25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 16 ARALIK 1999 PERŞEMBE 14 KULTUR kultur(S cumhuriyet.com.tr New York Met'de Tosca, MoMa'da tarihsel üç dönemi içeren dokuz hesaplaşma sergisi Tosca, hep Zehra'yı lıaürlatacak ERHAN KARAESMEN Evet, bellı oldu. Tosca de- nince hep Zehra Yıkfaz gele- cekaklıma. HemdeTosca'yı söylerken ve oynarken göre- mediğim Zehra'yı anımsaya- cağım. yaşam boyunca. O uğursuz yetmiş iki saati ile o trajik gerginlik dolu dakika- lan ile. Her şey ne güzel gi- diyordu, oysa. O hafta sonu- nu Istanbul'da geçirip Zehra ile Tosca'yı yudum yudum tadacaktık. Sonraki gün. Zeh- ra ile keyifli geniş birzaman geçirecektik. Yekta Kara dos- tumuz nasıl hoş bir program hazırlamıştı. Ancak, aramıza en igrenç sıntkanlığıyla ölüm girdi. Istanbul'da olduk. Ama ağlaşmak için. Geçen akşamlardan birin- de New York Met'de Eva Marton'lı Tosca'yı dinlerken ve seyrederken, o arsız ecel, o saygısız ölüm aklımda uçu- şuyordu. 1.90 m'lik boyu ve yüz küsur kiloluk dev göv- desiyle değil zarif birhareket yapması, adım atması bile olanaksız bir Eva yerine ben- zersiz hareket yumuşaklığı içinde bebek yüzlü bir Zeh- ra'yı hayal edip duruyordum. (Ünlü yakan ve cinayet sah- nesinde, Ankara Tosca'sında- ki Nilgiin Akkerman'ın aşk, umutsuzluk ve kadınsı nefret dolu oyununun ne denli etki- leyici olduğu da aklımdan geçti bir ara.) Ashnda hakkını yemeye- lim. Zeflîrelli'nin çok iyi bil- digi ve duyumsadığı Roma atmosferi canlandırmah sah- ne düzeni çok ustacaydı. Alımlı dekorlara ve kostüm- lere ince ve üstün bir begeni yansımıştı. Eva, son yıllann dünyada en fazla sahne alan ve en fazla kayıt dolduran dra- matik sopranosu ününü ka- nıtlarcasına olaganüstü bir hançere formu sergiliyordu. Bedeninin kütlüğünü fazla- sıyla affettirerek. tzlanda'da yanardağlann ve gayzerlerin arasından süzülüp gelmiş bir küçük mucize gözûyle bakı- lan Kristian Johannson son yıllann en etkileyici Cavara- dossi'sini oynuyordu. Ama aklım Zehra'lı hayallerle, es- rik ve acıkJı anımsamalarla dolu, tüm bu güzellikleri ya- n yanya tadabildim. Mar- ton'ın tann vergisi o köşeler- den alabildiğine ayıklanmış hafif örtülü, gizemli ve kulak- tan hâlâ zevldi bir şınltıyla akan sesini, umanm Tosca ol- mayan bir temsilde yeniden dinlerim. Macar asılh Eva Marton'a aslında, çeşitli çevrelerde Beh- rens'in hemen ardmdaki en önemli dramatik soprano gö- züyle bakıldığını. haörlatmak isterim. Otuzuncu yılına yak- laşan uluslararası kariyerinde Richard Strauss'inkiler baş- ta olmak üzere Alman opera- sının tüm önemli rollerinin altından rahatlıkla kalkagel- diği biliniyor. Adı, aktivitesi- ni azaltmış da olsa, hâlâ bel- li bir saygınlığa sahip olan Kiri Te Kanatva ya da Mo- zart'ın son krahçesi Syhia McNair gibi yıldız isimlerin yanından geçiyor. O. yüzyılsanatinın "görsel" dallannapanoramik bir bakış, New York'un MoMA 'sı (Museum ofModern Art) tarafından yapılıyor. Bir dizi sergiyle yüzyüın sanatı toplu ve irdemeli biçimdegözden geçirüiyor. Aristide Maillol, 'TheRiver'. MoMA'dan yüzyıla veda EvaMarton'luTosca'yıizlerken Zehra'yı hayal edryordum. Yirminci yüzyıl, bireysel fîziki hareketliliğin yoğunlaşması ve çabuklaşmasınm yanı sıra top- lumsal dönüşümlerin boiluğu ile de dikkat çe- kiyordu. Bu ele avuca sığmazlığın sanatsal an- latuna da elbet bir yansıması olacaktı. Ve oldu. Yirminci yüzyıl sanatı yenilikçi akımlann sa- yısının çokluğu ve dönüşüm felsefesindeki renk- İilik ile geçmişteki hicbir yüzyıl ile karşılaştı- nlmayacak ölçüde dinamik birdönemi oluştur- du. Ancak bazı akımlann ilkesel dennlikten yoksun oluşu, tüketim denen psikolojik ve fız- yolojik canavara gittikçe daha fazla teslim olu- nuşuyla ortaya çıkan anonimliğe karşı güçlü tavn oluşturmayışı, bu yüzyıl sanatsal gelişim çizgisinin zayıf halkalannı oluşrurdu. Ama za- fiyeti, güçlülüğü. tarihsel sürekliliğin bir par- çası oluşu ya da ondan kopuşuyla olabildiğine olay dolu bir dönem yaşandı. ' Tüm koşturuculuğun karmaşıklıgı ve dolu- luğu-hafıfliği içinde 20. yüzyıl sanatinın "gör- sei" dallannapanoramik bir bakış New York'un MoMA'sı (Museum ofModern Art) tarafindan yapılıyor. 1999 sonbahannda başlayıp 2000 yı- İı ortalanna kadar sürecek bir dizi sergiyle 20. yüzyıl sanatinın toplu ve irdelemeli biçimde gözden geçirilmesi amaçlanmış. MoMA'nın son yıllardaki bazı önemli sergilerinden izlenim- leri, geçen dönemlerde de Cumhuriyet okurla- nyla paylaştığımı arumsıyorum. Bu kez tek bir sergi söz konusu değil. akan bir düzende birbi- rini tamamlayan dokuz sergilik olaganüstü bir dizi düzenlenmiş. Konular tarihsel olarak üç zaman diliminde ele alınmış; a) 1880-1920 Dö- nemi Modenstarts (Çağdaşhğın Kaynaklan), b) 1920-1960 Dönemi. Making Choices (saf- lann belirlenmesi), c) 1960 sonrası. Tarihsel gelişme dönemlerini enlemesine ke- sitlerle ıncelemeye alabilmek için ise üç ara un- sur ve ılişki grubu referans olarak kabul edil- miş: People (ınsanlar, ınsanla ilgili görselleştir- meler), Things (nesneler, erişimler), Places (yer- ler ve çevreler). Böylece her üç dönemin her bi- ri için üçer ana etkene bağlı olarak toplam do- kuz sergilik malzeme çıkmış. Çogunlukla mü- zenin kendi koleksiyonlanndan ve yanı sıra ba- zı özel koleksiyonlardan yapıtlarla 2000 yılı için dokuz hesaplaşma sergısı planlanmış. tl- ginç ve cüretkâr bir proje. Ancak tartışmaya açık. Dönemlerin üç dönem yerine dört dönem olarak alınabileceğini düşünenler var. Ana kav- ramsal referans sayısının da üçten daha fazla tu- tulabileceği bazı önemli olaylann ve akımlann. ömegin "•soyudama" olayının kapsamlı bir açık- lamasının sadece bu üç etkene bağı yapılama- yacagı düşünülüyor. Ancak sergi düzenleyici- lerinin de bu tür tartışmalan kendi içlerinde ozım uzun'yapûklan ve dokuzdan dafBfH9$Ser-< ginin sürekliliği dağıtabileceğinden endişe duy- duklan anlaşılıyor. Çok önemli sanatçılara saygı duruşu Bu nehir sergilerden 1999 sonbahanna rast- layan ve on beşer gün arayla açılışlar yapılan 1880-1920 dönemine yönelik ilk üçünü görme şansım oldu. Birinci kattn çok uzun duvanru boy- lu boyunca kaplayan bir Sol Le Wh* soyut gra- figi izleyiciyi çağdaşlık atmosferine sokuyor. Özel bir psikolojik çevre yaratımındaki etkile- yiciligi bir yana, Le Witt'in sonsuz büyüklük- teki panosu tam bir görsel ziyafet. Yüzlerce (belki toplamda bini aşkın) resün. heykel, fotograf ve gündelik kullanım donanı- mını da kapsayan cisimler arasındaki bir dolaş- ma, yirminci yüzyılın heyecan verici çapraşık- lıgının buna kaynaklık eden 1880-1920 başlan- gıç dönemınden beri zaten belli oldugunu bir kez daha anımsatıyor. Ancak sergilerdeki mal- zeme bolluğuna karşm, seçilmiş ürünlerin ka- liteleri ve anlam yükleri değişkenlik gösteri- yor. Kavramsal bazı mesajlann netligi ve ber- rakJığına da bu yüzden, yer yer bazı gölgeler dü- şebiliyor. (Bir anımsama; bizim kuşağın otuz küsur yıl öncesinın Paris'inde çok yoğun etki- lenmeyle defalarca tavaf edercesine izledigj o harika "Les Sources du Vlngtieme Siede (Yir- mindYüzyılmKaynaklan)''sergisi, 1895-1950 döneminın eksiksiz bir betimlemesi ve anaüzi amacıyla dünyanın dört bir tarafından getiril- miş ürünlerle, akıl almaz bir şölendi. O denli doyurucu, güzellik ve anlam dolu bir sergile- menin bir daha yapılabileceğini sanmıyorum. Nitekim 1999-2000 New York MoMA sergile- rinin ilk üç günlük grubu da açıkçası o düzeye ulaşamıyor.) Ama. yeni yüzyılın eşiginde bazı önemli taş- lann yerli yerine oturtulmasında büyük katkısı iraiç'MoNfA sergılerinin. Sonralarda olup bite- ceklere katkısı büyük oldugu halde kendi çağ- daşlannın biraz gölgesinde kalmış bulunan hey- kelde Aristide MaiDoi, resimde James Ensor. ci- simsel çevre (bıraz fantastik, alabildiğine deği- şik çe\Teler) yaratmada HedorGuimardgibi çok önemli sanatçılara saygı duruşu yapılıyor. Dü- şünsel ve uzaysal sürekliliğin Rodfaı heykelle- rinde, Matisse resimlerinde ve onlardan bir ya- nm asır sonra gelmiş Sol Le Witt desenlerinde hamur edilişine ışık tutuluyor. (Guimard'dan söz ederken, MoMA sergisinden birkaç gün önce Darmstadt'taki üniversite semınerimin arasında bir kaçamakla yakaladığım "Art Naveao-Gu- inard" sergisini de kaçınılmaz olarak aklımdan geçiriyorum.) Batı dillerinde "çağda$" ve "se- çjcf sözcüklerinin bırbirine benzerliginden ya- rarlanarak son yıllarda yapılan bir kelime oyu- nu Türkçeye tam çevrilemese de şöyle birşey- lerdemeye gelivor: Bu çağdaş dediğin acaba ge- çki midir? Cerive sonunda klasikler mj kaJa- cakür? "Yaşasın kiasiklik. Ama bizim yüzydımız da yaşasın" diyorum. Rejects Revenge Tiyatro Topluluğu, 'Bezelye Çorbası'yla Türkiye'de IngiliztarihineironikbakısKültür Servisi-îngiliz Rejects Revenge Tî- yatroTopluluğu. "BezdyeÇorbası" adlı oyu- nuyla Trabzon. Ankara, tstanbuL tzmir, An- taiya, Adana ve Dharbakır'ı kapsayan Tür- kiye turnesinde. Bugün Izmir, Konak Sahne- si'nde izlenebilecek olan topluluk, oyunun ilk temsilini 1995 Edinburgh Fringe Festiva- li'nde gerçekleştirmiş ve Fringe Birincilik Ödüiü ile Fringe Ruhu Ödülü'nü kazanmış. Cinayet. aşk, mahkeme, hırsızlık, macera, ko- valamaca sahnelerinin klişelerle yan- sıtıldığı, Ingiliz 'Sömürge' Impara- torluğu, tarihine ironi ile yaklaşılan, izleyenin oyunla özdeşleşmesinin. farklı bir oyunculuk tarzı sergilene- rek engellendigj bu komedinin, yaza- n ve a>Tiı zamanda oyunculanndan olan Tîm Hibberd'la söyleştik. -Türkrye'depekbiMıınıeyenbirtarz- da oyunculuk sergiliyorsunuz._ TİM HIBBERD- Bu zor bir tarz. Kökleri Ortaçağ'a dayanan bir tiyat- ro biçimi; gezici kumpanyalar bir ka- sabadan diğerine giderek orada olan- lan. öyküleri sahneliyorlardı. 20. yüz- yılın ortaiannda Ingiltere'de ve özel- likle Fransa'da Jacques LeCoq gibi eğitmenler. bu tarzı gelişrirerek 'Fizik- selTıyatro' ekolünü başlattılar. Beden kullanımına ve mime dayalı olan bu ekolde oyunculuk ve hareket esastır. Oyuncu, kendi dışındaki. mekân gibi tiyatro ögelerini bedeniyle aktanr. - Siz bu o> unculuk tekniğini nerede öğrendiniz. tivarrt) egitimi almamışsı- HIBBERD- \Vork-shop'lardan öğ- rendiklerim ve sürekli çalışmayla di- yebüirim. Her oynadığımız oyunla ba- zı püf noktalannı yakalayıp kendimi- zi geliştiriyoruz. Ingiltere'de tiyatro yapmak için olanağınız çoktur ama sa- nınm Türkiye'de böyle değil dunım. Ashnda fiziksel tiyatroyu bizden çok daha profesyonelce yapan gruplar var dünyada. - Metindeki ironi neye da>anıyor? FDBBERD- Ingilızler, özellikle Victoria çağında dünyaya hükmettiler ve bunun için pek çok insan öldürüldü. Kendi tarihimizde- ki bu olaylara tepki olarak, ironik bir yakJa- şımım var metinde. - Sahne ve raetin üzerinde dramaturji ça- bşmalan vaptınız mı? HIBBERD- Yazar olarak, oyunun sahneye aktanmı sırasında metin üzerinde epey degi- şiklik yaptım; esas amacım kendi tarihime göndermeler yaptığım metindeki ironinin or- taya çıkmasıydı. - İroniyi tarihi bir çerçeveye oturtmanızuı nedeni nedir? HffiBERD- Tarih eğitimi aldım. Tarihi bir çerçevede ironiyi aktarmak daha kolaydır. Eğer olanlan günümüz ortamında ele alsay- dım politik biryöne giderdim; benim is- tedığim olanlan ti'ye almaktı. -Oyunda ironhi destekleyen pekçok klişe kullanıyorsunuz? HIBBERb- Evet Commedia D'eU Arte'nin içerdiği aşıklar gibi pek çok kli- şeyi kullandık. Klişe, evrensel bir dil- dir, anlatmak istediğimizi herkesin kav- rayabilmesi için önemli bir araçtı. - Yunanistan. Pakistan, Singapur gi- bi dü n\anın pek çokyerine rurnekr dü- zenleyen bir topluluk üycsi olarak, gü- nfimüzde trvarronun dünyadaki yeri ve islevi hakkında ne düşünüyorsunuz? HIBBERD- Kişisel olarak çogu za- man sinemaya gitmeyi yeğliyorum çün- kü herkes kendi halinde, bu anlamda bazen tiyarroda baskı hissediyorum. Ti- yatronun etkisi üzerine son örnek Çe- koslovakya'da yaşandı;radyolannın,ga- zetelerinin olmadıgı bir dönemde Prag'daki oyuncular, halk için, ülkede neler olduğuna dair oyunlar sahneledi- ler, yaşayan bir tiyatroydu gerçekleştir- dikleri. Tiyatroyu diğer tüm sanatlar- dan ayıran bence, canlı olması ve insa- na dayalı böyle bir güce sahip olması. Ingiltere'de yapılan tiyatro. paraya en- dekslidir. Izleyici tembeldir, oyuncula- ra kimse pek değer vermez. Singapur tur- nemizde ise hemen herkes Ingilizce bil- diğinden orada aldığımız tepkiler heye- Topluluğun ülkemizdeki turnesi 22 Arahk'a dek sürecek. can vericiydi. Giinnur Özsoj 'un heykdleri İMKB'de ser^Jeniyor. Pürüzsüz, kaygan ve parlak heykeller KûlturServisi-lstanbul Men- kul Kıymetler Borsası' 18 Ara- lık tarihine dek Günnur Öz- sıy'un heykenerine sv sahipli- ği yapıyor. Marmara Ünrversi- tesi Güzel SanatlarFakültesi En- düstri Ürûnleri Tasanmı Bölü- mü'nden 1987 ydında mezun olan sanatçı 1990'da Londra'da Harro»' KoJej'de gümüş işçili- ği ve mücevher tasanmı üzeri- ne eğitim aldı. Günnur Özsoy'un heykellen izleyeni ilkel bir alana yönlen- diri^r. Bu ilkellik, belli bir ya- baniliğe karşrn Ldeyiciyi dışla- mıyor. Özsoy'un heykellerinde, biçimleriyüzolmaksızın betım- liyor. Özellikle aliminyumlar- da, yüzeyler pürüzsüz, kaygan ve parlak olarak tasarlanıyor. Sanatçının heykellerini Ahmct Soysal şöyle tanımlıyor: "Sa- natcraııı he>keUerindeki UkelBk bovTrtu.yüzr. M 1 pariakhkboyut- knyla ckkmleni>t)r. Bu bovnt- lar, ilkelliğin yabaniliğini azato- yor, daha doğrosu evcilleştiri- yor. Tam da evin Jçinde yer bu- lan birilkellik sözkonususanat- çmın yapriknnda, Kuflanım nes- nesioimman. ama et~deki kufla- nım nesneteri ve belirknmiş bt- çimlerle bir uvuma gtren kütte- ter bunlar. Evin bikfik düzenİBİ ve tasarumnı sekteye uğratnta- yan. tam tersine bunlan yan»- tan nesneler. Bu >apttlar. evin içinde bir panltı ve yoğun küde odağı meydanagetiriyor. Böyte- ce. ışddayan bir küde evin için- de odakianmıs.olup,evin biçim- seldüzenindekuitanım dış ama «ingendkuflanınunadinamtnn ve anlam kazandıran farkhlık- lar oJuşturuyor."' Istanbul Menkul Kıymeüer Borsası,Tel:(0212)298 25 00 IŞILDAK YE YELPAZE ATİLLA BtRKİYE Bir Kızın Kederli Yureği Yüzünü saçlannın ardına saklama, o sana özgü esmergülüşünlebiriikte; kaldığımızyerden sürdü- relim öyküyü. Belki de yalnızca kalınan yer var, o an ya da o anı; demem o demek ki, kaldığımız yerin ne ön- cesi var ne de sonrası. Yalnızca bir yanılsama kalınan yer, o an ya da ant! Öncesi ve sonrası hiç olmamış, olmayacak san- ki. Varolduğunu sandığımız öykünün aslında bir ya- nılsama oluşu gibi. (Kim bilir belki de adı aşk olan, adına aşk dedi- ğimiz bir yanılsama.) O zaman, öykü yok ise, bir şiirin içine girmeyi deneyelim. Ne kadar girebilirsek, o kadar girelim. Ey okur sen de takıl peşimize, NecatigiJ'ın di- zeJerinde, kendi öykümüzle yüzleşelim. Kendi öy- künle yüzleş sen de! Yüreğimizden, yüreklerimiz- den düşenin, bir kez daha peşine düşelim... ', Çoklanndan düşüyor da bunca . •,. Görmüyor gelip geçenler Eğilip alıyorum Solgun bir gül oluyor dokununca. Gerçek bir şiirde aslında birçoğumuzun öyküsü saklıdır. Dizeler sanki bizim için yazılmıştır. Yalnız- lığımızın dizeleridir, okunduğunda. O hiç kimseye kolay kolay anlatılamayan burukluğumuzun öy- küsü vardır: Ya büyük şehirierin birindeki kaJabaiık bir durak- ta rastlarsınız o öyküye ya da yurdun uzak bir ye- rindeki kahve, ıssız bir otel köşesindedir. öykümüz yalnızca o kalınan anla, o yanılsama anıyla sınırlı olsa da, şiirin öyküsü hemen öyle brt- mez, sürmektedir: Nereye gitse bu akşam vakti ' Ellerini ceplerine sokuyor Sigaralar, kâğıtlar Arasından kayıyor usulca Eğilip alıyorum, kimse olmuyor Solgun bir gül oluyor dokununca. Bir şiirin içine girmeyi denemek ne kadar da güçmüş! Aslında şiiri okumak yeterlidir; laf düşmez okuyanaama, bazen istenç parmaklann hattayü- reğin hüzünlü sarkısına söz geçiremez. Hepimizin anlatacak aşka, hüzne, acıya, yalnız- lığa, sonbahara dair bir öyküsü varsa, kj kesinlik- le herkesin anlatacak bir öyküsü vardır yaşanma- sa da, o zaman gerçek bir şiirin serüveninde yol olmak kaçınılmazdır, içine girmeyi beceremezse- niz de! Denemek yeterlidir, çok uzaklarda unutulmuş bir kızın kederli yüreğine dokunmak gibi... Bir be- cerebilsek şunu: Bir kızın kederli yüreğine dokun- mayı ya da bir başkasına öykümüzü, her ne kadar yanılsama da olsa, anlatabilmeyi... Ya da yalnız bir kjzın Sildiği dudak boyasında •">'• •"'' Eşiginde yine yorgun gecenin başını yastıklara koyunca. Aslında bitimsiz olan şiirin öyküsüdür; şiirin ken- disidir bitimsiz olan, şu koskoca kosmosta. Döne döne okunur bir şiir, çoğu zaman solgun bir güldür dokununca. Kalınan yer, her ne kadar öyküler yaşanmamış da olsa, yeni bir öyküyü umut etmenin başlangıç anıdır aslında: Içimizde bir ışık olarak saklı katan. Ya sonra! Sonrasında şiirin son dizeleri, belki de hiç yaşanmamış öykünün sonu, hayat sayfamıza ağır ağır dökülür: Alıp alıp geliyorum, uyumuyor bütün gece Kımıldıyor karanlıkta, ne zaman dokunsam Solgun bir gül oluyor dokununca. Ya sonra! Başka bir şairin dediği gibi, sonrası iyi- lik güzelliktir hiç kuşkusuz ki; ve sonrasında bü- yük bir şiiri, adı tarihe "Solgun Bir Gül Dokunun- ca" olarak geçen bir şiiri okumanın o tanımsız key- fine vanrsınız; ve hele yüzyılı bitirirken... Sistine Şapeirnin tartışmalı pestorasyonu • Kühür Servisi - Duvarlannda ve tavanında Michelangelo ve Boticelli gibi büyük ressamlann resimleri yer alan Vatikan'daki ünlü Sistine Şapeli, yirmi yıllık bir restorasyon çalışmasından sonra geçen hafta yeniden ziyarete açıldı. Dört yıldır ziyarete açık olmayan, Michelangelo'nun ünlü 'Mahşer Günü' adlı yapıtımn restorasyonu ise henüz tamamlanamadı. Törene katılan Papa 2. Jean Paul, şapelin restorasyonunu överek tarihi yapıyı 'sanatın ve inancın mükemmel bir biriikteligi' olarak nitelendirdi. Ancak James Beck adlı ABD'li bir tarih profesörü, duvar resimlerinin temizlenişinde uygıüanan yöntemi 'sanatsal bir soykınm' olarak değerlendirdi. Columbia Üniversitesi'nde çahşan profesör, Boticelli, Ghirlandaio ve Perugino'ya ait olan fresklerin temizlenirken neredeyse kazındığını, üstlerine suluboyayla rötuş yapıldığını belirtti. Ppopaganda'Ürgüp'te • Kültür Servisi - 'Propaganda' filmi Ürgüp'te düzenlenen Sinema Günleri kapsammda gösteriliyor. Kapadokya bölgesinde çekimleri yapılan ve çeşitli uluslararası yansmalarda ödül kazanan film, 19 Arahk'a dek gösterimde olacak. Zhang Yuan'm filmi aptik Çin'de de gösteriliyor • BEUEVG (AFP) - Bu yıl Venedik Film Festivali'nde 'en iyi yönetmen' dalında özel bir ödül kazanan, ancak anavatanı Çin'de yasaklanan ' 17 Yıl' adlı film (Guo Nian Hui Jia), Çinli idarecilerden izin koparabildi en sonunda. Ovey kız kardeşini öidürdügü için on yedi yıl hapishanede yatan, üç gün süreyle verilen izinde yaşadığı yeri ziyaret eden genç bir kadının öyküsünü anlatan film, geçen hafta Beijing'de gösterime girdi. Bir Çin hapishanesinde çekilen ilk film olma özelligini taşıyan yapımda rol alan oyunculann tamamı, en az 10 yıl hüküm giymiş gerçek mahkûmlardı. Filmin yönetmeni Zhang Yuan, Çin'de eşcinsel insanlann yaşamını anlatan 'East Palace West Palace' (Doğu Sarayı Batı Sarayı) filmine de imza atmıştı. Bugüne kadar hiçbir filminin gösterimine izin verilmemişti.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear