Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
SAYFA CUMHURİYET 20 EKİM 1998 SAL
12 KULTUR
SAHNEDEN AYŞEGÜL YÜKSEL
Bir kadın fld erkek: Helen / HelenKent Oyunculan'nın geçen yıl sah-
neledigi oyunlardan biri Ankara'ya
yeni ulaştı. Fransız tiyatrosunun "Al-
tm Çocuk" olarak tanıttığı 39 yaşın-
daki Eric-Emmanuel Schmit'in "Va-
riations Enigmatigues" (Türkçesi "He-
len/Helen") başlıklı oyunu iki yıldır
Paris'te kapalı gişe oynuyor. Oyunu
geçen yıldan sürdüren Alain Delon'un
karşısında bu yıl Fransa'nın parlayan
genç sanatçılanndan Stephane Erciss
var. Schmitt'in "Ziyaretçi" adlı bir
başka oyunu da bu yıl sahnelenecek.
"Frederickya da Suç Bulvan" başlık-
lı üçüncü oyun da Jean-Paul Belmon-
do'lu bir kadroyla gündemde.
Altm Çocuk'un daha önce sahnelen-
miş olan "Alün Joe" adlı oyunu başa-
nsız bulunmuş olsa da bir tiyatro dö-
neminde üç oyunla afışlerde olması-
na -hele hele başrolleri ünlü sinema
oyunculan üstlenmişse- Paris'lilerin
kayıtsız kalmayacağı kesin. Müşfik
Kenter'Ie Bekir Aksoy'un yorumuyla
sunulan oyun ise Türk seyircisini pek
heyecanlandırmadı.
Avrupa'nın bir kuzey ülkesinde, Ku-
zey Kutbu'na göz kırpan bir adaya çe-
kilmiş Nobel ödüllü bir yazar. Içine ka-
panık, insanlarla iç içe olmayı sevme-
yen, medyaya düşman, yalmzhga dost..
Müşfik Kenter için biçilmiş kaftan bir
rol. Birdoluengeli aşarak onunla söy-
leşi yapmaya gelmiş, gazeteci görünü-
mündeki bir genç. Bekir Aksoy için
"hayarmın rolii" olabilir.
Tam iki saat süren bir hesaplaşma.
Geçmişı gelecege baglayan. Neredey-
se altı ay güneş yüzü görmeyen bir
cografyada, on iki yıllık bir "giz"in.
söyleşim yoluyla adım adım gün ışı-
ğına çıkması. Merak duygusunun ço-
gunlukla ayakta tutuldugu, gerçeğin
u
sürpriz"den"sürpriz"e ulaşan bir ge-
lişim içinde açıga çıktığı bir sahne ola-
Neredeyse Ibsen'in, melodramla tra-
jediyi iç içe ördüğü, o alabildiğine
bungun. kuzey ülkelerine özgü biçim-
de karanlık, bir o kadar da vurucu dün-
yasındasınız. Neredeyse sahnede Ib-
sen tadı alacaksınız. Bekliyorsunuz...
vrupa'nın bir kuzey ülkesinde, Kuzey Kutbu'na göz
kırpan bir adaya çekilmiş Nobel ödüllü bir yazar. tçine
kapanık, insanlarla iç içe olmayı sevmeyen, medyaya
düşman, yalnızhga dost... Müşfik Kenter için biçilmiş kaftan
bir rol. Bir dolu engeli aşarak onunla söyleşi yapmaya
gelmiş, gazeteci görünümündeki bir genç. Bekir Aksoy için
"hayatının rolü" olabilir.
Altın Çocuk, Ibsen tiyatrosunun dış
çerçevesini iyi kavramış doğrusu. Ama
oyunun içini doldururken Ibsen'e te-
get geçivermiş. Modern tiyatronun ba-
bası, 19. yüzyılda onlarca büyük ya-
zara ışık tutmuş "eteştirel gerçekçi"
yaklaşımı ile küçük burjuva değerle-
rinin ikiyüzlülügünü suranmıza çarpar-
ken Schmitt, bizi iki aynksı (marji-
nal) erkegin iç dünyasına götüriiyor.
Dogru, alışılmış dışı bir öykü. "Sürp-
rizler süsilesi" biraz iç bayıltıcı dozda
sıralanmış olmakla bırlıkte "müthiş''
doğrusu. Oyun "aşk"ın "çeşitlemele-
ri" üstüne zekice buluşlarla bezenmiş.
Karakterler üstünde gayretli bir çalış-
ma da yapılmış. Yine de vurmuyorse-
yirciyi.
Çünkü Schmitt'in oyun için kurdu-
gu söyleşim ve hareket düzeni yeterin-
ce ustalıklı değil. Ibsen oyunlanna öz-
gû olan, yükselen ve inen tartım (tem-
po) seyirciyi sahnedeki olaya kaptıra-
cak beceriyle düzenlenmemiş. Oyun
boyunca sözü edilen ve sahnede hiç gö-
rülmeyen Helen adlı kadın, oyun kişi-
lerinin ve seyircinin tüm çabalanna
karşın, bir türlü gözlerimizin önünde
canlanamıyor.
Bir oturup bir kalkmaktan, bir iki si-
lah sesinın getirdigi sıçramalardan,
aynı jestlerin yinelenmesinden oluşan
hareket düzeni ise Osman Şengezer'in
usta işi çevre tasanmının destegine
karşın görsel bir çekıcilik kazanamı-
yor. Bir "oda müziği'' anlayışıyla bi-
çimlendinlmışolan, "seyirciyteyüzyü-
ze" bir oyunda, ezgi ve uyum kusur-
suz olmak zorunda.
Mehmet Birkiye, Altın Çocuk'un
'Aşk'ın 'çeşitlemeleri' üzerine zekice
buluşlarla bezenmiş bir oyun.
Paris'teki yükselişine duyduğu saygı-
dan olarak metnin sarkan bölümleri-
ni budamayı düşünmemiş. Böylece di-
yalog düzenindeki hantallıklar oldugu
gibi sahne olayına yansımış. Tartım-
daki eksiklik de... Bu nedenle, seyir-
ciyi sıkıca sanp sarmalayan bir sahne
olayına ulaşılamamış. Keşke yönet-
menlerimiz yabancı yazarlara böyle-
sine saygılı olmasa. Biz Fransız deği-
liz ki karşımızda Alain Delon var. biz
de "entel
r
'iz diye, yazann "sürpriz"le-
ri "denk" getirmek için durmadan çe-
kip uzattıgı diyaloglara dayanabile-
lim.
Geriye Mûşfîk Kenter'Ie Bekir Ak-
soy'un yorumu kalıyor. Biz de gözü-
müzü bu iki aktöre dikip, onlan soluk
alıp verişlerine dek yakın takibe ah-
yoruz.
Ustalann ustası Müşfik Kenter için
"sahnede telefon rehberini okusa bile
dram yaraür" diyegelmişiz. Dogal ki
onu Nobel ödüllü "ters adam" Abel
Znorko'da izlerken de "An nerede Ala-
in Delon" fılan demiyoruz. Ancak, şu-
nu seziyoruz. Müşfik Kenter. uzun yıl-
lardır "tek kişilik" oyun ya da göste-
rilerde yükselen grafik nedeniyle, da-
ha önceki dönemlerdeki "ild kişilik"
oyunlarda, karşısındaka oyuncuyla(ço-
gunlukla da Yüdız Kenter'Ie) oluştur-
dugu yogun duyariık alışverişine bi-
raz uzak kalrruş. Canlandırdığı kişinin,
kendisini başkalanndan soyutlama
özelliginden de yararlanarak zaman
zaman Bekir Aksoy'u sahnede yalnız
bırakıyor. "Ben ne yapbğunı biliyo-
rum, hadi sen de kendi rolünü oyna"
dercesine. Buna karşın, demir leblebi
bir aktör olarak vuruculuğu ve çeki-
ciligi ile yine egemen oluyor sahneye.
Oyunu alıp götüren iki oyuncu arasın-
da oluşması gereken "eleklriklenme''ye
pek de katkıda bulunmadan...
Böylece agır yükü Bekir Aksoy sırt-
lamış oluyor. Bu nedenle de ortaya
koydugu çaba katlanıyor. Bekir Aksoy,
yer yer sahnedeki duyariık ortamını
oluşturmada çok başanlı anlara imza
atıyor. "Geribeslenıe''ye (feedback) ge-
reksinimi oldugu anlarda ise gerek-
sizce yoğun bir çaba harcamak zorun-
da kalıyor. Panltıh bir oyuncu olma-
ya çok yakın. Ancak ne yönetmen Bir-
kiye'den ne de Müşfik Hoca'dan ge-
rekli desteği alabiliyor. Yine de zor
bir başrolde, uzun bir oyunculuk ma-
ratonun, işini çok ciddiye aldığını ka-
nıtlar düzeyde tamamlıyor.
Yazar tarafından yeterince işlenmiş
olmasa da "Helen/ Helen"in en başa-
nlı yanı, yaşam ile sanat "yapınn" ile
"gerçek" arasındaki ilişkinin özgün
bir yaklaşımla irdelenmesi. Gerçek-
lerimiz denli yalanlanmız da bıçimlen-
diriyor yaşamımızı.
Ünlü bir yazar da olsak, alçakgö-
nüllü birâşık da... Oyun "yalanlar" yo-
luyla oluşan bir gerçekligin öyküsünü
dile getiriyor. Alnn Çocuk'a çok da hak-
sızlık etmeyelim...
Philips'in 20.Yüzyıl piyano antolojisinde 72 piyanist 200 plaklık bir diziyle sunulacak
Yetmiş iki piyanist, Turner ve Mahler
• Londra'daki 'Mahler
Symposium'unu Mahler müziğinin
yaygınlaşması yolunda uluslararası
vakıflar kuran ve sürekli destek
sağlayan Gilbert Kaplan yönetti.
Kaplan'ın Mahler 2.Senfoniyi
yönetmek üzere îstanbul ve Ankara'ya
gelme olasılığı var. Philips, hazırladığı
20.Yüzyıl piyano antolojisi için 150
piyanistlik ve 400'ü aşacak sayıda
CD'lik dev bir liste çıkardı. Ancak
bunu 12 piyanist, 200 plağa indirgedi.
Bu liste Le Monde ve Diaposon'da
sorgulanırken, tdil Biret'in ilk 150'ye
girip sonra unurulduğu anlaşıhyor.
ERHAN KARAESMEN
Norman Lebrechtcoşkuyla ve inandıncı bir üs-
lupla anlatıyordu. "Adamın (Gustave Mahler'in)
ölümünden sonra müziği bir elti yıl boyunca \1-
yana'daki tek tük icralarının dışında, dünyada
hiç çahnmamış. Atlantik'in öte yakasında Bruno
Valter,bu>akasında Rafael Kubelik,Otto KJem-
perer veJohn Barbirelli gibi prestijli tsimlerin gay-
retierine rağmen. Yuvarlak rakamh anma yıllan
bazen birikrini unutulmuşluktan kurtarmanın
yolu oluyor. 100. doğum > ılı anmalan çerçevesin-
de 1960'tan başlayarak İngiltere başta olmak üze-
re bir yerlerde Mahler çalınır olu>or. Ama bir yir-
mi >ıl daha sadece biravuç nıtkulu müzik merak-
bsuun izlediği bu müzik, 1980'lerde ve helegünü-
müzde büyük sa\gmük ve yayguıhk kazanıyor."
Norman, İngiltere'de (ve Avrupa'da) çok tanı-
nan bir müzik adamı. Radyo ve televızyon prog-
ramı yapıyor. Yazıyor. Onlü Daily Telegraph'ta
her hafta ve aynca hemen her yıl, aydınlatıcı-dü-
şündürücü. bıraz da tahrik edıci türden bir yeni
kitabı çıkıyor. MüzikJe dolu, zeki ve tatlı anlatı-
cı bir adam.
Londra sonbahannda, bir pazar sabahı "Mah-
ler SymposiumT>
dayız. Lebrecht tek konuşmacı
degıl. GilbertKaplangibi Mahler müziğinin sev-
dirtilmesi. yaygınlaşması yolunda uluslararası
vakıflar kurmuş ve sürekli destekler saglamış
prestijli bir isim yönetiyor. Bu satırlann yazan-
nın Cumhuriyet'in kitap ekınde (Agustos 1998)
son yapıtı "Real Mahler"i tanıttığı ünlü araştır-
macı Jonathan Carr orada.
Dünyada Mahler Iiteratürü olarak bilinen iki bi-
ni aşkın yapıtın dört-beşini imzalamış bir Do-
nald Mitchel orada. Ve çok değişik bir katkı ola-
rak, Royal Philarmonic'ın çok başanlı genç Ital-
yan şefi Daniele Gatti, Mahler'i yönetmenin so-
runlannı anlatarak orada. Royal College of Mu-
sic'in toplantı salonu tamamen dolu. Dinleyici-
lerin de lafa karışma, sorma ve yorum yapma
yetkisi var. Bu rahatlığı kullanıyoruz. Zaten ya-
kından tanıyabildiğimiz J. Carr'ın yanı sıra söy-
lediklerinin aynntısındakı bir hatayı da düzelte-
rek Norman Lebrecht ve Gilbert Kaplan ile de söy-
leşiyoruz. Kaplan"ın. Mahler2. Senfoni'yiyönet-
mek üzere Îstanbul ve/veya Ankara uluslararası
festivalleri çerçevesinde Türkiye'ye yolunu dü-
şürmesi temennisini, kendisinin ilgisini çektiği-
ni de menuniyetle görerek dile getiriyoruz.
tki akşam önce başlamış ve tüm sezona serpiş-
tirilmiş Gatti'li Philarmonic ile Mahler'in bütün
eserlerinin yorumlanacagı olağanüstü programm
o akşamki parçası 4. Senfoni ve Das Knaben
Wünderhorn. Sempozyum, akşam sona eriyor ve
elli metre ötedeki Royal Albert Hall'e huşu için-
de yürünüyor ve Mahler'in müziğine insanlar
kendini bırakıyor.
Uzunca bir gezide, diğer ülkelerin çeşitli kent-
lerindeki duraklamalarda henüz sezon açıhşı ha-
vasını bulamamıştık. Ancak son olarak Lond-
ra'da artık sezon açılıyordu. Sadece Mahler yok-
tu. Chagall'ı ile Canaletto'su ile özel sergileme
etkinlikleri yaşanıyordu. Bana göre en önemlisi.
ise Turner'dan " YangınveAy Işığı" temalı çok özel
birdizi yapıtın sergilenişiydi. Turner, bilindigi gi-
bi Ingıliz resminin en büyük adamı olmanın öte-
sinde. dünya sanatının üç-beş en büyük ressa-
mından biridir. Birkaç yıl önce Tate Gallery'de
Turner salonlanna verilen yeni sergileme düze-
ninden Cumhuriyet'in bu sütunlannda coşkuyla
söz ettigimi ansıyorum. Turner kasırgalı okyanus-
larda limelenip karaya vurmuş geminin dehşeti-
ni, meteorlann çarpışmasının ürpertisiyle dolu bir
gökyûzünü ve oradaki kalın bulut istiflerini yır-
tan yıldmmlann ışıltılı tarakasını akıl almaz bir
güçle anlatan bir adamdır. Bir Turner kompozis-
yonu gözünüzü, gönlünüzü, akhnızı, kulağmızı,
her şeyinizi doldurur ve doyurur. Küçük boyutlu
"moonBght"lan, "firelight"lan belki güçleriyle
değil ama şiirsel bir fisıltıyla göz perdesini, ku-
lak zannı, kalp damannı yogun bir basınçla tit-
reştiriyordu. Meraklısını cuş'a eriştiriyordu. Bir
dolunay doğuşunun Iacivert bir zemine düşmüş
aydmlığını günlerdir içimde taşıyorum.
Yeniden "müzik''e dönersek, sezon başında
Londra'yı ve Paris'i (ve ashnda tüm dünya mü-
zik merkezlerini ve çevrelerini) birlikte ilgilen-
diren müthiş bir olay, bir plak basımı işidir. Phi-
lips iki yıl kadar önce, 20. yüzyılın bir piyano an-
tolojisini iki yüz küsur CD'lik de\ bir dizide ya-
yımlama girişimlerini başlattığında uzmanlan
pek kulak asmamıştı. Gerçekten tarihi ve müzi-
kal deger taşıyıp kültür mırası niteliğiyle bir bü-
yük antolojiye girebilecek pek çok kayıt, plak vb
doküman arşivlerde mevcuttu. Ancak bunlar çok
değişik plak firmalannın depolannda ya da ar-
şivlerinde yer alıyordu.
Müzik ve ses kayıt, basın yayın alanındaki kı-
yasıya uluslararası yiyişme ortamında bir firma-
nın, rakip firmalann elindeki arşiv dokümanla-
nnı ele geçirebilecegi hayal edilemıyordu. A\n-
ca, Philips'in iki güçlü bacağının bulundugu İn-
giltere ve Fransa'dakı ve aynca devre dışı kalma-
sı düşünüiemeyecek Alman\ a-Avusturya'daki pi-
yano yorum anlayışlannda ve piyanistlerin değer-
lendirilmesinde ciddi farklıhklar bulunuyordu.
"Kimin hangi yapıttaki yorumu, ne tür ölçütier-
le tercib edüecek" sorusunun cevabmda nesnel-
ligin sağlanması çok zordu. Tüm bu düşüncele-
rin ışığında bu işe saygıdeğer ama sonuçsuz ka-
lacak bir girişim gözüyle bakılıyordu. Ama, so-
nuca gitti. Geçen ay Paris Frac'lannın önünde
kuyruk yapan tutkulu meraklılar ilk üç albümlük
seti alıp evlerine koşuşturdular. Üç gün sonra
Londra'da, ondan birkaç gün sonra da Berlin,
Frankfurt, Amsterdam'da satışa sunuldu. Bu son-
bahann akışında ilk yirmilik set piyasaya çıkıyor.
Gelecek yaza kadar da iki yüzlük set tamamla-
nıyor.
2 yapıt ve yorumcu belirleme işinin Philips'in
Londra kesimine bırakılışı, Paris ve Frankfurt
müzik dünyasını hiç memnun etmedi. Aylar sü-
ren "yaprt-yorumcu" belirleme anketlerine ve
nabız yoklama etkinliğine katılmayı reddeden
uzmanlar bile çıktı bu ülkelerden. Ancak, yine de
dünyada toplam başvurulanlann çoğunun görüş
ve telkin vermesiyle ortaya önce, 150 piyanist-
lik ve 400'ü aşacak sayıda CD'lik dev bir liste çı-
kıyor. Bunun gerçekleşme zorlugu göz önünde tu-
tularak 72 piyanist ve 200 plağa indirgenmiş bir
dıziye karar veriliyor.
Bu indirgemede, nesnellikten ödün verildiği, or-
ganizasyon yetkililerinin bireysel fantezilerini
biraz fazlaca ön plana geçirdikleri tartışılıyor.
"Diaposon" dergisi Fransa müzik anlayışınm bir
özeti olarak "Işte bizun 100 pjyanistimiz" espri-
sinde bir özel ek yayımlıyor. Ünlü "Le Monde"
gazetesi ve bu organm şimdilerde büyük prestij
kazanmış aylık müzik dergisi çarşaf çarşaf yorum-
lar yapıyorlar. Lazar Besman'ın, Guimar Nova-
es'in, Yves Nat'in, Annie Fischer'in. Rudolph
Firkurny'nin bulunmadığı bir listede Andre
Watts'ın, NebonFreire'in, AndrePrevin'ın ne işi
var diye sorguluyorlar.
Dünya piyanosunu on yıllarca iyi izleyebilmiş
olmanın verdiği rahatlıkla açıkçası biraz ben de
sorguluyorum. Idil Biret'in (ilk 150'ye girip son-
ra unutulduğu anlaşıhyor), olağanüstü kıvılcım-
h genç yıldız Leif Ove Andsnes'in. yine gençler-
den benzersiz bir RRDuchable'in eskilerden çok
derin bir Ignaz Friedman'ın yaşayan eskilerden
bir AldoCkrcolini'nin bulunmadığı bir listede iki-
si de biraz fazlaca Londra'lı Maria Joan Pires ile
Mttsuka Uchida'nın ne işi var? Hatta. ilginç bir
müzisyen ama bir talihsizlikle kariyerinin dörtte
üçünü tek elle çalarak geçirmiş bir Leon Fleisc-
her'in bu antolojiye katkısını kestiremiyorum.
Ama, sonuç olarak; seveni. bileni belki de kıs-
kananı tarafindan tartışılacak da olsa görkemli bir
antoloji ortadadır. Rakibi firmalar da Philips'e ar-
şiv katkısında bulunduklan için neredeyse ek-
siksiz bir yapıttır.
Aynca yorumcu ve yapıt seçimindeki öznellik,
eleştirileri yumuşatacak biçimde girişimin yetki-
lileri zaman içinde bunun yüz küsur piyaniste
genişletilerek ek plak basımlan yapılabilecegini
de ifade etmektedir. Ülkemizdeki meraklılann
dikkatlerine ve bilgilerine sunulur.
YAZI ODASI
SELİM tLERİ
Bir Sokağın Tasviri
O sokağın tasviriyle, sözcüklerle örülüşüyle der<
kitabımda karş/laşmış olmalıyım. Belki de abla-
mın ders kitabı.
Halide Edib Adrvar Sinekli Bakkal'tnda îstan-
bul sokağını tasvir ediyor. Ortaöğrenimleri sırasın-
da edebiyata, romana merak sarmışlar bu tasvin
heıtıalde anımsayacaklar.
"Bu dararka sokak bulundugu semtin adım al-
mıştır:
"Sinekli Bakkal."
Sinekli Bakkal Sokağı Istanbul'un neresinde di-
ye araştırıp dururdum o zamanlar. Yerini bir bul-
sam, Halide Edib'in anlattıklanyla yüz yüze gele-
ceğime inanıyordum.
Işte, ahşap, iki katlı evler, sıra sıra, birbirine yas-
lanmış. Bu Sultan Hamid devrinde birbirterinden
destek almaya çalışıyorlar.
Sokaktaki evlerin karşıdan karşıya birbirinin üs-
tüne abanır gibi uzanmış eski zaman saçaklan",
gün gelecek Tevfik Fikret'in bir şiiriyle yakınlık
kuracak. Bu şiir "Yağmur'dur:
"Saçaklarda kuşlar -hazindir bu pek! I Susarlar,
uzaktan ulur bir köpek."
Vardıröylesokaklan, yağmurlan Istanbul'un. Dar
sokakta, yokuşlu sokakta yağmur sulan boyuna
akışır, külrengınde bir gündüz, son ahşap evlerin
kararık saçaklannda kuşlar bekleşir. Hele sonba-
harda, şimdi yaşadığımız mevsimde.
Oysa Halide Edib yağmuriardan, kasvetlerden
söz açmaz. Sinekli Bakkal Sokağı'nda birdenbire
çiçeklere, renklere açılır. Loşlukta kırmızı toprak sak-
sılann kırmızısı sanki her zamankinden kırmızıdır.
Kararmış gaz sandıklanndan bütün yaz, bütün yaz
sonu yemyeşil fesleğenler fışkınr. (Güzün küçücük
beyaz çiçekler açar fesleğen, sonra tohuma du-
rur.) Az beride alı beyazı ve moruyla sardunyalar,
küpeçiçeği, karanfil. (Bunlar da bir Oktay Rifat di-
zesidir.)
Halide Edib olur da mor salkım olmaz mı! Mor
salkım çardağı îstanbul çeşmesini sanp sarmala-
mıştır. Güneş vursa beyaz mermerde eflatun göl-
ge...
"Bütün bunlann arkasında tiyatro dekorunu an-
dıran beyaz, uzun, ince minare."
Halide Edib sonra sokağın çocuklanna geçer. Ve
Sinekli Bakkal Sokağı'nın dünyanın bütün yoksul
mahallelerine benzediğıni belirtir. Birazdan mahal-
le hayatı canlanıverecektir.
Gerçekten bütün "fukara" mahallelerine benzi-
yor muydu Sinekli Bakkal Sokağı?
Bir kez daha vurgulamak isterim: Sokağın tas-
viri en azından romanseverterin belleğine işlemiş-
tir. O artık bir 'roman sokağt'dn.
Sinekli Bakkal Sokağı'nı hiçbir zaman bulama-
dım. Yalnız benzerlerine rastladım. Benzerlerinde
oturan akrabalarıma gidip geldim. O sokaklardan
geçtim. Daha benim çocukluğumda, hepi topu
kırk yıl önce, o sokaklardan bol bol vardı Istanbul'da
GuzeJ miydiler? Yoksulluklarına ş
ce güzellikleri, kendince şiirleri vardı. Kentsel es-
tetiğe adamakıllı yatkın havaları. Işte îstanbul! der-
diniz. Evler bir geçit gibi birbirine kapanırken uç-
tan uca gün ışığı alacalarıyla ışık yollan çizerdi.
Yine bir uçtan bir uca mor salkımlan pek çok gör-
düm. Saksıdaki karanfili. Anneannemin evinde kü-
peçiçeği, nazlı begonya, filbahri... adı pek hoşu-
ma giden filbahri, adeta bahriyeli çocuk kıyafetin-
de bir fil çıkacak karşımıza -hep öyle düşünür-
düm.
Sonra o sokaklar gözümüzün önünde yitti. Top-
rak saksılar yitti. Çeşmeler birer bakımsızlık oldu.
Ahşap evler de derin yoksulluğun konutu.
Biliyorum, filan semtte o sokaktan var, gidip gö-
rebilirsin denecek. Onarılmış ve zengin evlerine
dönüştürülmüş ahşap evli sokaklar. Hiç annemin
babaannesi Feride Hanım'ın Aksaray'daki evine
benzeyebilir mi? Sokaklarta birlikte yaşama biçi-
mi de değışiyordu, Istanbul'u îstanbul yapmış her
şey değişiyordu.
Tarihi kentlerin kimlik değiştirmeye yeltenmesi
acıklı serüven.
Bizans'tan bugüne tarihi sürekliliğin neredeyse
hiçbir izine rastlanmayan îstanbul.
Abdülhak Şirtasi'nin Venedik'le ölçüştürdüğü
Boğaziçi.
Venedik yerli yerinde duruyormuş.
Takvimde Iz Bırakan:
"Arka taraftaki bahçeye nazır pencereler, çifte
merdivenlerin sahanlıklardaki ince uzun pencere-
leri baştan başa mor salkımlıdır ve akşam güne-
şinde morçiçeklerarasında camlar birer ateş lev-
hası gibi pariar." Halide Edib Adıvar, Mor Salkım-
hEv.
Darüssafaka'nm kutlama töreni
• Kültür Servisi - Babasını yitirmiş. mali durumu
kaliteli eğıtim ahnaya elverişli olmayan, çalışkan
çocuklara ilkokuldan başlayarak karşıhksız
öğrenim-eğitim olanaklan sunan Darüşşafaka'nın
135., DarüşşafakaLisesi'nin de 125. kuruluş
yıldönümü kutlanıyor. Kutlamalar çerçevesinde
bugün Cumhurbaşkanı Süleyman Demirerin
himayesinde saat 19.30-21.30 saatleri arasında
îstanbul Atatürk Kültür Merkezi'nde bir tören
düzenJenecek.
BUGÜN
• ÖZGÜR AYDEV. şef Rengin Gökmen yönetimin-
deki Îstanbul Devlet Senfoni Orkestrası (İDSO) eşli-
ginde 20.00'de fstanbul Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi
Sarayı'nda bir konser verecek.
• AKBANK CAZ FESTfVALJ çerçevesinde Yıkhz
Ibrahimova, saat 20.00'de Çukorova Üniversitesi'nde
bir konser vercek.
• AKSANAT'ta 12.30 ve 19.00 saatlerinde Queen'We
Will Rock You" konseri videodan izlenebilir.
• BORUSAN'da saat 19.00'da Alberto Pomeraz pi-
yano resitali yer alıyor.
• MÎMARSlNAN ÜNİVERStrESİ'nde saat 14.00'te
öğretim görevlisi Metin Erksan'ın verecegi 'Atatürk,
Cumhuriyet ve Sanat' konulu konferans dinlenebilir.
ÜÇ KUSAK CUMHURİYET SERGISİ ETKİNLİKLERİ
BUGÜN
• Tarihi Darphane Bınalan 'nda sürdüriilen etkinlikler
çerçevesinde saat 11.00'de belgesel, saat 15.00'te
rehberli sergi gezisi ve çello-piyano dinletisi BÖMO
yer alıyor.