25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 29 NİSAN 1997 SALI 14 KULTUR PORTAL DİKMEN CÜRÜN Kültür yoksunhığu şiddeti getirir"Yönetenkre bakuğımızda şiddetin sokaklara taşmasını beklemek olağau- dre." Bir sûre önce bir "taciz" fırtınası Türkiye'nin gündemine oturuverdi. Bır doktor. bir gün içinde "cinsel tatizüı" anti-kahramanı oldu. Manşetlere geç- ti, haber saatlenne girdi, tartışma prog- ramlanndayer aldı. Bir-iki gün önce ise doktorun artık gündemden düştüğünü gazetelerin arka sayfalanndaki kısa ha- berlerden öğrendik: Ikinci kez yargı önüne çıkmıştı. İkinci kez. çûnkü daha önce toplumun bir kesimi tarafından yargılanmış ve mahkûm edılmişti. Kendı içinde bir şiddet olgusu içeren bu olayın öncelikle ırdelenmesi gereken yönü, insanlann bu kişinin teşhir edil- mesi yolunda kolayca aldıklan karardı. Nedir taciz? Sözliik anlamı "tedirgin etme, rahatsız etme." Her gün yaşadı- ğımız, farkma bile varmadığımız ya da tepki vermediğimiz pek çok taciz ola- yı sıralamak mümkün. Havaalanında milletin vekillerini don-parça izlemek estetik duygulanm taciz etmiyor mu? Yine aynı insanlan çiğköfte partilerin- den sonra düzenlenen zikir ayinlerinde kendilerinden geçmiş birbiçimde izle- mek yeterince taciz edici değil mi? Ya Meclis'teki seviyesiz atışmalar. itiş-ka- kış? Sanklı kafalar, kara çarşaflar? Ci- • Edward Bond'un"Kurtanldı" (Saved) adlı oyununda acımasızlık ve şiddet gündelik yaşamın bir parçasıdır. Yazar, diğer oyunlannda olduğu gibi burada da toplumun ekonomik ve kültürel yapısını irdeler. "tnsan cinsi.. siyasal suçlular tarafindan tehdit ediliyor. Yönetenlere baktığımızda şiddetin sokaklara taşmasını beklemek olağandır." • Bond'a göre akıldışılığa ödün veren bir düzende yaşamak insanı çılgınlığa sürükleyebilecektir. Bu gerçek üzerinde duruîduğunda; Sincan'daki Kudüs Gecesi'nde bir avuç gencin öfke ve kin kokan ve de maalesef her yerde "tiyatro" gösterisi olarak değerlendirilen etkinliği ile yine aynı özellikleri taşıyan "Bir Hak Düşmanı"nın gündeme gelmemesi olanaksız. nayetler. saldınlar, hırsızlıklar? Hepsi de tedirgin edici, rahatsız edici ve hep- si de şiddeti ıçeriyor. Şiddetin nedenle- rini Edward Bond'un şu sözlerinde bu- labiliriz: "tnsanlar dünyaya gelişlerin- dc sahip olduklan duygularla değiL on- dan sonraki süreçteki koşullanmalan doğrultusunda hareket ederler." Olaya tvyatro penceresinden bakacak olursak. Edvvard Bond'un "'Kurtanl- dı" (Saved) adlı oyunu üstünde biraz durabilinz. Oyunda acımasızlık ve şid- det gündelik yaşamın bir parçasıdır. Ya- zar, diğer oyunlannda olduğu gibi bu- rada da toplumun ekonomik ve kültü- rel yapısını irdeler. "KurtanMTnın yıl- lar sonra Birmingham'da bir tiyatro okulunda sahnelenmesi nedeniyle yaz- dığı "Şiddet ve Kültür Üstüne Kısa Bir Not" başlıklı yazısmda şöv le der: "_ln- sanlar,içindeyaşadıklan kültürün özel- liklerini yansrnriar, toplumu yörüendi- ren düşünceier, görenekler... Bu düşün- celer, görenekler genelde yöneterder ta- rafindan ohıştundur. Bir toplumun ya- pısını belirieyen ise bu ohışumlara gös- terilen tepkilerin niteliğidir. Bizler icgü- dülerimizle değü, kültürüınüzle vanz- dır." Yazann bu sözlerle altmı çizmek is- tediği, sağlam bir altyapının koşullan olan ekonomik ve sosyal dengelerin el- de edilemediği toplumlarda, cehalet. şiddet ve saldırganlığm birbirine kenet- lendiğidir. "Kurtanldı''mn bir sahne- sinde, parktaki bebek arabasını taşla- yan delikanlılann kültürleri, öfke ve hınç üstüne kuruludur. Burada söz konusu olan sevgisizlik, iletişimsizlik, uyumsuzluktur. Bond'un irdelediği taşlama eylemi değil, bu ey- leme yol açan toplumsal ve ekonomik koşullardır. "'İnsancinsL siyasal suçlu- lar tarafindan tehdit ediliyor. Yöneten- lere baktığımı/da şiddetin sokaklara taşmasını beklemek olağandır* Bond'a göre akıldışıUğa ödün veren bir düzende yaşamak insanı çılgınlığa sürükleyebilecektir. Böyle bir sistem bılgiye karşı savaşarak. cehaleti besle- yerek çöküşü hızlandıracaktır. Bu ger- çek üzerinde duruîduğunda; Sincan'da- ki Kudüs Gecesi'nde bir avuç gencin öfke ve kin kokan ve de maalesef her yerde "tiyatro" gösterisi olarak değer- lendirilen etkinliği ile yine aynı özellik- leri taşıyan "Bir Hak Düsmanı"nın gündeme gelmemesi olanaksız. Bu iki olay insanlan kışkırtmaya, saldırganlı- ğı körüklemeye, insanı insana vurdur- maya yönelik çabalardır. Sanatın ceha- letle bağdaşamayacağının kanıtlandır. Sanat, kültürün oluşumunu yönlendirir. Edvvard Bond. "Kültür insan yapısı- run mantıksal yaraüsıdır, insanın eko- nomikpoiitik,sosyaltüm etkinliklerinin mantıksal bütünüdür* der "lnsanea yaşamak; kültürü özümsemek, onun içerdiği teknotojik. bilimseL siyasal, eko- nomik değerier bütünüyie voğrulmak- la mümkündür... Kültür, insanın ne ol- duğu ve ne otacağıdır. Aynı zamanda günlûk yaşamın nedenklir ve günlük yaşamın getirdikleridir-. Kültür, insa- nın beyninde yer eder, onu uyandınr, sorgulamaya iter, ona düşünme yetisini kazandmr.7 " Edward Bond'un "kühür" anlayışı elbette ki belırli bir sınıfın tekelinde değildir, toplumu var eden önemli et- menlerden biridir, toplumun temelidir. Sözünü ettiği "kühûr" insanın kendiy- le hesaplaşması, varlığını sorgulaması için vardır ve onun kimliğini belirler. Burada da sanatın ve sanatçmın işlevi gelir gündeme. Bond'a göre yaratıcı gücü de kucaklayan sanat akılla ve in- san değerleriyle bağlantılıdır. Birbirinden farklı gibi gözüken iki olay. tkisi arasındaki ortak payda, şid- det eylemini içermeleri. Aralanndaki boş alanda ise bunun pek çok örnekle- rinı yaşıyoruz. Şiddet olgusu, yönetici- lerden başlayarak bireysel ilışİcilere ka- dar iniyor. Bond'un da dediği gibi eko- nomik ve siyasal çöküntü içinde olan bir sistemde kültürün altyapısını oluş- turan etmenlerle içgüdüler yer değişti- riyor. u Edward Bond" David L Hirst. MacMillan Modern Dramatists. Atila Ergür'ün ilk kişisel fotoğraf sergisi 8 mayısa dek Nâzım Hikmet Kültür Merkezi'nde 'Doğaya bakmasım bflmiyoruz'DUYGU DURGUN Öğretım görevlisi, ressam Atfla Ergür. on beş yıldır ama- tör birtutkuyla çektiği fotoğraf- lannı ilk kez, Nâzım Hikmet Kültür Merkezi'nde açtığı ser- gide sanatseverlerle paylaşıyor. Fotoğraflann bir bölümü Er- gür'ün değişik tarihlerde Barse- lona, Vatikan, Granada ve Va- lencia gibi Akdeniz kentlerine yaptığı yolculuklardan doğa gö- rüntülerini betimlerken bir bölü- mü de nesnenin üzerinde taşıdı- ğı başka görüntüleri yansıtma olgusunu inceliyor, Atila Ergür'ün fotoğraflann- da resim etkısi hemen sezinlene- biliyor. Fotoğrafı belgeci tavny- laalgılamayan sanatçı, fotoğraf- la olan ilişkisinde resimsel öğe- leri ön plana çıkanyor. Fotoğraflann bir bölümünde aynntıya dayalı çekimler ağır- lıklı. Doğal ve yapay çevrede var olanlan olduğu gibi sapta- mayı yeğleyen sanatçı. aynntı- larda resim tadını yakalıyor. Yansıma etkisini kullandığı fo- toğraflarda bir nesnenin üzenne akseden görüntüleri veriyor. Iz- leyiciyi merakJandıran. görün- tünün arkasmdakiyle ilgilendi- ren, kavranmak içın çaba iste- yen fotoğraflar bunlar. Doğanın kendi içindeki devi- nimi ile nesnenin doğayla ilişki- .zikdeniz kentlerine yaptığı yolculuklann fotoğraflannı sergileyen Atila Ergür, güzelliklerin yeterince keşfedilmediğini düşünüyor: "Biz bakmasım bilmiyoruz. Hele kent insanını düşünün. Ayda kaç kez gökyüzüne bakıyor?" Ergür'ün başhca kaygısı, doğanın güzelliklerini insanlarla paylaşmak. Giderek bozulan doğayı üzülerek izliyor. "Sanatçmın tek esin kaynağı doğa. Bize çağnşımlanyla inanılmaz f ikirler veriyor." sini buluşturan Ergür, "Nesneler genelfikle yapay olduğu için do- ğadald zenginlikten nasibini al- mamış oluyorlar. Bu yüzden yansımalar, nesnenin üzerinde var olan doğal çevreyle birliktc yeniden zenginleşiyorlar'' diyor. Fotografın gerçek, resmin ise 'yapay' dünyayı yansıttığını dü- şünen sanatçı, "Benimfotoğraf- (Fotoğraf: KADERTUĞLA) lannı var olanı saptadıklan içm tümüyle somut bir gerçekük söz konusu. Belki aynntı ve yansı- mayla bu gerçeklik, yrenlmişlik duygusu veriyor. Oysa bu somut bir görsellik. Fakat resmin kur- duğu dünya. başlı başına yapay bir dünya. Tekniğiy le, malzeme- siyle tümüyle kurmaca: sanatçı- nın var ettiği bir dünya. Benim fotoğraflarun ise resimsel değer taşımasuıa rağmen, somut ger- çekliğe oturan bir anlatun biçi- mini kavnyor" diyor. Peki, en çok nerede daha öz- gür? Fotoğrafin gerçek dünya- smda mı yoksa resmin yapay ev- reninde mi? "Gerçeklik olgusu, var olan değerlerin saptanması beni hevecanlandınyor. Onlan başkalaşürmayi, yeniden bozup var ermeyi düşünmüyorum. Za- ten güzeDiklerin yeterince keşfe- dilmediği kanısındayım. Biz bakmasım bilmiyoruz. Helekent insanını düşünün. Ayda kaç kez gökyüzüne bakıyor? Kaç kişi bir kedinin üzerindeki lcketerin gör- sel anlanmını fark ediyor?" Atila Ergür'ün başhca kaygı- Bu kez Türkiye'de yapılacak 'Genç Avrupalı Sanatçılar îstanbul Grafik Projesi' Kültür Servisi- BP-Türkiye, Mimar Sinan Üni- versitesi işbirliğiyle. genç grafık tasanmcılanmı- za önemli bir fırsat sunuyor. 'Genç Avrupalı Sa- natçılar İstanbulGrafık Projesi' 1990yıhndanbu yana düzenlenen 'Genç Avrupah Sanatçılar' pro- jesi, daha önce resim, heykel. müzik. fotoğraf ve grafik gibi değişik sanat dallannda gerçekleşti- rildi. BP Oil Avrupa'nın, Avrupa çapında faaliyette bulunduğu 14 ülkeyi kapsayan projeye bu yıl BP- Türkiye ev sahipliği yapıyor. 'Genç Avrupalı Sa- natçılar İstanbul Grafik Projesi' 35 yasın altında, grafik alanında eğitim görmüş vey a eğitimini sür- düren tüm genç sanatçiîara açık olarak gerçekleş- tirilecek. Projeye katılmak isteyen adaylann, el- lerinde mevcut 6 tasanm çalışmasıyla 21 mayıs tarihine kadar BP-Türkiye'ye başvurmalan gere- kiyor. Mimar Sinan Oniversitesi öğretim üyesi Sadık Karamustafa. Marmara Üniversitesi öğre- tim üyesi Doç. Gürbüz Doğan Ekşioğlu ve grafık tasanmcısı Hakkı Mısırlıoğlu'ndan oluşan seçici kurul ve BP Türkiye Dış llışkiler Müdürü Deniz Güaelgözve grafık tasanmcısı EmreSenanise ye- dek üye olarak kurulda yer alıyor. 'Genç Avrupalı Sanatçılar İstanbul Grafık Pro- Jesi'nde yer almak üzere, 14 Avrupa ülkesinden 1 'er, Türkiye'den ise 2 grafık tasanmcı seçilecek. Seçilen tasanmcılann işleri 13-17 ekim tarihleri arasmda Mimar Sinan Üniversitesi'nde düzenle- necek sergide yer alacak. BP'ce. seçilen tasanmcılara, çalışmalannda destek olmak amacıyla 1000'er dolar ödenecek ve bu tasanmcılann proje için özel olarak hazır- layacaklan 'YolveTtâfikEmniyeti'ni işleyen afış- ler, hem Türkiye'de hem de proje dahil tüm Av- rupa ülkelerinde sergilenecek. Son başvuru tari- hinin 21 mayıs olarak belirlendiği proje ile ilgili ayTintılı bilgi ve katılım formu, BP-Türkiye Fah- rettin Kerim Gökay Caddesi No 62, A Blok Al- tunizade-Üsküdar-lstanbul adresinden temin edilebilecek. 'Filmler ve Kimlikler' Kültür Servisi - British Councıl 'Filmler ve Kimukler' başlıklı yeni bir etkinlik düzenliyor. Etkinlik kapsamında bir dizi seminer ve film gösterimi yer alacak. Aksanat ve Mimar Sinan Üniversıtesi işbirliğiyle gerçekleştirilen etkinlikler, 25 nisanda Neil Jordan'ın "Crying Game / Ağlatan Oyun"uyla başladı. Dİin British Council'de Elizabeth Cowie'nin konuşmacı olarak katıldığı 'The Crying Game: An English Question of Identity and Desire' başlıklı bır seminer verildi. Bugün 17.30-20.30 saatleri arasında Aksanat'ta, Gurinder Chadha'nın 'Bhaji on the Beach" adlı fılminin gösteriminin ardından, Ayşegül Bayhan'm fılmle ilgili yorumlannın yer alacağı seminer izlenebilir. Çarşamba günü 18.00-21 -00 saatleri arasında Tül Sualp Akbal, Terence Davies'ın 'Distant Voices Still I jves' adlı fılminin gösteriminden sonra British Council'de bir seminer verecek. British Council'in 'Filmler ve Kimlikler' başlıklı etkinlikleri mayıs ayının ilk iki günü de sürecek. Persembe günü Aksanat'ta Ken Loach'ın yönettiği 'Raining Stones' adh film ve Chris Rumfbrd'un semineri izlenebılir. 2 Mayıs Cumartesi etkinliğin son günü saat 18.00-20.00 arası yine Bntish Council'de Christopher Petit'ın 'An Unsuitable Job for a Wbman' adlı filmi gösterilecek, ardından SeHm Eyüboğlu'nun semineriyle etkinlikler son bulacak. Crying Came Çarpıcı anlatımıyla unutulmaz filmler arasmda çoktan yerini aldı "Crying Game". Neil Jordan'rn bu ödüllü filmi beklenmedık olaylarla dolu. Bhaji on the beach Birmingham'dayız. Simi'nin başkanlığındaki Saheli Kadm Merkezi Blackpool'a günübirlik bir gezi düzenliyor. Duygusal ve fiziksel olarak sorunlar yaşayan ve bir an için rutin yaşamlanndan uzaklaşmayı düşleyen farklı yaş gruplanndan on kadın huzura ve sorunlann çözümüne: Blackpool'da günbatımına doğru yol alıyorlar. 1993 yapımı filmin yönetmeni Gurinder Chadha. Kültürlerin kaynaşmasındaki doğallık ve kadın gözüyle yaşam bu filmde buluşuyor. Ralnlno stones Orta yaşın üstündeki iki işsiz arkadaş Bob ve Tommy para kazanmaya karar verirleT ve yakınlardaki çiftlikten koyun çalarlar. Ancak hikâyenin sonu tam bir felakettir. Ken Loach'ın yönettiği filmde Bruce Jones ve Ricky Tomlinson başrolleri paylaşıyorlar. sı, doğanın güzelliklerini insan- larla paylaşmak. Giderek yok olan güzellikleri fotoğraf kare- lerine sığdınrken çarpık sanayi- leşme ve insanlann bilinçsiz yaklaşımı sonucu bozulan do- ğayı üzülerek izliyor. "Sanatçı- nın tek esin kaynağı doğa. Ren- gi, biçimi, doku>u doğadan ab- yoruz, Doğa bize çağnşımlany- la inanılmazfikirler veriyor. Bu- luüann geçişü geçis. sırasında al- dtğı fbrmlar, bir ışık huzmesinin düşüşü, kayalann yüzeyine vu- ran suyun hareketi» L stelik sa- dece esin kaynağı değil doğa,. matzemeyi de oradan alryoruz." Doğanın yerini hızla, tekno- lojinin kitle kültürüne yönelik ürettiği ve popülerleştirdiği •fast-food" ürünlere bıraktığı ça- ğımıza ilişkin düşüncelerini şöyle açıklıyor sanatçı: "Özellikle son dönemde kav- ramsal sanat ürünlerinin, ensta- lasyonlann gündeme gefanesi, tü- ketinı toplumlannın sıkışmışlığı halinde kendini gösteriyor. Bü- rün bunlar bir protestonun, bir okanmısbğuı sonucu ortaya çık> yor. Dadaizmde olduğu gibi bu- gün de sanat yaprb nheligi taşı- mayan nesnelerin sanat eseri gi- bi sunulması sanatçuun bu t> kanmışbğa yönelik protestosu." K.a\Tamsal sanat ürünlerini, sa- nayileşme sonrası yaşanan kri- zin getirdiği problemler karşısuıda post-modernbir yaklaşımın tepkisi olarak değerlendiren Ergür, "Duchamp bir dönem pi- suvar sergflemiştL Aynı yaklaşımı bugün Türki- ye'de görüyoruz. Bir arka- daşımı/ da klozet sergili- yor. Böyteversiyonlarla as- lında sanat yaprtma ihaıtet edflmiş olunuyor" görü- şünde. Sanatın her şeyden önce kendisini aşma çabası için- de olması gerektiğini dü- şünen Ergür, sanat uğraşı- nı geleneğe değil, gelece- ğe yönelik bir çaba olarak tanımlıyor. "Geleneği tu- tuculuk boyutuna taşıma- mak gerek. Aradan bu ka- dar yıl geçmişken bir dö- nem yapılmış ürünlerkı de- ğişik versiyonlanm ortaya koymak ne derece anlam- h? Sanat gefişmez, değişir. Bu değişim sürecinde sa- natçı, geçmişten izler taşı- makla birlikte geçmişi tek- rariamamak zorundadır" diyen Ergür, sanatm kendi- sinden önce yaratılanlar- dan farklı ve aykın bir dü- şünceyi ortaya koymak zo- nında olduğunu vurgulu- yor. "Ancak bizim toplu- mumuzda aykın düşünce kadar vahim bir şey yok- tur. Aykın düşünen her ki- şi ya somşturmaya uğrar ya hapse girer. Böyle bir toplum yapısı içinde sana- tın gelişmesi ve dolayısry la sanatçmın yaratma zen- ginliğinin gelişmesini dü- şünmek bir ham hayaldir. Ben sanatçıyu Müslüman mahaOesinde salyangoz sa- tan kişiolarak görüyorum. Ancak biz bunu benimse- mişiz. salyangoz satmayı sürdüreceğiz.'' YAZIODASI r SELİM İLERİ Cemal Siireya'mn Günleri Cumartesi Yalnızlığfm 1968'de yayımlandığın- da hayranlık duyduğum şair ve yazarlara kitabı göndermiştim. Elbette Cemal Süreya'ya da gön- dermiştim. Kitap gönderdiğim sanatçılardan pek azı yanrt- ladı. Cemal Süreya yanıtlamayanlar arasındaydı. Sonra tuhaf bir şey oldu, Kadıköyü'nün şimdi unut- tuğum bir semtinden, hiç tanımadığım, adını artık hatırlamadığım bir genç telefon etti ve Cemal Sü- reya'ya imzalanmış kitabımı, mektubumu, galiba vapurda bulmuş olduğunu söyledi. Öyküleri okumuş, galiba sevmiş... Ama ben onu dinlemiyordum, kitabımın vapurda bırakılrvermesi- ne, telefon numaramı kaydettiğim mektubun yine orada unutulmasına derin öfke duyuyordum. Cemal Süreya'ya ikinci kez yine Papirüs dergisi- ne yazdım. Papirüs, o yıllann en güzel edebiyat dergilerinden biriydi. Mektubumda bir daha Papi- rüs'ü almayacağımı da belirtiyordum. Gençliğin coşku ve düşüncesizlikleri. Çünkü bu kez, koskoca usta Cemal Süreya be- ni yanrtlamış, yatnız kitabımın, mektubumun değil, çantasının da unutulduğunu yazmıştı. Papirüs'e çağınyordu. Hikâyenin yanı sıra düzyazı önerisi Cemal Süre- ya'dan geldi. Cemal Süreya; şairin, hikâyecinin il- le düzyazı yazarak, deneme, ınceleme, kitap tanıt- ma yazılan yazarak kalemini bilemesi gerektiğine inanıyordu. Papirüs'te "Kınk Incelikler Şairi Behçet Necati- gil" başlıklı uzunca incelemem dergi okurunun il- gisine sunulduğunda ise sevinçten uçuyordum, böylece Papirüs'ün Cağaloğlu Atasaray'daki yazı odasma sık sık gider oldum. _ Orada Muzaffer Buyrukçu'yu Füruzan'ı, Atillâ Özkınmlı'yı. Nihat Ziyalan'ı tanıdım. Cemal Sü- reya'nın Türk edebiyatına ilişkin eşsiz söyleşilerini dinledim. Bunlar harıkulâde hasretli anılardır. Cemal Süreya, edebiyatımızın en dar arka sokak- lannı, çıkmaz sokaklannı bile evinin yoluymuşça- sına bilirdi. Hepi topu iki şiir... Ama ikisi de 'güzel' şiir yayımlamış ve silinmiş bir şairi birden bire gün- deme getirirdi. Unutulmuş hikâyeciler, popüler romancılar, elli altmış yıl önce yazılmış 'tek' bir roman belleğindey- di. Yeni bir 'edebiyat tarihi' yazılması gerektiğine inanıyordu. Görüşlerinin etkisi altında kaldım. Hele 'popüler edebiyat'm savunulması cesaretini bütünüyie ona borçluyum. Daha lisedeyken Göçebe"ye vurulmuştum: "Bir de yine sevgili çocuk I Biliyorsun kişi tutkulanyla I Yalnızlığını adlandınyor o kadar..." Şimdi Gün/er'i (Yapı Kredi Yayınlan) okuyorum Cemal Süreya'dan. Daha önce, dergilerde, bölük pörçük okuduğum bu yazılar, şair Cemal Süre- ya'nın nasıl özbeöz bir 'edebiyat adamı' olduğunu yeniden kanıtlıyor. Diyebilirim ki edebiyatımızın en güçlü 'edebiyatavcısı', boyuna edebiyat avlamış... Şairler, yazartar bir geçit töreninde karşımıza çı- kıyorlar. Ama hayat da çıkıyor. Edebiyatsız bir ha- yat düşünemeyen Cemal Süreya, günlerini edebt- yata bölüyor, sonra hayatın kendisini edebiyat kı- lıyor. 416. Gün'de beni çok utandıran, kıvançlara bo- ğan şu satıriar "Milliyet Yayınevi'nde Selim lleri'y/e konuşuyo- ruz. "Küçük bir çocuk olarak düşünürvm hep Se- lim'i. "Onu ilk gördüğüm gün... Yazar olacağı betöy- di. Yüzünden belliydi. Yüzünden belli olur mu? Ba- zen olur. "Baştan ben saygım vardır Selim'e." Bir şairin 'saygv'sını kazanmak! Ister istemez ür- periyorsunuz. Tam 992 günü -arada yayımlamayı gereksinme- diği günler var- "Kan Var Bütün Kelimelerin Altın- da" şairiyle birlikte yaşıyorsunuz. Cemal Süreya'nın dikkatini, özenini, hoşgörüsünü, o kadar kucakla- yıcı geniş edebî bakış açısını saptama fırsatı doğu- yor. Cimri değil, yüce gönüllü. Köstekleyici değil, yol açıcı. Milliyet Yayınlan'nda kimbilir ne zamanmış? O rastlaşmayı anımsayamıyorum. Ama Yenikapı'da küçük bir meyhanede bir akşam çilingir sofrasına oturduğumuz hep aklımdadır. Sanattan konuşul- muştu. En çok da resimden. Cemal Süreya'nın bü- tün sanat dallanna nasıl yelken açtığını ilk kez ayırt etmiştim. Günler, son sıralar, dayanılmaz tutkuyla okudu- ğum kitap. Takvimde İz Bırakan: "Polis romanı niteliğindeki ilk kitabımın adı Ya- kut Yüzük. llkokul dörtte okumuştum. Yerli bir ki- taptı. Yazan kimdi, bugün de bilmem. Zaten o gün- lerde yazar adlarma da bakan yoktu. Aşk, hırsızlık, cinayet, her şey vardı bu kitapta. Bayağı güzel bir kitaptı. Her şey vardı." Cemal Süreya, Folklor Şi- ire Düşman, Can Yayınlan, 1992. Uvanelî ve Theodorakis turnede • Kühür Servisi - Zülfü Livaneli ve Mikis Theodorakis 4 -13 mayıs tarihleri arasmda Avrupa tumesine çıkıyor. Alman Dişişleri Bakanı Klaus Kinkel, Livaneli ve Theodorakis'in Avrupa turnesine başlaması onunına bu akşam resmi konukevi Gastehaus Petesbeg'de bir yemek daveti veriyor. Sanatçılar, Bonn'da Avrupa Parlamentosu'nda bulunan partilerle görüşecek ve basm toplantısınm ardından Berlin'e geçerek Alman, Türk ve Yunanh müzisyenlerden oluşan orkestrayla birlikte üç gün prova yapacaklar. Konserlere, Alman Opera Korosu da eşlik edecek. Livaneli ve Thedorakis 4 mayısta Berlin, 7 mayısta Paris. 8 mayısta Brüksel, 10 mayısta Frankfurt, 12 mayısta Münih ve 13 mayısta Stuttgart'ta konserler verecek. Sanatçılann Kıbns'taki Yeşil Hat'ta verecekleri konser ise 13 haziranda gerçekleştirilecek. Bilge AIKor'un söyleşisi • Kühür Servisi - Bilge Alkor, Ayşe Ercüment Kalrruk Vakfi'nda sergilenen 'Düş ldolleri' dizi sergisi bağlamındabugün saat 17.30'da AEKV'nin Gümüşsuyu'ndaki merkezinde bir söyleşi gerçekleştirecek. Alkor, söyleşide 'Düş tdolleri'ni açıklayacak ve sanatçımn renk dünyasında kendisine aracı olanlan anlatacak. G.Saraylı besteciler CO'de toplandı • Kültür Servisi - Galatasaraylı besteciler Ulvi Cemal Erkin, Cemal Reşit Rey, Timur Selçuk, Ali Doğan Sinangil ve Yalçm Tura, Bilkent Senfoni Orkestrası tarafindan seslendirilen bir CD ile müzikseverlerle buluşacak. Kaydı tamamlanan CD, 24 Mayıs'ta 'Galatasarayhlar Konseri' ile tanıtılacak. Bilkent Senfoni Orkestrası 'run şef Gürer Aykal yönetiminde vereceği konser Lütfü Kırdar Salonu'nda gerçekleşecek.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear