14 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
16 ŞUBAT 2001 CUMA CUMHURİYET SAYFA il. U l \ kultur@cumhuriyet.com.tr 15 Sistemi nedenlerden çok sonuçlanyla sorgulayan Komser Şekspir gösterimde PamukPrenses kamkola düşeıse... Komser Şekspir'de Inanır kızuu tnutlu etme>e çalışan baba roiünde. CUMHURCANBAZOĞLU Gösterime giriş tarihi iki kez değiş- tirilen, müziğiyle ilgili birtakım sorun- lar nedeniyle hazırhğı uzayan Komser Şekspır, Vizontele'yle iki haftalık bir aralık bıraktıktan sonra bugûn seyirci karşısına çıkıyor. Film, sistemle vatandaş arasındaki ıstıraplı ilişkiye raatrak gözle bakma- yı çok seven Sinan Çetin'in, Beyoğ- lu'nun orta yerine kurularak anlattığı, absürd bir dil yakalamayı ve şartlanma- lann, sloganlann dışında hareket sa- hası bulmayı denediği bir masal. Mizahı da kafalara çakılmış karakol atmosferindeki kontrastlar ve diyalog- larla anyor ama sonuç, Bay E kadar ol- masa da, zayıf. Bu anlamda Çetin'e ağır eleştiriler yöneltmek anlamsız; ca- nı fılm yapmak istemış ve geldiği nok- tadan sistem ne derece 'derin' görünü- yorsa onu anlatmış. Çetin için yıne ne- den değil sonuç önemli. Atatûrk'e yakaran polis figürû, An- kara'ya kâğıtlan çevirip ilginç bir ad- rese yerleştirmesini öneren 'uyanmış' komiser Cemil gibi tribüne oynayan birçok beylik yorumu ve tiplemısi var fılmın. Komser Şefcsplr/ Yönetmen: Sinan Çetin/ Senaryo: Mesut Ceylan/ Görüntü. Kamil Çetin/ Müzik: Ömer Özgür/ Oyunculan Kadir Inanır, Özkan Uğur, Okan Bayülgen, Müjde Ar, Gazanfer Ozcan, Pelin Batu, Mesut Ceylan, Zaven Çiğdemlioğlu, Hayrettin Ünverdi/ 2000, Türkiye yapımı/115dakika. Komser Şekspir, Tatû'nûn (Bayül- gen) yolun ortasında yaşamın aslında bir yanılsama olduğunu anımsatan 'What is Matm ulan bu' sözleriyle açı- lıyor. Ardından Beyoğlu'nda bır kara- kola çevriliyor kamera. Başkomiser hastaneye yatuıca vekâlet eden komi- ser Cemil'in (Inanır) liseli kızı (Batu) Pamuk Prenses ve Yedı Cüceler'in pro- valan sırasmda fenalaşıyor. Kız kan kanseri ve hassas durumun- dan ötürü oyundaki rolü elinden alını- yor. Komiser baba, kızını yaşama bağ- lamak için ne yapması gerektiğını dü- şünürken çeşitlı talihsizlikler, suçlar, terslikler sonucu karakola düşmüşler- den bir tiyatro kumpanyası kurmak, demirparmaklıklann ardında yapıla- cak provalardan sonra Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler'i oynatmak geliyor ak- hna.Küçûklüğûnde Hayaticık adıyla filmlerde oynamış Tatû yönetmenliğe soyunuyor. Tinerci genç (Ceylan) prens, hayat kadını Deniz (Ar) kötü kraliçe, 'Türküm, Doğruyum, Memurum, Açun' şeklınde sakıncalı pankart taşı- yan memur (Çiğdemlioğhı) cellat olu- yor, komserin kızı da Pamuk Prenses. Ekipten, özellikle kötü kraliçe fazla nazara geliyor ve oyunun prömiyerine kadar fahişe Denız'den mafya babası Danyal'a ve komiser Cemil'e dek üç kez el değiştiriyor... Başta Ozkan Uğur olmak üzere oyuncular başanlı; teknik açıdan da ışık, renk kullanımı ve ritmi bir an bile kendi haline bırakmayan kurgu üst düzeyde. Eğlenmek, Kadir tnanır'ı kadın giysileri içinde, Müjde Ar'ı da art arda üçüncü kez dekoltesi geniş fahişe yorumunda, Okan Bayül- gen'i de Matrixvari bir rolde görmek ıstiyorsanız Komiser Şekspir size gö- re; gerisi ise reklamlardan firlamış sa- nal film gibi bir film... 7 yıl sonra setlere dönen Philip Kaufman, Marquise De Sadeh anlatıyor ünaha tutkun sivri kalem Düşlerln EfendlSl-OulllS/ Yönetmen: Philip Kaufman/ Senaryo: Doug VVrigmV Görüntü: Rogier Stoffer/ Müzik: Stephen VVarbeck/ Oyuncular: Geoffrey Rush, Joaquin Phoenix, Kate VVinslet, - Michael Caine/ 2000, ABD yaptmı/124 dakika. 'Olay fihnler'in yönetmeni Philip Kaufman (Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği, Henry ve June) yedi yıl setlerden uzak kaldıktan sonra (1993'te Ri- sing Sun'ı çekmişti) bu kez de 'sadizm' kuramına ismini ver- miş, 'kötûlükler abidesi', şey- tarun dostu, Fransız yazar Mar- quisede Sade'ın çarpıcı öykü- süne el atmış. Konu zengin, derin ve dö- nem çok ilginç; Fransız Dev- rimi'ni takip eden yıllarda sistemin izin verdıği ölçüde belli bir özgürlük söz konusu.« Ancak iş ahlaksal yapıyı zor- layınca sistem acımasız. Kanını mürekkep yapıyor Marquise de Sade'ın, ruhu- nun derinliklerinden taşıdığı duygu yoğun, birçoklanna gö- re sapıkça, insanın hayvansal yanlannı deşen 'günahkâr' ya- zılan yüzünden başı derde gi- rince Charelton'daki bir çeşit şato görünümündeki akıl has- tanesine kapatıhyor. Hastanenın rahibi Coulnier (Phoenix), içindeki şeytandan kurtulması için Sade'e (Rush) yardımayeltenıyor. Sade'ın öy- küleri, yazılan onlan dışan ta- şıyan, kendine âşık ettığı, elde etmek için rahiple çekiştiği ça- maşırcı kızın (Wmslet) yardı- mıyla Paris'te yayımlanmaya başlıyor. Durumu göreh Napolyon, toplumun ahlakını ters yüz et- tiğı inancıyla bu yapıtlann ya- kılmasını, De Sade'ın da orta- dan kaldınhnasını istıyor. An- cak öldürülmesinin hata oldu- ğu söylenince bu kez onu kont- rol etmesı, çarpık duygulann nasıl yeşerdiğini ıncelemesı için zalim doktor Royer-Col- lard'ı (Caine) görevlendiriyor... Bu arada kâğıt kalem veril- mesi yasaklanan De Sade, var- lığının birincil eylemini sürdü- rebilmek için önce kemiği şa- raba batınp yazıyor, ardından da kanıyla çarşafa ya ya dışkısıyla duvarlara aktanyor kafasındakileri... Kuştüyü kalem Yabancı ismiyle Quflls (kuş tüyü kalem) tabulan zorlayan, düşüncelenyle belki de bır ay- na işlevı gören önemli, sıradışı bir düşünürü fazla derine ine- medengetiriyor gündeme. Daha önce de bır dızi 'ga- rip adam'ı canlandıran Geoff- rey Rush'un oyunculuğunda pek bir sorun yok. Ancak Kaufman'ın neyi, ne derece anlatacağına karar ve- rememesi, trajedi ile kome- dinin dozunu rutturamaması, ifade özgürlüğüyle sapkınlıktan hangisini fazla önemseyeceğıni ölçememesi fılmı sezonun en iyilennden biri yapamıyor. Bu yıl Berlin Film Festıva- li'nde ilgıyle karşılanan ve ge- len haberlere bakıhrsa Avru- pa'da birçok ülkede kıliseyle başı derde gireceği anlaşılan filmın, daha şimdiden Nati- onal Board Of Revievv'den en iyi film ve en iyi yardımcı er- kek oyuncu (Joaquin Phoenn) ödüllen var. Shine'daki sıradışı oyunuyla uluslararası üne ulaşan L>eoffre>- Rush, bu kez Ehişlerin Efendisi'ndeki rolûyie Oscar adayL JZLEYİCİ CÖZÜYLE ERDAL ÂTABEK 'Içimizdekiçocuk'la karşdaşınca.Sekiz yaşındaki çocuk halimizle karşılaşırsak neler olur? Şimdi kırk yaşımızda olsak, biz 32 yıl boyunca neler olduğunu biliriz ama sekiz yaşındaki halimiz bu yaşa nasıl geldiğimizi bi- lemez. Şimdiki halimiz sekiz yaşımız için şaşır- tıcı, umut lancıdır. Sekiz yaşındaki halimiz de kırk yaşımızdan bakınca, pek çaresiz, zavallı, sı- kıntılar içindeki bir bacaksız olarak görünür. "İçimizdeki Çocuk" adı verilen "Dfeney's The Kid" fümi bu tema üzerine kurulmuş. Russ Duritz ile kırk yaşında tamştığımız za- man (Bruce Willis) başanlı bir "imaj kreatö- rü"dür. Uzmanlığı gereği gördüğü her şeyin na- sıl göriindüğüne bakacak, neler değişirse yeni ve daha etkili bir imaj kazanacağını bulacak, yara- tıcıhğını ortaya koyacaktır. Kazancı çok iyidir, sosyal durumu daparlak görünmektedir. Bu du- rumun sonucu olarak da psikolojik açıdan "Ken- dini beğenmekte,oldukça bendl davraraşlaria ha- • reket etmekte, çe\Tesinden çok şey isteyip az şey vermeyi doğru bulmaktadır.'' Tipik bir başanlı erişkin portresidir bu. Ama bu kendine güveni evine girdıği anlaşı- lan birisi tarafından sarsılır. Her türlü güvenlik donanımı tarafından korunan gösterişli evine "bÜTsi" nasıl olup da girivermiştir. Bir de oyun- cak uçak bırakılmış ornıası nasıl bir iştir? Bu *an- laşılmaziş" sonradan aydmlanacaknr. Evine gi- ren, sekiz yaşındaki kendisidir, küçük Rusty'dir. Oyuncak uçak da bir gün pılot olma hayalini an- latmaktadır. Doğrusu, birbirlerini hiç beğenmezler. Küçük Rusty, böyle büyüdükten sonra neden pilot ola- madığını bir türlü anlayamaz. Üsteük de kırk ya- şına geldiği halde karısı da yoktur, bir köpeği de. Sevimli ama dûşûndürûcü bir komedi fOoıL Böyle bir gelecek için mi büyümüş, bunca sı- kıntılan aşmaya çalışmıştır? Onun bu tutumu da imaj yaratıcısı Russ'ı düşündürmeye başlamış- tır. Pek parlak bulduğu hayatını sekiz yaşında- ki haliyle gördüğü zaman belki de sandığı ka- dar parlak olmadığını düşünmeye başlar. Hele de o unuttuğu çocukluğunu yakından görünce büsbütün şaşınr. Çünkü sekiz yaşındaki hayatı hiç de parlak bir çocukluk değildir. Annesi has- tadır, sinirli ve öfkeli babasını anımsar. Baba küçük Rus-TV'ye kızmaktadır. Çünkü çok sev- diği kansının öhnesinden korkmakta, küçük bir çocuğu nasıl büyüteceğini bümemektedir. Okul- da da şişman, abullabut bir çocuktur, sakardır ve yaramaz arkadaşlan tarafından oyuna getiril- mekte, dövühuektedir ve ne yapacağmı bileme- mektedir. Çocukluğumuzda umutlannuz vardır, büyü- düğümüz zaman da deneyimlerirniz. Russ, çocukluğuyla böyle yüz yüze karşılaş- tığı zaman çektiği sıkmtılan da yeniden yaşar. Hayat hep "kendi üstünlüğünü kanıdamakiçuı çabalamak" değildir. tnsan hayatında üısanca, çocukça zayıflıklar da vardır, başansızlıklar da. Hayat bunlarla bir bütündür, insan çevresiyle mutlu olmayı da öğrenmeüdir. Yardımcısı Amy zeki, hoş ve çalışkan bir genç kadmdn- ve belki de kendinden başka insanlara da bakmasımn za- manı gelmişnr. îmaj kreatörü Russ, çocukluğu Rusty'nin yar- dımıyla artık kendisine yeniden bakmâyı öğren- mektedir? "Içindekiçocuk"tanbakıncaneleri yi- tirdiğini yavaş yavaş görecektir. Hayata yeni- den bakmayı öğrenecek midir, bir kansı, bir kö- peği olacak mıdır? Bunlan fümi izlerseniz gö- receksiniz. Siz de fihnle birlikte kendi çocuk- luğunuzu düşünürseniz belki de filmden asıl al- manız gerekeni alrruş olacaksıruz. Amerikan film endüstrisi elbette sürekli füm yapması gereken bir üretim bandı. Bu nedenle de endüstrinin özelliklerini taşıyor. Ama bir fil- min "düşünülmesi"nden başlayarak, "dokusu- nun oluştunüması n , "karakterlerin çizümesi", "o!ay akışınm sağlanmaa'", "smema düı T> nin kul- lanılması açısmdan incelenmesi, işin sanatsal yamnı da ortaya koyuyor. Basit görünen bir film yapmak bile çok incelik isteyen bir iş. Kendini- zi çok etkileyici parlak bir füme değil de, sevim- li ama düşündürücü bir komediye hazır hisset- tiğiniz zaman görürseniz daha iyi olur. KEDt GÖZÜ VECDt SAYAR Knım'la Berlin Potsdamer Platz'da kediler koşuşturuyor. Bir salondan ötekine, yeni filmler, yeni serüvenler pe- şinde. Günlerden 14 Şubat. Sevgiüler Günü. Ke- diniz yalnız. Sevgilisi uzaklarda... Potsdamer Platz, Berlin'in yeni merkezi. Doğuy- la Batı aynlmadan da öyleymiş. Avrupa'nın en gös- terişli meydanlanndan biriymiş burası. Sonra, du- var geçmiş ortasından. Şimdi yeniden eski görke- mine kavuşturmaya çalışıyor Almanlar. Berlin'e hem yeni bir iş merkezi, hem de yeni bir küttür mer- kezi kazandırarak. Beriinale Palast adlı muhteşem tiyatro-sinema salonu, Alman Sinema Muzesi'nin, Bertin Sinema Akademisi'nin ve çok salonlu sine- ma kompleksınin yer aldığı Sony Center, Avrupa Film Pazan'nın yerleştiği Mercedes binası ve bir meydanı çepeçevre kuşatmış modern mimarlık ömeklerinin içinde yer alan diğer sinema salonla- n. Kısacası kediler için bir düşler ülkesi... Bu ülkeye ilk gelişim, yirmidört yıl önceydi. Hem Dogu'yu, hem de Batı'yı görmüş, iki sistemin olum- lu ve olumsuz yanlannı karşılaştırmak olanağı bul- muştum. Batılı kediler bumundan kıl aldırmıyordu. Berlinli olmak bir ayncalıktı çünkü. Doğulu ksdiler ise daha munis. Dostluk onlar için çok önemliydi. Ama, mutsuzdular. Hem de çok mutsuz. Batıda- ki kediler gibi olabilmek, onlar gibi 'özgür' yaşa- mak istiyorlardı. Şimdi, artık bir duvar yok arala- nnda. Ama gene de çok mutlu görünmüyoriar. Sanki çok da iç içe yaşamıyor gibiler. Dar gelirli Ba- tılı kedilerin Doguda ev kiraladığını biliyorum ama Batıya taşınmış Doğulu kedilerin sayısı pek fazla değil. Ya bizimkiler diyeceksiniz, onlann yaşamın- da değişen bir şeyler var mı? Var, elbette. Bir de- fa, artık kentin her yerindeler. Kreutzberg'le sınırlı değil mekânlan. Sonra, üçüncü kuşak artık iyice 'entegre' olmuş içinde yaşadığı topluma. Bu iyi bir şey ama kötü tarafı yok mu? Var elbette. Ülkele- rinden ve külturterinden alabildiğine uzaklaşmtş Ber- lin'in gençleri. Türk televizyonlan, Türk filmleri on- lan tatmin etmıyor artık. Alman arkadaşlan nasıl ya- şıyorsa onlar da öyle yaşamaya çalışıyoriar. Burada yeni bir arkadaş edındım. Akşamlan eve gelince uzun uzun sohbet ediyoruz onunla. Adı 70- zım'. Yaşı daepeyce geçkin. AmagözJeri öyle gü- ze! ki... Güner Yüreklik'le 17 yıldır beraberlermiş. Daha bir kaç haftalıkken Güner'le yaşamaya baş- lamış. Tabii, o günden bu yana iyi bir Cumhuriyet okuru ve Güner'siz bir yaşam düşünemiyor. Gü- ner, bilgisayarda yazılannı yazarken ilk okuyan o oluyor. Ne var ki son günlerde aklı biraz kanşmış gibi. Gece bir onun yatağına gidiyor, bir benim ya- tağıma... Kızım'ın ilksorusu, "Festivalde Türkiye'den film varmı"o\du. "Yok, ne yazık ki" dedim, "ama Tür- kiye kökenli pek çok kedinin uluslararası arenada yeraldığını görmek de önemli". Ferzan Özpetek'in "CaM Pe/77er"inin, Berlin'de Italya adına yanşma- sı, Serra Yılmaz'ın aynı filmdeki roluyle büyük be- ğeni kazanması az şey mi? Ya, Uluslararası Jüri'de Almanya'yı temsil eden Fatih Akın'ın başansına ne demeli? 'Genç Alman Sineması' botümünde- ki "Güzel Bir Gün" (Der schone Tag) adlı film de Thomas Arslan imzasını taşıyor. Peki Türkiye ne yapıyor? Orta Asya'daki ırkdaş- lanmıza sahip çıkmayı düşünüyor ama, bu genç- lere destek olmayı düşünmüyor. Olsun, onlar siz istemeseniz de, ana vatanlannı en iyi biçimde tem- sil edıyortar. Eskiden olduğu gibi bıze aynlan kul- varlarda değil Avrupalılann kendi kulvarlannda ko- şarak... Işte bunlan konşutuk Kızım'la, uzun Ber- lin gecelerinde. "Son birsoru daha soracağım" dedi Kızım, "Av- rupa Film Pazan'na bir kez senin gayretlerin so- nucu katılmıştı Türidye. Neden an\ası gelmedi?* Elbette, bizim bürokratlan ve sıyasileri tanıma- dığından soruyor bu soruyu. (Kendısı Berlin doğum- lu ve kısa tüylü Avrupa cinsindendir). Nerden bil- sin bizim ülkenin kendine özgü kurallannı? Avru- pa'ya bizi almıyorlar diye çırpınınz ama, Avrupa ül- keleri arasında, eşit koşullarda yer alabileceğimiz platformlardan uzak dururuz. Tabii ki, bunu temel nedeni uzmanlığa saygı duymamaktır. Bu ülkenin milyonlarca dolara tanıtıma aynlır, çoğu çarçur olur gider... Ama Berlin'de Avrupa Film Pazan'na katı- larak Türk sinemasının son ürünlerini dünyaya ta- nrtmak, resmi programa ülkemizden seçilen film olmasa da jüride ve yanşmada yer alan Türkiye ko- kenli sinemacılar onurunda bir kokteyl düzenlemek, sinemamızı tanıtan bir broşür dağıtmak (ütvanya bile yapıyor bunu) kimsenin aklına gelmez... Berlin'de bir "Türk Kültür Merkezi" vardır. Yük- luce bir kira ve personel gıden vardır bu merke- zin... Aynca, Başbakanlığa bağlı Tanıtma Fonu'nun da sürekli bır temsılcısı görev yapar elçilikte. (Sa- bancı'nın ihtiyacı yoktur oysa böyle bir görevliye, Berlin'de sergisini açabilmek için). Peki, kültürü- müzü Almanya'ya tanrtmak adına ne üretir bu bi- nalar, bu baylar? Yoksa, Türkün Türke propagan- dasını yapmakla mı yetinirter? Saksofonctı Buddy Tate ötdü • WASHINGTON (AA) - Caz dünyasınm ünlü tenor saksofonculanndan 87 yaşındaki Buddy Tate, cumartesi günü evinde ölü bulundu. Teksas'ta 1914 yılmda dünyaya gelen Tate, müzik hayatına McCloud's Night Owls adlı toplulukta başladıktan sonra, ABD'nin güneybatısında, Terrence Holder, Andy Kirk ve Nat fowles'un yönetimindeki birçok müzik topluluğunda çaldı. 1934 yılmda ünlü 'Big Band of Count Basie' grubuna kısa bir süreliğine katıldı. Ünlü cazcı Basie ile 1939 yılında 10 yıllık bir işbirliğinde bulunan Tate, 1953'te, 20 yıl sahnelerde boy göstereceği kendi grubu olan 'Celebrity Club'ı kurdu. 1959'da Buck Clayton, 1961 'de Jimmy Witherspoon, 1968'de de kendi grubuyla Avrupa turnesine çıktı. 9O'lı yıllann ortalanna kadar Avrupa'da caz festivallerine katıldı. BUGUN • İŞ SANAT'ta saat 19.30'da Rabih Abou- Khaül Group'un konseri izlenebilir. (316 00 00) • CEMAL REŞİT REY KONSER SALO^aJ'nda saat 19.30'da 'ÂşıkGarip' isimli opera izlenebilir. (232 98 30) • BABYLON'da saat 23.00'te Attica Bhıes bir konser verecek (292 73 68)
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear