Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
SAYFA CUMHURİYET 23 KASIM 1999 SALI
10 DIŞ HABERLER dishab@cumhuriyet.com.tr
KAVŞAK
OZGEN ACAR
Başkan'ın Adamlarımn Başarısı
ABD Başkanı Bill Clinton. "bizden
biri gibi" geldi geçti. Bu ziyaretin ba-
şansını anlamak için dürbüne ters yön-
den, VVashington açısından bakılmalı-
dır. Beyaz Saray-ABD Dışişleri-Enerji
Bakanlığı üçlüsü arasında uzun hazır-
lık, olağanüstü eşgüdüm yaşanmış ol-
malıydı. Atılacak adımlar milimetrik he-
saplanmış. Başkan'ın her sözcüğü dü-
şünülerek kaleme alınmıştı.
Yıllarca önce Lyndon Johnson'ın
kaba mektubu ile yaşanan, Yunan-
Ermenı lobisinin körtjklemesi ile tırma-
nan Ankara-VVashington "gerginliği",
son yıllarda yerini Körfez Savaşı'nda
Bush-Özal ikilisinin diyaloğu, Beyaz
Saray, ABD Dışişleri Bakanlığı ve An-
kara'da ABD Büyükelçiliği'ndeki Ya-
hudi lobisinin etkisi ile "karşıhklı anla-
yışa" bırakmıştı.
O günlerde Ankara'da 2. adam,
sonra büyükelçi olan Mark Gross-
man'ın Dışişleri Bakanlığı Müsteşar
Yardımcılığına atanması ile Türkiye,
VVashington'da kendini daha iyi an-
layan bir sözcüye kavuştu. Ne var ki
Amenkalı meslektaşlan ara-
sında "TürkofH" etiketi yaptş-
tınlan Grossman, Türkiye ra-
poriannda dahatedbirii adım
atmak zorundaydı.
Grossman'ın boşalrbğı gö-
reve iki talip vardı. Biri Dışiş-
leri Sözcüsü Nicholas
Burns, ötekisi Beyaz Saray
Güvenlik Danışmanı MariK
Parris idi. BaşlangıçtaAnka-
ra için Burns'ün adı geçiyor-
du. Beyaz Saray, Parris'i id-
dialı bir görev olan Anka-
ra'ya, Bums'ü Atina'ya atadı. Ne de
olsa Parris, "Başkan 'ın adamlanndan "
birtydi. Parris'in gönderdiği raporlar-
dan iki kişi memnundu. Biri Grossman,
ikincisi ise Türkiye'rim VVashington Bü-
yükelçisi Baki llkin. Böylece Grossman
perde arkasında daha rahat ediyor, ön
plandaki Parris, yalnız Dışişleri'nin de-
ğil, Beyaz Saray'ın siyasasını da yön-
lendiriyordu. llkin ise VVashington'da
açamadığı kapılan, telefon ettiği Par-
ris'e açtınyor yadatersi Ankara'da olu-
yor, iki başkent arasında dolaylı bir di-
yalog kuruluyordu. Clinton'ın "bizden
birigibi" konuşmasında kuşkusuz Be-
yaz Saray "söylev yazariannın" kale-
me aldıklan metinlerin, ABD Ankara
Büyükelçiliği'nin raporianna dayalı ol-
masından kaynaklanıyordu. Clinton'ın
özellikle TBMM'deki konuşmasında,
"Bjurada konuşmamızı Atatürk'e borç-
luyuz" sözü, bu olguyu dogruluyordu.
Türk halkının Atatürk'ün, laik, demok-
ratik, insan haklan ilkelerinin izindeyü-
rüdüğünü ABD Büyükelçiliği çok iyi
gözlemlemişti. Clinton'ın hedefi 12'den
vurarak "bizden biri" olmasında bu
gözlemin etkisi inkâr edilemez.AGlT
doruğunda Clinton, "En büyük Ame-
Mark Grossman
rika, başka büyükyok!" havasındaydı.
Rusya Başkanı Boris Yettsin ile giriş-
tiği söz düeltosu bu havanın somut kâ-
nıtı oldu. Yeltsin, havlu atarak Mosko-
va'ya döndü. AGİT doruğunda eski
SSCB'den kopan yenı cumhuriyetler,
özellikle Orta Asya'daki Müslüman
cumhuriyetler, bu gösteriden etkilen-
dıler Clinton, sürekli olarak Türkiye
Cumhurbaşkanı Süleyman Demi-
rel'den yana davranışlan ile bu ülkele-
re dolaylı bir ileti verdi. Bakû-Ceyhan
Boru Hattı Anlaşması bu iletiyi somut-
laştırdı. Clinton, bu ülkelere Atatürk'ün
laik ve demokratik ülkesini ömek ola-
rak gösteriyor, köktenci Islamiyetten
uzak, demokratik ve insan haklanna
saygılı doğrultuda 21. yüzyıla doğru
yürümelerini telkin ediyordu. Türki-
ye'deki piyasa ekonomisinden çıkan-
lacak derslerin olduğunu da anımsa-
tırken "Türkiye ile her alanda işbirii-
ğinden aynlmayın" demeye getiriyor-
du. Aynı ileti, Ortadoğu'nun hurma
cumhuriyetlerine de yonelıkti. AGtT do-
ruğunun toplantı yen olarak Istanbul'un
seçilmesinde amaç da zaten
buydu. Clinton'ın, deprem
bölgesinde küçük işletmele-
rin yeniden yapılanmalan için
Brimbank kaynaklanndan 1
milyar dolariık kredi verilece-
ğirit açıklaması, VVashington
için bir başka başanydı. 1999
ekonomisi "kırmızı artı de-
ğer" yaratan Türkiye'ye
ABD'nin ihracatı yüzde
30'dan fazla düşmüştü. Uzun
süredir kullanılmadığı için ku-
yudan su çekemeyen tulum-
banın ağzına dökülen bir bardak su
yöntemi ile ABD Türk ekonomisini ha-
rekete geçirerek, kendi ihracatını da
arttırmayı hedeflemişti. Böylece 1 mil-
yar dolariık kredinin Türk sanayünin
kalbi olan bu yörede yaratacağı can-
lanma Türk Hükümeti'nin de işine ge-
liyordu.
KKTC Başkanı Rauf Denktaş'ın is-
tediği olmuş, en aandan şımdıhk, Camp
David yöntemi rafa kaldınlarak BM Ge-
nel Sekreteri'nin gözetiminde dolaylı
görüşmelere, taraflar arasında eşit ko-
şullarda başlanması yoluna gidilmişti.
Bu oluşumlara bakıldığında, Başba-
kan Bülent Ecevit'in VVashington ziya-
retinin başanlı geçtiği şimdi daha iyi
anlaşılıyor. Clinton, bu sonuçlan o gün
VVashington'da degıl, deplasmandatri-
bünler önünde açıklamayı bir taktik ola-
rak yeğlemişti. Clinton, Ankara'da "Yu-
nanistan ile Türkiye arasındaki Ege so-
runlannın çözülmesi" dileğini Yunan
seyircisine biraz daha açık söyleyerek
Atina'ya da "şirin görünmeye" çalıştı.
Clinton, Atina'da "Ege sotvnunun Ulus-
lararası Adalet Divanı'nda çözülmesi"
dıleği ile Yunan siyasasına açık destek
verdi. Ne de olsa o da bir poTrtikacıydı!
Yeltsin sonrasımn post kavgası
AGİT doruğu, Rusya doruğunda
da bir fay hattının bulunduğunu
ortaya koydu. Ankara'ya dönen
yabancı diplomatlara göre Rus
Devlet Başkanı Boris Yeltsin'in
fiziksel, biyolojik, beyinsel,
psikolojik yapıst onanlmaz
boyutta kötü. Clinton ve
Demirel'in yanı sıra Yeltsin, ikili
görüşmeler yaptığı Fransız
Cumhurbaşkanı Jacques
Chirac ve Almanya Başbakans
Gerhard Schröder ile onar
dakikattk görüşmelerini bile
tamamlayamarrnştı.
Anımsanacağı üzere, Rus
gazeteleri, Clınton-Yeltsin
çatışmasından sonra Dışişleri
Bakanı Igor ivanov ile Rus
Mareşalı Igor Sergeyev
arasında Istanbul'daki sert
tartışmayı duyurdular.
Söyiendiğine göre Kremlin,
Yeltsin sonrasının post kavgasına
şimdiden başlamış. Güvercinler
ile şahinler, Rus ekonomisinin
çarlan ile politikacılar arasındaki
kavganın aralık aytndaki alt
meclis Duma seçimlerinde daha
da şiddetleneceği anlaşılıyor.
Komünist SSCB günlerinde
Moskova'da yan yana dt^ilen
liderierden kımin yıldızımn
parladığını "Kremlinologlar"
anında söylerlerdi.
Demokrası ve serbest ekonomi
koşullarında Yeltsin sonrasının
tahmininde güçlük çekiliyor.
"Her an her şey olabHiıi"
denüiyor.
Hillary'nin Aspendos'taki dersi
ABD Başkanı'nın eşı
Hillary R. Clinton1
ın An-
talya Aspendos Antik Ti-
yatrosu'nda yapacağı
"küttür variıklannın korun-
ması" konuşmasını din-
lemeye Büyükelçilikçe da-
vet edildim. Konuyla ilgi-
li sınırlı sayıda davetli
önünde Bayan Clinton gü-
zel konuştu. Böyte bir ko-
nuşmayı ne Beyaz Saray,
ne de ABD Büyükelçiliğ
istemişti. Bayan Clinton'ın
isteğine uygun yazılan ko-
nuşmanın hammaddesi-
ni Ankara'daki Amerikan
Araştırma Enstitüsü'nün
(ARIT) sağladığı aniaşıiı-
yordu. Konuşmanın biryerinde, Türk-
Yunan bilim adamları arasındaki iş-
biriiğinin ABD olarak teşvik edilece-
ğini söylerken, dağrtılan metindeki
"eski düşmanlar" sözcüklerini kullan-
madı. Avukat Hillary, bu sözcükleri o
an "eski hasımlar" olarak değiştirmiş-
HiUary Clinton
(Fotoğîaf: Ö.A.)
ti. Yazılı metinde, "Daha
Türkiye'nin bağımsızlığı
güvence altında değil-
ken, Atatürk'ün Büyük
Millet Medisi'ni açma-
sından ikihafta sonra Es-
ki Eserler Dairesi'ni kur-
masındaki vizyonu" öv-
dü. Gerçekten Mustafa
Kemal, Polatlı'daki Yu-
nan ordusunun top ses-
leri Ankara'da duyulur-
ken topu topu 17 memu-
run bulunduğu Maarif Ve-
kaleti'nde Eski Eserler
Dairesi'ni kurdurmuştu.
Yazılı metin brttikten son-
ra hızını alamadı, "irtica-
ten" 3-4 dakika daha Ata-
türk'ün Türk halkının kültürü için öne-
mini anlattı. Hillary'nin Atatürk'ten
gerçekten etkilendiği, metin dışı bu
samimi konuşmasıyta bir kez daha
anlaşıldı. Senatör adayı Hillary'nin
New York'taki Türk seçmenlerinden
de oy toplayacağı anlaşılıyor.
AGİT'in meçhul kahramanları
Yabancı diplomatlar, AGtT toplantı
düzenini öve öve brtiremiyoriar.
"Meçhul kahraman" kalmalannı
istemediğim başanlı iki grubu da
ben antmsatmak istiyorum.
Birinctsi, "tüm çalışmalan
yürütmek üzere lcra Sekreteri"
unvant ile görevlendirilen Büyükelçi
Sadi Çalışlar ve Dışişleri
Bakanlıgı'nda "Uluslararası
Güvenlik Işleri Genel Müdürtüğü"
çatsı aitnda kurulan "AGİZ
çalışanlan"d\r. İkincisi, Kongre
turizminde çeşitli başarılara imza
atmış ikon, Setur, VIP ve Vızitur
adlı dört turizm acentesinin ISEVV
adı attında kurduklan
konsorsiyumun olağanüstü
başansı dikkatlerden
kaçmamalıydı!
Elmek: oacar(â:superonline.com Fax: 0312.468 15 79
Annan 3 Aralık'taki Kıbns görüşmelerinde ABD plamnın ele alınmayacağını belirtti
^Taraflar gerçdkçi olıııalı^
• Kofi Annan, taraflardan Kıbns konusunda gerçekçi
olmalannı istedi. Türkiye, Annan'ın yansızhğına - -
güvendiğini açıkladv. Görüşmelerde ABD planı
önerilmeyeceğini vurgulayan Annan, Öcalan'ın yargılama
süreci konusunda Başbakan Ecevit'ten bilgi aldı.
Ecevit-AnnanKtossonınunugöriisiiKFotograf: SERDAROZSOY) ]en
ANKARA(CunıhuriyetBürosu)-
Kıbns sorunukonusunda 3 Aralık'ta
başlayacak dolaylı görüşmeler önce-
sindeTürkiye'deternaslardabulunan
BM Genel Sekreteri Kofi Annan. so-
runun çok zor ve karmaşık bir konu
olduğunubelirttı.Cumhurbaşkanı Sü-
leyman Demirel ve Başbakan Bülent
Ecevit yaptıklan açıklamalarda An-
nan'ın "tarafsızlık veyapıcılıgııu.i>i
niyet misyonunu dirayetle yerine ge-
tireceâne" mandıklannı açıkladılar.
AGİT Zirvesi için Türkiye'ye ge-
KKTC Cumhurbaşkanı
RaufDenldaş ile Güney Kıbns Rum
Yönetımı lideri Glafkos Klerides ara-
sında 3 Aralık'ta New York"ta başla-
yacak dolaylı görüşmeler öncesinde
Demirel, TBMM Başkanı Yıkhnm
Akbulut ve Başbakan Ecevit ile bi-
raraya geldi.
Ecevit ile Annan'ın başkanlığında
gerçekleştinlen görüşmeden sonraga-
zetecilerin sorulannı yanıtlayan An-
nan. "Kıbns sorununda anlamlı ve
kapsamlı bir sonuca ulaşbrmak için
taraflan birara\a getireceğiz. Bu z»r
ve karmaşık bir sonındur. Çnk uzun
Plnochet'yl yakalatan yargıcın kara listesine eski ba$bakanı da girdl
Gorzon
y
unyeni hedefi Gonzoles
L spanya nın
eski Başbakanı
Gonzales
hakkında
soruşturma
açılmasını
isteyen
Garzon'un
kişisel intikam
peşinde koştuğu
iddia ediliyor.
Dış Haberkr Servisi - Baş-
ta eski Aıjantin diktatörü Au-
gusto Pinochet olmak üzere
Aıjantin cuntacılannın peşine
düşen lspanyol yargıç Balta-
zar Garzon'un listesine şim-
di de tspanya eski Başbakanı
Fetipe Gonzales katıldı.
lspanya'nın gırişimleriyle
tngiltere'deyken tutuklanan
Pinochet bir yıldan beri gö-
zaltında tutulurken, Aıjantin
'Vdrlî savaşı'nın diğer askeri
liderleri de uluslararası tutuk-
lama kararianyia karşı karşı-
yalar. tspanya'nm "sûper yar-
g^a" son olarak kendisine da-
ha yakın bir hedef seçti.
Garzon, lspanya'nın en se-
vilen politikacısı olarak bili-
nen sosyalist eski Başbakanı
Gonzales'i 1980'lerde Bask-
lı aynlıkçüarakarşı gizlibir te-
rör kampanyası yürütmekle
suçluyor. Garzon bu suçla-
mayla ilgili olarak Yüksek
Mahkeme'ninbir soruşturma
başlatmasını talep etti.Gar-
zon 'u destekleyenler, buhare-
keti genç yargıcın yolsuzluk-
lara ve görevlerini kötüye kul-
lananlara karşı sürdürdüğü
inatçı mücadelenin doğal par-
çası olarak görüyorlar.
İntikam duygusu mu?
Ancak Gonzales, Gar-
zon'un kişisel intikam duy-
gusuyla hareket ettiğini savu-
nuyor. 1993 yılında Gonza-
les, genel seçimlere katılır-
ken, Gonzales'in de ününden
yararlanmak içinonu Madrid
Yüksek Mahkemesi'nden
uzaklaştırtarak kendi saflan-
nakatmıştı. Sosyalistlerin se-
çimi yeniden kazanmalanna
destek olan Garzon, daha son-
ra tspanya'nın uyuşturucuy-
la mücadele programının ba-
şma getirildi. Garzon, bun-
dan biryıl sonrahükümeti yol-
suzluga göz yummakla suçla-
yarak görevden istifa etmişti.
Politik çevreler Garzon'un
istifasının arkasındaki asıl
nedenin Gonzales'in kendi-
sine verdiği içişleri bakanlı-
ğı sözünü tutmaması olarak
belirtiyorlar.
Devrik Başbakan 3. kez mahkeme önüne çıktı
Şerif hücre hapsinde
Dış Haberler Servisi - Pakistan'ın devrik
Başbakanı Navaz Şerif, askeri yönetimin
hakkındaki, vatana ihanet ve komplo kur-
mak suçlamalanyla ilgili olarak bir hafta
içinde üçüncü kez mahkemeye çıkanldı.
Şerif, Karaçi'deki Terörle Mücadele Mah-
kemesi"nde, zihinsel işkenceye maruz kal-
dığını söyledi. Şerif, olağanüstü güvenlik
önlemlerinin alındığı mahkemede, duruş-
ma başlamadan önce yaptığı açıklamada,
"Korkunc bir zihinseJ işkenee>e maruz bı-
ralabyorum. Hücrede kalıyorum" dedi.
Şerif, "Ölüm cezası almaktan korku-
yor musunuz" şeklindeki bir soruyu "Is-
tedikkri bu" diye yanıtladı.
İhanet, suikasta teşebbüs \e komplo
kurmakla suçlanan Navaz Şerif ve 4 yet-
kili, suçlu bulunduklan takdirde idam ce-
zasına çarptınlabilirler.
Yasal sürecin son aşaması
Dünkü duruşma. resmi suçlama getiril-
mesivle ilgili yasal sürecin son aşamasını
oluşturuyordu. Yargıç, Şerif'in bundan
sonraki ifadeleri için gözaltında kalması ge-
rekip gerekmediğine karar verdi. Şerif: Zihinsel işkenceye maruz kaldım. (REUTBRS)
süredir uğraşıyoruz. Gerçekçi olma-
yan beklentiler içinde olunmamalı.
Ben Ne« Vbrk'da ilerleme ka\dede-
ce^imİMkn umutiuyum" dedı. Ece-
vit de. Annan ile çok verimli bir gö-
rüşme yaptıklannı belirterek, "Kıb-
ns'la i%ili dola>h görfişmeter konu-
sunda Sa>ın Gcne! Sekreter'in taraf-
sofağına ve\apıcılığırva güvcravoruz"
dıye konuştu.
Annan, akşam baatlennde dûzen-
lediği basın toplantısında gazetecile-
rin sorulannı yanıtladı. Kıbns Rum
\e Yunan basınmda yer alan, New
York'taki görüşmelerde bir ABDpla-
mnın gündeme getirileceği şeklinde-
ki iddialan yalanlayan Annan, do-
laylı görüşmelerin nasıl yürütûlece-
ğıne de açıklık getirdi. Annan. "Bu
görüşmelerbenimbaşkanbğunda vü-
rütülecek.Görüşmeler, >üz
yüzedeğfl, dolavlı görüşme-
lerfbrmatında oiacak.Taraf-
lardolavtagörüşmelerde ön
koşulsu/ olarak kaülacakbr.
Görüşmekre tüm konular
masaya yatınlacak Görüş-
melerin >aklaşık 10 gün sü-
receğinitahmin edhorum"
dedi.
Annan ile görüşen Tüık
yetkililer, 1991 'de yaşanan
Körfez Savaşı'nın ardından
Irak'a uygulanan ekonomik
ambargodan Tüıkiye'nin 40
milyar dolar kadâr zarara
uğradığını belirterek,
BM'nin uluslararası ambar-
gouygulanan ülkelere ayn-
calıklı ticaret yapılmastni
öngören BM'nin 50. mad-
desınm Türkiye'ye de uygu-
lanmasını istemini ilettik-
leri öğrenildi. Annan'ın ise
bu isteme çok sıcak bakma-
dığını belirterek
K
Inık BM
kurallanna tam anlamı ile
mmadığı sürece uluslara-
rası ambargonun kaldınl-
masımümkünobmaz" me-
sajını verdi
Ecevit-Annan görüşme-
sjnde PKK lideri Abduüah
Ocabn'ın yaı^ılanma süre-
cınin de gündeme geldigi
öğrenildi. Annan'ın 25 Ka-
sım'da Yargıtay'da temyiz
istemi görüşülecek olan
Öcalan"a ılışkın yargı süre-
cini sorduğu: Ecevit'in da-
vanın Yargıtay aşamasında
olduğunu, Yargıtay'ın idam
karart v^rmesi dürurrtutıda
Avrupa insan Haklan Mah-
kemesi (AİHM) sürecinin
devreye gireceğini söyledi-
5i kavdedildi.
OR UŞ / Prof. Dr. t. REŞAT ÖZKAN
Uluslararası düzen, J. J. Ro-
usseau'nun deyimi ile, "Eşya
lliskileri'ne dayanır. Düşünür, ger-
çi bu sözünü, özellikle, bu alan
için kullanmamışsada, tanımla-
manın, sözü edilen alanı da kap-
sadığına kuşku yoktur. Özellikle,
yirminci yüzyılın ikinci yansında,
bu ilişkiler bağlamında "banş",
"insan haklan", "demokrasi" ve
'hukukun üstüniüğü" gibi insan-
lık adına çok önemli parametre-
ler, ağıriıklı olarak ön plana çık-
maya başlamışsa da, uluslarara-
sı alanda ilişkilerin içenğini ve
yönünü, maalesef, halen madde-
sel unsuriar belirtemektedir. Sö-
zünü ettiğimiz unsurlann ifade
ettiği anlam, hâlâ yerelleştirilme
ve koşullara bağlanma çabala-
nnın etkisi altındadır. Hatta bir-
çok halde, çağımızın yükselen
değerleri olarak kabul edilen bu
ilkeler, çoğunlukla gücü elinde
bulunduran taraflarca, maddesel
îçerikli kaygılann elde edilmesı yo-
lunda ilkesizce ve hoyratça kul-
lanılmaktadır. 1963 yılından be-
ri, bugünkü adıyla Avrupa Birli-
ği (AB) adayı konumunu koru-
makta olan Türkiye, geçen otuz
yedi yıllık inişli, çıkışlı ve zaman
zaman da kesintilere ugrayan bir
dönem sonunda. adayhğının bir
kez daha ilan edilmesi durumu-
na gelmiştir.
Hiç kuşku yok ki, geçen bun-
ca zaman içinde iki tarafın da ek-
siklikleri ve yanlışlan olmuştur.
Tanık olunan olumsuzluklan, yal-
nızca bir tarafafatura ederek işin
içinden srynlmaya çalışmak, el-
bette gerçekçi degildir. Bununla
biriikte, özellikle son dört, beş yı-
lı kapsayan dönem içinde Türki-
ye, AB'ye karşı anlaşmalardan
ve ortak karariardan kaynakla-
nan tüm yükümlülüklerini -AB'ye
tam üye olmadığı halde ve de
hiçbiryükümlülüğü ve gereği yok-
ken girmiş bulunduğu Gümrük
Biriiği (GB) de dahil olmak üze-
re- yerine getirmiş olmakla biriik-
te, AB kendi üstüne düşenleri ye-
rine getirmekten kaçınmak için
konuyu ısrarla başka kanallara
çevirmeye çalışmış, bazen "ba-
nş" başlığı altında "Türkiye-Yu-
nanistan i//şkiferi°ndeki olumsuz-
luklan, bazen de "demokrasi",
"hukukun üstüniüğü" ve "insan
haklan" alanlanndaki eksiklikle-
rimizi ve yanlışlıklanmızı, yapay,
amaçlı ve abartılı bir biçimde kul-
lanarak kendi maddesel içerikli
önceliklerine kalkan etmiştir. Yı-
nelenmesi belki de gereksız ama
Avrupa Biriiği ile İlişkiler; Değişen Ne?
biz, yine de, yinelemekteyarar gö-
rüyoruz. Türkiye, özellikle, "Ko-
penhag Kriteıieri" açısından üs-
tüne düşenleri mutlaka yerine
getirmeli, eksikliklerini tamamla-
malı ve olumsuzluklanndan ann-
malıdır. Bunu kendi ülkesi ve ken-
di ulusu için yapmalıdır, başka-
lan istiyor diye değil. Bu gerekli-
lik, aslında, ülkenin kalkınması,
tüm ulusun gönençli birtoplum-
sal yaşam düzeyine ulaşması ve
laik Cumhuriyetin esenliği yolun-
da sosyal adaleti, demokrasiyi
ve hukukun üstünlüğünü vazge-
çilmez temel değerler ve aynı za-
mandaamaçlar olarak kabul eden
heryurtsever yurttaşın ortak dü-
şüncesidir. Ancak yine de, bazı
gerçeklerin ve sorumlulukların
birbirieriyle kanştınlmaması esas
olmalıdır. Bir tarafın kendi kusu-
runu, öteki tarafın bir başka ku-
surunun varlığı ile hoş gösteıme-
ye çalışmasının kabul edilebılir
hiçbir yanı olamaz. Ne AB Türki-
ye'ye karşı olan yükümlülükleri-
ni yerine getirmemiş olmayı yu-
Bununla da yetinmeyerek, Tür-
kiye'nin almakzorunda otduğu ve
de aldığı "AB ile siyasal diyalo-
ğu kesme" karannı "tepkı'se/",
"duygusal" ve "zamansız" gibi
haksız ve yersiz eleştirilere uğra-
tarak, bu karann arkasında, ade-
ta, Türk kamuoyunun bulunma-
dığı izlenimini vermeye çalıştılar.
Oysa 12-13 Aralık 1997 tarihli
Lüksemburg kararian, AB üyeli-
ği yolunda, elindeki en önemli
kozlardan birisi olan GB'yi bir hiç
karşılığında elinden çıkaran Tür-
kiye hakkında, bizim değeriendir-
melerimiz açısından, beklenen
bir karardı (1). O günden bu ya-
na yaklaşık iki yıl geçti ve ekim
ayı içinde açıklanan Avrupa Ko-
misyonu karan ile AB, şimdi, de-
ğişik bir yaklaşımı benimsediği
ıztenimini veriyor, en azından ver-
meye çalişıyor.
Işte asıl üzerinde durulması ve
incelenmesi gereken, AB'nin gö-
rünürdeki bu yaklaşım değişikli-
ğinin ardmdaki nedenlerdir. Bu
nedenler ve dolayısıyla AB'nin
yerine getirilmedikçe tam üyelik
görüşmelerinin başlatılmayaca-
ğı koşulu bunun bir kanıtıdır. Pe-
ki, geçen zamanda ne olmuştur
da, AB'nin görünen yaklaşımın-
da bu radikal değişiklık meyda-
na gelmiştir? Bunun yanıtını bul-
mak için Türkiye'nin konumunu
ve durumunu iyi değeriendirmek
gerekir. Lüksemburg'dan bu ya-
nageçen süre içinde AB ile siya-
sal diyaloğunu büyük ölçüde as-
kıya alan ve Helsinki'yi son şans
olarak ilan eden Türkiye. özellik-
le bulunduğu cografyave bu coğ-
rafyada, özellikle Orta Asya cum-
huriyetleri ile arasında var olan ta-
rihi, siyasal, ekonomik ve küttü-
rel ilişkileri bakımından göz ardı
edılemeyecek çok önemli bir po-
tansiyel ortaktır. "Avrasya" olgu-
sunun, özellikle sahip olduğu çok
zengin enerji kaynaklan bakımın-
dan, gelecek yüzyıla büyük bir
ağırlık koyacağına kuşku yok.
Türkiye, öte yandan Orta Asya,
Ortadoğu ve Balkanlar gibi üç
kaynayan bölgenin ortasında yer
"zellikle son dörıem içinde Türkiye, AB'ye karşı anlaşmalardan kaynaklarmn tüm
yükümlülüklerini yerine getirmiş. Buna karşın, AB üstüne düşenleri yerine getirmekten
kaçınmak için konuyu başka kanallara çevirmeye çahşmış, bazen "banş" başlığı
altında "Türk-Yunan ilişkileri"ndeki olumsuzluklan, bazen de "demokrasi" ve "insan
haklan" alanlaraidaki eksikliklerimizi kendi maddesel önceliklerine kalkan etmiştir.
kanda saymaya çalıştığımız ko-
nulardakı hoşnutsuzluğunabağ-
layabiür, ne de Türkiye bu konu-
da yapmak durumunda oldukla-
nnı AB'nin içtensizliğine yapıla-
cak bir göndermenin arkasına
saklanarak erteleyebilir.
Aynca, Türkiye'nin kendi sorun-
lanndan kaynaklanan kesinti dö-
nemlerinin ilişkilereyaptığı olum-
suz etkileri de göz ardı edeme-
yiz. Türkiye ile AB arasında bu bi-
çimde gelişen ilişkiler süreci, 1
Ocak 1996 tarihinde yürüriüğe
giren GB ile de yeni bir içerik ka-
zanmıştır. GB'yi tam üyelikyolun-
da bir aşama olarak kabul eden
ve bu çok tuhaf, neredeyse, ben-
zeri görülmemiş tek taraflı ba-
ğımlılık ilişkisini tam bir edilgen-
lik anlayışı içinde hararetle des-
tekleyen görüşün sahipleri, yanıl-
dıklarını, AB'nin 1997 tarihli Lük-
semburg zirvesinde aiınan veTür-
kiye'yi dışlayan karar sonucun-
da anladılar ama yanılgılarınt bir
türiü kabullenmek ıstemediler.
tutumu iyice değeriendirilmeden
yapılacak her bir yanlışın fatura-
sı, hiç kimsenin kuşkusu olma-
sın ki, bir gün Türkiye'nin önüne
getirilecektir. Bu karar, bazılannın
sandığı gibi, hiç de öyle ani bir ka-
rar degildir. AB, son iki yıl içinde,
özellikle Türkiye'nin dış ilişkileri
kapsamında, meydana gelen ge-
lişmeleri yakından izlemiş ve so-
nuçta 1997 karannın orta ve uzun
vadede kendi çıkarian aleyhine
çalışacağı kanaatine varmıştır.
Yani. AB'de değişen bir şey ol-
mamıştr. AB'ninTürkiye'nin üye-
liği konusuna bakışının temelin-
de köklü bir değişiklikyoktur. AB
o gün çıkariannı düşünmüştür ve
bugün de aynı şeyi yapmaktadır.
AB, yalnızcatoplu durumun da-
yattığı gibi davranmakta ve bir
anlamda, zaman kazanmaya ça-
lışmaktadır. AB, bu kezadaylık ko-
nusundaöne sürdüğütüm koşul-
lannı, şimdilik askıya almıştır. Si-
yasal içerikli Kopenhag Kriterie-
rinin gerekleri Türkiye tarafından
alan en güvenilir ülke. Bir diğer
gerçek de, AB ile ABD arasında-
ki mevcut olan ve önümüzdeki
yüzyıldadaha da belırginleşece-
ği anlaşılan, en azından ekono-
mik içerikli rekabet olgusudur.
Geçen bu süre içinde Türkiye ve
ABD'nin bölge merkezli ve bağ-
larrtılı politikalan ve ekonomik ya-
tınmlan konulanndaki ilişkilen ve
yakınlaşması, AB'nin önceden
kestiremediği bir yoğunluk ka-
zanmıştır ve bu durum AB'nin
bölgedeki çıkarian ile de hiç bağ-
daşmamaktadır. Bir diğer ger-
çek de. Türkiye'nin AB üyeliğinin
de, ülkemizdeki yaygın ve yoğun
görüşe karşın, ABD'nin çıkartan
ile bağdaşmadığıdır.(i) Işte tüm
bu gerçekler içinde AB daha ön-
ceden yapmış olduğu Lüksem-
burg "saçma"lığını anlamış ve
şimdi de bu hatasından dönme-
nin yollannı aramaktadır. AB, bir
başka gerçeği daha anlamıştır. O
da, Türkiye'nin katılımını ve ge-
rekirse ortaklığını sağlamadan
sağlıklı bir "Avrasya politikası ve
stratejisi" gelıştirmenin zoriuğu,
hemen hemen olanaksızlığıdır.
Şimdi AB, işte bu nedenle, tüm
koşullannı askıya almış gözük*
mektedir. Daha önceden kullan-
dığı "Yunanısfan kartı "nı, bu aşa-
mada, oynamaktan vazgeçmiş
ve bunu da Yunanistan'a bildir-
miştir. Yunanistan'ın bu aşama-
da, AB içinde Türkiye'ye karşı
kullanabileceği fazla bir kozu kal-
mamıştır. Biryandan Türkiye'nin
adaylığına karşı çıkmayacağtnı
söylerken, öte yandan da, Tür-
kiye'den bir "jest" beklediğini di-
le getirmektedir. Yunanistan'ın
bu tutumu bile, yapmaya çalış-
tığımız tartışmalan doğrular ma-
hiyettedir. Çok önemli ve öngö-
rülemeyen bir gelişme meydana
gelmediği sürece, Helsinki'de
adaylığın ilanı kesin gözükmek-
tedir.
Peki, üyelik ne zaman gerçek-
leşecektir? Şu gerçeğin iyice bel-
lenmesinde yarar var. AB'yi Lük-
semburg kararlannı almaya yö-
nelten AB'ye ait nedenlerin, he-
men hemen tümü AB için hâlâ
mevcuttur ama şimdi masada
değil cebin içindedir. AB'nin bu
nedenlerinden, kendiliğinden, ko-
lay kolay vazgeçemeyeceği de bir
başka gerçektir. Şimdi askıya alı-
nan görünürdeki koşullarve açık-
ça söylenmeyen nedenler, Kıb-
ns gibi siyasal konular da dahil
olmak üzere, birer birer masaya
gelecektir. Şimdi bütün iş bize
düşüyor. GB kozunu bir hiç uğ-
runa elinden çtkaranTürkiye ken-
di üstüne düşenleri yapmanın ya-
nı sıra AB ile satır satır pazariığı-
nı yapmalı, elindeki siyasal, stra-
tejik ve bunlarla bağlantılı ekono-
mik kozlarını çok dikkatli kullan-
mak zorundadır. Eğer Türkiye bu
gerçeklerin farkına varmaz ve ge-
reğini yapmazsa; bir başka de-
yişle, pazariık süreci içinde bu-
lunan ve en kısa zamanda üye-
liği amaçlayan bir üye gibi dav-
ranmaz da, GB süreci öncesin-
de olduğu gibi "karşılıksız ödün-
ler" verenteslimiyetçibirgörüş-
meci gibi davranırsa, bilinmeli-
dir ki, herödünTürkiye'nin AB'ye
katılmasını daha da uzaklaştıra-
cak ve daha da zoriaştıracaktır.
Bizden söylemesi.
(1)Özkan, I. Reşat; "KüreselÇı-
kar Oyunlan İçinde Türkiye'nin Dış
Politika Sorunlan", Ümit Yayıncı-
lık, Mayıs 1999.