23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 20 EKİM 1998 SAL 12 KULTUR SAHNEDEN AYŞEGÜL YÜKSEL Bir kadın fld erkek: Helen / HelenKent Oyunculan'nın geçen yıl sah- neledigi oyunlardan biri Ankara'ya yeni ulaştı. Fransız tiyatrosunun "Al- tm Çocuk" olarak tanıttığı 39 yaşın- daki Eric-Emmanuel Schmit'in "Va- riations Enigmatigues" (Türkçesi "He- len/Helen") başlıklı oyunu iki yıldır Paris'te kapalı gişe oynuyor. Oyunu geçen yıldan sürdüren Alain Delon'un karşısında bu yıl Fransa'nın parlayan genç sanatçılanndan Stephane Erciss var. Schmitt'in "Ziyaretçi" adlı bir başka oyunu da bu yıl sahnelenecek. "Frederickya da Suç Bulvan" başlık- lı üçüncü oyun da Jean-Paul Belmon- do'lu bir kadroyla gündemde. Altm Çocuk'un daha önce sahnelen- miş olan "Alün Joe" adlı oyunu başa- nsız bulunmuş olsa da bir tiyatro dö- neminde üç oyunla afışlerde olması- na -hele hele başrolleri ünlü sinema oyunculan üstlenmişse- Paris'lilerin kayıtsız kalmayacağı kesin. Müşfik Kenter'Ie Bekir Aksoy'un yorumuyla sunulan oyun ise Türk seyircisini pek heyecanlandırmadı. Avrupa'nın bir kuzey ülkesinde, Ku- zey Kutbu'na göz kırpan bir adaya çe- kilmiş Nobel ödüllü bir yazar. Içine ka- panık, insanlarla iç içe olmayı sevme- yen, medyaya düşman, yalmzhga dost.. Müşfik Kenter için biçilmiş kaftan bir rol. Birdoluengeli aşarak onunla söy- leşi yapmaya gelmiş, gazeteci görünü- mündeki bir genç. Bekir Aksoy için "hayarmın rolii" olabilir. Tam iki saat süren bir hesaplaşma. Geçmişı gelecege baglayan. Neredey- se altı ay güneş yüzü görmeyen bir cografyada, on iki yıllık bir "giz"in. söyleşim yoluyla adım adım gün ışı- ğına çıkması. Merak duygusunun ço- gunlukla ayakta tutuldugu, gerçeğin u sürpriz"den"sürpriz"e ulaşan bir ge- lişim içinde açıga çıktığı bir sahne ola- Neredeyse Ibsen'in, melodramla tra- jediyi iç içe ördüğü, o alabildiğine bungun. kuzey ülkelerine özgü biçim- de karanlık, bir o kadar da vurucu dün- yasındasınız. Neredeyse sahnede Ib- sen tadı alacaksınız. Bekliyorsunuz... vrupa'nın bir kuzey ülkesinde, Kuzey Kutbu'na göz kırpan bir adaya çekilmiş Nobel ödüllü bir yazar. tçine kapanık, insanlarla iç içe olmayı sevmeyen, medyaya düşman, yalnızhga dost... Müşfik Kenter için biçilmiş kaftan bir rol. Bir dolu engeli aşarak onunla söyleşi yapmaya gelmiş, gazeteci görünümündeki bir genç. Bekir Aksoy için "hayatının rolü" olabilir. Altın Çocuk, Ibsen tiyatrosunun dış çerçevesini iyi kavramış doğrusu. Ama oyunun içini doldururken Ibsen'e te- get geçivermiş. Modern tiyatronun ba- bası, 19. yüzyılda onlarca büyük ya- zara ışık tutmuş "eteştirel gerçekçi" yaklaşımı ile küçük burjuva değerle- rinin ikiyüzlülügünü suranmıza çarpar- ken Schmitt, bizi iki aynksı (marji- nal) erkegin iç dünyasına götüriiyor. Dogru, alışılmış dışı bir öykü. "Sürp- rizler süsilesi" biraz iç bayıltıcı dozda sıralanmış olmakla bırlıkte "müthiş'' doğrusu. Oyun "aşk"ın "çeşitlemele- ri" üstüne zekice buluşlarla bezenmiş. Karakterler üstünde gayretli bir çalış- ma da yapılmış. Yine de vurmuyorse- yirciyi. Çünkü Schmitt'in oyun için kurdu- gu söyleşim ve hareket düzeni yeterin- ce ustalıklı değil. Ibsen oyunlanna öz- gû olan, yükselen ve inen tartım (tem- po) seyirciyi sahnedeki olaya kaptıra- cak beceriyle düzenlenmemiş. Oyun boyunca sözü edilen ve sahnede hiç gö- rülmeyen Helen adlı kadın, oyun kişi- lerinin ve seyircinin tüm çabalanna karşın, bir türlü gözlerimizin önünde canlanamıyor. Bir oturup bir kalkmaktan, bir iki si- lah sesinın getirdigi sıçramalardan, aynı jestlerin yinelenmesinden oluşan hareket düzeni ise Osman Şengezer'in usta işi çevre tasanmının destegine karşın görsel bir çekıcilik kazanamı- yor. Bir "oda müziği'' anlayışıyla bi- çimlendinlmışolan, "seyirciyteyüzyü- ze" bir oyunda, ezgi ve uyum kusur- suz olmak zorunda. Mehmet Birkiye, Altın Çocuk'un 'Aşk'ın 'çeşitlemeleri' üzerine zekice buluşlarla bezenmiş bir oyun. Paris'teki yükselişine duyduğu saygı- dan olarak metnin sarkan bölümleri- ni budamayı düşünmemiş. Böylece di- yalog düzenindeki hantallıklar oldugu gibi sahne olayına yansımış. Tartım- daki eksiklik de... Bu nedenle, seyir- ciyi sıkıca sanp sarmalayan bir sahne olayına ulaşılamamış. Keşke yönet- menlerimiz yabancı yazarlara böyle- sine saygılı olmasa. Biz Fransız deği- liz ki karşımızda Alain Delon var. biz de "entel r 'iz diye, yazann "sürpriz"le- ri "denk" getirmek için durmadan çe- kip uzattıgı diyaloglara dayanabile- lim. Geriye Mûşfîk Kenter'Ie Bekir Ak- soy'un yorumu kalıyor. Biz de gözü- müzü bu iki aktöre dikip, onlan soluk alıp verişlerine dek yakın takibe ah- yoruz. Ustalann ustası Müşfik Kenter için "sahnede telefon rehberini okusa bile dram yaraür" diyegelmişiz. Dogal ki onu Nobel ödüllü "ters adam" Abel Znorko'da izlerken de "An nerede Ala- in Delon" fılan demiyoruz. Ancak, şu- nu seziyoruz. Müşfik Kenter. uzun yıl- lardır "tek kişilik" oyun ya da göste- rilerde yükselen grafik nedeniyle, da- ha önceki dönemlerdeki "ild kişilik" oyunlarda, karşısındaka oyuncuyla(ço- gunlukla da Yüdız Kenter'Ie) oluştur- dugu yogun duyariık alışverişine bi- raz uzak kalrruş. Canlandırdığı kişinin, kendisini başkalanndan soyutlama özelliginden de yararlanarak zaman zaman Bekir Aksoy'u sahnede yalnız bırakıyor. "Ben ne yapbğunı biliyo- rum, hadi sen de kendi rolünü oyna" dercesine. Buna karşın, demir leblebi bir aktör olarak vuruculuğu ve çeki- ciligi ile yine egemen oluyor sahneye. Oyunu alıp götüren iki oyuncu arasın- da oluşması gereken "eleklriklenme''ye pek de katkıda bulunmadan... Böylece agır yükü Bekir Aksoy sırt- lamış oluyor. Bu nedenle de ortaya koydugu çaba katlanıyor. Bekir Aksoy, yer yer sahnedeki duyariık ortamını oluşturmada çok başanlı anlara imza atıyor. "Geribeslenıe''ye (feedback) ge- reksinimi oldugu anlarda ise gerek- sizce yoğun bir çaba harcamak zorun- da kalıyor. Panltıh bir oyuncu olma- ya çok yakın. Ancak ne yönetmen Bir- kiye'den ne de Müşfik Hoca'dan ge- rekli desteği alabiliyor. Yine de zor bir başrolde, uzun bir oyunculuk ma- ratonun, işini çok ciddiye aldığını ka- nıtlar düzeyde tamamlıyor. Yazar tarafından yeterince işlenmiş olmasa da "Helen/ Helen"in en başa- nlı yanı, yaşam ile sanat "yapınn" ile "gerçek" arasındaki ilişkinin özgün bir yaklaşımla irdelenmesi. Gerçek- lerimiz denli yalanlanmız da bıçimlen- diriyor yaşamımızı. Ünlü bir yazar da olsak, alçakgö- nüllü birâşık da... Oyun "yalanlar" yo- luyla oluşan bir gerçekligin öyküsünü dile getiriyor. Alnn Çocuk'a çok da hak- sızlık etmeyelim... Philips'in 20.Yüzyıl piyano antolojisinde 72 piyanist 200 plaklık bir diziyle sunulacak Yetmiş iki piyanist, Turner ve Mahler • Londra'daki 'Mahler Symposium'unu Mahler müziğinin yaygınlaşması yolunda uluslararası vakıflar kuran ve sürekli destek sağlayan Gilbert Kaplan yönetti. Kaplan'ın Mahler 2.Senfoniyi yönetmek üzere îstanbul ve Ankara'ya gelme olasılığı var. Philips, hazırladığı 20.Yüzyıl piyano antolojisi için 150 piyanistlik ve 400'ü aşacak sayıda CD'lik dev bir liste çıkardı. Ancak bunu 12 piyanist, 200 plağa indirgedi. Bu liste Le Monde ve Diaposon'da sorgulanırken, tdil Biret'in ilk 150'ye girip sonra unurulduğu anlaşıhyor. ERHAN KARAESMEN Norman Lebrechtcoşkuyla ve inandıncı bir üs- lupla anlatıyordu. "Adamın (Gustave Mahler'in) ölümünden sonra müziği bir elti yıl boyunca \1- yana'daki tek tük icralarının dışında, dünyada hiç çahnmamış. Atlantik'in öte yakasında Bruno Valter,bu>akasında Rafael Kubelik,Otto KJem- perer veJohn Barbirelli gibi prestijli tsimlerin gay- retierine rağmen. Yuvarlak rakamh anma yıllan bazen birikrini unutulmuşluktan kurtarmanın yolu oluyor. 100. doğum > ılı anmalan çerçevesin- de 1960'tan başlayarak İngiltere başta olmak üze- re bir yerlerde Mahler çalınır olu>or. Ama bir yir- mi >ıl daha sadece biravuç nıtkulu müzik merak- bsuun izlediği bu müzik, 1980'lerde ve helegünü- müzde büyük sa\gmük ve yayguıhk kazanıyor." Norman, İngiltere'de (ve Avrupa'da) çok tanı- nan bir müzik adamı. Radyo ve televızyon prog- ramı yapıyor. Yazıyor. Onlü Daily Telegraph'ta her hafta ve aynca hemen her yıl, aydınlatıcı-dü- şündürücü. bıraz da tahrik edıci türden bir yeni kitabı çıkıyor. MüzikJe dolu, zeki ve tatlı anlatı- cı bir adam. Londra sonbahannda, bir pazar sabahı "Mah- ler SymposiumT> dayız. Lebrecht tek konuşmacı degıl. GilbertKaplangibi Mahler müziğinin sev- dirtilmesi. yaygınlaşması yolunda uluslararası vakıflar kurmuş ve sürekli destekler saglamış prestijli bir isim yönetiyor. Bu satırlann yazan- nın Cumhuriyet'in kitap ekınde (Agustos 1998) son yapıtı "Real Mahler"i tanıttığı ünlü araştır- macı Jonathan Carr orada. Dünyada Mahler Iiteratürü olarak bilinen iki bi- ni aşkın yapıtın dört-beşini imzalamış bir Do- nald Mitchel orada. Ve çok değişik bir katkı ola- rak, Royal Philarmonic'ın çok başanlı genç Ital- yan şefi Daniele Gatti, Mahler'i yönetmenin so- runlannı anlatarak orada. Royal College of Mu- sic'in toplantı salonu tamamen dolu. Dinleyici- lerin de lafa karışma, sorma ve yorum yapma yetkisi var. Bu rahatlığı kullanıyoruz. Zaten ya- kından tanıyabildiğimiz J. Carr'ın yanı sıra söy- lediklerinin aynntısındakı bir hatayı da düzelte- rek Norman Lebrecht ve Gilbert Kaplan ile de söy- leşiyoruz. Kaplan"ın. Mahler2. Senfoni'yiyönet- mek üzere Îstanbul ve/veya Ankara uluslararası festivalleri çerçevesinde Türkiye'ye yolunu dü- şürmesi temennisini, kendisinin ilgisini çektiği- ni de menuniyetle görerek dile getiriyoruz. tki akşam önce başlamış ve tüm sezona serpiş- tirilmiş Gatti'li Philarmonic ile Mahler'in bütün eserlerinin yorumlanacagı olağanüstü programm o akşamki parçası 4. Senfoni ve Das Knaben Wünderhorn. Sempozyum, akşam sona eriyor ve elli metre ötedeki Royal Albert Hall'e huşu için- de yürünüyor ve Mahler'in müziğine insanlar kendini bırakıyor. Uzunca bir gezide, diğer ülkelerin çeşitli kent- lerindeki duraklamalarda henüz sezon açıhşı ha- vasını bulamamıştık. Ancak son olarak Lond- ra'da artık sezon açılıyordu. Sadece Mahler yok- tu. Chagall'ı ile Canaletto'su ile özel sergileme etkinlikleri yaşanıyordu. Bana göre en önemlisi. ise Turner'dan " YangınveAy Işığı" temalı çok özel birdizi yapıtın sergilenişiydi. Turner, bilindigi gi- bi Ingıliz resminin en büyük adamı olmanın öte- sinde. dünya sanatının üç-beş en büyük ressa- mından biridir. Birkaç yıl önce Tate Gallery'de Turner salonlanna verilen yeni sergileme düze- ninden Cumhuriyet'in bu sütunlannda coşkuyla söz ettigimi ansıyorum. Turner kasırgalı okyanus- larda limelenip karaya vurmuş geminin dehşeti- ni, meteorlann çarpışmasının ürpertisiyle dolu bir gökyûzünü ve oradaki kalın bulut istiflerini yır- tan yıldmmlann ışıltılı tarakasını akıl almaz bir güçle anlatan bir adamdır. Bir Turner kompozis- yonu gözünüzü, gönlünüzü, akhnızı, kulağmızı, her şeyinizi doldurur ve doyurur. Küçük boyutlu "moonBght"lan, "firelight"lan belki güçleriyle değil ama şiirsel bir fisıltıyla göz perdesini, ku- lak zannı, kalp damannı yogun bir basınçla tit- reştiriyordu. Meraklısını cuş'a eriştiriyordu. Bir dolunay doğuşunun Iacivert bir zemine düşmüş aydmlığını günlerdir içimde taşıyorum. Yeniden "müzik''e dönersek, sezon başında Londra'yı ve Paris'i (ve ashnda tüm dünya mü- zik merkezlerini ve çevrelerini) birlikte ilgilen- diren müthiş bir olay, bir plak basımı işidir. Phi- lips iki yıl kadar önce, 20. yüzyılın bir piyano an- tolojisini iki yüz küsur CD'lik de\ bir dizide ya- yımlama girişimlerini başlattığında uzmanlan pek kulak asmamıştı. Gerçekten tarihi ve müzi- kal deger taşıyıp kültür mırası niteliğiyle bir bü- yük antolojiye girebilecek pek çok kayıt, plak vb doküman arşivlerde mevcuttu. Ancak bunlar çok değişik plak firmalannın depolannda ya da ar- şivlerinde yer alıyordu. Müzik ve ses kayıt, basın yayın alanındaki kı- yasıya uluslararası yiyişme ortamında bir firma- nın, rakip firmalann elindeki arşiv dokümanla- nnı ele geçirebilecegi hayal edilemıyordu. A\n- ca, Philips'in iki güçlü bacağının bulundugu İn- giltere ve Fransa'dakı ve aynca devre dışı kalma- sı düşünüiemeyecek Alman\ a-Avusturya'daki pi- yano yorum anlayışlannda ve piyanistlerin değer- lendirilmesinde ciddi farklıhklar bulunuyordu. "Kimin hangi yapıttaki yorumu, ne tür ölçütier- le tercib edüecek" sorusunun cevabmda nesnel- ligin sağlanması çok zordu. Tüm bu düşüncele- rin ışığında bu işe saygıdeğer ama sonuçsuz ka- lacak bir girişim gözüyle bakılıyordu. Ama, so- nuca gitti. Geçen ay Paris Frac'lannın önünde kuyruk yapan tutkulu meraklılar ilk üç albümlük seti alıp evlerine koşuşturdular. Üç gün sonra Londra'da, ondan birkaç gün sonra da Berlin, Frankfurt, Amsterdam'da satışa sunuldu. Bu son- bahann akışında ilk yirmilik set piyasaya çıkıyor. Gelecek yaza kadar da iki yüzlük set tamamla- nıyor. 2 yapıt ve yorumcu belirleme işinin Philips'in Londra kesimine bırakılışı, Paris ve Frankfurt müzik dünyasını hiç memnun etmedi. Aylar sü- ren "yaprt-yorumcu" belirleme anketlerine ve nabız yoklama etkinliğine katılmayı reddeden uzmanlar bile çıktı bu ülkelerden. Ancak, yine de dünyada toplam başvurulanlann çoğunun görüş ve telkin vermesiyle ortaya önce, 150 piyanist- lik ve 400'ü aşacak sayıda CD'lik dev bir liste çı- kıyor. Bunun gerçekleşme zorlugu göz önünde tu- tularak 72 piyanist ve 200 plağa indirgenmiş bir dıziye karar veriliyor. Bu indirgemede, nesnellikten ödün verildiği, or- ganizasyon yetkililerinin bireysel fantezilerini biraz fazlaca ön plana geçirdikleri tartışılıyor. "Diaposon" dergisi Fransa müzik anlayışınm bir özeti olarak "Işte bizun 100 pjyanistimiz" espri- sinde bir özel ek yayımlıyor. Ünlü "Le Monde" gazetesi ve bu organm şimdilerde büyük prestij kazanmış aylık müzik dergisi çarşaf çarşaf yorum- lar yapıyorlar. Lazar Besman'ın, Guimar Nova- es'in, Yves Nat'in, Annie Fischer'in. Rudolph Firkurny'nin bulunmadığı bir listede Andre Watts'ın, NebonFreire'in, AndrePrevin'ın ne işi var diye sorguluyorlar. Dünya piyanosunu on yıllarca iyi izleyebilmiş olmanın verdiği rahatlıkla açıkçası biraz ben de sorguluyorum. Idil Biret'in (ilk 150'ye girip son- ra unutulduğu anlaşıhyor), olağanüstü kıvılcım- h genç yıldız Leif Ove Andsnes'in. yine gençler- den benzersiz bir RRDuchable'in eskilerden çok derin bir Ignaz Friedman'ın yaşayan eskilerden bir AldoCkrcolini'nin bulunmadığı bir listede iki- si de biraz fazlaca Londra'lı Maria Joan Pires ile Mttsuka Uchida'nın ne işi var? Hatta. ilginç bir müzisyen ama bir talihsizlikle kariyerinin dörtte üçünü tek elle çalarak geçirmiş bir Leon Fleisc- her'in bu antolojiye katkısını kestiremiyorum. Ama, sonuç olarak; seveni. bileni belki de kıs- kananı tarafindan tartışılacak da olsa görkemli bir antoloji ortadadır. Rakibi firmalar da Philips'e ar- şiv katkısında bulunduklan için neredeyse ek- siksiz bir yapıttır. Aynca yorumcu ve yapıt seçimindeki öznellik, eleştirileri yumuşatacak biçimde girişimin yetki- lileri zaman içinde bunun yüz küsur piyaniste genişletilerek ek plak basımlan yapılabilecegini de ifade etmektedir. Ülkemizdeki meraklılann dikkatlerine ve bilgilerine sunulur. YAZI ODASI SELİM tLERİ Bir Sokağın Tasviri O sokağın tasviriyle, sözcüklerle örülüşüyle der< kitabımda karş/laşmış olmalıyım. Belki de abla- mın ders kitabı. Halide Edib Adrvar Sinekli Bakkal'tnda îstan- bul sokağını tasvir ediyor. Ortaöğrenimleri sırasın- da edebiyata, romana merak sarmışlar bu tasvin heıtıalde anımsayacaklar. "Bu dararka sokak bulundugu semtin adım al- mıştır: "Sinekli Bakkal." Sinekli Bakkal Sokağı Istanbul'un neresinde di- ye araştırıp dururdum o zamanlar. Yerini bir bul- sam, Halide Edib'in anlattıklanyla yüz yüze gele- ceğime inanıyordum. Işte, ahşap, iki katlı evler, sıra sıra, birbirine yas- lanmış. Bu Sultan Hamid devrinde birbirterinden destek almaya çalışıyorlar. Sokaktaki evlerin karşıdan karşıya birbirinin üs- tüne abanır gibi uzanmış eski zaman saçaklan", gün gelecek Tevfik Fikret'in bir şiiriyle yakınlık kuracak. Bu şiir "Yağmur'dur: "Saçaklarda kuşlar -hazindir bu pek! I Susarlar, uzaktan ulur bir köpek." Vardıröylesokaklan, yağmurlan Istanbul'un. Dar sokakta, yokuşlu sokakta yağmur sulan boyuna akışır, külrengınde bir gündüz, son ahşap evlerin kararık saçaklannda kuşlar bekleşir. Hele sonba- harda, şimdi yaşadığımız mevsimde. Oysa Halide Edib yağmuriardan, kasvetlerden söz açmaz. Sinekli Bakkal Sokağı'nda birdenbire çiçeklere, renklere açılır. Loşlukta kırmızı toprak sak- sılann kırmızısı sanki her zamankinden kırmızıdır. Kararmış gaz sandıklanndan bütün yaz, bütün yaz sonu yemyeşil fesleğenler fışkınr. (Güzün küçücük beyaz çiçekler açar fesleğen, sonra tohuma du- rur.) Az beride alı beyazı ve moruyla sardunyalar, küpeçiçeği, karanfil. (Bunlar da bir Oktay Rifat di- zesidir.) Halide Edib olur da mor salkım olmaz mı! Mor salkım çardağı îstanbul çeşmesini sanp sarmala- mıştır. Güneş vursa beyaz mermerde eflatun göl- ge... "Bütün bunlann arkasında tiyatro dekorunu an- dıran beyaz, uzun, ince minare." Halide Edib sonra sokağın çocuklanna geçer. Ve Sinekli Bakkal Sokağı'nın dünyanın bütün yoksul mahallelerine benzediğıni belirtir. Birazdan mahal- le hayatı canlanıverecektir. Gerçekten bütün "fukara" mahallelerine benzi- yor muydu Sinekli Bakkal Sokağı? Bir kez daha vurgulamak isterim: Sokağın tas- viri en azından romanseverterin belleğine işlemiş- tir. O artık bir 'roman sokağt'dn. Sinekli Bakkal Sokağı'nı hiçbir zaman bulama- dım. Yalnız benzerlerine rastladım. Benzerlerinde oturan akrabalarıma gidip geldim. O sokaklardan geçtim. Daha benim çocukluğumda, hepi topu kırk yıl önce, o sokaklardan bol bol vardı Istanbul'da GuzeJ miydiler? Yoksulluklarına ş ce güzellikleri, kendince şiirleri vardı. Kentsel es- tetiğe adamakıllı yatkın havaları. Işte îstanbul! der- diniz. Evler bir geçit gibi birbirine kapanırken uç- tan uca gün ışığı alacalarıyla ışık yollan çizerdi. Yine bir uçtan bir uca mor salkımlan pek çok gör- düm. Saksıdaki karanfili. Anneannemin evinde kü- peçiçeği, nazlı begonya, filbahri... adı pek hoşu- ma giden filbahri, adeta bahriyeli çocuk kıyafetin- de bir fil çıkacak karşımıza -hep öyle düşünür- düm. Sonra o sokaklar gözümüzün önünde yitti. Top- rak saksılar yitti. Çeşmeler birer bakımsızlık oldu. Ahşap evler de derin yoksulluğun konutu. Biliyorum, filan semtte o sokaktan var, gidip gö- rebilirsin denecek. Onarılmış ve zengin evlerine dönüştürülmüş ahşap evli sokaklar. Hiç annemin babaannesi Feride Hanım'ın Aksaray'daki evine benzeyebilir mi? Sokaklarta birlikte yaşama biçi- mi de değışiyordu, Istanbul'u îstanbul yapmış her şey değişiyordu. Tarihi kentlerin kimlik değiştirmeye yeltenmesi acıklı serüven. Bizans'tan bugüne tarihi sürekliliğin neredeyse hiçbir izine rastlanmayan îstanbul. Abdülhak Şirtasi'nin Venedik'le ölçüştürdüğü Boğaziçi. Venedik yerli yerinde duruyormuş. Takvimde Iz Bırakan: "Arka taraftaki bahçeye nazır pencereler, çifte merdivenlerin sahanlıklardaki ince uzun pencere- leri baştan başa mor salkımlıdır ve akşam güne- şinde morçiçeklerarasında camlar birer ateş lev- hası gibi pariar." Halide Edib Adıvar, Mor Salkım- hEv. Darüssafaka'nm kutlama töreni • Kültür Servisi - Babasını yitirmiş. mali durumu kaliteli eğıtim ahnaya elverişli olmayan, çalışkan çocuklara ilkokuldan başlayarak karşıhksız öğrenim-eğitim olanaklan sunan Darüşşafaka'nın 135., DarüşşafakaLisesi'nin de 125. kuruluş yıldönümü kutlanıyor. Kutlamalar çerçevesinde bugün Cumhurbaşkanı Süleyman Demirerin himayesinde saat 19.30-21.30 saatleri arasında îstanbul Atatürk Kültür Merkezi'nde bir tören düzenJenecek. BUGÜN • ÖZGÜR AYDEV. şef Rengin Gökmen yönetimin- deki Îstanbul Devlet Senfoni Orkestrası (İDSO) eşli- ginde 20.00'de fstanbul Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı'nda bir konser verecek. • AKBANK CAZ FESTfVALJ çerçevesinde Yıkhz Ibrahimova, saat 20.00'de Çukorova Üniversitesi'nde bir konser vercek. • AKSANAT'ta 12.30 ve 19.00 saatlerinde Queen'We Will Rock You" konseri videodan izlenebilir. • BORUSAN'da saat 19.00'da Alberto Pomeraz pi- yano resitali yer alıyor. • MÎMARSlNAN ÜNİVERStrESİ'nde saat 14.00'te öğretim görevlisi Metin Erksan'ın verecegi 'Atatürk, Cumhuriyet ve Sanat' konulu konferans dinlenebilir. ÜÇ KUSAK CUMHURİYET SERGISİ ETKİNLİKLERİ BUGÜN • Tarihi Darphane Bınalan 'nda sürdüriilen etkinlikler çerçevesinde saat 11.00'de belgesel, saat 15.00'te rehberli sergi gezisi ve çello-piyano dinletisi BÖMO yer alıyor.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear