29 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
•8 ARALIK 2000 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA PAZARTESİ SOYLEŞILERI Anakent Belediye Başkanıbirprofesör: Yılmaz Büyükerşeıu.. 'Biryanda siyasetinçamuru, diğeryandarantçeteleri') Ecevit'e hep bir bahane buldunu Artık teklifetmez diye düşünüyordum, bu sefer telefon etti: "Artık mazeretleriniz kalmamıştır umarım, banayetki verin sizi iyi bir yerde siyasete alalım " dedi İyi bir yerden deyince ben MilliEğitim Bakanhğı 'nı düşünmüştüm. Üç gün sonraaradı; "Eskişehir Anakent Belediye Başkanlığı" dedl \ Olmayacak şeyler için "Şunlan da yaparsan şu kadar oy var," dediler, "Yapmıyorum, vermeyin oyunuzu " dedim. Veyüzde kırk dört oy çıktu Ama laçka birşehir, laçka bir belediye! Ne sosyal, ne kültürel, ne trafık, nefizik; hiçbir envanteriyok şehrin! Düşünebiliyor musun 1016 isimsiz sokak var, yani kaçak. ÜMİTZİLELİ Niçin belediye başkanhğı, siz mi istediniz?. - Uzun yıllardır çeşitli siyasi partilerden, liderler- den sürekli olarak teklifaldım milletvekilliği için. Fa- kat ben ömek bir yüksekögretim kurumu _yapmaya karar vermiştim. Kabul etmedim. Turgut Ozâl TRT Genel Müdürlüğû'nü, seçimlerde de milletvekilliği teklifetti. "RektöriüktenajTilmanda büyük fayda var memleket açısından!" dedı. "Büyük fayda yok, bü- yük zararvar! Neolıırbanadokıumıayın,bendenhiz- met bektryorsanız ben eğfömde yapacağım o hizme- ti" dedim. Bu arada her seçim dönemınde CHFden mutlak surette milletvekilli|i adaylığı için teklif ge- lir. Ecevit mutlaka teklif eder.. Özellikle rektörhık- ten aynldıktan sonra çok yoğunlaştı teklifler. Her se- ferinde, Ecevit'e özellikle, bahane buldum. Artık tek- lif etmez diye düşünüyordum, bu sefer telefon etti: ''Aruk mazeretkrinizkalmanuşOr umanm,banayet- ki verin sizi iyi bir yerde siyasete alalım" dedi. İyi bir yerden deyince ben MıUı Eğıtım Bakanlığı'nı düşün- müştüm. Çünkü bir öncekı seçimlerde bana "KoaKs- yon ihtinıali var. girersek MilK Eğitimi sizeteslim ede- ceğiz" demıştı SonrasındabenEğirimGönüllüleriVak- fı'nda başkanken ders kitaplannın yenilenmesi pro- jesinı ele almış, çok güzel ders kitaplan hazırlatmış ama Talim Terbiye'yi aşamamıştık. Kendı kendıme ahdetmiş ve zamanında Ecevit'in teklifıni kabul et- mediğime hayıflanmıştım. Bu sefer dedim ki "Hah! Şimdi o kitaplan bütün eğitim sisteminde değiştirme ş^nsınasahipolabilirimîEğitimsistenıindeyenihkler yapabifirim!" diye düşündüm, "SizmdiryeJki" dedim. Üç gün sonra telefon etti: "Eskişehir Büyükşeinr Be- lediye Başkanlığı" dedi!. Ne düşündünüz o zaman? - Eşime sordum, arkadaşlanma sordum, dediler ki "Arük kaçamazsm bu görevden,bu kaçmateklif Ka- bul etmezsen artık hiçbir siyasi partiyi, hiçbir siyasi hareketideekştinnehakkmyok!" Telefon açtım, "Pe- ki kabul ediyorum" dedim. Bayağı da farkla it^mınHmıy yanumıyorsanu. - DSP yüzde yirmi ikı ile iktıdara geldi, biz yüz- de kırk dört aldık. Mesela Belediye Meclisi'nde bir Mumyacı profesör % Londra'da 'Madam Tussaud' müzesinde gördüğü Atatürk'e benzemeyen Atatûrk mumyası Prof. Büyükerşen 'e bugün eserleri sergilenen bir tnumya sanatçısı olmamn yolunu açtL Şu sıralar Rahmi Koç'un mumyası üzerinde çalışıyor... Efendim, sizin bir de sanatçı tarafnuz var» - Evet, mumya heykeller yapıyorum. Ne zaman başladınız bunurüa uğraşmaya? - 1970'lerde başladım... Londra'da Madam Tussaud Müzesı'nde Atatûrk'ûn o Atatürk'e benzemeyen ve kasıtlı olarak sergilenen hey- kelini görûnce heykeltıraş arkadaşlara dedim ki: "Yahu niye yapmıyorsunuz; yapın da bir tane hediye edin Londra'ya." Bir kısmı "O sanat değil, mankencilik!" diye küçûmsedi, diğer bir kısmı "O, çok ince malzeme, Idmya- sal birtakım teridpleri gerektirir" dıyerek ya- pılamayacağını söyledi. Kızdım ve bu işe so- yundum. benzemeyebilir ama hiç olmazsa yapılabilirliğini ispat edince belki onlar Ata- türk'e benzeyenini yaparlar, dedim. Öncelri- ler benzemedi doğrusunu isterseniz. Kimya- sım tutturamadık. Sonunda Madam Tussa- ud'dan bir parça edinebildik, heykellerden küçük bir parça, onu tahlil ederek içindeki terkibi çözme imkânı oldu... Nasıl ele geçirdiniz o parçayı? - Çocuklar oynuyorlardı orada, koparmış- lar birisinin elinden, yerde duruyordu: Kü- çük bir parmak ucu. Onu aldık. Ve giderek ustalaştmız?_ - Ustalaştık ama çok uğraştık. Hep bekli- yorum, biri gerekenleri karşılasm da yaptık- lanmızdan birini Londra'ya götürüp versin diye. Savaş Ay bir ara televizyonda eski ve yeni kültür bakanlannı bir araya getirdi. Şimdiki değil ama 'yeni' dediğim. FDtri Sağ- lar'la, Agah Oktay GOner. Neden ohnadı? - Bana yaptrracaklardı hükümet olarak ve götürüp hediye edeceklerdi, kaldı. Peki siz yaptuuz mı Ata'ya çok benzeyen mamya? - Samsun'da 19 arkadaşıyla birlikte var. Anıtkabir'de de bir tane duruyor, Inkılap Müzesi'nde elbiselerinin olduğu yerde.. Bu sıralar üzerinde çahşbğmız bir mumya var mı?. - Tabii. Rahmi Koç'unki var. Kendisi iste- di. Aynca Atatürk'ün traktörünü almış sanayi müzesine. Şimdi onun üstüne Atatürk yap, otursun diyor. Onu yapacağım. ±rof. Yılmaz Büyükerşen 'i Anadolu Üniversitesi Rektörlüğü zamamndan tanıyorum. Kendi dalında gerçekten büyük başanlara imza atan, bir Anadolu kentinde Türkiye'nin önde gelen üniversitelerinden biriniyaratan Büyükerşen, acaba üstüne titrediği kendi kenti Eskişehir'in belediye başkanı olarak neleryapıyordu? Yerinde gö'rmek için Eskişehir'e gittim. Yılmaz Hoca'yıyine eskisigibi dinamik, kararlı ama biraz da sıkıntılı buldum!. Ekmeğin gramajı vefîyatı yüzünden fınncüarla, çürük araziye çok katlı yapüara izin vermediği için müteahhitlerle, sokak isimleri nedeniyle sağcı politikacılar ve gerici çevrelerle savaş halindeydil. Savaşmaktan değil ama, kirli siyasetten ve "çamur at izi kalsın " mantığından şikâyetçiydi. Geri adım atmayı, "çarıklı erkan-ı harp " diye nitelendirdiği rantçı çevrelerle uzlaşmayı ise asla düşünmüyordu. Aynlırken, "Üçyıl sonra yine gel, bambaşka bir kentle karşüaşacaksın " dedi... Tamamı bilgisayara kaydedilmiş, yeniyetieşim alanlarına kaymış, çağdaş, kültür ve sanatla iç içe bir yeni kent. Tıpkı, bugün özlemle anılan 1960'lann Eskişehir'i gibL. Ama 2000'lerin Eskişehir'iL tek DYP'li üye var, diğerleri DSP'lidir. Alt kademe belediyelerinin ikisinde de çoğunluk DSP'de. 11 Ge- nel Meclisi'nin de yüzde kırkı DSP'li. Çok rahatanıy o zaman! - Ama şanssızlık yakamızı bırakmıyor; geldik, 1999'u depremle geçirdik. 2000'li yıllara geldi, IMF ve Dünya Bankası'nın ekonomi politikası nedeniy- le belediyelerin hem gelirleri düştü hem de merkez- den yardım alamaz hale geldi. Hazine, Dünya Ban- kası ve IMF'ye verdiği taahhütler nedeniyle dış kay- nak bulduğumuzda bize kefil de olmuyor! Ama bu- na rağmen boş durmadık; fabrıkalar kurduk. Şimdi, ana caddelerhariç, sokaklarda asfalt yerine parke taş döşemeyi düşünüyoruz. Petrole dayalı bir hammad- deye para ödeyemez Türkiye. Yanlış bir politikadır, çünkü Eskişehir'dekı 6000 küsur sokağın toplamı An- kara-Eskışehir çevreyolunu kapsayacak uzunlukta- dır! Oysa bir metrekare asfalt yirmi bin liraya mal olurken, bir metrekare parke bin beş yüz liraya mal oluyor! Onun fabrikasını kurduk: Beton parke fab- rikası. Aynca akılb kartla çalışan su sayaçlan üreti- yoruz. Vatandaşın belediyelerle en çok su paralan konusunda ihtılafı vardır. Su sayaçlan bunu ortadan kaldıracak. Siz 1999'da seçildiniz, birkaç ay sonra deprem ol- du! - Deprem oldu ve Eskişehir 'afet bölgesi' ilan edi- len ilk beş şehirden bir tanes'i. Yani zemin çok kötü. Bununla ilgili ne yapünız? - Mücavır alanlan genişlettim. Sağlam zeminlere taşıyabilmek için şimdi mücavir alanlarda yeni bir imar plam uygulamasına geçeceğiz. Bir de deprem laboratuvan kurdunuz.- - Zemin gerilimıni en iyi ölçen cihazların olduğu modern bir laboratuvanmız var. Aynca 'hakem la- boratuvar' niteliğinde. tnşaat kontrol laboratuvuan da kurduk. Dökülen betonlardan numune alıp ölçe- cek, sıkı bir kontrol altına alacağız inşaatlan. Peki, belediye başkanı oldunuz, bu sizi çok sıkn mı veya rahatsız oldunuz mu? - Seçim propagandalannda, neler yapacaksam hep onlan söyledim. Mesela olmayacak şeyler için "Şun- lan da yaparsan şu kadar oy var" dediler, "Yapmt- yorum,vermeyin oyunuzu" dedim. Ve yüzde kırk dört oy çıktı. Ama laçka bir şehir, laçka bir belediye! Ne sosyal, ne kültürel, ne trafik, ne fizik; hiçbir envan- teri yok şehrin! Doğma büyüme Eskişehirli olduğum halde, Eskişehir'de belediyeye kayıtsız bu kadar so- kak ve bina olabileceğini düşünemiyordum, bunu da gördük!. Varmış ama, öyle mi? - 1016tane sokak isimsiz Eskişehir'de! Sadece 1016 sokak isimsiz olsa neyse, 3200 küsur sokakta da mü- kerrer isim! Tabii ne yaparsın? Isim bulmak zonın- dasın. Kolay mı o kadar ismi bulabilmek? Hem mü- kerrerlerden birisini muhafaza edip diğerlerini de- ğiştireceksin hem de isimsizlere isim bulacaksın! Bu, 3700 tane keüme demek! Lise seviyesindeki öğrenciler için hazırlanan sözlükler bile 2500 ile 3000 kelime arasındadır. Dedik ki, konacak isimle- ri Eskişehir halkı belediyeye önersin. Çünkü benden önceki belediye başkanı yedi sülalesinin ismini koy- muş! Kim Eskişehir halkı? Bir komite; isim önerme komitesi. Ticaret Odası, Sanayi Odası, Esnaf-Sanat- kârlar Odası, işçi konfederasyonlan, demokrasi plat- formlan, iki üniversite, bunlann temsilcileri, başkan- lan vs. İki üç tane de meclis üyesi koyalım aralan- na, bir komisyon önersin, dedik. Bir araya geldiler, isimler önerdiler, önerdiler ama bunalmışlar artık, sonunda neyapacaklannıbUememışler. "Yahubun- lan da bilgisayar dağrtsm, yetiştiremeyeceğiz sayı- ma" diye kalkmışlar. "Aceleye geldi, önce kâğıüara basıp yapışoraknv bir yanhşhk \-arsa düzeltir, öyle si- parişederiztabelalan" dedik. Fakat yapıştığı gün kı- yamet kopru: "Vay! Firavun Sokak kcnmuşlar falan sokağm adını!" Mahalli basın "Müslünıan mahal- lesinde salyangoz sabyorlar!" diye yaygarayı bastı!. Derken, baktık Firavun Sokak aslında Ferhunde So- kak. El yazısıyla önce müsveddeler yazılıp sonra bilgisayara giriliyor; 'Firavun' okumuş. Havza sokak- mış mesela, 'Havra' diye çıkmış. Çıkan paortının alnnda yatan şey bu yanL. - DYP'liler ikı yönden korktular. Bir kere 1016 so- kak teşekkül ediyor, görmüyor. Bu kadar mükerrer isim var, görmüyor. Ama buralara hizmet gidiyor, be- lediye para harcıyor? Oradaki insanlar belediyeye ka- yıtlı değil, vergi ödemiyorlar? Peki bunun parası ne- reden çıkıyor? Bunun parası kayıtta olanlann cebin- den çıkıyor! Ayağa kalkarsa o insanlar kıyamet ko- panr diye korktuklarından bir patırtı çıkardılar. Ma- alesefCHP de katıldı onlara! Atatürk Caddesi'nin adı- nın değiştirihnesini istedi. "Kakiınlıp Hasan Polat- kan' obun" dedi, düşünebiliyor musun? CHP! Sa- ) Şimdifınncûar saldınyor, müteahhitlere işyapan mimar ve mühendisler saldınyor... Halkın sırtından avanta kazanmaya alışmış olanlar rahatlan bozulduğu için saldınyor!. Belediye başkanlığım severekyapıyorum ama bupis siyaset her an üzerinize çamur atmaya meyyal bir siyaset! Kendimizi korumaya çalışıyoruz, yım geçti, bu sefer ortaya Türk Ocağı çıktı.. Vay efendim 'Türk kültürü bozuldu, Türk kültürü tah- rip edikli, bu sokak isinıleri nedir!' diye. Şimdi bi- zim çocuklann eline tstanbul'unkı geçmiş, bunu Türk Ocağı'nın genel merkezıne göndereceğiz; "Ya- hu Istanbul'daki sokaklan görmüyor musunuz?" di- ye. Şimdi azizim Istanbul'daki sokak isimlerine bak: Tirşe Sokak, Boynuz Sokak, görüyor musun, Keçi Sokak... Knrabiye Sokak!. - Tosbağa Sokak, Kasatura Sokak, Borazan So- kak, Karabaş Sokak! "Köpek dedi bize, vay!" diye kıyamet kopar Eskişehir'de! Ban kesimlerle hararedi bir çekişmenin içindesi- niz~ - Fınncılar 350 gr. ekmeği yüz yirmi beş bin lira- dan satarken 300 grama indirip yüz doksan bin lira- dan satma teklifiyle geldiler, reddettim... Ve halk- tan benim yanımda ohnalanm istedim. "Ben ekmek getirteceğim, satacağun" dedim. Hakikaten Anka- ra'dan, Elazığ'dan ekmek alıp, belediye olarak ek- mek tanzim satışlan yaptık. Şimdi,fınncılar saldın- yor, müteahhitlere iş yapan mimar ve mühendisler saldınyor.. Halkın suiından avanta kazanmaya alış- mış olanlar rahatlan bozulduğu için saldınyor!. Pişmanhk hissetüniz mi belediye başkanı olduğu- nuziçin?. - Ben ve arkadaşlanm "Bizbfldiğinıiziyapalım,al- dn-mayafam btıniara" diye gidiyoruz fakat çoluk ço- cuklanmız, eşlerimız huzursuz. Peki bir donem daha belediye başkanhğı düşünür müsünüz? - Ben siyasette bir gelecek hiçbir zaman düşün- medım. Doğup büyüdüğüm Eskişehir'in belki şim- diye kadar ziyan edibnemiş yerlerini kurtanr ve bi- raz düzeltinm düşüncesiyle severek yapıyorum be- lediye başkanlığım. Severek yapıyorum ama bu pis siyaset her an üzerinize çamur atmaya meyyal bir si- yaset! Kendimizi korumaya çalışıyoruz. Bu da bize efor ve zaman kaybettiriyor. Mesela şu sokak isim- leri meselesi bizi bir buçuk aydır meşgul ediyor. Halbuki bir buçuk ayda bizim yapacağımız o kadar önemli işlervardıki!.. . >£«j f Eskişehironun, o Eskişehir'inyazgısmahükmetâ Yılmaz Büyükerşen, içinde Atatürk ve İsmet Paşa'nm da bulunduğu mun^alan ile birlikte. Eskişehir'de doğdunuz >c Eskişehirie birlikte büyüdünüz. Siz başarüı bir çizgi tutturmuşsu- nuz ama Eskişehir çarpıklaşarak büyümüş! Böyle denflebBir gafflra? - Kabul etmek zorundayım bu görüşünüzü. Eskişehir benim gençligimde -yani 1960'lara kadar- Türkiye'nin çok güzel şehirlerinden bi- riydi: Ortada pml pınl akan, üzerinde sandal se- falannm yapıldığı, her iki tarafi yazlık sinema- lanyla, gazinolanyla mesire yeri olan Porsuk Çayı. Mimari açıdan ise üç temel karakter görü- lürdü Eskişehir'de: Bir, Osmanlı döneminden kalma yapılardan oluşan eski Odunpazan semti; iki, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi mimarisi- nin kanşmıı -ama estetik taşıyan- binalann bu- lunduğu şehir merkezi. Bir de Tatar mahallele- rinde avlusuna dış kapıdan girilen, avlusunun etrafında binalar, binalannın önünde sofalann olduğu eski Kınm evleri. Onlann da büyük bir kısmı betonlaştınhp çirkinleştirildi. Bakm şu belediye binası bile fevkalade zevksiz bir bina- dır. Zaten Türkiye'deki kamu binalan arasmda en kötü üçüncü bina seçilmış! "1960lara kadar çok güzel bir Eskişehir" de- diniz. Siz de bu Eskişehir'de demek yirmili >aş- larmızı sürüyordımuz. Nasıl geçti çocukhık, defi- kanhhk? - Çok hareketli geçti. Ama ekonomik olanak- sızlıklar içinde. 1957'de tstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi imtihanına girdim ve yedin- cilikle kazandım ama babamın okutabilecek gü- cü yoktu. Öğretmenlerim dediler ki: "Devam mecburiyeti olmayan bir fakülte var Ankara'da, Hukuk FakültesL Oraya kaydoL İmtihandan im- tihana gidersin." Bu. bir bakıma, 'açıköğretim' düşüncesinin benim kafama atüan ilk tohumu- dur. Gittim oraya kaydoldum. Bir yandan da Es- kişehir'de yerel gazetelerden birisinde çalışma- ya başladım. O arada Istanbul gazetelerinden muhabirlikler aldnn. Bir taraftan gazeteciUğe devam, diğer taraf- tan~ - Diğer taraftan Ankara Hukuk'ta birinci sı- nıf öğrencisi olarak yazıhlara girmek üzerey- dim. Dünya gazetesinden AH Ihsan Göğüş tele- fon edip "Eskişehir'de bir yüksekokul kanun- suz kuruluyormuş. Git inceJe" dedi. Yüksek tk- tisat ve Ticaret Okulu'na Orhan Oğuz tayin edilmişti. Orhan Hoca'ya gidip "Nasıl kurars*- nız böyle bir kanunsuz okulu?" dediğim zaman "Sizter için açtık bu okulu" diye karşılık verdi. Ankara Hukıîk'ta okuduğumu söyleyince: "So- racağın bütün sorulara cevap vereceğim ama git Ankara Hukuk Fakültesi'nden kaydmı aL buraya gel" dedi. Kaydımı aldıktan sonra dö- nemeyeceğimi bihniyordum! Sırf haber olsun diye gittim kaydımı aldım. Orhan Bey sorulan- ma kaydımı yaptıktan sonra cevap verdi. Be- nim haber de bomba gibi patladı. Meclis'te apar topar kanun teklifi verildi. 'tktisadi Tkari İİimler Akademisi' haline getirilmesi için. Ve sonra ilk mezunu oldum o akademinin. İlk asistanı, ilk yerli doçenti, ilk yerli Akademi Başkan Yardımcısı oldum. Profesör oldum ve 1976'da seçimle Akademi Başkanı oldum. YÖK kuruldu, bizim Akademi 'Anadolu Üni- versitesi' oldu, bu sefer rektör olarak atandım. On iki buçuk sene sürdü rektörlügüm. Anadolu Üniversitesi hep sizin adnuzla özdeş anıhmstır. Burada Türkiye'nin en güçlü Uetişim fakültesi kurukhL. - O isimde bir fakülteyi kurma güçlüğünü çok çektim YÖK'te. tletışim bilimleri fakültesi ku- ralım diye teklif ettik, "İktişim ne demckmiş? Haberleşmedir!" diyen üyeler oldu. Ben gittim, tanf ettım, anlatamadık bir türlü. Sonunda aklı- ma geldi, Amenka'da yeni yeni 'comnmnication department' diye departmanlar kuruluyordu. Katologlanndan bir tane buldum. "Bakm Ame- rika'da bile var, biz departman d e p fakülte ola- rak kuracağız bunu" dedim. Ondan sonra 'pe- ki' dediler ama kerhen 'peki' dediler. 'Açıköğretim'i ilk önerdiğinizde ne dediler?. - Ecevit'e bunun için iki maddelik bir kanun çıkarması gerektiğini söyledim. "Hazırla" dedi. Ama 1960'tan önceki anayasaya göre üniversi- teler özerkler ve onlarla ilgili her türlü kanun teklifinde Üniversitelerarası Kurul'un müspet görüşünün alınması lazımdı. Vermediler, "Böy- le eğitim obnaz" dediler. Sayın Ecevit bu sıstemı kuramadan iktidardan aynldı. Devlet 1973'te, Cumhuriyet'in 50. yıldönümünde bütün mües- seselere paralar verdi. Biz gelen parayla Tele- vizyonla Eğitim Ensmüsü' diye siyah-beyaz, ya- n profesyonel bir eğitim televizyonu stüdyosu kurduk. Orada büyük tecrübe elde ettik. Kendi akademimizde kalabalık sımfian ikiye bölüyor, sınıflann bir tanesine dersi televizyonla verebi- liyorduk. Deneme niteliğinde çalışmalardı bun- lar. Açıköğretim ne zaman başiadı? - Açıköğretim 1982'de başiadı. Ben rektör ol- duktan, YÖK kurulduktan sonra. Konsey üyele- ri Eskişehir'de bir hava tatbikatma gelmişlerdi. O arada "EskişebJr'de bir yüksekögretim kurn- mu var, bugüne kadar hiçbir talebe hareketi dö- vüşlü-kavgaL olmadı burada. bir gidelim" de- mişler. Bana sordular: "Neden burada bir şey ol- muyor?" Ben de kültür-sanat faaliyetlerinin bunda çok rolü olduğunu, öğrencilerin uzlaşa- bildiklerini, talebeleri olabildığince özgür buak- tığımızı anlattım. Bu arada Kenan Evren "Sen Hava Harp Okulu'na gelip bir konferans ver- miştin, uzaktan eğitimi anlatıyordun." Sonra, "Cumhuriyet'in 50. yıldönümünde enstitüler kurdun, Niye devam etmedin o işlere?" diye sor- du. " Bizde, kendi çapımızda. sürüyor o iş" de- dim. "Hâlâ var mı bu tesisler?" dedi. Onlara enstitüyü gezdirdik. Yaverine dedi ki : "Not al! Dönüşte Doğramacı'ya söyleyelim yeni kanuna bunu koysun!" Yeni kanun dediği YÖK Kanu- nu. Sonra kanunda bu çıktı, YÖK kuruldu, beni Ankara'ya çağırdılar, onlara bir brifing verdim, fakat Kemai Karhan. thsan Doğramacı ve baş- ka bir-iki üyenin dışında dığerlennın kafası al- madı bunu. Yasada olduğu için kerhen "Hadi kur bakatam, on bin öğrend alabiUr nusin?" de- diler. Alabileceğimizi ama öyle hemen başlaya- mayacağımızı anlattım. "Hayır hayır, bir buçuk ay sonra başlayacak bu iş" dediler. Şimdi, bir buçuk ay sonra başlayacak, evet televizyon stüdyolanmız var, belli bir kadromuz var ama müfredat yok, ayn bir teknikte kitaplar yazıla- cak, o kitaplar edit edilecek... Uzun iş! Yani açıköğretim böyle mi başiadı? - Evet böyle başiadı. On bin demişlerdi, yirmi bin öğrenci kaydoldu. tkinci yıl elli bine çıktı bu sayı. Bugünse altı yüz elli bin öğrenci Açı- köğretim'de okuyor. Çok geniş bir yelpazede iki ve dört yıilık eğitim vennektedir. Ve bugün için açıköğretim dünyanm 10 mega üniversitesinin ıkıncısı. Üstelik dünya çapında kabul görüyor. Bundan dolayı tngiltere'de bana fahri doktora verdiler. Avusturya ve Fransa'dan da devlet ni- şanlanm var.. Anadolu Üniversitesi'ni Türkiye'deki diğer üniversitelerie karşdaşOrdığuuzda nasıl bir yar- gıya vanyorsunuz? - Mukayese edersem olay şu: Türkiye'de yük- sekokul ve öğretim elemanlan sayısı öğrenci sa- yısıyla aym paralelükte gidemiyor. Öraeğin ben 80'li ydlann başında süratli koştuğumu hissedi- yordum. Ama 80'li yıllann sonuna geldiğimde kendimi bir fil sürücüsü gibi görmeye başlaym- ca "Küçültelim" dedim ve üniversiteleri böl- dük. Çok da iyi yaptık. Üniversitelerarası Kurul Başkanı olduğum sırada Hacettepe Üniversite- si'nin, Ankara Üniversitesi'nin, Marmara Üni- versitesi'nin, lstanbul Üniversitesi'nin bölünme- lerini, bunlann içerisinden birkaç tane üniversi- te çıkabileceğini savunuyordum. Ama rektör ar- kadaşlanm bana kızıyor, hiçbiri bunu istemiyor- du. Bugün yeni kurulan pek çok üniversite aynı şekilde büyümüştür. Bana sorarsanız, bunlann bile bazüannın bölünmesı lazımdır.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear