22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 12 AĞUSTOS 1997 SALI 10 KULTUR SAHNEDEN AYŞEGÜL YÜKSEL Hızh aşkmluzhaıılatnıuSinema eleştirmeni arkadaşlarrmız Baz Luhrmann'ın 1996 yapımı '"Romeo ve Juliet'ıni çoğunlukla pek tutmadılar. "MTV Shakespeare" nitelemesini getir- diler yapıma. Doğru. Çılgın bir kurgula- mayla gözûnüze gözünüze giren grotesk göriintülerin "ses" ve "mürik" eşlığinde beyninizi zonklattığı, Shakespeare'in di- zelerinin yan yanya budanmasıyla oluş- turulmuş bir sinema deneyimi içindesi- nız. Bu nedenle. tüm çağlann en büyük aşk öyküsünü sunma bağlamında seyirci- nın beklentilennden de uzak bir yapım Luhrmann'ın "RomeoveJuliefi. Ancak, yazıldığından bu yana onlarca müzik, dans \e sinema yapıtının esin kay- nağı olmuş, sahnede yüzlerce kez anlatım bulmuş olan bu ünlü oyunun iç devinimi- nin böylesine titızlikJe gözetıldıği bir baş- ka çalışma gostermek de zor. "Romeo \e Juliet", Shakespeare'in. o- lay örgüsünü ve kışıleri oluştururken ba- kışımlılığı (simetriyi) en titizlikle gözet- tiğı) apıtı. En başta. tam ortada ve en son- da. toplumsal düzeyde "nefret" ve "şid- defi gösteren üç kalabahk sokak sahne- si \ ar. Bu sahneler aynı zamanda ıki ünlü düşman ailenın (Capuletlerle Montagu- elerin) arasındakı nedeni unutulmuş düş- manlığın toplumu altüst etmesine karşı çıkan Prens'in (filmdezencı polis şefinin) göründüğü özgül sahneler. Bu sahneler dışmda Prens"ın (polıs şefinin) oyunda rolü yok. Luhrmann, kapıtalist egemenliğın damgasını taşıyan, (adı Verona olsa da) Amenkan külrürüyle Katolik kültüriinün gTotesk görüntülenyle bezediğı uçsuz bu- caksız bir çağdaş metropolde, korkunç yaz sıcağında geçirdiğı olayı, ağız dala- şından sılah çekmeye (gözü benden iyi görenler için: Silahlar "Sword" -kılıç- marka) varan ve benzinliğin patlamasıy- la noktalanan hızlı. dehşet verci bir so- kak kavgasıyla başlatıyor. Bu sahne, her ikı taraftan da birer kurbanın verileceği "merkez" sahneye doğru vola çıkışımızın ilk habercısı. Son sahnede ıse yine kala- bahk. gürültülü. dehşetı soluk soluğa ya- şayan sokaktayız. Romeo ve Juliet'ın sed- yelere yerleştınlmış, üstü örtülü ölü be- denleri ambulansa yüklenıyor.. "Nefret" ve "şiddef'e dayalı bu üç "toplumsal" sahnenın arasına yerleştiril- miş olan dört temel sahnede ıse Romeo ve Juliet. katıksız bir saflıkla ve içtenlikle. >az Luhrmann'ın 1996 yapımı 'Romeo ve Juliet'i 'MTV Shakespeare' olarak nitelendirildi. Çılgın bir kurgulamayla grotesk görüntülerin ses ve müzik eşliğinde beynimizi zonklattığı doğru. Ancak, bu ünlü oyunun iç deviniminin böylesine titizlikle gözetildiği bir başka çalışma bulmak da zor. "aşk" ve "sevecenlik"le beslenen "birey- sel" serüvenlerini yaşıyor. Ailelerinin ile- tişim kurma çabasına girmedıği, çevrele- rinden taşan, gürültülü bir zengınlik ve güç göstensı ıçınde, sessizce yalmzlıkla- nnı yaşayan, iki kendi halinde çocuk. Le- onardo DiCaprio ve Claire Danes'in se- vimlı. bir o kadar da kınlgan görüntüleri ve sunduklan yalm, özentisiz oyunculuk sonucunda fılmin başından sonuna dek bağlanıyorsunuz yıldızlann birbirine çat- tığı bu ikı gencin engellenemez yazgısı- na. Romeo ve Juliet'in, korkunç bir "nef- ret" ortamı içinde doğan "sevgT serüve- ni, Luhrmann'ca abartılmış, çılgın göriin- tülü bir "parti" sahnesiyle başlıyor Baba Capulet'ın, damadı olarak seçtiği "yıluı bekârT yakışıklı Paris'le Juliet'in tanış- masını da sağlayacak "maskeli balo"nun gürültülü görkemi içinde -oraya başka bir kızı görmek için gelen- Romeo ile Juliet, sanki kalabalık içinde yaşadıklan sessiz- likJeriyle baş başa kalmak istercesine sı- ğındıklan bir odadaki akvaryumun iki ya- nından, suyun içinden bırbırlerini göril- yorlar. Dingınliğin doruğunda başlayıp, daha sonra gürültülü partinm bir başka aşamasında "ilk öpücük"le perçinlenen yazgı... "Parti sak>nu"nda yer alan "ük öpü- cük" sahnesi, oyunun ve fılmin sondan bir önceki sahnesindeki, bu kez abartıh dü- zeyde görkemli "harç'"larla bezenmış, oyunun başındaki parti salonu kadar bü- yük ve ışıltılı, ama sessiz "mezaroda"da- ki u son öpücûk"le örtüşüyor. İlk ve son öpücüklerin arasında ise ikı ünlü "balkon sahnesi'' var. tlki, parti son- rasında Capuletlerin bahçesine sızan Ro- meo'nun Juliet'le sevgi ahşverişine girdi- ği bir havuz sahnesine dönüştürülmüş. (Luhrmann "su" görüntüleriyle bezemiş iki sevgilinin aşkını.) Havuz içinde sar- maş dolaş, fısıltıyla "terennüm ediyor- lar" sevgilerini. Hemen evienecekler. Da- dı ve rahıp dışında kimse bilmeyecek sır- lannı. Gecenin karanlığından bir ses ya da bir görüntü belirince hemen soluğunu tu- tup dibe dalıyor Romeo. Tehlikeyı savuş- turunca sessizce gülüşüyorlar. Ikinci balkon sahnesi ise gizli evlilik- lerini gerçekleştirdikleri ertesi günün ge- cesınde yaşadıklan ilk birlikteliğın nok- talandığı aşamada yaşanıyor. Yazgılan bir gün içinde yön değiştirmiştir bile. Çünkü ıki balkon sahnesi arasında oyunun "mer- kez sahnesi" yer almıştır. "Merkez sahne"de çok şey olup bit- mıştir. Onca nefretin kol gezdiği bir top- lumda "şiddefin ve "cinajefın engelle- nemeyeceğinı gösterir bu sahne. Monta- gue kimliğinin "nefrefin yenne "sev- gj"yı koyma çabası Romeo'yu "trajik kaliraman" yapmıştır. Çünkü aşkm sar- hoşluğu içinde. Montaguelerle Capuletle- ri uzlaştırmak gibi boyundan büyük bir işe kalkışmış, sonuç olarak da can dostu (Prens'in ' Polis Şefi'nin akrabası) zenci Mercutio'nun ve Juliet'in kuzenı Ty- balt'ın ölümüne neden olmuştur. (Shakes- peare'in "kutsal adaiet" anİayışına göre yaptığının bedelini ödemek zorundadır.) Ya onu bekleyen Juliet? Romeo, Juli- et'in odasındaki gerdek gecesine bu ko- şullarda gitmiştir. Tıpkı ilk balkon (ha- vuz) sahnesindeki gibi, hiçbir abartıh gö- rüntüye yüz verilmeksizin, yumuşak bir erotizmle sunulan bu dingin sahnenin ar- dından havuza atlayarak Juliet'ten uzak- laşır. Birbırlerini canlı olarak bir daha hiç görmeyecekler... Baz Luhrmann'm, senaryoyu Craig Pe- arce'la oluştururken öngördüğû sinema dili, karşıtlıklarla koşutluklann bakışım- lı bir dizge içinde, kusursuz bir zamanla- mayla kurgulandığı Shakespeare'ce iç de- vinimin yüzeyde yansıyan devinime dö- nüştürülmesi yolunda anlamlı bir işlev ta- şrmaktadır. Böylece "söz" düzeyinde ya- pılan kırpmalar görüntüyle onanlmakta ve yapıtın -dizelerde yansıyan- kimi im- gesel zenginlikleri budanmış olsa da oyu- nun iç devinimi Shakespeare'in öngördü- ğü oranlamalar bağlamında metne büyük bir bağlılıkla aktanlmıştır sinema yapıtı- na. Luhrmann. parça parça algılamaktan nedense daha çok keyif duyduğumuz bu ünlü şiirsel oyunu "bütünsel'' bir yakla- şımla algılamış, beyaz perdede yansıyan çılgın görüntülere karşın, sinemacı düşgü- cünü bu bütünsel yaklaşımla sınırlayarak, düşünüldüğünden çok daha Shakespe- are'ce bir sinema olayı yaratmıştır. Luhrmann'ın. Shakespeare'in oyunda sergilediği koşutluklardan ödün verdiği tek nokta, oyundaki kurbanlardan biri olan, Prens'in tıpkı (Montague yanlısı) MeTcutio gibi akrabası olan (Capuletyan- lısı) Paris'in, fılmde "beyaz" olması do- layısıyla zencı polis şefinin akrabası ola- maması, dolayısıyla da ölmemesidir. Böylece. iki aile arasındaki düşmanlığın, toplum düzenini simgeleyen Prens (polis şefı) ailesinden bile kurban verilmesine neden olduğu iletisi belirsizleştirilmekte ve "söz" yoluyla geçiştirilmektedir. Luhrmannn'ın "Romeo ve JuBefini keyifle izledim. Salondan çıkarken ar- kamdaki bir seyircı. w Şu anda yeniden bfletalıp bir kez dahaizJeyebilirim" diyor- du. Daha da keyiflendrm. CSO sezonu 3 ekimde açıyor Anadolu'ya 'müzik dersi' • Yoğun bir tume etkinliği içine giren Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası, klasik müziği tanıtmak ve sevdirmek amacıyla pilot bölge olarak seçtiği Konya, Kayseri ve Afyon'da üç ayda bir konserler verecek. ANKARA(AA)- Cum- hurbaşkanlığı Senfoni Or- kestrası (CSO), Anado- lu'nun üç büviik iline sürek- li turne başlatıyor. CSO. kla- sik müzığı tanıtmak v e se\ - dırmek amacıyla pilot bölge olarak seçtiği Konya. Kay- sen \e Afyon"da üç ayda bir konser vermevi tasarlı>or. CSO Müdürü Mehmet Er- ten. 1997-98 sanat sezonu- nun en önemli etkinliklerı arasında Konya. Kayseri ve Afyon "da vereceklen kon- CSO'nun açılış konseri- nin solisti Fazü Sav. serlerin bulunduğunu bildir- di. Klasik müziği tanıtmak ve sevdirmek amacıyla bu üç ili pilot bölge olarak seç- tıklerinı anlatan Erten, bu il- lerde üç ayda bir dönüşüm- lü konserler vereceklerini belirtti. Erten, ilk planda enstrümanın. sanatın. mıizi- ğin ne olduğu konusunda bilgilenn de verildiği. sanat- çı Murat Göksu'nun hazır- ladığı "ÖylesinebirDinleti" adlı yapıtı sergilemevi dü- şündüklerinı belırterek. "Niırmalı çalgı nedir, enstrü- nıan nedir? Bunlann hepsi bu yapıtta var. Bu, reform ni- teliği taşıyan bir yapıt" de- dı. CSD Müdürü Erten. çağ- daş sanatların tanıtılması ve sevdınlmesi çabalannın sür- düğü bugünlerde. Kültür Bakanı İstemihanlalay'ı da "kendileri için bir şans" ola- rak değerlendırdi. Kültür Bakanı'nın, milletvekili ol- duğu dönemlerde de kuynı- ğa girerek konser biletı alan bir kişi olduğunu belirten Erten. Talay'ın bütün kültür etkinliklerine olumlu yakla- şımının iyi değerlendırilme- sı gerektığini söyledi. Sezon açılışı 3 ekimde CSO'nun yenı sezon ça- lışmalan hakkmda da bilgi veren Mehmet Erten. bu se- zonda da konserleri salon dı- şınataşımaanlayışını sürdü- receklerini söyledi. Erten. Hıpodrom ve ODTÜ Stad- yumu'nda konserler vere- ceklerini bildirdi. Mehmet Erten. CSO'nun açılış kon- serlerinin 3-4 ekimde ger- çekleştirileceğini kaydetti. Erten'in verdiği bilgiye gö- re. şef Gürer Aykal yöneti- mindeki konserde. Türki- ye'nin "dahi çocuğu" Fazü Say, Gershvvin'ın "Mavi Rapsodisi"ni seslendirecek. Konserde aynca Çaykovs- ki'nin "FmdıkkıranBalesi'', Liszt'ın "Macar Rapsodisi" ile Suppe'nin "Hafif Süvari Üvertürü"nden bazı bölüm- ler yorumlanacak. CSO Müdürü Erten. or- kestrayı 7 ekimde de Erzu- rum'daki Atatürk Ünıversi- tesi'ne götüreceklerini söy- ledi. Erten, buradaki konser- de CSO'nun açılış konserin- deki yapıtlann yanı sıra Mo- zart'ın "Keman Konçerto- su" ile Brahms'ın "Macar Danst"nın sunulacağını be- lırttı. Konserlerde halkın be- ğenısine daha > akın yapıtla- rı seçmeyı tasarladıklannı belirten Erten, yıllar önce çalınan yapıtlan da günde- me getireceklenni ıfadeetti. Erten. Ankaralı sanatsever- lerin çok duyarlı olduklannı ve programlan çok yakından izlediklerini de sözlerine ek- ledi. 70 yaşına basan ünlü Alman yazar Günter Grass, gelecekten umutsuz ' Arük her şey ütopya'Kültür Servisi -Çalışma odası- nın cammdan kavak ağaçlanyla çevrili bir nehir, meyve bahçele- ri ve küçük bir göletle süslenmiş güney Lübeck manzarasını izler- ken önünde duran kâğıda bir bu- ket çiçek resmi çiziyor Günter Grass ve şöyle diyor: "tşte bu motif, geçkin yaşın bir işareti''. Bugün 70 yaşında Grass; ama geçen yıllar ne üretkenliğini azaltmış ne de düşüncelerini yu- muşatmış ünlü Alman yazann. Grass'm yenı kitabı "Fundsac- hen fiir Nichtieser", kendi yaptı- ğı resimlerden ve fırçayla yazıl- mış şiirlerinden oluşuyor. Eşi Ute'a ithaf edilmış birkaç aşk şi- irinin yanı sıra Grass'ın dizeleri, düzyazılannı da dayandırdığı alaycı altyapıyı yansıtıyorlar. Grass'ın yeni kitabının sayfa- lanndan birinde görülen el araba- sı desenini tamamlayan şiir, ani- den uğrayan ya da gelip de git- mek bilmeyen eski dostlara kar- şı herkesin evinde böyle küçük bir araba bulundurmasını öğüt- lüyor. Bugüne dek yayımladığı en bi- reysel çalışma olarak değerlen- dirilebilecek bu kitaptaki illüst- rasyonlar, Grass'm gizli kalmış bir yönünün de altmı çiziyor. Savaş yıllan Bugünkü adı Gdansk olan Danzing'de doğan Grass, savaş sırasında Amerikalılar tarafindan tutsak edilip zorla Batı Alman- ya'ya götürüldü ve ilk kez bura- da sanata yöneldi. Çeşitli maden ocaklannda işçi olarak çahştık- tan sonra Düseldorf Sanat Aka- demisi'ne girdi. Grass, 1953 yılında Berlin Sa- nat Akademisi'ne giderek "sojııt sanata inanmasına karşın benim figüratif çizgim* saygı duyardı" dediği heykeltıraş Karl Hartung ile birlikte çalışmaya başladı. Re- simden ve edebiyattan hiçbir za- man vazgeçemeyen Grass'ın 1956'da yayımlanan ilk şiir kita- bında da kendine ait bazı illüst- rasyonlar bulunuyordu. Faridı bir şeyler yapmak "Genelde yazariar, üzerinde çahşüklan kitabı bitirdikleri za- man büyük bir zihinsel boşluğa uğrar ve ne yapacaklannı bile- mezler. Bu durumda birçoğunun düştüğü hata da hemen yeni bir Idtap yazmaya başlamakür. İşte benibu boşlukla karşı karşıya gel- eni nesilleri bekleyen gelecek, bugün henüz çok belirsiz görünüyor. Benim kuşağım ise içinde taşıdığı tüm yıkıma ve çok fazla başanlı olamamasına karşın, en azından yeni bir şeyler yapmanın büyüsünü yaşadı. mekten kurtaran, kitabunı bitir- dikten sonra tamamen farkh bir işie uğraşmam; >ani resim yap- mam." Grass'ın çalışma odasın- daki iki masadan birinde, roman- lannı yazdığı daktilosu duruyor. "İlk kopyayı elle yazanırT diyor Grass, "Başı kuştüv lü kalemimin kâğıt üzerinde çıkardığı sesi du> - mak hoşuma gjder". Diğer masa- da ise resim yapıyor sanatçı. 70. doğum yılında Grass'ın su- luboya resim, grafik ve heykelle- rinden oluşan bir sergi şu an Aac- hen's Ludvvig Forum'da göste- rimde. Doğum gününden söz edildi- ğinde kaşlan çatılıyor Grass'ın; yaşlanmaya pek gönüllü olmadı- ğı açık. Dudaklannın arasına sı- kıştırdığı pıposunun üzerinden görünen kınşmış yüzüne bakıl- dığında, yazınına can veren o in- ce mizah anlayışmdan herhangı bir ize rastlanmıyor. "Genel olarak Almanlann iro- niye pek duyarlı olmadıklanna inanıyonım," diyor Grass, "_ a- ma yine de benim o ürkütücü öy- küler anlatan kitaplanmı okur- ken bile gühneyi ögrendiler.". Yeniden yaşamak Söz konusu "ürkütücü" öykü- lenn geçtıği mekân ise hep G- dansk. yanı Grass'ın doğum ye- ri. Savaştan sonra Almanya'nın kaybettiği ve hiç aklından çıkara- madığı bu yeri yazarak yeniden yaşamak istediğini itiraf ediyor Grass. Onun öykülerinde klasik an- lamda bir kahramana rastlamak çok güç. Savaşı içinde taşıyan, savaşın yıkımına uğramış, dışlan- mış ve kaybeden insanlan anlatı- yor kitaplannda. "Bir yazar ola- rak edebiyatın her zaman toplum ve politikay la ilgili olduğunun far- kmdayım" diyen Grass, "Sanat- çı, herhangi bir politik gönderme yapmama konusunda karar ver- se de var olan sosyal gerçekliği yansıtbğı için mutlaka belirli bir siyasi ldmliği ele verir" diyor. Savaşın izleri silinmiyor Ünlü başyapıtı "Die Blecht- rommel''de (Teneke Trampet) burjuva zihnıyeti ve ulusal sosya- lizmin analizini yapıyor Grass; "Ein weites Feld"de ise Doğu ve Batı Almanyalann birleşmesinin ardında yatan ideolojik çatışma- lan, adaletsizlikleri ve başansız- lığı tartışmaya açıyor. Yapıtlannda yer alan en önem- li temalardan biri Alman savaş suçlulan. "1989'dahepimizsa\^ş sonrası dönemin bittiğini ve arük Almanya'nıntam bağımsızbir ül- ke gibi yaşayabileceğini düşün- müştük" diyor, "ama geride ka- lan acının izlerinden kurtulama- dık. Irkçılık, hâlâ gündemde." Doğuyla batının birleşmesi sıra- sında hükümetin takındığı tavn ağır bir dille eleştiriyor Grass. 16 milyon Doğu Alman insanının haklannın hiçe sayıldığını ve ulu- sal sosyalizmden sonra yeni bir dikta altına alındıklannı iddia ediyor. Batı Almanya ise koloni zihni- yetiyle her yeri işgal etmiş olma- nın zafer sarhoşluğu içinde. "Du- var yıkıldı" diyor Grass. "ama şimdiinsanlardüşünsel anlamın- da daha fazla bölünmüş durum- dalar." Olkesinin demokrasi ko- nusunda yetersiz kaldığmı dü- şünse de Alman federalizm mo- delini başanlı buluyor Grass. Ka- fasındaki bunca çok şeyle ise 70. doğum gününde yazann ne ka- dar mutlu olabileceğini tahmin etmek güç değil. Grass. yoğunlaşan melankoli- yi biraz olsun bastırmak için ça- lışma odasında her zaman bulun- durduğu Portekız yapımı "grap- pa"sından bir yudum alıyor ve şunlan söylüyor: "Yeni nesUleri bekleyen gele- cek, bugün henüz çok belirsiz gö- rünüyor. Benim kuşağım ise için- de taşıdığı tüm yıkıma ve çok faz- la başanlı olamamasına karşın, en azından yeni bir şeyleryapma- nın büyüsünü yaşadı. Bugünkü ekonomik, sosyal ve ekolojik pa- norama hakkında bilgi sahibi olan herhangi biri ise yeni nesilte- rin bir geleceği bile olamayacağı- nı rahathkla görebUir. Artık her şey bir ütopya.". YAH ODASI SELİM İLERİ 0 Tarih Romanları... Onlara 'TarihiRoman'm\ denirdi, yoksa 'Millîve TarihîRoman'm\, çapaklı, puslu hatırlıyorum şim- di. Tarihi onlarla sevdim... Tarih dersini sevmezdim. Çocukluğumun acık- lı-gülünç macerasıydı tarih dersi. Okul kitaplanmız çamur gibi bir kâğıda basılmış- tı. Tarihî kişilerin portreleri, kötü baskıdan dolayı, öğrencilerin gülmesine yol açardı. Bıyıklı Hürrem Sultan gözümün önünden gitmez. Tarih denince, ille birtakım rakamlann ezber- lenmesi gerekiyordu: Bilmem ne savaşı hangi yıldaydı... Bilmem kimin doğum ve ölüm tarihleri neydi... Falanca imparatorluğun duraklama dönemi hangi yıllar arasındaydı... Bu ürkünç rakamları ezberlemek zorunluğu, öy- le sanıyorum ki pek çok kişiyi tarihin güzelliklerin- den, kazandıracağı deneyimden soğutmuş, uzak tutmuştur. Tarihimizle sık sık övünürüz, ama tarihten 'ders almayı' bir türiü beceremeyiz. Benim tarih tutkum, dedim ya, tarihî romanlar- la başlamıştır. Kırk yıl öncesinin Türkiye Yayıne- vi'ni anmaltyım. Biraz 'faşizan' çizgideydi, ama yi- ne de tarih sevgisi aşılamıştı, o tarihî romanlany- la. Abdullah Ziya Kozanoğlu'nunkiler geliyor ak- lıma: Kızıltuğ, Kozanoğlu, Savcı Bey, Patronalılar, Malkoçoğlu... Savcı Bey'i çok sevmiş, defalarca okumuştum; hayli açık saçık romandı. Kitaplar hangi yıllarda yazılmış, basılmış diye Necatigil'in sözlüğüne baktım demin. Şaşırdım: Savcı Bey benden on sekiz yaş büyük, 1931'de yayımlanmış. Kızıltuğ Cumhuriyet'imizle yaşıt. 1960'larda okuduğum bu romanlann daha genç olduğunu sanırdım. Daha doğrusu yaşlannı araştırmak ak- lıma gelmemişti. Sürükleyici romanlardı. Bununla birlikte derın izleri kalmamış. Derin izi kalanlar M. Turhan Tan'ın yazdıklarıdır; özellikle Cinci Hoca ve Safiye Sul- tan. Cinci Hoca'nın bir de ikincı adı vardı: Osman- iı Rasputin'i. M. Turhan Tan hem tarihe daha bağlıydı, hem de edebî söylemden büsbütün uzak değildi. Sa- fiye Sultan'ın Venedik'i, doğup büyüdüğü yerieri özleye özleye, çıldırıya kapılarak ölüşünü anlat- mıştı; etkisinden yıllarca kurtulamamışımdır. Yazık ki bu soy tarihî romanlar da, tıpkı aşk ve karasevda romanlan gibi, git git yazılmaz oldu edebiyatımızda. Biraz fantezi, biraz gerçeklik, adamakıllı sürükleyicilik, zengin dekor; işte ilginç bir atmosfer yaratılıyor ve okurun tarihe merak sarmasına fırsat veriliyordu... Milliyet Yayınları böylesi bir girişimle karşımız- da şimdi: Sennur Sezer, Türk Safo'su Mihri Ha- tun'u, Adnan Özyalçıner IV. Murat ve Mirgün Bahçeleıfni kaleme getirmişler. Renkli resimlerie bezenmiş, tertemiz baskılı sıcak kitaplar. Bir okuma tutkunu olan sevgili Sennur Sezer, ilk gençlik günlerimin o tarihî romanlannı da mutla- ka okumuştur diye düşünüyorum. Adnan Özyai^ çıner, yanlış hatırlamıyorsam, halk hikâyelerimizi bugün için yeniden yazmak isterdi. Bu birikimler bu romanlarda da yansıyor, bu romanlara da yan- sıyor. Mihri Hatun için 'Safo' çağrışımı bana biraz abartık geldi. Ama ne önemi var; Sennur Sezer, kimsenin bilmediği bir kadın şairi yaşama kavuş- tururken, bir dönemi, imparatorluğun taşra kent- lerini, oradaki yaşayışı incelıkle yansıtıyor. Tatil bo- yunca okudum. IV. Murat ve Mirgün Bahçeleri'ni kitap elime ge- çer geçmez okumaya başlamıştım. Burada IV. Murat trajik kişiliğiyle beliriyor. Şiddet ve yalnız- lık. "Güce ve güzelliğe" bir arada âşık olmak. Ni- hayet Emirgüneoğlu'yla yaşanmış, handiyse ka- yıtlara geçmiş eşcinsel ilişki... IV. Murat başka romanlara da esin kaynağı ol- muştur: Reşat Ekrem Koçu'nun Kösem Sultan'\ yabana atılamayacak bir eserdir. Suzan Sözen'in Siyah Zambak'\ yazıldığı zaman açısından eniko- nu cesur bir romandır. Keşke hepsi yeniden ya- yımlansa... Sennur Sezer'le Adnan Özyalçıner'in bu türden çalışmalannın devamını dilerim. Edebiyatımızda unutulmuş bir alanı yeşertiyoriar. Takvimde îz Bırakan: "Yaz ortasından güz sonuna kadar Amasya ve yöresi meyve kokardı: Dut, armut, üzüm, elma, ayva. Amasya'nın yakut renkli kirazı toplanırken ihvişnelerolgunlaşırdı. Vişnelerkurutmalık, reçel- lik, şurupluk aynlırken, dutlar ballanırdı." Sennur Sezer, Türk Safo'su Mihri Hatun, 1997. İdil Kültür Merkezi'nde bu hafta I Kültür Servisi - tdil Kültür Merkezi'nde 1 ağustos günü başlavan toplu sinema gösterimi sürüyor. Etkinlik kapsamında 12 ağustosta Jim Sheridan'ın yönettiği ve başrollerini Daniel Da\ Levvis, Emma Thompson, John Lynch'ın paylaştıklan "Babam İçin"/ 13-14-15 ağustosta yönetmenliğıni Kevin Costner'ın yaptığı ve Kevin Costner. Morgan Freeman, Christian ' Slater'ın oynadığı "Robin Hood" adlı film, 16-17-18 ağustosta Reis Çelik'in yönetmenliğini yaptığı ve başlıca rollen Berhan Şimşek. Tank Tarcan, Sermin Karaali ve Tuncel Kurtiz'in paylaştıklan "Işıklar Sönmesin" adlı filmler izlenebılecek. , Sagalassos çeşme ve kütüphanesi onardıyor • ANTAL\A (AA) - Burdur'un Ağlasun ilçesındeki Sagalassos antik kentinde ortaya çıkanlan çeşme ile v - kütüphane kalıntılannın restorasyon çalışmalan sürüyor. Kazı heyeti başkanı. Belçikalı Prof. Dr. Marc Waelkens, antik kentteki çeşme ile kütüphane kalıntısının bir proje dahilinde korumaya alındığını ve - restorasyon çalışmalannın sürdüğünü belirtti. Sagalassos'ta 7 yıl önce başlatılan restorasyon çerçevesinde. Roma döneminden kalma yapıyı onanp,-J fnzlerdeki yazıtlar ve tabandaki mozaiklerin korunduğunu belirten Prof. Dr. VV'aelkens, antik kentte,-* tüm kahntıyı içine alacak ve bir müze ortamı yaratacak koruma binası yapıldığını kaydetti. BUGUN • RUMELİHİSARI'nda Arif Sağ - BeUas Akkale konseri saat 21.00'de dinlenebilır. • BEYOĞLU SİNEMASI'nda yönetmenliğıni M. • Caro ve J. P. Jeunefnun üstlendiği "Kayıp Çocuklar • Kenti" isimli film izlenebılır. ı. • ELEŞTİRİ KİTABE\ İ ve KÜLTÜR MERKEZİ'nde saat 14.00'te yazariar ve şairler : toplantısı izlenebilir.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear