02 Haziran 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 23 OCAK 2001 SAU 8 HİZBULLAH VAHŞETİ Abdülaziz Tunç: HizbuUah 'ın en önemli stratejisi, devletin dikkatini üzerine çekmemek Velioğlukendiniilahsandı Diyarbakır DCM İddkuumıede dış bağlanttya dikkiftçekildi • tddianamede, Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde Islamcı örgütlenmeye îran'ın yasalannda bulunan 'devrim ihracı politikalan'nın ve 1980'li yülarda PKK ile mücadele sırasında "devlet otoritesindeki zafiyetin" büyük etkisi olduğu belirtiliyor. \fcrt Haberleri Servisi - Diyarbakır DGM Başsavcıhğı'nca hazırlanan Hizbullah ana da- va iddıanamesinde. örgütün dış bağlantılanna dikkat çekiliyor. Beykoz'daki operasyonda 61- dürûlen örgütün lideri Hüseyin Velioğlu'nun Suriye'deki "Müslüman Kardeşler"(Ihvan-ı Müslimin) örgütünden etkilendiği ve daha son- ra irarTa giderek burada askeri ve siyasi eğitim gördüğü vurgulanıyor. tddianamede Güneydo- ğu Anadolu Bölgesi'nde Islamcı örgütlenme- ye Iran'ın yasalannda bulunan "devrim ihraa poütikalan"nın ve 1980'li yıllarda PKK ile mü- cadele sırasında "devlet otoritesindeki zafîye- tin" büyük etkisi olduğu belirtiliyor. Aralarında örgütün üst düzey sorumlulan Edip Gümüş ve Cenıal Tutar'ın da bulunduğu 15 sanık hakkında hazırlanan Hizbullah ana davası iddianamesinde toplam 156 cinayetle suçlanan sanıklardan 13'ü hakkında TCY'nin 146. maddesi uyannca "Anayasal düzeni sflah yoioyta değjştirmek" suçundan idam, 2'si hak- kında da TCY'nin 168. maddesi uyannca "si- iahtaörgfit yönetict»obna" suçundan 15 yılaka- dar hapis cezası isteniyor. Orgütte dağılma süreci hızlandı Velioğlu'nun öldürülmesiyle kendi deyimleriyle (Baş kopunca. gövde fonk- siyonlannı yetirmiştir. Başsız ve lidersiz kalan örgütün dağilması kaçınılmazdır) örgütün can daman olan ana arşivi ele geçirilmiştir. Bu nedenle firarda olan üst düzey yöneticilerin örgütü yeniden to- parlayarak alt birimlere hükmetmesi mümkün değildir. Zaten alt birimlerde- ki tüm militanlar deşifre edilmiş, tama- mına yakını yakalanmıştır. Ancak ülke- mizde Hizbullah'ın llim Grubu dışında, aynı görüşte çok sayıda grup ve cemaat halen faaliyetlerine devam etmektedir. Diyarbakır DGM savcılan Yıtanaz Aktaş ve Önıer Tuncay İpek tarafından 3 ayda hazırla- nan 180 sayfalık iddianame, Hizbullah'ın ku- ruluşu, amacı, gelirleri, bağlantüan, saldınla- n gibi konularda özetle şu ifadelere yer alıyor. En radikal yorum • Hizbullah, "teMiğvedavet-cemaatvecihat (Aflah icin savaş)" olarak 3 aşamah stratejiyi be- nimsemiştir. • Hizbullah, îslamın en radikal, en bağnaz ve dogmatik yorumuna dayanır. Ideolojisi küfür- etnan, şirk-tevhid. cahiliye-lslam ekseni üzeri- ne oturtulur ve her şeyin şeriat açısından "iyi ve- yakötü* olarak bölünmesi esasına dayanır. • Güneydoğu'da 1980'li yıllarla birlikte, PKK terör örgütünün varlığı, bu örgütün ey- lemlerine yönelik tepkiler, PKK ile mücadele sırasında devlet otoritesinde oluşan zafiyet, Hizbullahçı mantıkta fikirsel sıçramasmı sağ- kyan en önemli etkenlerdir. • Hüseyin Velioğlu, Iran Devrim Muhafız- lan yöneticileriyle irtibat kurmuş, defalarca Iran'a gitmiş ve askeri, siyasi eğitim almıştır. İHm çatısı aitında örgütlenme • 1987 yılından itibaren llim ve Menzil gruplan arasmda aynlma ivme kazannuştır. nim Grubu, köylerde, camilerde, evlerde, okul- larda ve kıraathanelerde hızh bir şekilde kad- rolaşma ve örgütlenmeye başlar. Velioğlu, da- ğınık bir yapıya sahip bölgedeki Hizbullahi gruplan, îlim çatısı altmda toplar. • Türkiye'de Hizbullah adıyla resmi kayıt- lara geçen Uk örgüt, Güneydoğu menşeli Isla- mi Hareket Örgütü'nden aynlan bir grubun 1983 yılında Istanbul'da kurduğu "Kasunpaşa HizbullahTdır. Bu örgüt 1984 yılında çökertil- di, ancak, 19901ı yıllann başında yeniden to- parlanarakbu kez "İslamiHareket" adıyla Bah- riye Üçok, Turan Dursun ve Çetin Emeç cina- yetleriyle gündeme geldi. • Hizbullah olgusu, kangren haline gelmiş siyasal tslamuı bir yan ürünüdür. • Velioğlu, Iran'dan etkilenerek "gekneksd Iran kümetenmelerine'' benzer cami kökenli bir örgütlenmeye geçti. Örgüt lideri, Rehber (Hüseyin Veiioğlu), Arşiv (Cemal Tutar), Ge- nel Koordine (Edip Gümüş), Koordineler, Isa Altsoy, Sülhaddin Urük (Ermeni kökenli), Ha- a İnan, Mehmet Sudan. Hizbullah'a ait evlerde yapdan aramalarda birçok cesede ulaşddı. Örgütün kaçırdığı bu Itişileri işkence yaparak sorguladığı ifadelerde yerakh. RUŞENÇAMR İran Cumhurbaşkanı Muham- med Hatemı'ye ne diyorsun? TUNÇ - Çok yakından izliyo- rum. Çok iyi buluyorum, ama elinden çok fazla şey gelemeye- ceğini de biliyorum. Şu anda be- nim varmış olduğum dini yorum- lama seviyemle benzerlikler gö- rüyorum. tran'da yirmi yıllık tec- rübeden sonra Hatemi çağdaş bir lslam yorumu geliştiriyor. Keşke bunu daha önce geliştirebilseler- dı. Mesela Abdülkerim Suruş'u okur ve beğenirim. Yurtdışına çıkması da yasaklandı. Beni en çok etkileyense AB Şeriati'dır. - Gfttiğmizde tranhlar size na- sü davramyordu? TUNÇ - Çok iyi davranıyorlar- dı. Çok iyi imkânlar sağhyorlar- dı. Villalarda kalıyorduk. İslaml Hareket Örgütü - lslami Hareketörgütünün su- ikastianna ne diyordunuz? TUNÇ - Tabiiki takdir ediyor- duk. Ama ilk olaylarda Hüseyin inanmadı. "Bunlar böyle şeyier yapabilir mi?" dedi. Belki de is- lamı Hareket'in tran'la ilişki için- de olduğunu bilmiyordu, çünkü onlar daha önce Iran düşmanıy- dılar. Iran çok sinsi bir şekilde ör- gütlerle çahşmış. Hepsiyle ayn ayn ilişki kurmuş; kimsenin diğe- rindenhaberiyok... - Her grup gercek Irancının kendisi oMuğunu iddia ederdL TUNÇ - Doğrudur. Mesela Menzilciler, "fözlran'dabiraye- tullaha bağhyız. HüseyinVelioğlu ise kendi başınadır: sıradan in- sanlarla üişkisi var" dıyorlardı. Halbuki onlann hiç tahmin etme- diği insanlarla ilişkisi vardı. - HizbuUahpartikrenasü bakı- yordu? Mesela 1994 yerel secim- lerinde RP, PKK'nin boykot çağ- nsuıa rağmen seçime girerken si- ze mi güvendi? Hizbullah ve RP TUNÇ- Hayır. Tabanda, cema- atin haberi olmadan RP' ye oy ve- renler olmuştur. Ama cemaat bü- tün partilerden uzak duruyordu. RP'ye de aynı gözle bakıyordu. Tabii bazı RP'lilerbem Hizbullah tabanını kazanmak, hem de Hîz- bullah'uı gelişimine karşı kendi tabanlannı tutmak için arada sı- rada "Gerçek Hizbullahi Re- fahtDr" gibi bazı mesajlar vere- biliyorlardı. Çünkü Hizbullah ör- gütü genişleye genişleye RP'yi zorluyordu. RP tabanını kazan- mayaçahşıyorduk; kazanıyorduk da. Hatta bazı RP'liler, Hizbul- lah'ı "Siyonistterin uzanbsr ola- rak bile tanımladı. - Beykoz operasyonundan son- ra Akit gibi gazeteter «Hizbül- kontra" tanımını kullanmaya başladı. TUNÇ- Dua etsinler Hizbullah bitmiş olsun, yoksa bu kelime on- lara çok pahalıya patlardı. Bitti- ğini düşünerekböyle konuşuyor- lar. Aslında onlar benim kadar Hizbullah'ın yok ohnasını istiyor değıller. Bu tür konuşmalan çok yanlış, çok çirkin, çok ayıp. P- KK'nin 6-7 yıl önce kullandığı bir terimi kullanmalan ayıp. Hiç olmazsa PKKMarksisttir.Müs- lümansan Müslüman bir kaynak kullan; mesela Hizbülvahşet de. Düşünüyorum da hiçbir Islamcı yayın organı benimle röportaj yapmadı, istemedi. Mısıfdakl gruplar - Mısır'daki Cihad, İslami Ce- maat gibi gruplardan haberiniz varmıydı? TUNÇ - Hüseyin'in çok daha fazla haberi vardı, bizler de ondan duyduğumuz, kendi aramızda konuştuğumuz kadanyla biliyor- duk; yoksa özel bir araştırmamız yoktu. - Hizbullah, lslami Cemaat'e çok benziyor. Onlar gibi, turistle- re saktan gibi sansasyonel eytem- lerhiç gündemegeldi mi? Bundan sonra gelebüir mi? TUNÇ - Hayır, ses getirecek eylemler hiç gündeme gelmedi. Bundan sonra da olacağmı san- mıyorum. Hizbullah çok köklü, uzunvadeli bir stratejiye sahiptir. Bu nedenle dikkatleri üzerine çekmeyi istemez. En önemli stra- teji, devletin dikkatini üzerine çekmemektir. Hüseyin Velioğlu 20 yıl bunu gerçekleştirdi. Çok - Velioğlu İslamcıobnay'an kim- leri önemserdi? TUNÇ - Mesela Mehmet Ali Birand. Ya da onun çapında, yur- tiçi ve dışında etkili kişi ve çev- relerle görüşen kişileri önemser- di. - Velioğlu'nun yanında nasü davrannordunuz? TUNÇ - Bazılan samimiyetten dolayı, bazılan da yağcılık için karşısuıda çok saygılıydı. - Sever miydi yağcıhğı? TUNÇ - Hayır. Aslmda kendi- sinin yüceltilmesinden hoşlanır- dı, ama bilinçaltında yağcı karak- terli kişilerden de hazzeünezdL Yüceltilmesi durumunda kendi- sine alternatıf çıkmayacağını dü- şünürdü. Klbar davranışlar - Seıüi mi konuşuyordunuz? TUNÇ - Sizli konuşurduk. Sa- dece ona değil. Yaşıtlanmızla, hatta alhmızdaki gençlerle dahi sizli konuşurduk. Cemaat içeri- sinde kibar davranmak esastı. - Mesela tsa Altsoy'a nasü hitap edKordun? TUNÇ - Aslında o benden kü- çüktür. Ya Isa derdim, ya abi der- dim, ya da kod ismi olan Abdül- kerim ile hitap ederdim. Birbiri- mize siz derdik. Özellikle genç- e, kendi altımızdakilere mutla- Abdülaziz Tunç, Humeyni ve tran'dan çok etkflendiğini söylüyor. büyük eylemler yapabileceği hal- de yapmadı. Türkiye çapmda bir yapılanma gerçekleştirmeden bu tür eylemlere girmek istemiyor- du. Yapüdığında Türkiye'yi kö- künden sarsacak eylemlerin he- sabını yapıyordu. - Aşjn bir gizKBkvar. Afleler bi- le buna uyuyormuş. TUNÇ-Doğrudur. Benbir gün hanımıma kimlerle ders yaptığı- nı sordum, cevap vermedi. "Sen banaknnleriegörüştüğünüsöylü- yor musun" diye sordu. - Evlilikler hep cemaat içinden mi oluyordu? TUNÇ- Örgüt kendi dışındaki- leri Müslüman görmediği için, kızlanmızı cemaat dışmdaki kimseye vermiyorduk; diğer lsla- mi cemaatlere bile vermiyorduk. Dışardan biriyle evlenmeye kal- kan mutlaka hesap verirdi. -Yaçocuklar? TUNÇ - Çocuklann da kendi haklan vardu". Çekirdekten yetiş- tirilirler. ka siz'li hitap ederdik. Ki onlar da böyle alışsın. - Velioğlu nasıl hitap ederdi? TUNÇ - O da öyle sizli konu- şurdu. Bazen kızardı. Çokça kı- zardı. Övme yoktu. Kimseyi öv- mezdi, fakat övühnekten hoşla- nırdı. -küfreder miydi? TUNÇ -Hayır, öyle bir şey yok. - Bağuir, hakaret eder miydi? TUNÇ - Bağınrdı. Hakaret et- tiği de olurdu. - Sana nasıl hitap ederdi? TUNÇ - Abdülaziz ya da Ab- dülaziz kardeş derdi. Humeynl'nln kitabı - Bu örgüt bir kardeşler cema- atimhdi? TUNÇ - Hepimizin okuduğu Ruhullah Humeyni'nin "40 Ha- dis Şerhi" kitabı var. Bu kitapta bütün bu kurallar yazılıdır: Sami- mi olmak, dürüst olmak... Ben defalarca okudum; herkesin ona uyması gerektiğini düşünürdüm. Aslında o bızim omuzlanmıza basarak, bizi kullanarak kendini ilahlaştırmış. - Menzilneysede sizin bu kadar Humeynkiolduğunuzu bilmiyor- dum. TUNÇ - Onlar Irancıydı, bizse bilinçli bir Humeyniciydik. Ben en son 1995 başlannda Hüse- yin'le görüştüm. 1997- 98'de Mardin'deki evdeyken Molla Be- şir Varol da benle birlikteydi. On- dan, örgüt sanki Iran'ı terk etmiş gibi bir hava aldım. Tam bir Sün- nici gibi davramyordu. lran'la bağlantıyı bizzat bildiğim için o- nun bu tavırlan benim tuhafıma gitti. Galiba o şahsm kendi terci- hiydi. - Mardin'de ne yapıyordunuz? TUNÇ - Bize gelen doküman- lan bilgisayarlara yazıyorduk. Yazamadıklanmızı scan ediyor- duk. Sonra CD'lere yükleyip Hü- seyin'e yolluyorduk. Işimiz bitti- ğinde kâğıtlan uygun bir şekilde yakıyorduk. Dışardaki şahıslar anlamasın diye hava şartlanna göre yakıyorduk. tki yıl boyunca bu işi yaphm. Yedibilgisayar var- dı ve on kişiydik. Hiç dışanya çıkma yok, dışanyı görme yok; çoluk çocuk yok. Dört ayda bir ailemizi güvenli bir yerde görü- yorduk. Mardin bir labirenttir. kimsenin kimseden haberi yok- tur. Diyarbakır, Mardin ve Şır- nak'tan gelen her türlü raporubil- gisayara geçiyorduk. Halktan ha- berler almak için merakla bu ra- porlan okuyorduk. Mardin - Kimler vardı Mardin'de? TUNÇ - Deşifre olmuş, devlet tarafından arananlar. Bir de örgüt içinde önemli konumu olanlar. O ev Türkiye'de Hizbullah'ın en önemli merkezlerinden biriydi. Hüseyin Velioğlu orayı 5-6 yıl kullandı. Çahşanlann hepsi de önemli şahıslardı. - O da evde miydi? TUNÇ - Mardin'deydi ama kendisini hiç görmedik. Çok ta- lep etmemize rağmen görmedik. Rapor yazıp kendisini görmek is- tediğimi söylüyordum; hiç cevap gelmedi. En son aynlmadan kısa süre önce benle Molla Beşir Va- rol'un onu göreceğimiz haberi geldi. Ben kaçmayı kafaya taktı- ğım için gitmedim. Halbuki Ada- na'da hangi camide kiminle bulu- şacağımızın şifresi bile gelmişti. Gideceğimiz sabah kaçtım. - Bundan sonra ne yapacaksın? TUNÇ - Yazacağım. Kafamda 20'den fazla kitap var. Hayatımı yazarak geçireceğim. Bu tecrü- belerimi dile getireceğim. Şu an- da elimde Prof. Nur Serter'in bir kitabı var. Aslmda bitirdim, ama çok hoşuma gittiği için ikinci kez okuyorum. Dışan çıkmadığım için pek fazla haberim yok olan bitenlerle. Fırsatım olsaydı yazar- larla içli dışlı olmak isterdim. On- larla belki birbirimize yardımcı olurduk. BİTTİ ĞİDEĞİŞEN DUNYA'DAN HÜSEYtN BAŞ İki Tarafı Keskin Bıçak Birieşik Devjetler'in, uluslararası kurallan hiçe sa- yarak NATO silahıyla "dişine uygun" ülkelere saldır- ma alışkanlığı savaş bahanesi edilen sorunlan orta- dan kaidırmadığı gibi, işleri daha da içinden çıkılmaz duruma getirmektedir. Bu yaklaşımı doğrulayan çok sayıda örnek var. O kadar ki, asıl amacın, genellikle bütünüyle yapay sorunlann, gerçek soruna dönüştürülmesi olduğu söylenebilir. Kuşkusuz bu, daha geniş perspektifte, "Amerikan usulü banşa" yanaşmayan ya da yanaş- mada direnen ülke yönetimlerinin gerektiğinde zor kullanarak "hizaya" getirilmesi stratejisi içinde yer al- maktadır. Sıcak çatışmalann yeni silahlann gerçek savaşlarda "denenmesi"r\e olanaktanıması ise Pen- tagon'un arayıp da bulamadığı fırsatlar arasındadır. 1. Dünya Savaşı sırasında o zamanki emperyalist güçierin çıkar çatışmalannda bitip tükenmeyen par- çalanma sürecinde siyasal literatüre armağan edilen "Ba/fcanızasyon" aslında ABD'nin bugünkü strateji- sinin de özünü oluşturmaktadır. Ancak bu kez yeni olan ya da yeni ortaya çıkan Körfez ve Yugoslavya saldınlan sırasında Birieşik Devletler'in savaşta işi ne- relere kadar götürebıleceğini gösteren Körfezve Bal- kan sendromlandır. Cinayetin somut kanıtını ise ze- hirli etkisi milyarlarca yıl süren uranyumlu silahlann kendi askerleri yanında müttefik askerieri arasında da yavaş yavaş su yüzüne çıkan ölümcül hastalıklar oluşturmaktadır. Yadsınması güç gerçek şu ki, Was- hington ve en yakın müttefikı Ingiltere, "zehirti" etki- sinden önceden haberli olmalanna karşın, inanılmaz bir sinizmle gerek Körfez, gerekse de Yugoslavya saldınlannda, er ya da geç, atanı olduğu gibi atılanı da "zehirieyen" tüketilmiş ya da zayrflatılmış uran- yumla delici etkisi arttınlan mermilerden tonlarcasını bile bile kullanmakta hiçbir sakınca görmemişlerdir. Sadece Bosna ve Kosova'da zayıflatılmış uranyum- la güçlendirilmiş 40.000 obüs kullanılmıştır. Bu silah- lann yıkıma ve siviller dahil binlerce insanın hayatına mal olması, hele savaşın sona ermesinden yıllar son- ra bile "can almaya" devam etmesi kabulü olanaksız bir olgudur. Birieşik Devietler ve NATO'lu müttefikleri, sözü edi- len silahlann gerek Körfez gerekse de Yugoslavya saldınlan sırasında bu ülkeierde zehirli silahlann etki- sine maruz kaldıklan için yaşamlannı yitiren, sakat ka- lan insanlann variığının bilinmesine karşın, NATO'nun Avrupalı müttefiklen sıra ancak kendi askerlenne ge- lince ayağa kalkmışlar ve güçlü müttefiklerini bu si- lahlann neden olabilecekleri ölümcül tehlikeden ken- dilerini haberdar etmemekle suçlamaya başlamışlar- dır. Fransa, Portekiz, Italya baştaolmak üzere çok sa- yıda NATO ulkesi VVashington'dan sorunun tarafsız uzmanlartarafından kapsamlı bir biçimde araştınlma- sına kadar, zehir saçan bu silahlann kullanımının ve üretiminin askıya alınmasını (moratoryum) talep et- mişlerdir. Ancak VVashington'ın bu isteklere iyi niyet- le yanaşması pek olası görünmemektedir. Tıpkı dün- yanın çok sayıda ulkesi ve bölgesıne yaptıklan aske- ri müdahalelerde söz konusu ülke topraklanna yer- leştirdikleri ve savaştan yıllar sonra bile başta çocuk- lar olmak üzere binlerce sivili sakat bırakan ve halen sayılan yüztjinterie ifade edilen antipersonet mayın- lar gibi, iğrenç ve gereksiz bir silahın yasaklanması antaşmasını imzalamamakta direnmektedır. Aynca bu mayınlann temizlenmesiyle ilgili çalışmalann da uzağında durmakta, nükleer denemelenn sona erdi- rilmesiyle ilgili anlaşmalan da hâla onaylarnamakta- dır. Oğul Bush'un yönetiminde işbaşı için gün sayan Körfez ekıbinın "banşla pek banşık" olmadıklan dü- şünülürse bu konularda herhangi bir iyimserliğe yer olmadığı açıktır. NATO'nun Avrupalı müttefikleri dün ektikleri rüzgâ- n bugün fırtına olarak biçmektedirier. Genç Italyan as- keri, "Neden ölümün eşiğinde olduğumu bilmek is- tiyorum" diye soruyor. Körfez ve Yugoslavya saldın- larına katılan binlerce asker uranyumlu silahlann ölümcül riski altmda. Zehirli ateşin asıl kurbanlan Bal- kan halklannın halini umursayan yok. Irak'ta ve Yu- goslavya'da savaştan sonra da can almayı sürdüren bu insanlık suçunun sorumlulanna, kim, nasıl, ne za- man hesap soracak? Savaşı izleyen yıllarda Irak'ta yüzde 350 oranında artan gözleri şakaklarda, beyin- leri dışarda doğan çocuklar karşısında ne zamana ka- dar suskun kalınacak? (1). Fransız Pariamentosu'nun Savunma Komtsyonu Başkanı Paul CHıiles, "Amehka, NATO içinde karar- lan tek başına alma, dahası ortaklannı, olay olup bit- tikten sonra bile haberdaretmeme eğiliminde görûn- mektedir. Sırplara yönelik hava saldınlannda da bu alışkanlığından vazgeçmemiştir" diye yakınmakta- dır. Bugün, "insanlık adına müdahale", "sıfır ölümlü savaş", "sivil halka zarar vermeme" gibi savlann si- nik birer yalan olduğu bütünüyle anlaşılmıştır. Daha- sı, Washington'ın, bırakınız "düşmanı", bizzat kendi askerlerini olduğu gibi müttefiklerinin askerterini de bile ısteye kurban edecek kadar ipin ucunu kaçırdı- ğı ortaya çıkmıştır. Ancak burada NATO'nun Avrupa- lı ortaklannın sorumluluklan da göz ardı edimemeli- dir. Körfez ve Yugoslavya sorunlannın görüşmeler yoluyla çozüme ulaştınlması şansına, VVashington'ın göz göre karşı çıkarak savaşı kundaklaması karşısın- da sessiz ve edilgen kalmasının, hete bu haksız yan- gına körükle katılmasının faturasını, er ya da geç, bir biçimde ödemesı kaçınılmazdı. Şimdi ödenen bu fa- turadır. (1) Kalya'daki Berta Angelico Fondasyonu Genel Sekreteri rahıp Jean-Marie Benjamin Le Monde, 12Ocak2001. "Küçüktük o zaman. Biz bilmezdik CHP, AP nedir. Bilmezdik ama biz dağ mahallesiyiz, yoksulların mahallesi- yiz. Bir yol gerek değil midirbize? Söz gelimi Thilda Kemal orda olsaydı. evet bu mahalleye bir yol gerek derdi. Ama Thilda Kemal, her yere yetişecek kadar güçlü değil ki. O zamanki belediye baş- kanımız Gazi Menteşe'ydi. Adalet Par- tili'ydi. Sevmezdikbiz AdaletPartisi'ni. Çünkü adaletitemsil etmediğinibilirdik onun, ama ilk dağ mahallesine yol açan o idi. Ben, yani Tolga Çandar, biz o aç- tığı yolda büyüdük. Ve ne yazık ki, ha- zinesi olmayan bu ülkenin hazin bir so- nunu yaşadı. Ne yapalım, kimseye Al- lah demiyor ki, kardeşim tçişleri Baka- m olsun da toplantıdan giderkeo seni görmesin. tşte ben bir Milaslı olarak ca- nım nasü yandı biliyor musun Gazi Amca? Dostlukla..."
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear