Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
SAYFA CUMHURİYET 16 ARALIK 1999 PERŞEMBE
14 KULTUR kultur(S cumhuriyet.com.tr
New York Met'de Tosca, MoMa'da tarihsel üç dönemi içeren dokuz hesaplaşma sergisi
Tosca, hep Zehra'yı lıaürlatacak
ERHAN KARAESMEN
Evet, bellı oldu. Tosca de-
nince hep Zehra Yıkfaz gele-
cekaklıma. HemdeTosca'yı
söylerken ve oynarken göre-
mediğim Zehra'yı anımsaya-
cağım. yaşam boyunca. O
uğursuz yetmiş iki saati ile o
trajik gerginlik dolu dakika-
lan ile. Her şey ne güzel gi-
diyordu, oysa. O hafta sonu-
nu Istanbul'da geçirip Zehra
ile Tosca'yı yudum yudum
tadacaktık. Sonraki gün. Zeh-
ra ile keyifli geniş birzaman
geçirecektik. Yekta Kara dos-
tumuz nasıl hoş bir program
hazırlamıştı. Ancak, aramıza
en igrenç sıntkanlığıyla ölüm
girdi. Istanbul'da olduk. Ama
ağlaşmak için.
Geçen akşamlardan birin-
de New York Met'de Eva
Marton'lı Tosca'yı dinlerken
ve seyrederken, o arsız ecel,
o saygısız ölüm aklımda uçu-
şuyordu. 1.90 m'lik boyu ve
yüz küsur kiloluk dev göv-
desiyle değil zarif birhareket
yapması, adım atması bile
olanaksız bir Eva yerine ben-
zersiz hareket yumuşaklığı
içinde bebek yüzlü bir Zeh-
ra'yı hayal edip duruyordum.
(Ünlü yakan ve cinayet sah-
nesinde, Ankara Tosca'sında-
ki Nilgiin Akkerman'ın aşk,
umutsuzluk ve kadınsı nefret
dolu oyununun ne denli etki-
leyici olduğu da aklımdan
geçti bir ara.)
Ashnda hakkını yemeye-
lim. Zeflîrelli'nin çok iyi bil-
digi ve duyumsadığı Roma
atmosferi canlandırmah sah-
ne düzeni çok ustacaydı.
Alımlı dekorlara ve kostüm-
lere ince ve üstün bir begeni
yansımıştı. Eva, son yıllann
dünyada en fazla sahne alan
ve en fazla kayıt dolduran dra-
matik sopranosu ününü ka-
nıtlarcasına olaganüstü bir
hançere formu sergiliyordu.
Bedeninin kütlüğünü fazla-
sıyla affettirerek. tzlanda'da
yanardağlann ve gayzerlerin
arasından süzülüp gelmiş bir
küçük mucize gözûyle bakı-
lan Kristian Johannson son
yıllann en etkileyici Cavara-
dossi'sini oynuyordu. Ama
aklım Zehra'lı hayallerle, es-
rik ve acıkJı anımsamalarla
dolu, tüm bu güzellikleri ya-
n yanya tadabildim. Mar-
ton'ın tann vergisi o köşeler-
den alabildiğine ayıklanmış
hafif örtülü, gizemli ve kulak-
tan hâlâ zevldi bir şınltıyla
akan sesini, umanm Tosca ol-
mayan bir temsilde yeniden
dinlerim.
Macar asılh Eva Marton'a
aslında, çeşitli çevrelerde Beh-
rens'in hemen ardmdaki en
önemli dramatik soprano gö-
züyle bakıldığını. haörlatmak
isterim. Otuzuncu yılına yak-
laşan uluslararası kariyerinde
Richard Strauss'inkiler baş-
ta olmak üzere Alman opera-
sının tüm önemli rollerinin
altından rahatlıkla kalkagel-
diği biliniyor. Adı, aktivitesi-
ni azaltmış da olsa, hâlâ bel-
li bir saygınlığa sahip olan
Kiri Te Kanatva ya da Mo-
zart'ın son krahçesi Syhia
McNair gibi yıldız isimlerin
yanından geçiyor.
O. yüzyılsanatinın "görsel" dallannapanoramik bir bakış, New York'un
MoMA 'sı (Museum ofModern Art) tarafından yapılıyor. Bir dizi sergiyle
yüzyüın sanatı toplu ve irdemeli biçimdegözden geçirüiyor. Aristide Maillol,
'TheRiver'.
MoMA'dan yüzyıla veda
EvaMarton'luTosca'yıizlerken Zehra'yı hayal edryordum.
Yirminci yüzyıl, bireysel fîziki hareketliliğin
yoğunlaşması ve çabuklaşmasınm yanı sıra top-
lumsal dönüşümlerin boiluğu ile de dikkat çe-
kiyordu. Bu ele avuca sığmazlığın sanatsal an-
latuna da elbet bir yansıması olacaktı. Ve oldu.
Yirminci yüzyıl sanatı yenilikçi akımlann sa-
yısının çokluğu ve dönüşüm felsefesindeki renk-
İilik ile geçmişteki hicbir yüzyıl ile karşılaştı-
nlmayacak ölçüde dinamik birdönemi oluştur-
du. Ancak bazı akımlann ilkesel dennlikten
yoksun oluşu, tüketim denen psikolojik ve fız-
yolojik canavara gittikçe daha fazla teslim olu-
nuşuyla ortaya çıkan anonimliğe karşı güçlü
tavn oluşturmayışı, bu yüzyıl sanatsal gelişim
çizgisinin zayıf halkalannı oluşrurdu. Ama za-
fiyeti, güçlülüğü. tarihsel sürekliliğin bir par-
çası oluşu ya da ondan kopuşuyla olabildiğine
olay dolu bir dönem yaşandı. '
Tüm koşturuculuğun karmaşıklıgı ve dolu-
luğu-hafıfliği içinde 20. yüzyıl sanatinın "gör-
sei" dallannapanoramik bir bakış New York'un
MoMA'sı (Museum ofModern Art) tarafindan
yapılıyor. 1999 sonbahannda başlayıp 2000 yı-
İı ortalanna kadar sürecek bir dizi sergiyle 20.
yüzyıl sanatinın toplu ve irdelemeli biçimde
gözden geçirilmesi amaçlanmış. MoMA'nın
son yıllardaki bazı önemli sergilerinden izlenim-
leri, geçen dönemlerde de Cumhuriyet okurla-
nyla paylaştığımı arumsıyorum. Bu kez tek bir
sergi söz konusu değil. akan bir düzende birbi-
rini tamamlayan dokuz sergilik olaganüstü bir
dizi düzenlenmiş. Konular tarihsel olarak üç
zaman diliminde ele alınmış; a) 1880-1920 Dö-
nemi Modenstarts (Çağdaşhğın Kaynaklan),
b) 1920-1960 Dönemi. Making Choices (saf-
lann belirlenmesi), c) 1960 sonrası.
Tarihsel gelişme dönemlerini enlemesine ke-
sitlerle ıncelemeye alabilmek için ise üç ara un-
sur ve ılişki grubu referans olarak kabul edil-
miş:
People (ınsanlar, ınsanla ilgili görselleştir-
meler), Things (nesneler, erişimler), Places (yer-
ler ve çevreler). Böylece her üç dönemin her bi-
ri için üçer ana etkene bağlı olarak toplam do-
kuz sergilik malzeme çıkmış. Çogunlukla mü-
zenin kendi koleksiyonlanndan ve yanı sıra ba-
zı özel koleksiyonlardan yapıtlarla 2000 yılı
için dokuz hesaplaşma sergısı planlanmış. tl-
ginç ve cüretkâr bir proje. Ancak tartışmaya
açık. Dönemlerin üç dönem yerine dört dönem
olarak alınabileceğini düşünenler var. Ana kav-
ramsal referans sayısının da üçten daha fazla tu-
tulabileceği bazı önemli olaylann ve akımlann.
ömegin "•soyudama" olayının kapsamlı bir açık-
lamasının sadece bu üç etkene bağı yapılama-
yacagı düşünülüyor. Ancak sergi düzenleyici-
lerinin de bu tür tartışmalan kendi içlerinde
ozım uzun'yapûklan ve dokuzdan dafBfH9$Ser-<
ginin sürekliliği dağıtabileceğinden endişe duy-
duklan anlaşılıyor.
Çok önemli sanatçılara saygı duruşu
Bu nehir sergilerden 1999 sonbahanna rast-
layan ve on beşer gün arayla açılışlar yapılan
1880-1920 dönemine yönelik ilk üçünü görme
şansım oldu. Birinci kattn çok uzun duvanru boy-
lu boyunca kaplayan bir Sol Le Wh* soyut gra-
figi izleyiciyi çağdaşlık atmosferine sokuyor.
Özel bir psikolojik çevre yaratımındaki etkile-
yiciligi bir yana, Le Witt'in sonsuz büyüklük-
teki panosu tam bir görsel ziyafet.
Yüzlerce (belki toplamda bini aşkın) resün.
heykel, fotograf ve gündelik kullanım donanı-
mını da kapsayan cisimler arasındaki bir dolaş-
ma, yirminci yüzyılın heyecan verici çapraşık-
lıgının buna kaynaklık eden 1880-1920 başlan-
gıç dönemınden beri zaten belli oldugunu bir
kez daha anımsatıyor. Ancak sergilerdeki mal-
zeme bolluğuna karşm, seçilmiş ürünlerin ka-
liteleri ve anlam yükleri değişkenlik gösteri-
yor. Kavramsal bazı mesajlann netligi ve ber-
rakJığına da bu yüzden, yer yer bazı gölgeler dü-
şebiliyor. (Bir anımsama; bizim kuşağın otuz
küsur yıl öncesinın Paris'inde çok yoğun etki-
lenmeyle defalarca tavaf edercesine izledigj o
harika "Les Sources du Vlngtieme Siede (Yir-
mindYüzyılmKaynaklan)''sergisi, 1895-1950
döneminın eksiksiz bir betimlemesi ve anaüzi
amacıyla dünyanın dört bir tarafından getiril-
miş ürünlerle, akıl almaz bir şölendi. O denli
doyurucu, güzellik ve anlam dolu bir sergile-
menin bir daha yapılabileceğini sanmıyorum.
Nitekim 1999-2000 New York MoMA sergile-
rinin ilk üç günlük grubu da açıkçası o düzeye
ulaşamıyor.)
Ama. yeni yüzyılın eşiginde bazı önemli taş-
lann yerli yerine oturtulmasında büyük katkısı
iraiç'MoNfA sergılerinin. Sonralarda olup bite-
ceklere katkısı büyük oldugu halde kendi çağ-
daşlannın biraz gölgesinde kalmış bulunan hey-
kelde Aristide MaiDoi, resimde James Ensor. ci-
simsel çevre (bıraz fantastik, alabildiğine deği-
şik çe\Teler) yaratmada HedorGuimardgibi çok
önemli sanatçılara saygı duruşu yapılıyor. Dü-
şünsel ve uzaysal sürekliliğin Rodfaı heykelle-
rinde, Matisse resimlerinde ve onlardan bir ya-
nm asır sonra gelmiş Sol Le Witt desenlerinde
hamur edilişine ışık tutuluyor. (Guimard'dan söz
ederken, MoMA sergisinden birkaç gün önce
Darmstadt'taki üniversite semınerimin arasında
bir kaçamakla yakaladığım "Art Naveao-Gu-
inard" sergisini de kaçınılmaz olarak aklımdan
geçiriyorum.) Batı dillerinde "çağda$" ve "se-
çjcf sözcüklerinin bırbirine benzerliginden ya-
rarlanarak son yıllarda yapılan bir kelime oyu-
nu Türkçeye tam çevrilemese de şöyle birşey-
lerdemeye gelivor: Bu çağdaş dediğin acaba ge-
çki midir? Cerive sonunda klasikler mj kaJa-
cakür? "Yaşasın kiasiklik. Ama bizim yüzydımız
da yaşasın" diyorum.
Rejects Revenge Tiyatro Topluluğu, 'Bezelye Çorbası'yla Türkiye'de
IngiliztarihineironikbakısKültür Servisi-îngiliz Rejects Revenge Tî-
yatroTopluluğu. "BezdyeÇorbası" adlı oyu-
nuyla Trabzon. Ankara, tstanbuL tzmir, An-
taiya, Adana ve Dharbakır'ı kapsayan Tür-
kiye turnesinde. Bugün Izmir, Konak Sahne-
si'nde izlenebilecek olan topluluk, oyunun
ilk temsilini 1995 Edinburgh Fringe Festiva-
li'nde gerçekleştirmiş ve Fringe Birincilik
Ödüiü ile Fringe Ruhu Ödülü'nü kazanmış.
Cinayet. aşk, mahkeme, hırsızlık, macera, ko-
valamaca sahnelerinin klişelerle yan-
sıtıldığı, Ingiliz 'Sömürge' Impara-
torluğu, tarihine ironi ile yaklaşılan,
izleyenin oyunla özdeşleşmesinin.
farklı bir oyunculuk tarzı sergilene-
rek engellendigj bu komedinin, yaza-
n ve a>Tiı zamanda oyunculanndan
olan Tîm Hibberd'la söyleştik.
-Türkrye'depekbiMıınıeyenbirtarz-
da oyunculuk sergiliyorsunuz._
TİM HIBBERD- Bu zor bir tarz.
Kökleri Ortaçağ'a dayanan bir tiyat-
ro biçimi; gezici kumpanyalar bir ka-
sabadan diğerine giderek orada olan-
lan. öyküleri sahneliyorlardı. 20. yüz-
yılın ortaiannda Ingiltere'de ve özel-
likle Fransa'da Jacques LeCoq gibi
eğitmenler. bu tarzı gelişrirerek 'Fizik-
selTıyatro' ekolünü başlattılar. Beden
kullanımına ve mime dayalı olan bu
ekolde oyunculuk ve hareket esastır.
Oyuncu, kendi dışındaki. mekân gibi
tiyatro ögelerini bedeniyle aktanr.
- Siz bu o> unculuk tekniğini nerede
öğrendiniz. tivarrt) egitimi almamışsı-
HIBBERD- \Vork-shop'lardan öğ-
rendiklerim ve sürekli çalışmayla di-
yebüirim. Her oynadığımız oyunla ba-
zı püf noktalannı yakalayıp kendimi-
zi geliştiriyoruz. Ingiltere'de tiyatro
yapmak için olanağınız çoktur ama sa-
nınm Türkiye'de böyle değil dunım.
Ashnda fiziksel tiyatroyu bizden çok daha
profesyonelce yapan gruplar var dünyada.
- Metindeki ironi neye da>anıyor?
FDBBERD- Ingilızler, özellikle Victoria
çağında dünyaya hükmettiler ve bunun için
pek çok insan öldürüldü. Kendi tarihimizde-
ki bu olaylara tepki olarak, ironik bir yakJa-
şımım var metinde.
- Sahne ve raetin üzerinde dramaturji ça-
bşmalan vaptınız mı?
HIBBERD- Yazar olarak, oyunun sahneye
aktanmı sırasında metin üzerinde epey degi-
şiklik yaptım; esas amacım kendi tarihime
göndermeler yaptığım metindeki ironinin or-
taya çıkmasıydı.
- İroniyi tarihi bir çerçeveye oturtmanızuı
nedeni nedir?
HffiBERD- Tarih eğitimi aldım. Tarihi bir
çerçevede ironiyi aktarmak daha kolaydır.
Eğer olanlan günümüz ortamında ele alsay-
dım politik biryöne giderdim; benim is-
tedığim olanlan ti'ye almaktı.
-Oyunda ironhi destekleyen pekçok
klişe kullanıyorsunuz?
HIBBERb- Evet Commedia D'eU
Arte'nin içerdiği aşıklar gibi pek çok kli-
şeyi kullandık. Klişe, evrensel bir dil-
dir, anlatmak istediğimizi herkesin kav-
rayabilmesi için önemli bir araçtı.
- Yunanistan. Pakistan, Singapur gi-
bi dü n\anın pek çokyerine rurnekr dü-
zenleyen bir topluluk üycsi olarak, gü-
nfimüzde trvarronun dünyadaki yeri ve
islevi hakkında ne düşünüyorsunuz?
HIBBERD- Kişisel olarak çogu za-
man sinemaya gitmeyi yeğliyorum çün-
kü herkes kendi halinde, bu anlamda
bazen tiyarroda baskı hissediyorum. Ti-
yatronun etkisi üzerine son örnek Çe-
koslovakya'da yaşandı;radyolannın,ga-
zetelerinin olmadıgı bir dönemde
Prag'daki oyuncular, halk için, ülkede
neler olduğuna dair oyunlar sahneledi-
ler, yaşayan bir tiyatroydu gerçekleştir-
dikleri. Tiyatroyu diğer tüm sanatlar-
dan ayıran bence, canlı olması ve insa-
na dayalı böyle bir güce sahip olması.
Ingiltere'de yapılan tiyatro. paraya en-
dekslidir. Izleyici tembeldir, oyuncula-
ra kimse pek değer vermez. Singapur tur-
nemizde ise hemen herkes Ingilizce bil-
diğinden orada aldığımız tepkiler heye-
Topluluğun ülkemizdeki turnesi 22 Arahk'a dek sürecek. can vericiydi.
Giinnur Özsoj 'un heykdleri İMKB'de ser^Jeniyor.
Pürüzsüz, kaygan
ve parlak heykeller
KûlturServisi-lstanbul Men-
kul Kıymetler Borsası' 18 Ara-
lık tarihine dek Günnur Öz-
sıy'un heykenerine sv sahipli-
ği yapıyor. Marmara Ünrversi-
tesi Güzel SanatlarFakültesi En-
düstri Ürûnleri Tasanmı Bölü-
mü'nden 1987 ydında mezun
olan sanatçı 1990'da Londra'da
Harro»' KoJej'de gümüş işçili-
ği ve mücevher tasanmı üzeri-
ne eğitim aldı.
Günnur Özsoy'un heykellen
izleyeni ilkel bir alana yönlen-
diri^r. Bu ilkellik, belli bir ya-
baniliğe karşrn Ldeyiciyi dışla-
mıyor. Özsoy'un heykellerinde,
biçimleriyüzolmaksızın betım-
liyor. Özellikle aliminyumlar-
da, yüzeyler pürüzsüz, kaygan
ve parlak olarak tasarlanıyor.
Sanatçının heykellerini Ahmct
Soysal şöyle tanımlıyor: "Sa-
natcraııı he>keUerindeki UkelBk
bovTrtu.yüzr. M
1
pariakhkboyut-
knyla ckkmleni>t)r. Bu bovnt-
lar, ilkelliğin yabaniliğini azato-
yor, daha doğrosu evcilleştiri-
yor. Tam da evin Jçinde yer bu-
lan birilkellik sözkonususanat-
çmın yapriknnda, Kuflanım nes-
nesioimman. ama et~deki kufla-
nım nesneteri ve belirknmiş bt-
çimlerle bir uvuma gtren kütte-
ter bunlar. Evin bikfik düzenİBİ
ve tasarumnı sekteye uğratnta-
yan. tam tersine bunlan yan»-
tan nesneler. Bu >apttlar. evin
içinde bir panltı ve yoğun küde
odağı meydanagetiriyor. Böyte-
ce. ışddayan bir küde evin için-
de odakianmıs.olup,evin biçim-
seldüzenindekuitanım dış ama
«ingendkuflanınunadinamtnn
ve anlam kazandıran farkhlık-
lar oJuşturuyor."'
Istanbul Menkul Kıymeüer
Borsası,Tel:(0212)298 25 00
IŞILDAK YE YELPAZE
ATİLLA BtRKİYE
Bir Kızın Kederli Yureği
Yüzünü saçlannın ardına saklama, o sana özgü
esmergülüşünlebiriikte; kaldığımızyerden sürdü-
relim öyküyü.
Belki de yalnızca kalınan yer var, o an ya da o
anı; demem o demek ki, kaldığımız yerin ne ön-
cesi var ne de sonrası.
Yalnızca bir yanılsama kalınan yer, o an ya da
ant!
Öncesi ve sonrası hiç olmamış, olmayacak san-
ki.
Varolduğunu sandığımız öykünün aslında bir ya-
nılsama oluşu gibi.
(Kim bilir belki de adı aşk olan, adına aşk dedi-
ğimiz bir yanılsama.)
O zaman, öykü yok ise, bir şiirin içine girmeyi
deneyelim. Ne kadar girebilirsek, o kadar girelim.
Ey okur sen de takıl peşimize, NecatigiJ'ın di-
zeJerinde, kendi öykümüzle yüzleşelim. Kendi öy-
künle yüzleş sen de! Yüreğimizden, yüreklerimiz-
den düşenin, bir kez daha peşine düşelim... ',
Çoklanndan düşüyor da bunca . •,.
Görmüyor gelip geçenler
Eğilip alıyorum
Solgun bir gül oluyor dokununca.
Gerçek bir şiirde aslında birçoğumuzun öyküsü
saklıdır. Dizeler sanki bizim için yazılmıştır. Yalnız-
lığımızın dizeleridir, okunduğunda. O hiç kimseye
kolay kolay anlatılamayan burukluğumuzun öy-
küsü vardır:
Ya büyük şehirierin birindeki kaJabaiık bir durak-
ta rastlarsınız o öyküye ya da yurdun uzak bir ye-
rindeki kahve, ıssız bir otel köşesindedir.
öykümüz yalnızca o kalınan anla, o yanılsama
anıyla sınırlı olsa da, şiirin öyküsü hemen öyle brt-
mez, sürmektedir:
Nereye gitse bu akşam vakti '
Ellerini ceplerine sokuyor
Sigaralar, kâğıtlar
Arasından kayıyor usulca
Eğilip alıyorum, kimse olmuyor
Solgun bir gül oluyor dokununca.
Bir şiirin içine girmeyi denemek ne kadar da
güçmüş! Aslında şiiri okumak yeterlidir; laf düşmez
okuyanaama, bazen istenç parmaklann hattayü-
reğin hüzünlü sarkısına söz geçiremez.
Hepimizin anlatacak aşka, hüzne, acıya, yalnız-
lığa, sonbahara dair bir öyküsü varsa, kj kesinlik-
le herkesin anlatacak bir öyküsü vardır yaşanma-
sa da, o zaman gerçek bir şiirin serüveninde yol
olmak kaçınılmazdır, içine girmeyi beceremezse-
niz de!
Denemek yeterlidir, çok uzaklarda unutulmuş
bir kızın kederli yüreğine dokunmak gibi... Bir be-
cerebilsek şunu: Bir kızın kederli yüreğine dokun-
mayı ya da bir başkasına öykümüzü, her ne kadar
yanılsama da olsa, anlatabilmeyi...
Ya da yalnız bir kjzın
Sildiği dudak boyasında •">'• •"''
Eşiginde yine yorgun gecenin
başını yastıklara koyunca.
Aslında bitimsiz olan şiirin öyküsüdür; şiirin ken-
disidir bitimsiz olan, şu koskoca kosmosta.
Döne döne okunur bir şiir, çoğu zaman solgun
bir güldür dokununca.
Kalınan yer, her ne kadar öyküler yaşanmamış
da olsa, yeni bir öyküyü umut etmenin başlangıç
anıdır aslında: Içimizde bir ışık olarak saklı katan.
Ya sonra! Sonrasında şiirin son dizeleri, belki de
hiç yaşanmamış öykünün sonu, hayat sayfamıza
ağır ağır dökülür:
Alıp alıp geliyorum, uyumuyor bütün gece
Kımıldıyor karanlıkta, ne zaman dokunsam
Solgun bir gül oluyor dokununca.
Ya sonra! Başka bir şairin dediği gibi, sonrası iyi-
lik güzelliktir hiç kuşkusuz ki; ve sonrasında bü-
yük bir şiiri, adı tarihe "Solgun Bir Gül Dokunun-
ca" olarak geçen bir şiiri okumanın o tanımsız key-
fine vanrsınız; ve hele yüzyılı bitirirken...
Sistine Şapeirnin tartışmalı
pestorasyonu
• Kühür Servisi - Duvarlannda ve tavanında
Michelangelo ve Boticelli gibi büyük ressamlann
resimleri yer alan Vatikan'daki ünlü Sistine Şapeli,
yirmi yıllık bir restorasyon çalışmasından sonra
geçen hafta yeniden ziyarete açıldı. Dört yıldır
ziyarete açık olmayan, Michelangelo'nun ünlü
'Mahşer Günü' adlı yapıtımn restorasyonu ise
henüz tamamlanamadı. Törene katılan Papa 2. Jean
Paul, şapelin restorasyonunu överek tarihi yapıyı
'sanatın ve inancın mükemmel bir biriikteligi'
olarak nitelendirdi. Ancak James Beck adlı ABD'li
bir tarih profesörü, duvar resimlerinin
temizlenişinde uygıüanan yöntemi 'sanatsal bir
soykınm' olarak değerlendirdi. Columbia
Üniversitesi'nde çahşan profesör, Boticelli,
Ghirlandaio ve Perugino'ya ait olan fresklerin
temizlenirken neredeyse kazındığını, üstlerine
suluboyayla rötuş yapıldığını belirtti.
Ppopaganda'Ürgüp'te
• Kültür Servisi - 'Propaganda' filmi Ürgüp'te
düzenlenen Sinema Günleri kapsammda
gösteriliyor. Kapadokya bölgesinde çekimleri
yapılan ve çeşitli uluslararası yansmalarda ödül
kazanan film, 19 Arahk'a dek gösterimde olacak.
Zhang Yuan'm filmi aptik
Çin'de de gösteriliyor
• BEUEVG (AFP) - Bu yıl Venedik Film
Festivali'nde 'en iyi yönetmen' dalında özel bir ödül
kazanan, ancak anavatanı Çin'de yasaklanan ' 17
Yıl' adlı film (Guo Nian Hui Jia), Çinli
idarecilerden izin koparabildi en sonunda. Ovey kız
kardeşini öidürdügü için on yedi yıl hapishanede
yatan, üç gün süreyle verilen izinde yaşadığı yeri
ziyaret eden genç bir kadının öyküsünü anlatan
film, geçen hafta Beijing'de gösterime girdi. Bir Çin
hapishanesinde çekilen ilk film olma özelligini
taşıyan yapımda rol alan oyunculann tamamı, en az
10 yıl hüküm giymiş gerçek mahkûmlardı. Filmin
yönetmeni Zhang Yuan, Çin'de eşcinsel insanlann
yaşamını anlatan 'East Palace West Palace' (Doğu
Sarayı Batı Sarayı) filmine de imza atmıştı. Bugüne
kadar hiçbir filminin gösterimine izin verilmemişti.