "777e Truth ofPoetry" ('Şiirin Hakikati", "ŞiirztekiHakikat", "Şiir ve Hakikat" diye çevrilebilir. Yazarı, M. Hamburger) Bu krtap, benzeri başka kitaplargibi, belli ki benim için belki her zaman arada bir göz atacağım birel kitabı olacak. M. Hamburger, 1924 Berlin doğumlu bir Ingiliz şair-düşünür. 1969yılında yayınlanan kitabında Baudelaire'den 1950'lere "modem" şiirin öyküsünü anlatıyor. Şiirin (ve şairin) dille, ahlâkla, politikayla ilişkisi konusunda bir başyapıt. Doğrusunu söylemem gerekirse Hamburger'in irdeledigi sorunlardan pek çoğu benim için yabancı ya da çok yeni değil. Ama (okumayı sürdürmekte olduğum) bu kitap bilgi alanımı genişletiyor ve düşündüklerimde derinleşmemi sağlıyor. "Şiirin Hakikati"y\e ilgili olarak bu yazıda asıl değinmek istediğim ise Hamburger'in çalışmasının bana, bizde belki her konuda olduğu gibi bu konularda da nasıl yüzeysel bilgilerle yetinildiğini bir kez daha göstermekte oluşu. Bir küçük örnek: Fransız şairi Mallarme'nin "şiir sözcüklerle yazılır" sözü dillere "persenk" olmuştur. (Yanlış anımsamıyorsam eğer ressam Degat'yasoytenmiş bu sözün aslı "şiirdüşüncelerie (niyetlerle) değil sözcüklerle yazılır" olmalı.) Mallarme'nin böylece, şiirde dilin (sözcüklerin) araç olmadığına, ondan daha fazla bir şey olduğuna, sanatsal yaratıda (çalışmada) "malzeme"nin malzemeden dahafazla birşey olduğuna işaret ettiği çok açık. Peki Fransız şairin sözlerini papağan gibi yinelemekte ve bu sözlerden yola çıkarak şiirde "anlam"\ yadsımaktaolan şairierimizden ya da şiir üstüne düşünenlerimizden kaç kişi, "şiirdeanlam" kavramının kendine özgülüğü ve öğeleri üstünde ciddi olarak kafa yormuştur? Şiiri sözcüğe, yapıya, tekniğe indirgemek hevesinde olanlardan kaçı, modern şiiralanında bu konulardaki felsefi, ahlâki, politik, dilbilimsel vb. tartışmalardan haberlidir? (Hamburger'in değindiği konular bizim edebiyatmız bakımından güncelliğıni koruyor. Bu kitaba zaman zaman döneceğim. Kitabın bana sağladığı ilginç bir bilgi, faşist ideolojı ve şairier konusunda Ezra Pound'a fazlaca haksızlık yapılmış olduğu... Çünkü bu konuda Pound, tek değil. Adlarını burada sıralamaya gerek duymadığım çok sayıda 'modem" şair, faşizmin ve nazizmin yükseliş yıllannda, bu ideolojilere yakınlık duyuyor ya da en azından, bu ideolojilerle ilgili olarak yansızlığını koruyor. Bu olgu, başlı başına, ayn bir inceleme konusu.) • • • Yeni biryılın ilk gününde sözünü etmek istediğim ikinci kitap, "Çocukluğun Yokoluşu" adını taşıyor... Amerikalı eğitim ve iletişim kuramcısı, öğretim üyesi Nei Postman'ın yaprtının ülkemizde yayınlanış tarihi 1995. (Imge Kitabevı, çeviren Kemai Inal.) Amerikalı araştırmacı kitabında, "çocukluk" olgusunu irdelerken, kavramın tarihini gözlerönüne seriyor. Hiçbir şeyin mutlak olmadığını, sözgelimi "çocukluk fikri"n\n bir Rönesans ürünü olduğunu, eski Yunan ve Roma'da ipuçlannı görebıldiğimiz bu kavramın ortaçağlarda tümüyle yok olup Rönesans'la (özellikle de matbaa makinesinin icadıyia, yetişkinler dünyasıyla çocukluk dünyasının kavramlar ve olgular düzeyınde birbirinden aynlmasıyla) oluştuğunu ve içinde bulunduğumuz "elektronik medya" çağında çocukluğun yokoluş sürecine girdiğini gösteriyor... Postman'ın kitabı, mutlak sandığımız kavramlann da birden ortaya çıkmadığını, değişim süreçlerinden geçtiğini ve bir ömürieri olduğunu göstermekle, çarpıcı ve önemli... Peki, böyle kaygan birzeminde insanın rolü nedir, bundan daöte, insan nedir? Postman'ın amacı belki varoluşa ilişkin sorular sordurmak değil. O, çocukluğun yokoluşuyla ve yokolmaması gerektiğiyle ilgili... Herkesin, özellikle de kendi mutlak varoluşlarıyla kibirii ve mutlu kimselerin öncelikle okuması gereken bu kitaptan da daha sonra, daha aynntılı söz etmek isterim. • • • Ve üçüncü bir kitap: "Hazreti Muhammed". (Yazan Maxim Rodinson, çeviren Attila Tokatiı, Sosyal Yayınlar, 1994) İlk basımı belki daha da önceki yıllarda yapılan kitabı ancak şimdi okuyorum. Daha giriş sayfalannda, bildiğimizi sandığımız ama üzerinde yeterince düşündüğümüzü sanmadığım bir gerçeği görüyoruz: "Kuran", belli bir tarihsel dönemin, belli birtoplumunvetoplumsalilişkilerin ürünüdür. Arap tarihi, o bölgenin coğrafyası, gelenekleri, insan ilişkileri bilinmeksizin bu yapıt anlaşılamaz. Bizde, çoğu kez aydınlar arasında bile, islam dini bir inanç sistemi olarak kabul ya da reddedilir. Oysa yapılması gereken, her şey gibi, bu inancı, kitabını ve peygamberini de toplumsal- tarihsel-kültürel birolgu olarak öğrenip anlamak... • • • Yeni biryılın ilk günü ve apayn üç konuda üç kitap. Bilgilendiren, yüzeysel düşüncelerleyetinmemeye, alışılmış düşünce kalıplarını kırmaya zorlayan... Her yeni başlangıcın, bizi kendi yaşamlarımız, toplumumuz ve bütün bir insanlık üstüne daha derinliğine düşünmeye yönlendirmesi umuduyla... e-posta: ataolb(gcumhuriyet.com.tr Faks:0212-513 85 95 KADIKÖY 2. SULH HUKÜK MAHKEMESt'NDEN Dosya No: 2001/915 Vası Tay. Mahkemeraizce verilen 11. 12.2001 tarih ve 2001/915- 1007 E.K. sayılı ilamı ile Fatih, Kariye, C:38, H:478'de nüftısa kayıtlı Mehmet ve Zeliha kızı 1338 d.lu Fatma Müzeyyen Selli M.K. 355. maddesi gereğince rahatsızlığı sebebiyle vesayet altına alınarak kendisıne Sıdıka Nazan Çıftçıoğlu vasi tayin edilmiş- tir. Keyfiyet ilan olunur. 25.12.2001 Basın: 1
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear