16 Mayıs 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 23 ARALIK1997 SAU 12 KULTUR PORTAL DİKMEN GÜRÜ1N Zehra îpşiroğlu, eğitim üzerine yazılannı 'Eğitimde Yeni Arayışlar' adlı kitabında topladı Tiyalroyla eğitimi yaygınlaştımıak Sekiz yıllık eğitimin kabul edilmesiyle birlikte eği- tim konusu yeniden gündemde. Gün geçmıyor ki ga- zetelerde eğitimle ilgili bir yazı çıkmasın. Prof. Dr. Zehra tpşiroğlu'nun eğitim üzerine son yıllarda yaz- dığı yazılannı topladığı 'Eğjtimde Yeni Arayışlar' bu tartışmaya yeni bir boyut getiriyor. Kitapta yer alan kuramsal yazılann dışında sunulan somut seçenekler ve önerilertezelden yaşama geçirilmeyi ve yaygınlaş- tınlmayı bekliyor. ÎÜ Edebiyat Fakültesi'nin doğru- dan öğretmen yetiştiren bir bölümü olan Yabancı Dil Eğitim Bölümü'nde yaklaşık on yedi yıllık bir geç- mişi olan tpşiroğlu, bu bölümdeki yazın derslerini üstlenerek çok boyutlu ve eleştirel düşünmeyı hedef alanbir anlayışı sayundugunun altını çızıyor. 'Düşün- meyi Öğrenme ve Öğretme' kıtabı bu dönemde yapıl- mış bir çalışma. 1992'den bu yana aynı üniversitede kurduğu tiyatro bölümündeki (Dramatuıji ve Tiyatro Eleştirmenliği) çalışmalannı bir bakıma bu anlayışın devamı olarak değerlendirmek mümkün. Bu bölü- mün temel amact eleştirmen, dramaturg yetiştirmek.. yani tiyatroyu yaygınlaştıracak beyin gücü yetiştir- mek. 'İTvatrodaDi^ünsdlik-DramarurgiyeGiriş' bu bağlamda yazılmış. Zehra tpşiroğlu'nun seçkin bir öğrenci grubuyla sürdürdüğü ve tiyatro aracılığıyla eğitimi yaygınlaştırabilmek için ilk ve ortaöğretim çocuklannayönelik çalışmalar yapan Eğitimde Tiyat- ro çalışmalan hızla gelişirken 'Eğitimde Yeni Arayış- tar' bu çalışmalardan çeşıtlı örneklen kapsıyor. - Önce, sekizyıüıkeğitim üstüne düşünceleriniz ne- dir? ZEHRA tPŞtROĞLU -Bızde kendımızi bildik bi- leli süregelen eğitim, öğretmen odaklı, otoriter, ezber- ci. Eğitim tablosunun hiç değiştneyen genel çerçeve- si bu. Kuşkusuz istisnalar olabilir. ama ben genel in- den söz ediyonım. Bu tablo, yöreye ve koşullara gö- re farklılıklar göstererek baskı ve şiddetin had safha- ' anatın, sorunlann özüne inen, sorgulayan, kimi kez eleştiren ve karşı çıkan boyutuyla kişilik gelişimini yönlendiren olumlu bir gücü var. Bu gücün tek tek kişiler üzerindeki etkisi ve boyutlan değişiklikler gösterecektir elbet. Aynca, bu etkiyi hemen ölçmemiz mümkün değil. da uygulandığı boyutlara bıle ulaşabiliyor. Gazetele- re bir göz atmamız yeterli, sayısız örnek bulabilıriz. Sekiz yıllık eğitim projesi her ne denlı gerekliyse de yeterli değıl. Bir şeylerin değişebilmesı, gerçekten değişebilmesi için köklü reformlann yapılması gere- kiyor. Umut verici olan bir uyanışın başlamış olma- sı. lnsanlar artık susmuyorlar, olup bitene sessiz se- dasız boyun eğmiyorlar. - Sizce bu otoriter ve ezberci eğitim çıkjnazııun te- mel nedeni nedir? İPŞtROĞLU -Demokrasi anlayışının bir türlü kök salamadığı hıyerarşik bir sistem içinde otorite ve güç. gûnlük yaşamımızın doğal bir parçası. Otoriter iliş- kıleri sadece ılk ya da ortaöğretimde değil, yükse- köğretimde de gözlemleyebiliyorsunuz. Öğretim iiye- si-asistan, bölüm başkanı-öğretim üyesi, dekan-bö- lüm başkanı. rektör-dekan, YÖK-rektör ilişkileri hep aynı otoriter çemberin uzantılan. Bu nedenle de bun- dan bir süre önce Cumhuriyet'te yay ımlanan (bu ara- da çoktan unutulmuş olan) bir konuşmada YÖK baş- kanının Mersin Ünıversıtesı Rektörü Vural Clkü'ye hakaret edebilecek cesareti kendınde görebilmesı be- ni çok üzmekle birlikte hiç de şaşırtmadı Çağdaş bir eğitim anlayışının en başta demokratık ve eşitlikçi bir görüşü benimsemesı gerekiyor kı, bu da farklı bir bı- linç düzeyini gerektıriyor. Bu nedenle bence çok kay- gı venci olgu da Mersm'de yaşanan bu üzûcü olaya Eğitim Bakanf nin hiçbir tepki göstermemesı.. - Tepki göstermek bir yana, doğal karşıiamadı mı? İPŞIROGLU - Evet, 'Buniar olağan şeylerdir, abartmaınak gereldr' sözü gerçekten düşündürücü. Otoriteyi ne denli içselleştirmişsek, gÖTdüklerimizi de öylesine doğal karşılayacağız kuşkusuz. Ancak otoriteyi içselleştirip içselleştirmeme de gene eğitim- de düğümleniyor. Kişilik gelişimini ön plana alan çağ- daş eğitim anlayışı bu açıdan çok önemli. - KitatHnızda: sanaün. edebiyann, tiyatronun çağ- daş eğitim anlayışı içindeki önemini gündeme getin- yorsunuz. tPŞ İROGLU - Sanatın sorunlann özüne inen, sor- gulayan, kimı kez eleştiren ve karşı çıkan boyutuyla kişilik gelişimini yönlendiren olumlu bir gücü var. Bu gücün tek tek kişiler üzerindeki etkisi ve boyutla- n değişiklikler gösterecektir elbet. Aynca. bu etkiyi hemen ölçmemiz mümkün değil, yani ikı kere ikiyi öğrenmek gibi somut bir şey değil. Okuduğumuz bir kitabın, izlediğimiz bir oyunun kişiliğımiz üzerinde- ki etkilerini ve uzantılannın ne olduğunu biliyoruz. Demokratikleşmenin yeterince kök salamamış oldu- ğu toplumda sanata düşman bir tavır alınması bunu somut olarak göstermiyor mu? Bertolt Brecht gıbi Aııguto Boal gibi unlü sanatçılar, bu nedenle tiyatro aracılığıyla eğitim üzerinde önemle dunnuşlardır. Brecht, tiyatronun eleştirel düşünme yetisini gelişti- ricı ve bilinçlendirici gücüne inanırken, Boal daha da ileri giderek tiyatronun doğrudan davranışlanmızı na- sıl etkileyebileceğini, başka deyişle, yaşamla nasıl bü- tünleşebileceğini göstermeye calışıyor. - Çağdaş Yaşamı Dcstekleme Derneği'nin bu alan- da yıllardır süregeJen çalışmalan var. Orneğin: Esen Çamurdan ve Nihal Geyran Koldaş'ın gecekondu ço- cuklanyla birlikte onlann gittikleri okuUarda üç yü- dır sürdürdükleri yarabcı drama çalışmalan var. Siz bu alanda ne gibi çakşmalar yapıyorsunuz ve de tüm bu vapılanlar baa temel değişimkruı elde edüebflme- si için yeterli mi? IPŞIROĞHJ - Sanatın etkisine ve gücüne inanan ve bu alandayapıcı çözümler üretmeye çalışan insan- larla birlikte çalışmak, örgütlenmek elbette ki çok önemli. Bu bakımdan ÇYDD bünyesi içinde çağdaş eğitimi hedef alan çeşitli yayınlar yaptığımız gibi, -örn. Nazan İpşiroğlu'yla birlikte yayına hazırladığı- mız son kitabımız çocuk kültürü, edebiyat tiyatro, medya alanlannı kapsıyor- Istanbd'un çeşitli kenar semtlerinde de eğitimde tiyatro çalışmalannı sürdü- rüyoruz. Ama ben bu çalışmalann yeterli olduğunu düşünmüyorum. Toplumumuzdaki hızlı gelişmeler sivil kitle örgütlerinin de ne denli önemli olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Böyle bir ortamda çalışmala- nn bireysel kalmaması, altyapıda da bazı temel deği- şikliklerin olabilmesi için özellikle derneklerarası bir işbirliği ve dayanışma önem kazanıyor. ' Yazacak bir şeyim yok, yazmayacağım' MORDODİNAR Her nedense, bazı arkadaşlanm ben- den yazı yazmamı isterler. Efendim, e- lim kalem tutarmış. yazma şeklim alı- şılmışın dışmdaymış. hadiselere bakış zaviyem başka türlüymüş, şuymuş, buymuş... Bırakın canım! Ne yazayım? Ne üzerine? Neyi söylemek üzere? Yaz- mışım veya yazmamışım.. kımin umu- runda? Kaç kişi kaç yazıyı derinleme- sine okur ki? Kimin hangi yazısı, neyi değiştirmiş ki? Niçin yazayım yanı? Hayır! Yazacak bir şeyim yoktur. Nok- ta. Bir defa, yazı dedin mi, iyice açıkla- mak gerekir. Ne yazısı, ne tip bir yazı, nasıl bir yazıyı kastediyorsun? Bunu söyle. Şıir mi, manzum mu, düz maka- le tipi mi? Elime kalemi alıp masaya oturmak yetmiyor. Bir de karar vermek lazım. Ne yazacağim. kimin için, gaye- si ne? Kafiyeli ise. düşünüyorum, Dan- te binlerce mısra yazdı, tam tamına 13.000. Yazdı dadünyadaneyi değiştir- di? Yine savaşlar, yine öldürmeler! Es- ki tas eski hamam. Yok eğer manzum ise bu kadar eser yazıldı da yine Hhier gelmedi mi? O halde? Neye yaradı bu Aragon. • Ne yazacağım, kimin için, gayesi ne? Kafiyeli ise, düşünüyorum, Dante binlerce mısra yazdı, tam tamına 13.000. Yazdı da dünyada neyi değiştirdi? Yine savaşlar, yine öldürmeler! Eski tas eski hamam. Yok eğer manzum ise bu kadar eser yazıldı da yine Hitler gelmedi mi? O halde? Neye yaradı bu kadar yazar, bu kadar Nobel'ler, Tolstoy'lar, Goethe'ler, Zola'lar? Ecdadımız, sırtında bir hayvan postu ile dolaşırmış, şimdi Gianni Versace postu ile dolaşıyor. Ne fark eder? Hayvan aynı hayvan. Ne yazayım yani, kimin için, neyi söylemek üzere? kadar yazar, bu kadar Nobel'ler. Tols- toyMar, Goethe'ler. Zola'lar? Ecdadı- mız, sırtında bir hayvan postu ile dola- şırmış, şimdi Gianni Versace postu ile dolaşıyor. Ne fack eder? Hayvan aynı hayvan. Ne yazayım yanı, kimin için, neyi söylemek üzere? Hayır efendim, yazacak hiçbir şeyim yoktur. Geç, başka kapıyı çal! Tabii, işin kolayına kaçıp, herkes gi- bi, ben de şairane: "Mehtap var, deni- zin üstünde ay titriyor" fılan diyebili- rim. Ama bunu. benden evvel. Nenıda söylemiştir. daha da güzelcesini. Ne di- ye tekrarlayayım? Veya "Çocuklar be- ni sever, böbürleniyorum sanma, haki- kat!" diye de yazabılirim, ama Nâzını benden evvel söyledi ve yerimı kaptı. Ne bileyim, şunu da söylemeye yelte- nebilirim: "kendi beyazuğının korudu- ğu şu boş sayfa". ama, heyhat, bu sefer Mallarme benden evvel davrandı. Ba- na ne kaldı ki? Nereye gitsem, kime dönsem, bütün köşeler kapatılmıştır. Herkes benden evvel doğmuş ve konuş- muştur. Ha, mesela, 14'üncü yüzyılda doğmuş olsaydım. henüz söylenecek şey varken. belki bir şeyler bulurdum söylemeye. Ama şimdi, horoz gibi kal- kıp ne diyeceğim ki? Mazur gör kardeşim. Diyecek hiçbir şeyim yok! Yazı yaz demek kolay. Ama ne yaza- caksın birader dedin mi, dünyalar başı- nın üstüne yıkılır. Orhan gibi "Neler yapmadıkbu vatan için/ Kimirnizötdük / Kimimiz nutuk söyledik" dıyemedık- ten sonra, bırak şu işi başkalanna. Ve- ya, efendim, Aragon gibi, on iki hece- İik mısralan altışardan kesıp her beyit- te iki kafiye yapamıyorsan, otur ağla! Yazıp da ne diyeceksin? Dendı çünkü, her şey dendi Dendi de ne oldu sanki? Hiçbir işe yaramadı. Tas aynı tas, ha- mam da öyle. Kâğıda yazık. Boş sayfa önümde duruyor, kalemi parmaklan- J.P. Sartre ve Simone de Beauvoir. mın arasında çevirip duruyonım; yaz boz, boz yaz. Değer mi değmez mi di- ye düşünüp duruyorum. Aslında, dü- şünmek bile abes, biliyorum çünkü: Değmez! Ama ne de olsa arkadaşlan- mı severim, onlan kırmak istemem. ll- la ki bir şeyler bulayım, bir şeyler ya- zayım. Ama yok. yok da yok! İçimdebir ses: Bırak şu işi. sana göre değil. Peki ama, bu kadar insan her gün, bu kadar kâğıt karalıyor. onlar senden çok mu büyük, çok mu üstün? Herhalde öyle. diyorum kendi kendime ve yine de: Yazacak bir şeyim yok, karanm ke- sindir. Yazmayacağım! Zaten, yazı dediğinin böyle şakaya ahnacak tarafi da yoktur. Aslında mü- him ve ciddi bir şeydir. Bir bakımdan mukaddestir de. Eskiler ne demişler? "Evvela kelâmvardı!" Tevraftabile va- zılıymış. Demek her şey kelâmdan baş- lamış, hâlâ da sürüyor Bir konferansta bulunmuştum. "Mutualite Salonu'nda. Mevzuu: Edebiyat neye varar?" Sa^nr- da binlerce kişi, taşan kalabalık dışan- da kaldmmlarda oturmuş, ağaçlara ho- parlörler konmuştu, kerliferli hanımlar şık giysilerle yerlerde oturuyor, bir ne- vi huşu içinde dinliyorlardı, sanki hayat memat meselesi. Simone de Beauvoir "Yaa yazarun, sizin vasıtanızla dünya- yi değjştirmek için, siz yoksanızyazı yaz- raam" tezıni savunurken, yanındaki. T ü m insanlar mahvolup bir tek ben hayatta kalmışsam yine de yazarun, çünkü içimdekilerini dökmek ihtiyacı dayanılmazdır" diye tutturmuştu. Sart- re, "'Okuyucum yoksa ben kimin için yazanm* 1 diye piposunu tüttürüyordu. Demek ki işın içmde iş var. Ama ben, dünyada tek kalmışsam, yazı yazacak ınsanlardan değilım. Zaten, şimdi bıle, milyarlarca insan varken, yine de suskunum. Kendi ken- dımle gayet güzel geçinıyorum. sessiz sedasız. Ne diye arenaya atlayayım da kaplanlar beni yesın. Bunun ne âlemi var? Al James Joyce'u tekrar oku. Bir deryadır o. Uzaklara gitme, al Melvil- k' i, rüyalar ve saplantılann peşınde ko- şanlann acı kaderini gör. Al Cervantes'i, heTkeste nasıl bir donkışotluk dozu bulunduğunu ve tür- lü türlü yeldeğirmenleriyle dövüşerek dünya âleme nasıl rezil olduklannın far- kında bile olmadan birer kahraman ol- duklannı sananlara bak. Etrafimız dolu sen neyi. neye ilave edecekmişsin ki böyle kaşınıyorsun? O- tur oturduğun yerde. Arkadaşlan kır- mamak güzel şey, ama onlar da bunu is- tismaretmesinler. Unutmaki lafgümüş ise sükût altındır. Sen bakma, bunu söy- leyen de sükûtunu bozmuş, ama bu bir defacıktır. Affedilir. Anlanm, dıyeceğin yepyeni veya çok güzel bir şey vardır. o zaman konuş. A- ma. ne biri ne ötekisi yoksa, o zaman sus. Boşu boşuna yırtınma. Cstelik in- san, yazdığından hiç de memnun olmu- yor ki... Okuduğunda, bir sürü şeyı si- lip çıkanyor. Üçüncü okuyuşunda, yi- ne çıkanlacak şeyler buluyor. Yedinci okuyuşunda, hâlâ çıkanlacak tek tük şey var. Yazar dediğin, aslında, An- vers'teki elmas yontuculanndan farklı değildir. Onlar gibi dört milimetrelik 1 bfr satıhta befe-altt zaviyeli yiferyontar ki ışığı yansıtmalan göz kamaştıncı ol- sun Yazar, kelâm yontucusu ve mânâ parlatıcısıdır. Boşuna söylememiş Madame.de Stael, kızına yazdığı mek- tubunun sonunda: "Şekerim, uzun yaz- dım, affet, kısa yazmak için vakh bula- madım." Doğrudur. Maharet, öz ve az yazmak- tadır. Ama, kısa mı. uzun mu. yontul- muş mu, lüzumsuz bol kelâmlı mı, ne diye bu çetrefil ışlere gireyım? Böyle düşüne duşüne. ne o? Sayfanın sonu geldi. Hani yazmayacaktım? Hay Allah! James Jo>ce. Tolkien'in bugüne dek günışığma çıkanlmamış olan 'Roverandom' isimli öyküsü yayımlanıyor Kaybolan köpek 70 yû sonra dönüyorKültür Servisi-Yıl 1955. 13 yaşında birkız Bristordaki birkütüphanenir, raf- lan arasında şöyle bir göz gezdiriyor. Kızın yanıbaşında duran kütüphane gö- revlisi bayan yavaşça fisıldıyor küçük kıza: "JRR Tolkien. Büvük olasıhkla 'The Fellovvship of the Ring': 'Lord of the Rıngs' üçlemesinin birinci cüdi" "O sevgili hanım beni nasıl bir serü- vene sürüklediğini asla tahmin edemez- di" diyor Christina Scull. Bnstol kütüp- hanesinde yaşanan o günün üzennden yaklaşık 30 yıl geçmiş. Scull şimdi 42 yaşında. O günden bu yana Tolkien'e olan hayranhğından hiçbir şey kaybet- memiş. Scull ve Amerikalı eşi 'VVayneG. Hammonti önümüzdeki günlerde Tolki- en'in çocuklar için yazdığı ve bugüne dek günışığına çıkanlmamış olan 'Ro- verandom' isimli öyküsünü yayımlama- yahazırlanıyorlar. 'ToUdencilerCemiye- ti'nde birbirlerine rastlayan çiftin yaza- ra sunabileceği daha güzel bir armağan • Tolkien, Roverandom"ı 1925 yılında üç oğlundan ikisi olan 8 yaşındaki John ve 5 yaşındaki Michael için yazmıştı. İçinde Tolkien'e ait 5 suluboya illüstrasyonun da bulunduğu 'Roverandom', Rover isimli oyuncak köpeğin bir ailenin Yorkshire sahillerinde geçirdiği yaz tatili sırasında kayboluş öyküsünü anlatıyordu. Tolkien'in bu öyküyü yazmasının tek nedeni, küçük oğlunu teselli edebilmekti. olabilir mıydi sızce? Tolkien, Roveran- dom'ı 1925 yılında üç oğlundan ikisi olan 8 yaşındaki John ve 5 yaşındaki Mkhad için yazmıştı. İçinde Tolkien'e ait 5 suluboya illüstrasyonun da bulun- duğu 'Roverandom', Rover isimli oyun- cak köpeğin bir ailenin Yorkshire sahil- lerinde geçirdiği yaz tatili sırasında kay- boluş öyküsünü anlatıyordu. Tolkien'in bu öyküyü yazmasının tek nedeni, kü- çük oğlunu teselli edebilmekti. "Tolkien'in "Roverandom'ın vavun- lanmasını istediğini hiç sanmıyorum. O bu öyküyü gerçekten de sadeee ailesiiçin yazmıstr diyor Harper Collins'ten çı- kan kitabın editörü Dawid Browu, "A- ma biz bütün Tolkien okuriannuı' Ro- verandom'ı Uginç bulacağına inanıyo- nız,". Bugün Tolkien'in edebi mirasının tek bekçisı, oyuncak köpek kaybolduğunda henüz bir bebek olan küçük oğlu Chris- topher. "Ailesinin Tolkien'in yapıtlarına olan saygısı gerçekten büyük. Christop- her'ı öykünün ya>ımlanması için ikna etmem çok zor oldu. Her şeyden önce onu,' Roverandom"m bir çocukIdtabm- dan çok ToUden'den bir anı olarak de- ğerlendirileceğine inandırmam gereki- yordu." diyor David Brovvn. Brovvn'ın öykünün yayına hazırlan- masını kendilerine teklif etmiş olmasın- dan duyduklan mutluluğu dile getiren Scull ile eşi ise 1995 yılında yayımla- dıklan ve Tolkien'in illüstrasyonlannı konu alan 'Tolkien: Artist and Illustra- tor' adlı yapırtan sonra birer Tolkien uz- manı olarak anılıyorlar. "Humphrey Carpenter'ın 1977 yıunda ya\ımlanan Tolkien biyografısinden önce'Roveran- dom "ın varhğından haberimiz yoktu" diyor Scull. "Inamyorum ki khap önce- likle Tolkien'i tanryan ve okuyan \«tiş- kinlerin ilgisini çekecek: çünkü oyımcak bir köpekten söz eden bir öykü için ol- dukça ağır bir dille yazılmış ve uzun ke- lûneler kullanılmış. Ovsa günümüz ya- zaıian, çocuk kitabı hazırlarken iki he- ceden faziasuu içeren sözcükler kullan- manıaya özen gösteriyorlar." Scull'a göre öykünün niteliği, kitap- ta bulunan 5 suluboya illüstrasyondan biri olan 'TheGardensof Merking'sPa- lace'ile daha dabelirginleşıyor. "Oola- ğanüsrü biriydi. Fıgürlerüzerindeodak- lanmayan gerçek bir pcyzaj sanatçısıy- dı. Bir Arthur Rackham olmasa da ya- pıtlannda yaratüğı renkler ve atmosfer kusursuzdu." YAZT ODASI SELtM tLERİ Kap Kardan birkaç gün önceydi: Kar tanelerini yazmaya çalıştım. Çocukluğumun kartı günlerini gözümün önüne getirmeye çalışıyordum. Yine roman. Onca sav- ruk günden sonra. Romanın başına geçtim. Ya- zarken duyulan mutsuzluk, yazdıklannızı okudu- ğunuzda bazan mutluluğa dönüşebilir. Kar taneleri. Yıldızdan yelpazeye, elmas kesimine kar tane- leri. Öyle bir kez onları çocukluğumun partosu üs- tünde bir an görmüş, sonra yitirmiştim. Bir daha görmedim kar tanelerini. Sanki daha uzun süren kışlardı. Yokuştan iner, Firuzağa llkokulu'nun bahçe kapısından girerdim. Merdiven buz tutmuş olurdu. Sınrflarda tüten sac sobalar. Pencereler dar enli uzun boyludur. Dışarda kar yağar. Kar lapa lapa yağar. Uzakta sokaktan şap- kalı adamlar geçer. Okul çıkışı sokakta kardan adam yapılır. Onun da eski şapkası, hatta boyun atkısı vardır. Havuç- tan bumu üşümüşçesine kızank. Kavuniçi. Kardan adam bütün gece kar altında yalnız kalacak diye üzülür çocuk. Kar günlerce sürebilir. Okullar tatil edilebilir. Okullar tatil edilir. Bundan daha büyük sevinç yoktur. Kar o yüzden çok sevilir. Gündüz gibi beyazdır gece de. Karla birlikte ge- cenin tuhaf bir aydınlığı olur. Gecedir ama beyaz- dır, gökyüzünden beyazlar yağar. Kar. Uyanıp pencereye koşardım: Kar durdu mu? Kar yağıyor mu? Kar çocuğu ürkütmez. Çocuk, Istanbul'un karla sarmaşdolaş olacağı bir gün Aksaray'a gıtmiştir dedesiyle. Dedesinin annesine gidilmiştir. Kar, tam Aksaray'a vanldı- ğında başlar. Horhor'daki evde çini soba yanıyor. Horhor'daki ahşap evin kafesleri çıkanlmamış. Çi- ni sobası da yerti yerinde. Dönüşte çocuk ve dedesi tipiye yakalanırlar. Ti- pide yürünür. Aksaray'dan galiba Karaköy'e, va- pur iskelesine. Kar boyuna yağar. Kartı günlerde sayfalanna yeniden-yeniden ba- kılan Doğan Kardeş ciltleri vardır. Bazı çocuk ro- manlan kimbilir kaçıncı defa okunur. Ansiklopedi karıştırıhr. Ansiklopedide bilmemnegillerden bir bitki okunur. Kar zamanı ille tarhana çorbası pişer. Sonra köf- te ve erişte. Erişteyi Adapazarı'ndan gelen bir ak- raba hanım sonbaharda yapmıştı. Erişte çarşaf üstünde günlerce kurumayı bekler. Kar zamanı çocuk büyüdükçe gitgide unutulur. Yağan kar unutulur. Dınen tipi unutulur. Eriyen kar unutulur. Kar sanki yağmaz olur. Ama bir gün, belki kırk yıl sonra, belki daha faz- la, kar yine yağar. Kartopu oynanmaz. Kardan adam yapılmaz. Kardan adam için ge- celeri üzülünmez. Kar adeta beyaz değildir. Elmas ışıltılan silin- miş. Kar çamurla kanşmış. Karyağryordu. Pencereden bakıyordurn. Hiçbir şeyin sevinci kalmamıştı içimde. Okullar yann be- nim için tatil edilmeyecekti. Anne mutfakta tarhana çorbasını kanştırmıyor- du. Akşam, hayli geç saat baba eve dönmeyecek, babanın içi müflonlu teriikleri kapı girişine koştu- rulmayacaktı. Gece sıcak yataktan kalkılıp buz gibi ön odaya, pencereye gidilmeyecektir. Kar yağıyor mu yağ- mıyor mu?.. Mutfakta kavanozda turşu var ama, Horhor'da- ki evin lahana turşusu değildir. Yelpaze. Yıldız. Elmas kesimi. Kar artık romanlarda yağar. İki nokta üst üste: Kar yağıyor... ŞükPiye Tutkun, Cabaret Cine Bar'da • Kültür Servisi - Cabaret Cine Bar'da yaklaşık üç yıldır yapılmakta olan salı dinletilerinin yannki konuğu Şükriye Tutkun. "Sevin Gayn" isimli albümüyle son günlerde adından sıkça söz ettiren Şükriye Tutkun, dinletisinde Trakya'dan Kjrım'a kadar geniş bir coğrafyadan türküler seslendirecek. Saat 21.30'da sahneye çtkacak olan Şükriye Tutkun'a akordeonu ile Muammer Ketencoğlu eşlik edecek. Aziz Nesin'in Kahraman'ı \ yeniden Adana'da • Kültür Servisi - Aziz Nesin'in yazdığı 'Kahraman' adlı oyun, Kaktüs Oyunculan tarafından Adana'da yeniden sahnelenecek. Aziz Nesin'in 'Sen Gara Değilsin' ve 'Bir İnsan Başı Üstüne Üç Sesli Üzünç' adlı tek perdelik iki oyunundan harmanlanan 'Kahraman'ı Turgut Bağır yönetiyor. Kaktüs Oyunculan tarafından sahnelenen oyunda, özellikle azgelişmiş ve geri kalmış ülkelerde sık sık gündeme gelen 'kahramanlık' kavTamı değişik açılardan işleniyor. Metin Bahçıvan, Nedim Gider, Turgut Bağır ve Özcan Karacan'ın rol aldığı oyunun dekor ve kostümlerini Özcan Karacan, ışık ve efektlerini Savaş Baydemır hazırlamış. Trabzon'da lysistrata' • KüMr Servisi - Trabzon Devlet Tiyatrosu, Aristophanes'in yazdığı ve Ergun Sav'ın Türkçeye çevirerek Zekai Müftüoğlu'nun yönettiği 'Lysistrata' adlı müzikal komediyi, Haluk Ongan Sahnesi'nde sergiliyor. Trabzon Devlet Tiyatrosu'ndan 40 sanatçının rol aldığı oyun haftada 4 gün sahneleniyor. Aksanarta bu hatta • Kültür Servisi - Aksanat'ın bu haftaki etkinlikleri kapsamında yann saat 12.30'da, yönetmenliğini B. Edvvards'ın yaptığı 'Breakfast at Tiffany's' adlı film ve perşembe günü aynı saatte Dizzy Gillespie'nin 'A Night in Tunisia' adlı belgesel caz filmi videodan izlenebilir. Aynı gün saat 18.30'da Prof. Dr. Zeynep Inankur'un 'Batı Anlayışında Bir Koleksiyoncu: Halil Şerif Paşa' başlıklı söyleşisi dinlenebilir. Cuma günü saat 12.30'da 'Welcome Back, St. Petersburg' lazer diskten bale, saat 19.00'da 'Abelard ve Heloise' adlı oyun yer alıyor. Hafta sonu etkinlikleri kapsamında cumartesi günü saat 15.00'te 'Gala Tribute to Tchaikovsky' videodan opera, saat 19.00'da ise 'Abelard ve Heloise' izlenebilir.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear